İşlevselcilik Açısından Kuyu Motifinin Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sinemasına Yansımaları/Türk mitolojisinde ve halk inançlarında kuyu motifi

Vikikaynak, özgür kütüphane


  Türk mitolojisinde ve halk inançlarında kuyu motifi


  Türk mitolojisinde su ile ilgili pek çok anlatı vardır. Bu anlatılarda pınar, kuyu gibi suyun olduğu yerlerde, bu yerin sahibi, koruyucusu olan iyelerin bulunduğu kabul edilir. Bu iyelerden biri de Su İyesi/Su Kızı’dır. Bu varlık Türk dünyasının çeşitli bölgelerinde uzun ve dalgalı saçlı, sarışın, mavi gözlü olarak anlatılıp bölgeden bölgeye değişmekle birlikte genellikle vücudunun yarısı balık yarısı insan şeklinde tasvir edilir (Bayat, 2012). Dede Korkut Kitabı’nda bu su iyeleriyle ilgili bir anlatım göze çarpar. Kitapta Tepegöz hakkında bilgi verilirken, onun doğumuna da değinilir. Buna göre Konur Koca Saru Çoban bir pınar başında peri kızlarının toplandığını görür, kızlardan biriyle birlikte olması sonucu Tepegöz doğar (Ergin, 2018). Burada sözü edilen peri kızı da suyun olduğu yerde bulunan doğaüstü varlıklardandır. Anlatılarda bahsi geçen su iyeleri önceki dönemlerde suyu koruma gibi görevlere sahipken, günümüzde daha ziyade korkutucu özellikleriyle bilinmektedir. Örnek olarak Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da su iyelerinin Kuyu Kızına dönüşebildiği görülür. Kuyu Kızı, evlerin yakınında bulunan kuyulara çocukların girmesini istemeyen, ürkütücü bir varlık olup, onun bu özelliğinin çocukların kuyuya düşüp boğulmasını engellemek düşüncesiyle(Bayat, 2012), vasıflarına yapılan bir ekleme olduğu tahmin edilir. Benzer durumun yabancı kültürlerde de görüldüğü, çocuklarını kuyudan uzak tutmak isteyen ailelerin kuyunun ruhu,perisi olduğunu söyleyerek onları korumaya çalıştıkları görülür (Çobanoğlu, 2015). Burada suya düşme, boğulma tehlikesinden korunmak için tabu oluşturulduğu belirgindir. Söz konusu tabunun oluşumuyla, çocukların ve belki de bazı büyüklerin zihninde, farklı boyutlarda canlıların yaşadığı, farklı bir dünyanın olduğu bir kuyu fikri oluşur, bu fikir zamanla halk kültürüne sirayet ederek çeşitli halk anlatılarına konu olmaya başlar. Bu anlatılar zamanla kuyunun “bilinmezlik, korkunçluk” gibi kavramların karşılığı olarak, metaforik bir dünyaya kapı açılmasını, kuyunun somut işlevinin soyut anlamları karşılayan daha farklı işlevlere evrilmesini sağlar.
  Türk dünyasında etkileri halen görülen Altay Şamanizminde, kuyunun başka dünyalara geçişi sağlayan bir araç olduğuna inanılır. Şamanlar, kuyu yardımıyla bir dünyadan diğerine geçiş yapabilir (Roux, 1994). Celal Beydili, şamanın kullandığı bu özelliğin İslam inancında peygamber ve kutsiyeti olan sofilere verildiğini belirtir. Bu kişiler, yeraltı mağarası yada kuyuları, “öbür dünya” ile benzer kabul eder ve çilehane olarak bu yerleri kullanırlar.Hoca Ahmet Yesevî’nin 63 yaşında yeraltındaki çilehanesine girmesinin sebebi de bu olabilir(Beydili, 2004). Burada görüldüğü gibi, kuyunun bir dünyadan bir başka dünyaya geçit şeklinde yeni bir işlev üstlendiği görülür. Öyle ki kuyu burada geçit işlevini kazanmakla birlikte, şamanizmden İslam tasavvufuna uzanan süreçte, geçidin boyutunda yenilikler ortaya çıkar.Artık kuyu, kısmen daha somut olan öte dünyaya geçişi değil, kişinin ruhî anlamda huzur bulmasına yardımcı olan manevi bir dünyaya geçişi sağlamaktadır.
  İslam inancında kuyu denilince akla öncelikle Harut ve Marut adlı melekler gelir. Bu iki meleğin, kötü niyetle kullanmamak şartıyla halka büyü yapmayı öğrettikleri, bir kadına cinsî arzu duyup bununla ilgili bir suç işlemeleri sebebiyle cezalandırıldıkları anlatılır. Bu cezalandırılma, Babil Kuyusunda baş aşağı asılmak şeklinde olup söz konusu hikâye, Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle, çeşitli efsane ve rivayetlerin etkileşimi sonucunda oluşmuştur (Erdem,1991). Tasavvufta kuyu motifinin cezalandırmanın ötesine geçip çile çekmeye dönüştüğü görülür. Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk mesnevisinde kuyu çileyi temsil etmektedir (Pala, 2015).Kuyunun çile çekilen, kişiyi olgunlaştıran özelliğinin zemininde, Yusuf peygamberin, kardeşleri tarafından atılıp üç gün kaldığı kabul edilen su kuyusunun da önemli bir yeri vardır.Zira Yusuf bu kuyuda su olmasına rağmen yılan, akrep vb. canlılarla bir arada bulunmuş,kaldığı müddet boyunca esmâ-i hüsnâyı (Allah’ın güzel isimlerini) dilinden düşürmemiştir (Pala, 2015). Adem Balkaya, kuyu motifiyle ilgili bir makalesinde, Yusuf peygamberin kuyuya atılmasını, onun eğitilmesiyle birlikte ele alır. Kuyunun erginleştirme işlevi vardır ve Yusuf bu sayede, kuyuda kaldığı süre zarfında boyutlar arası geçiş yaparak, tanrının kendisine bahşettiği ilim, okuma-yazma ve rüya tabir etme özelliklerini kazanır (Balkaya, 2014).
