İçeriğe atla

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu/Genel değerlendirme

Vikikaynak, özgür kütüphane

X. GENEL DEĞERLENDİRME

Yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk’ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulan 10/89 Sayılı Araştırma Komisyonumuzun çalışması için gerekli olan sürenin azlığı, yetkilerinin kısıtlılığı ve araştırma konularının genişliği karşısında büyük fedakarlıkla dört aylık bir sürede elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde konu değerlendirilmiştir.

03.11.1996 tarihinde Susurluk İlçesi civarında meydana gelen trafik kazasında, aynı otomobil içerisinde Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak ve Hüseyin Kocadağ’ın birlikte bulunmaları, o tarihten itibaren, Türkiye gündeminde baş sırayı alarak bugüne kadar süregelen tartışmaların en önemli konusunu teşkil etmiştir.

12.11.1996 tarihinde Cumhurbaşkanı ile bir görüşme yapan, Anavatan Partisi Genel Başkanının... bazı devlet görevlilerinin uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürme gibi eylemlere karıştıklarını, devlet tarafından aranan bazı silahlı eylemcilerinde bu devlet görevlileri tarafından kullanıldığını... ifade etmesi sebebiyle Sayın Cumhurbaşkanı 13 Kasım 1996 tarihli mektupla bu bilgileri Başbakana intikal ettirmişlerdir. Bu mektupta özetle.... “Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde özel harekat dairesi vardır... bu dairenin bazı elemanları uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürme gibi işlere karışmaktadır... Ö.L. Topal’ı öldürenlerin itirafları fevkalade enteresandır... aşiret reisi devleti kullanmaktadır... Devlette görevli bazı kişilerin Özel Hareket Daire Başkanı İbrahim Şahin’den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil bir takım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir...” şeklinde iddia edilen hususlara yer vermişlerdir. Bu iddialar nazara alınarak Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulları tarafından araştırmalar yapılmıştır. Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’n de bu konularla ilgili bir araştırma komisyonu teşkil edilerek araştırmalar sürdürülmüştür. Bu bilgilerin ve araştırmaların yanında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca da hazırlık tahkikatı yukarıda izah edilen olaylar ayrı ayrı tahkik edilmiş ve toplanan delillere istinaden oluşan kanaat fezlekenin muhtelif bölümlerinde ayrıntılı olarak izah ve ifade edilmiştir.

Yukarıda izah ve ifade edildiği üzere;

- Türkiye’de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararı ile, yurt dışında uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak İnterpol tarafından kırmızı bülten ile aranan bir silahlı eylemci ile, bu kişiyi yakalamak veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birimlerine bildirmekle görevli ve yükümlü olan üst düzey bir emniyet mensubunun bir milletvekilinin aynı ortamlarda birlikte olmaları ve bu birlikteliği, Abdullah Çatlı’nın gerçek kimliği bilinerek uzun süreli yakın ilişkiler içerisinde sürdürülmüş olması,

Bu kişilerin her üçününde üzerinde ruhsatlı tabancaları, yanlarındaki korumaların ayrı ayrı zati silahlarının bulunmasına rağmen ayrıca saldırı, suikast ve gizlice cinayet işlemekte kullanılabilecek vahim nitelikte ve sayıda silahları ve mermilerle, 34 NUL 63 numaralı sahte plakaları (koruma amaçlı olmadığı İst.Emn.Md. yazı ve araştırması ile saptanmıştır.) ve birçok sahte belgeleri yanlarında bulundurdukları nazara alındığında, bu kişilerin son olaydaki beraberliğinin basit bir tatil gezisi veya başsağlığı ziyareti ile izah edilmesi inandırıcı görülmemiştir. Kaldıki, yukarıdaki tesbitlere göre bu beraberlik tesadüf değil önceden tesbit edilmiş bir buluşma olduğu, İstanbul’da bulundukları ilk günde Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak ve Hüseyin Kocadağ’ın gizlenin buluşmaları ve görüşmelerinden anlaşılmaktadır.

Bu durum, adı geçen kişilerin, yanlarında koruma olarak bulundurdukları kişilerle birlikte, yasalara aykırı silahlı bir eylem hazırlığında bulundukları kanaatini oluşturmuştur.

