Erken Soğuk Savaş Ankara'sında Sinema Kültürü/Sinema Kültürünü Şekillendiren Diğer Etkenler
Sinema Kültürünü Şekillendiren Diğer Etkenler
İncelenen yıllarda gösterilen yabancı filmler, bugün de olduğu gibi, ya altyazılı ya da Türkçe dublajlı filmlerdir. Yüksek gelirli insanların gittiği elit sinema salonlarında dublajlı filmler gösterilmemektedir. Bu sinemalara giden kişiler ya İngilizce bilen ya da altyazıları takip edebilecek kadar okuryazarlığı olan kişilerdir. İngilizce’yi yeni öğrenmeye başlayan kişiler de, birkaç yabancı sözcük de olsa, öğrenebilmek için, altyazılı filmleri, dublajlı filmlere tercih etmektedirler (Göksu, Kişisel iletişim, 17 Şubat 2018). Daha düşük gelirli insanların gittiği kapalı sinema salonları ile halk sinemalarında dublajlı filmler vardır.
Kent merkezine görece uzak yerlerde bulunan ve daha çok düşük gelirli insanların gittiği Cebeci, Çiçek, Eser, Melek ve Süs gibi sinemalarda altyazısız filmler gösterilmektedir. Aslında, bu dönemdeki okuryazar oranının düşüklüğü göz önüne alınırsa,[1] altyazılı filmlerin çok fazla insana hitap edemeyeceği açıktır.
Bununla birlikte, düşük gelirli insanların, dublajlı film izlemesi, dublajın kötü yapıldığı ya da dublajlı filmlerinin her zaman kalitesiz yapımlar olduğu anlamına gelmemektedir. Zira dönemin dublaj sanatçıları Ferdi Tayfur gibi başarılı ve işine emek veren kişilerdir.[2] Ferdi Tayfur Amerikan filmlerini seslendirirken yalnızca konuşmaları Türkçeleştirmekle yetinmeyip bu karakterlere şive de katmaktadır. Tayfur’un bu yöntemleri ise seyirci tarafından beğenilmektedir (Karagözoğlu, 2004, s. 54). Bu dönemdeki pek çok filmi Ferdi Tayfur dublajı ile izleyen Altan Öymen, daha sonraları da bu filmleri özgün dillerinde izlediğinde aynı tadı alamadığını, Tayfur’un ne kadar yetenekli bir isim olduğunu o zaman daha iyi anladığını aktarmaktadır (Öymen, 2012, ss. 65,66).
Sinema kültürünü etkileyen diğer bir unsur ise sinema salonlarına olan ulaşım olanaklarıdır. Toplu taşımanın kısıtlı olduğu bir dönemde, geç saatlerdeki seanslara gidebilen kişi sayısı oldukça azdır. Taksiye ve dolmuşa binmek, o günün Ankarası için, yalnızca özel durumlara özgü, pahalı bir seçenektir. Daha da önemlisi taksiye ve dolmuşa her an ve her yerde erişebilmek çok olası bir durum değildir. Taksi ve dolmuş duraklarına yürümektense, otobüs beklemek daha iyi bir seçenektir (Öymen, 2012, s. 143). Bu yılların Ankara’sında sinema salonlarının olduğu yerlerden kalkan otobüs seferleri, çoğu semt için akşam saat dokuzda bitmektedir. Ancak, yoğun istek üzerine, sinemaların son seansına giden seyirciler için, Ankara il yönetimi tarafından saat onbirde kalkacak biçimde ek otobüs seferleri tahsis edilmiştir. Bu otobüsü kaçırıp, eve yürüyerek gitmek istemeyen seyirciler, sinema çıkışlarında izdihama neden olmaktadırlar (Akgün, 1996, s. 232). Sinema filmlerinin ya da müzik konserlerinin, biraz daha uzun sürmesi durumunda ise, otobüsler yarım saat daha fazla bekleyebilmektedirler (Halkın dertleri, 1949, s. 4). Ancak otobüse sığabilen ve otobüs bileti almaya maddi imkânı olan kişilerin azlığı ya
da otobüslerin her semt ve mahalleye gitmedikleri hesaba katıldığında, çoğu insan için, toplu taşıma olanaklarının pek bir anlam ifade etmediği söylenebilir. Gürbüzatik’in aktardığına göre çok uzak mesafeler olsa bile insanlar sinema çıkışlarında evlerine yürüyerek gitmektedirler (Kişisel iletişim, 28 Mart 2018).
