İçeriğe atla

Denizli Yöresinde Hızır ve Hıdırellez İle İlgili İnanış ve Uygulamalar/Giriş

Vikikaynak, özgür kütüphane

Giriş

Türk halk inançları içerisinde çok önemli bir yere sahip olan Hızır, İslamiyet öncesi Türk bölgelerinde önceden devam ettirilen inanç sistemlerinin özelliklerine göre, değişik bölgelerde çok farklı olarak tasvir edilmiştir. Bu tasvirler İslamiyet’in kabulüyle birlikte İslam inancı çerçevesinde de devam edegelmiştir. Halk muhayyelesinde Hızır; “dilenci, fakir, aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Kendini tanıtmazsa onu tanımak mümkün değildir ancak yine de onu tanımanın bazı yolları vardır” (Şahin 2016: 39). Halk inançlarında Hızır’ın başka bir tanımlaması ve bir yere uğradığına dair emareler şöyledir. Hızır’ın “orta parmağı ile şehadet parmağı aynı boydadır, parmaklarından biri kemiksizdir, yüzünde yeşil bir nikap/peçe, altında boz bir at, elinde bir mızrak vardır. Bastığı yerde ekinler yeşerir, çiçekler, güller açar, onu gören bülbüller ötmeye başlar. Elini sürdüğü kişi dertlerinden kurtulur, uğursuzluklardan ve hastalıklardan arınır, ömür boyu sürecek bir bolluğa ve saadete kavuşur” (Ocak 1990:116-117). Hızır’ın bu özellikleri kadim Türk kültüründeki boz ata binen ak sakallı beyaz elbiseli ihtiyar figürü ile benzerlikler göstermektedir. Nitekim Orta Asya Türk toplumları arasında Hızır, boz bir ata binmiş, Dede Korkut benzeri, aksakallı, koca kişi olarak algılanmaktadır.

Hızır inancı, bütün Türk dünyasının folklor, tasavvuf anlayışı ve halk inançları içerisinde canlı bir şekilde yaşatılmakta olan en kadim Türk inançlarından biridir. İslamiyet öncesi Türk inançları içinde adına Hızır denmese de Hızır’a benzer bir figürün varlığı, İslamiyet’in kabulünden sonra Türkler arasında İslam’daki Hızır motifinin kolayca kabul edilmesine vesile olmuş (Aydın 1986:65), bu iki inancın birleşmesi sonucunda Hızır ile ilgili inanç ve uygulamalar daha güçlü hale gelmiştir. İslamiyet’in kabulünden sonra Türk kültürü içinde genellikle dini bir motif olarak algılanan Hızır, İslamiyet öncesi “Türk masallarında rüyalara iren bir yığın Hızır motifi vardır. Ayrıca Gök-sakallı veya Ak-sakallı ihtiyar motifleri Şamanist Altay ve Sibirya masallarının her yanını kaplamıştır” (Ögel 1993: 87). Görüldüğü gibi Hızır motifi, İslamiyet öncesi Türk inanç sistemleri içerisinde görülen bu gök ya da ak sakallı yol göstericilerin İslamiyet’in kabulüyle birlikte ak sakallı ya da beyaz giysili ak sakallı derviş şekline bürünerek bir sentez oluşturmasıyla ortaya çıkmış bir kahramandır. Altay kültür çevresinde ise İslâm öncesi Ak sakallı koca, Hızır benzeri görevler üstlenmiştir. Bu inanışın devamını İslam’ın kabulünden sonraki inançlarda ve metinlerde de görebilmek mümkündür. Mesela Dede Korkut Hikâyelerinden Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı’nda, Boz Atlı Hızır yaralanan Boğaç Han’ın yaralarını sıvazlayarak onun iyileşmesine vesile olan yardımcı bir kahraman olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk inanç sistemi içerisinde önemli bir yere sahip olan Hızır inancı, bunun bir neticesi olarak sözlü Türk edebiyatının yanı sıra yazılı Türk edebiyatında da önemli bir yer teşkil etmektedir. Hızır inancının Türk kültürü içinde benimsenmesinde ve daha da yaygınlaşmasında kültürün ana belleği konumunda olan “İskendernâme, Battalnâme, Danişmendnâme, Dede Korkut Kitabı, Saltuknâme, Manas Destanı, Alpamış Destanı, Köroğlu Destanı, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi eserlerden başlayarak hemen bütün halk hikayeleri, masal efsane, menkıbe ve şiirlerde söz konusu” (Kurnaz 1998: 412) edilmesinin büyük katkısı olmuştur.