- Bu silahlardan ve mermilerden bir bölümünün Özel Harekat Daire Başkanlığı kaynaklı oldukları ve 1993-1994 yılları itibariyle Emniyet Genel Müdürlüğünde kuvve kayıtlarında bulunmaları gerektiği tesbit edilmiştir. Buna rağmen bu silah ve mermilerin kaza yapan otomobil içerisinde ve orada bulunan kişiler elinde ne maksatla bulundukları ve onlara nasıl intikal ettirildikleri, Emniyet Genel Müdürlüğünün cevabi yazılarında, izah edilememiştir. Silah taşımasına yardımcı olunması hususundaki özel belgeler ve diğer ilişkilerde nazara alındığında bu silah ve belgelerin, belirtilen tarihlerde Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar ve Özel Harekat Daire Başkan Vekili olan İbrahim Şahin’in talimatları ve bilgileri dahilinde adı geçen kişilere verildiği kanaati oluşmuştur.

- Abdullah Çatlı’nın üzerinde bulunan ve yukarıda ayrıntıları izah edilen sahte belgeler, Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay sahte kimliği ile) ve Yaşar Öz adına düzenlenen silah taşıma izin belgeleri ve hususi yeşil pasaportlarında yine, Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemlerde ve onun bilgisi ve talimatı doğrultusunda düzenlenerek, bu belgelerle, devlet tarafından aranan ve birçok yasadışı eyleme katılmış oldukları saptanan kişilerin kolaylıkla silah taşımaları ve kolaylıkla yurtdışına çıkış ve dönüşleri sağlanarak çeşitli imtiyazlarla donatılmış oldukları anlaşılmıştır.

- Ömer Lütfü Topal isimli kişinin öldürülmesinde (olay yukarıda ayrıntılı olarak izah edilmiştir) kullanılan silahın şarjöründe Abdullah Çatlı’nın parmak izi bulunmuş ve Abdullah Çatlı’nın bu olaya iştirak etmiş olduğu bu somut delil ile tesbit edilmiştir. Öldürülen Ö. Lütfü Topal İstanbul’da ve Türkiye’nin muhtelif yerlerinde faaliyet gösteren birçok kumarhanenin işletmecisidir. Bu işletmelerden çok büyük miktarlarda paralar kazanılmaktadır. Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir isimli şahıslarda Ömer Lütfü Topal’ın İstanbul’daki bir kumarhanesinin ortaklarıdır. Bu kişiler bir ihbar üzerine üç polis memuru ile (A. Çarkın, E. Ersoy, O.Yorulmaz) birlikte Ö.L.Topal’ın cinayet zanlıları olarak gözaltına alınmışlardır. İst.Emm.Md.Asayiş Şube Md.de gözaltında bulundukları sırada daha ilk saatlerden itibaren Sedat Edip Bucak İstanbul İl Emniyet Müdürüne defalarca telefon açarak bu kişileri gözaltından kurtarmaya ve araştırmanın genişletilmesini engellemeye yönelik girişimlerde bulunmuştur, araştırmanın 1. günü henüz tamamlandığında ise. Mehmet Ağar’ın talimatı İbrahim Şahin’in bizzat İstanbul’a gelmesi ile bu kişiler apar topar İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülmüş ve orada kısaca ifadeleri alınıp yüzeysel bir inceleme ile ve yasal olmayan bir uygulama ile serbest bırakılmışlardır. Hatta daha sonra birçok olayda adı geçen Ayhan Akça’nın salıverilme tutanağında imzası bulunması dikkat çekicidir. Kaldıki İstanbul’daki sorgulama ve soruşturmanın hukuka uygun şekilde yapılmadığı ve iddia edilen kasetin de elde edilemediği anlaşılmıştır.