  Tasavvufî anlatılardan bir başkası olan ney çalgısının hikâyesinde de su kuyusunun önemli bir yeri olduğu görülmektedir. Feridüddin Attar neyin hikâyesini Muhammed peygamber zamanına dayandırmaktadır. Buna göre, Muhammed, kendinden sonraki dönemler de halife olacak olan, yeğeni Ali’ye ilâhî aşkın esrarı ve hakikatiyle ilgili bir sır verir. Ali bu sırrın ağırlığını taşıyamayıp Medine’nin dışına çıkar, sırrı boş bir su kuyusuna anlatır. Boş kuyu bu sırrın etkisiyle suyla dolar, taşar, etrafında kamışlar büyür. Bir çoban bu kamışlardan birini keser, çeşitli yerlerinde delikler oluşturarak ney çalgısını elde eder ve ona üfleyerek ses çıkarır. Muhammed bu ney sesini duyar ve yeğenine, verdiği sırrını tutup tutmadığını sorar.Ali de sırrı kuyuya söylediğini anlatır (Pakalın, 1993). Bundan sonra bu sır neyin üflenmesiyle dünyaya yayılır. Burada kuyu, sır saklayan, hatta sırrın ağırlığıyla taşan, canlı bir varlık gibi anlatılır. Kuyu, insanın sırdaşı işlevi görür.
  Halife Ali’nin boş su kuyusuna sır vermesi gibi insanlar da kuyulara sır vermiştir. Burada kuyunun içindeki suyun da etkili olduğu unutulmamalıdır. Çünkü eski Türk kültüründe, su canlı bir varlık olarak görülür. Dede Korkut Kitabı’nda, Salur Kazan’ın suya seslenmesi, ordusuna dair haber sorması (Ergin, 2018) buna verilebilecek örneklerdendir. Türk kültüründe su kuyusuna sır verilmesinin yanında, yemin edilmesi, tövbe edilmesi gibi uygulamalar da görülür. Konuyla ilgili olarak Pertev Naili Boratav, Adana’ya ait bir uygulamayı anlatır. Buna göre; bir kadının ilk üç çocuğundan sonra doğan bütün çocukları ölmüştür. Kadının dokuzuncu gebeliği sırasında, üçüncü çocuğu bir kuyuya götürülmüştür. Çocuk kuyu başında “bir daha baş yemem” diye bağırarak 7 kez tövbe ettirilmiştir. Bu çocuğun ömrü boyunca hiçbir hayvanın başını yemediği belirtilmiştir (Boratav, 1984). Burada hayvan başının yenmemesi önemli olduğu gibi, çocuğun kuyuya yemin etmesi oldukça dikkat çekicidir. Kuyunun yemin kabul etme ya da yemine şahit olma gibi bir özelliği olduğu görülmektedir. Kuyunun bir insan gibi değerlendirilmesi, yapılan yemine sadık kalınıp kalınmayacağını kontrol edecek gibi tasavvur edilmesi, onun kontrol mekanizması gibi değerlendirildiğini gösterir. Yahut tutulmayan yemini, asıl cezalandırıcıya bildirecek gibi düşünülür. Bu açıdan kuyunun kutsal bir varlık ya da kutsala giden yolda önemli bir basamak işlevi gördüğü düşünülebilir.Anadolu’da bazı kuyuların şahitliğin dışında, dileklerin yerine getirilmesinde etkisi olduğunada inanılır. Sivas’ın Zara ilçesinde bulunan Bahtiyar adlı su kuyusunun, önceki zamanlarda pek çok ziyaretçiye ev sahipliği yaptığı, bir dileği olanların sabah bu kuyunun başına gelip kuyudan su içip ardından “bahtım açılsın” diye üç kez bağırıp dileklerini kuyuya söyledikleri bilinir (Demir, 2013). Burada kuyunun dileklerin kabul edilmesinde etkili bir varlık olmayı işlev edindiği görülür. Şanlıurfa’da yaşatılan bir inanç, su kuyularının dinî anlamda değerinin de olabileceğini göstermektedir. Buna göre; Urfa’yı yöneten bir kişi, tedavisi olmayan bir cilt hastalığına tutulur, İsa peygamberi bu hastalığını iyileştirmesi için şehrine davet eder.İsa şehre gelemese de yüzünü sürdüğü ve siluetinin olduğu bir mendili bu yöneticiye gönderir. Mendil yöneticiye götürülürken, günümüzde Eyüp Peygamber Makamı olarak anılan yerde yanlışlıkla bir kuyuya düşürülür. Kuyuda İsa’nın yüzü belirir. Mendil kuyudan alınır yöneticiye götürülür. Hasta adam mendilin tenine değmesiyle iyileşir. Bu mendilin düşürüldüğü kabul edilen kuyu başı, Hristiyanlar tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir, her yıl Paskalya Yortusunun yirminci gününde buraya gidilerek dilekler dilenmektedir (Kurtoğlu,2008). Burada da kuyunun, mendilin etkisiyle kutsiyet kazandığı, bir hac mekânı olarak,üzerine yeni bir işlev yüklendiği görülür.