Şeydâyâne Bir Hayal
Güneş artık ufûl edip gitmiş,
Ortalık büsbütün kararmıştı;
Sîne-i hâba terk-i rûh etmiş,
Bütün eşya sükûta varmıştı;
Her cihetten olurdu tûdenümâ
Bir nihâyetsiz imtidâd-ı zalâm;
Her yer olmuştu, çeşm-i nâbinâ
Gibi. derbeste-i sevâd-ı zalâm...
O zaman işte dil harâbâne
Bister-i nermîne uzanmıştı
O kadın ki leyâl-i hicrâne
Muttasıl bakmadan usanmıştı.
Bir küçük şem'anın ziyâ-yı zeri
Titredikçe şikeste-tâbâne
Odanın hep ipekli perdeleri
Bayılıp titreşirdi mestâne
Kadının rû-yı sâye-nâkinde
Fark eden sâyenâk dîdesini
Hissederdi nigâh-ı pâkinde
İnfiâl-i hazân-resîdesini.
Sinni aşmıştı kırkı; on senedir
Boş kalan sîne-i hayâlâtı
Tatmış, öğrenmiş, anlamıştı nedir,
Lezzet-i zehr-i infiâlâtı!
Düşerek bister-i muhabbetten
Çâh-ı târik-i hasrete dalmış;
Ayrılıp şevher-i muhabbetten
Cismi dul, kalb ü ruhu boş kalmış...
Bu kadında, bu kalb-i tenhâda
Bu gece bir hayâl-i hoş vardı,
O kadar hoş ki hâb-ı rüyâda
Görmüş olsaydı belki korkardı!
Bakınız şu hayal-i şeydâya:
Onu en bergüzîde erkek
Sevecek de bu dâr-ı tenhâya
Gelerek i'tiraf-ı aşk edecek!
O zaman kendi öyle süslenecek
Ki gören yirmisinde zannnedecek...
Bir zaman âşıkıyla eglenecek,
Âşık-ı pür emel gelip gidecek...
Sevk-i hasretle bir gece, budala
Âşıkı arttırınca cür'etini...
O zaman işte şûh-ı bîpervâ,
Toplayıp kuvvet ü cesâretini
Saçlarından kemâl-i hiffetle,
İki ak tel yolup da göstererek
«Gördünüzmi?... Bunun muhabbetle
Rengi dönmezki ben....» bitiremeyecek,
Sonra: «neredeydi 'aklın?..» diyecek,
Gülecek. Kahkahât ile gülecek!..
Kalbini bir eliyle setredcek
Asabî kahkahât ile ölecek!...