Hızır hakkında oluşturulan anlatılara ve İslam inancına göre Hızır, ab-ı hayatı bularak ondan içmiş ve bu sayede ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Ölümsüz olması hasebiyle her devirde varlığı kabul edilmiş, iyilik ve yardımseverlik özellikleri dolayısıyla darda kalındığı zamanlarda ondan her daim yardım istenmiştir. Hızır’ın özellikle denizde darda kalanlara yardım ettiği kabul edilmesine rağmen denizle çok fazla temas etmemiş olan Türk toplumunda deniz dışında Hızır ile ilgili inanç ve anlatılar daha yaygın hale gelmiştir.

İslamiyet’le beraber “Müslüman âlimler arasında Hızır’ın peygamber, veli ya da melek olabileceği şeklinde üç farklı yaklaşım benimsenmiştir. Bu ihtimallerden “melek” olması zayıf kalsa da diğer iki düşüncenin savunucuları söz konusudur. Hızır’ın Peygamber olduğunu ileri sürenlerin en önemli delili, Hızır-Musa ilişkisinde Hızır’ın hoca; Musa’nın ise öğrenci konumunda olması durumudur. Hızır olarak kabul edilen kişi için Kur’an’da “ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik” (Kehf 18/65 ) denilmektedir (Şahin 2016: 34). Hızır inancı, İslam düşünce geleneği içerisinde tasavvufi düşünceye sahip yapılanmalarda daha çok benimsenmektedir. “Tasavvuf düşüncesinde “Hızır-Musa” artık birer sembole dönüşmüştür. Hızır, kâmil kişi, mürşid ya da Allah’ın ilminin yeryüzüne yansımış şekli olarak görülürken, Hz. Musa bu ilimden istifade etmeye çalışan bir mürit olarak sunulur” (Şahin 2016: 35).

Hızır’ın, abdalların reisi olarak en yüksek mürşid mevkiine oturtulması, tasavvufun gelişiminde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu konuda birçok sûfi, Hızır tarafından irşât edildiğini ve onunla görüşüp sohbet ettiğini söylemiştir (Uludağ 1998: 410). Türk tasavvuf düşüncesinin oluşmasını sağlayan başta Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve Mevlâna Celâleddin-i Rûmî olmak üzere hemen hemen bütün mutasavvıf şâirler Hızır’ı, Mürşid-i Kâmil olarak yorumlamışlardır. Ahmet Yesevî bir hikmetinde, Hızırla görüştüğünü, onun kendisine yardım edip elinden tuttuğunu, otuz bir yaşında iken kendisine mey içirdiğini ve vücudundan Azrail’i kovduğunu söyler. Yunus Emre, Hızır’ın İlyas’la birlikte ab-ı hayat içerek ölümsüzlüğe eriştiğini belirtir ve Hızır’ın sakalık yapacağından söz eder (Kurnaz 1998: 412).

Hızır hakkında yazılı ve sözlü kaynaklarda çok yaygın ve çeşitli bilgiler bulunmasına rağmen bir peygamber olduğuna inanılan İlyas hakkındaki bilgi ve söylenceler Hızır kadar yaygın değildir. Hızır’ın karada, İlyas’ın da denizlerde yaşadığına inanılmaktadır. Hızır ve İlyas’ın 6 Mayıs günü Hıdırlık denen yerlerde buluştuğuna inanılır. Burası genellikle yeşilliği bol olan akarsu kenarları, su kaynaklarının olduğu yerler, yaylalar, yatırların olduğu kutsal mekanlar ya da bölge halkınca kutsal sayılan ulu ağaçların olduğu yerlerdir. İnsanlar bu mekanlarda, yeşillikler içerisinde İlyas’ı görmeyi dilerler.