Sinema salonlarına gidiş ve bu salonlardan evlere dönüş olanaklarının yanı sıra, Ankara sinema kültürünü şekillendiren başka fiziksel etkenler de vardır. Bu etkenler arasında, sinema salonlarının konforlu olup olmaması da önemli bir etkendir. Özellikle, havalandırma ve ısıtma sistemlerinin iyi olup olmaması, seyircinin rahatlığını ciddi biçimde etkilemektedir. Havalandırma sistemleri olmayan sinemalar, yaz aylarında, tadilata girmek bahanesi ile kapatılmaktadır. Zira yüzlerce insanın biraraya geldiği kapalı sinema salonlarında havalandırma sistemi olmaksızın film izlemek kolayca işkenceye dönüşebilmektedir. Havalandırma sistemi ve seyirci konforu, dönemin en lüks sineması olan Büyük Sinema sahiplerince çok önemsenmektedir. Karagözoğlu’nun aktardığına göre Büyük Sinema’nın sahipleri salonlarının serinletme sistemini yaptırmak için Mısır’dan bir mühendis getirtmişlerdir (2004, s. 95). Bu sinemanın kapasitesinin yaklaşık 1.500 kişi olduğu göz önüne alınırsa, sinemanın sahiplerinin havalandırma ve serinletme işine neden bu denli önem verdikleri daha iyi kavranabilir.
Şekil 8’de Büyük Sinema’nın gazetelere verdiği ilanlardan birisi görülebilir. Sinema sahipleri yüksek bir meblağ ödeyerek salonlarına kurdurdukları havalandırma sistemlerinin reklamını her fırsatta yapmaktadırlar. Şekilde görüleceği üzere 26 Haziran 1954 tarihli gazete ilanında, “air condition [yanlışlıkla condation yazılmıştır] tesislerimizin temin ettiği serin hava içinde seyredeceğiniz” denilmektedir. Yani, üst sınıflar çok daha rahat koşullarda film izleme olanağına sahipken, orta ve alt sınıflar, konforu daha az olan sinema salonlarına gidebilmektedir. Öyle ki, havalandırma sistemi olmayan Ulus Sineması gibi sinema salonları, yazın gelmesiyle birlikte “tamirat dolayısıyla” kapanmaktadır (Cemiyet hayatı, 9 Haziran 1954, s. 4).
Bu fiziksel etkenlerinden başka, sinema kültürünü şekillendiren bir diğer faktör de, sinema seyircisinin film izlerkenki tutumudur. Farklı sınıfsal ve kültürel özelliklere sahip, yüzlerce insanın bulunduğu sinema salonları, her zaman sessiz, sakin ve huzur içinde film izlenebilecek bir ortam değildir. O yıllara tanıklık etmiş olan İnci Gürbüzatik (Kişisel iletişim, 28 Mart 2018) bu tarz sorunları şu şekilde açıklamaktadır:
Bana ilginç gelen, öpüşme sahnelerinde, kese kâğıdını şişirip de bekleyen seyirciler, tam erkekle kadın öpüşürken, o kese kâğıdını patlatır, salondaki büyüyü bozuverirlerdi. Islıklar, kabuklu yemiş yemeler, çekirdekler ve sinemadaki tacizler hiç unutulmayacak anılardır. Karaborsacılar vardı. Biletleri önden alıp bilet kalmayınca da satarlardı. Sık sık elektrik kesilir ya da film kopardı. Bazen filmin birinci makarası bir sinemada gösterilirken ikinci makarası diğerinde gösterilirdi. Beş dakika aralarda, bu filmlerin sinemadan sinemaya ulaştırılması mucize olurdu.
Gürbüzatik’in oldukça açık bir biçimde aktardığı gibi bu tarz sorunlar Ankara sinema kültürünü olumsuz yönde etkilemekte ve seyir zevkini ister istemez azaltmaktadır. Bu özellikle, alt ve orta-alt sınıfların gittiği sinemalarda görülen bir tutumdur. Örneğin, 30 Mart 1953’te Park Sineması’nda film izlerken filmin “açık saçık bir yerinde” “yaşa” diye bağıran bir adam seyircileri korkutmuştur. Sinema çalışanlarının şikayeti üzerine polis tarafından yakalanan adam “sukuneti ihlal suçundan” mahkemeye verilmiştir (Sinemada nara, 1953, s. 2). Benzer biçimde,
“esrar ve eroin kullanmak ve satmaktan 41 sabıkası olan”başka bir adam ise aynı sinemanın tuvaletinde esrar içerken yakalanmıştır (Esrar ve Eroin, 1953, s. 1). Bu ve benzeri olayların üst gelir grubundaki kişilerin gittiği sinemalarda olma olasılığı çok daha düşüktür. Zira, kent seçkinlerinin ve devlet erkanının gittiği sinema salonlarında bu tarz tatsızlıklar hoş görülmeyecektir. Yine de, bir sonraki kısımda da görüleceği gibi, söz konusu olumsuzluklar düşük gelirli Ankaralıları sinemaya gitmekten alıkoymamıştır.
- ↑ 1945 yılında, Türkiye’de okuma yazma bilen oranı kadınlar için % 13,51, erkekler için % 44,25’tir. Bu değerler, 1955 yılı içinse sırasıyla % 21,20 ve % 56,10’dur (Türkiye İstatistik Kurumu, 2012, s. 19).
- ↑ Tayfur’un kız kardeşi Adalet Cimcoz ise “Fitne Fücur” takma ismiyle çeşitli sinema magazin dergilerinde yazı yazmaktadır (Özgüç, 2007, s. 34).