Hızır ve İlyas’ın 6 Mayıs günü bir araya geldiğine inanan Türkler bugünü, Hıdırellez Bayramı ya da Bahar Bayramı adıyla, sıkıntılı kış günlerinden sonra gelen baharın başlangıcı olarak sevinç içinde kutlamaktadırlar. Bütün Türk coğrafyası üzerinde Hıdrellez ile ilgili inanç ve uygulamalara bakıldığında; Hıdırellez gününün kıştan yaza geçiş ritüeli olarak yaşadığı görülmektedir (Günay 1990: 32–34). Baharla ilgili bir kutlama olan Hıdırellez zaman zaman Nevruz bayramı ile karıştırılabilmektedir. Türk kültüründe Nevruz, güneşin Koç Burcu’na girdiği gün olan 21 Mart gününde yapılan “Yeni Yıl” kutlamasıdır. Hıdırellez ise, eski Türklerin hava, su, ateş ve toprak hakkındaki inanmalarının, İslam sonrasında benimsedikleriyle birleştirilmiş yeni bir kutlama günü ve “Yaz Mevsimi”nin başlangıcıyla ilgili kutlamalardır. Hıdırellez, bir yılbaşı kutlaması olmamasına rağmen Hıdırellez kutlamaları içindeki esası oluşturan unsurlar, Nevruz kutlamalarının esasını oluşturan unsurlarla aynıdır (Ekici 2005: 48).

Türkler arasında Hızır ile ilgili inanış ve uygulamalarda olduğu gibi bir bahar bayramı olan Hıdırellez kutlamaları da İslamiyet öncesinde Türkler arasında yaşatılmaktaydı. “İslâm öncesine ait çeşitli mitolojik veya efsanevî anlatımlar, İslâm sonrasında belirli bir dinî şahsiyete veya peygambere bağlanarak nasıl meşrulaştırılmaya ve yaşatılmaya çalışılıyorsa, İslâm’a ait olmayan bir bayram da Hızır ve İlyas adlı peygamberlere bağlanarak en eski mevsim bayramları yaşatılmaya devam ettirilmiş olmalıdır. Bu bayram kutlamalarında daha çok yer-su ruhlarıyla ilgili ritüeller görülür. Çeşitli bitkiler, ağaçlar, ateş, toprak, taş, su aslında yer-su ruhlarını etrafındaki uygulamaların devam ettiğin göstermektedir” (Önal 2008: 1203).

Gerçekte, insanoğlu Hıdrellez törenlerinde, kendi yaşamının mutlu ve sıkıntısız bir şekilde devamı için gerekli olan ortamın yeniden gelmesini kutlamaktadır. Hıdırellez’de yaşlılar yeni bir yıla erişmenin, yetişkinler geçimleri için gerekli olan hayvansal, bitkisel bolluk ve berekete kavuşmanın, gençler ve çocuklar da eğlenmenin tadını çıkarırlar (Özdemir 1999: 33). “Hıdırellez geleneği, bir bayram olarak bütün Türk milletinin topluca katıldığı, kutladığı, birtakım töreleri yerine getirdiği bir bahar bayramıdır. Oldukça eski bir devire inen bu kutlamalar, babadan oğula günümüze kadar intikal etmiştir. Hıdırellez’den sonra yazın geldiği inancını yaşatan Türk toplumu, Hıdırellez’le birlikte artık karakışın geride kaldığını görmekte ve gelecek günlerin tabiatın canlandığı, yeşerdiği bahar ve yaz günleri olduğunu vurgulamaktadır” (Çay 1995: 35).