Bu kişilerin acele olarak Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülmeleri, özel timler hakkında kamuoyunda olumsuz kanaat oluşmasını önlemek olarak izah edilmeye çalışılmıştır. Ancak, bu kişilerden ikisi sivil şahıstır, özel timlerle ilişkileri yoktur. Diğer polis memurlarının ise önceki tarihlerde özel harekat dairesi ile ilişkileri zaten kesilmiştir. Kaldıki, bu tür uygulamanın mutad olmadığı bizzat İstanbul İl Emniyet Müdürünün ifadesinde belirtilmiştir. Şöyleki; Emniyet amiri, başkomiser ve komiser rütbelerinde birçok emniyet mensubu muhtelif suçlardan muhtelif tarihlerde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınarak sorgulamaları yapıldığı halde (hatta bir bölümü orada suimuameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.) Emniyet Genel Müdürlüğü veya İçişleri Bakanlığının bu kişiler hakkında yapılan işlemler ile herhangi bir şekilde ilgilenmedikleri ve ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü nezdinde herhangi bir araştırmaya kalkışmadıkları, zaten bu olayda Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel’in de devre dışı bırakıldığı ve kendisine herhangi bir bilgi verilmediği anlaşılmıştır. Bunların dışında, Ö. Lütfü Topal’ın öldürülmesi olayı sebebiyle gözaltına alınan bu üç polis memuru (Mustafa Altınok, Enver Ulu ve Ömer Kaplan isimli polis memurları ile birlikte) Ö.L.Topal’ın öldürülmesine tekabül eden zaman diliminde, Sedat Edip Bucak’a koruma görevlisi olarak tayin edilerek orada toplanmaları sağlanmıştır. (koruma tayininde aciliyet unsurunun bulunmadığı ve birkısım işlemlerdeki usulsüzlükler Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporunda ve yukarıdaki ilgili bölümlerde izah edilmiştir.) Ö.L.Topal’ın öldürülmesine iştirak ettiği somut delillerle saptanan Abdullah Çatlı ile bu olayın zanlıları olarak gözaltına alınan ve aynı zamanda Ö.L. Topal’ın ortakları olan Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir ile, Sedat Edip Bucak ve onun yukarıda isimleri yazılı korumaları, uzun süreden beri tanışmaktadırlar ve sık sık biraraya gelmektedirler. Keza, bu kişilerin hepsi Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin ile de tanışmakta ve onlarla da ilişkili bulunmaktadırlar. Ö. L. Topal’ın öldürüldüğü günlere tekabül eden zaman diliminde ve ayrıca bu olaydan önceki ve sonraki günlerde, Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir ve Sedat Edip Bucak’ın korumaları arasında yoğun ve dikkat çekici şekilde telefon görüşmeleri yapıldığı tesbit edilmiştir. (telefon görüşmelerinin detayları bir kısım sanıklar hakkında iddianame ile dava açılmak üzere tefrik edilen dosyada ayrıntılı olarak izah edilmiştir.) Yine, olayın vuku bulduğu tarihe yakın zamanlarda Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir ve S.E.Bucak’ın korumaları, Siverek’te S.E.Bucak’ın ikametgahında toplanmışlardır. (fotoğraflarla ilgili bölümde izah edilmiştir.)

Adı geçen bu kişilerin böyle bir olay etrafında yoğun görüşme, beraberlik ve dayanışma içerisinde bulunmaları, özel kasıtla hareket ettikleri kanaatini oluşturmaktadır.

- Tarık Ümit’in kaybolması olayı ile ilgili bölümde izah edildiği üzere; Tarık Ümit’in kaybolduğu gün, en son görüştüğü kişiler İbrahim Şahin’in uzun süredir yanında bulunan ve görev ilişkilerinin dışında daha ileri özel ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılan polis memurları Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu’dur. Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlunun Tarık Ümit’in kaybolması olayı ile ilgilerini tesbit eden ve bu istikamette araştırma yapan Jn.Ast.Sb. Ahmet Altıntaş’a İbrahim Şahin yasal olmayan bir şekilde müdahale ederek araştırmanın sürdürülmesini önlemiştir. Bu olayda yine Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Haluk Kırcı, İbrahim Şahin, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Çarkın’ın isimleri geçmektedir. Tarık Ümit’in kaybolması olayında bu kişilerle ilişkiyi tesbit eden MİT konturterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, Tarık Ümit’in Abdullah Çatlı ve adamları tarafından kaçırıldığını ve sorgulandığını ifade ederek durumu Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’e intikal ettirmiştir. Bu isimler ve bildirim karşısında Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin’in davranışları bu olayda Abdullah Çatlı’nın varlığı ve adı geçen diğer kişilerle birlikte eylemleri hususunda bilgi sahibi olduklarını göstermiştir.

Ayrıca, İbrahim Şahin’in koruma görevlisi olan Ayhan Akça’nın, yurtdışından ülkeye, uyuşturucu madde satışından elde edilen parayı nakletmek suçundan yakalanan Dilek Örnek hakkında, İstanbul DGM.C. Başsavcılığınca halen tahkikatı sürdürülmekte olan olaydada sanık olarak hakkında yasal işlem yapılmaktadır.

- Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu’nun çocuklarının İstanbul’da bir gazinoda yapılan sünnet düğününde dosyada mübrez birkısım fotoğraflarda görüldüğü üzere Abdullah Çatlı ve İbrahim Şahin’in, fezlekede adı geçen tüm polis memurları ile birlikte oldukları görülmektedir. Ziya Bandırmalıoğlu’nun İstanbul DGM.C. Başsavcılığında sanık sıfatı ile alınan ifadesinde bu düğünde kirveliğini yapan Abdullah Çatlı’nın bu görevi Ankara’da Sedat Edip Bucak’ın yazıhanesinde bulundukları bir sırada onunda önerisi ile birlikte kararlaştırdıkları ve gazinonun ve düğününde bulunan sanatçıların tüm masraflarının Abdullah Çatlı tarafından ödendiğini ifade etmiştir. Bu olayda, adı geçen kişiler arasındaki ilişkilerin ve beraberliğin boyutlarını göstermektedir.

Tüm bu deliller ve belgeler ile birlikte nazara alındığında, haklarında fezleke düzenlenen kişilerle (ayrıca haklarında iddianame ile dava açılan ve yukarıda isimleri geçen) kişilerin tüm olaylarda isimlerinin birlikte yeraldıkları görülmektedir.

Bu birlik ve beraberliğin tesadüflerden ibaret olmadığı, polis memurları sanıkların sadece koruma görevi yapmak maksadıyla tayin ve tahsis edilmedikleri, bunların özel kasıt altında bir araya toplandıkları ve bu suretle; devlet tarafından muhtelif suçlardan aranan kişiler, kumarhane işletmecileri, birkısım yönetici ve siyasetçiler ile özel harekat daire başkanlığında görevli bazı polis memurlarının cürüm işlemek için teşekkül oluşturdukları veya bu teşekküle katıldıkları anlaşılmıştır.

Yapılan inceleme ve alınan bilgiler çerçevesinde değerlendirildiğinde; konunun hukuksal, ekonomik, siyasal ,sosyal ve uluslararası boyutları bulunmaktadır.

Çıkar amaçlı yasadışı örgütlerin devletle olan ilişkileri vardır ve devletin içinde yasadışı örgütlenme oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu örgütlenme esas olarak, hukuk devletinden uzaklaşılmasından kaynaklanmıştır. 1982 Anayasası hukuk boşluğu ortaya çıkarmıştır. Bu kamu yöneticileri üzerinde sorumluluk oluşmamasına neden olmuştur. 1982 Anayasası’nın Geçici 15 nci maddesi ile getirilen dönemin Milli Güvenlik Konseyi Üyelerinin her türlü hukuki ve cezai sorumluluğunun bulunmadığına ilişkin düzenleme buna bir örnektir. Geçmiş iktidarlar dönemindeki “Anayasayı bir kere delsek ne çıkar”, “Benim memurum işini bilir” şeklindeki hukuk dışı uygulamalara ilişkin sözler, kamu yöneticilerinin kendi başlarına hareket etmelerine yöneltmiştir. Köşeyi dön anlayışı yerleşmiştir.

Devletin gizli istihbarat örgütleri ile ilgili yapı bozuklukları vardır. Bu örgütler kendi asıl işleri yerine, operasyonlara ve başka işlere katıldıkları anlaşılmıştır. Bu nedenle, hukuk dışı faaliyetlere girişmelerinin denetlenmesinin zor olduğu ve kendi mevzuatlarına uyup uymadıkları dahi bilinememektedir. Mehmet EYMÜR’ün ifadesine göre, Gizli istihbarat örgütlerinin (MİT, Genelkurmay İstihbarat, Polis İstihbarat , JİTEM v.s.) kontrol mekanizmaları olmadığından, yaptıkları işlerin hukuka uygun olup olmadığı denetlenememektedir.

Organize suç örgütlerinin devlete sızmalarının başka bir nedeni de, ekonomiktir. Bu örgütler ekonomik güç elde etmek için siyasal gücü de kullanmaktadırlar. Karaparanın aklanmasında, özellikle uyuşturucudan sağladıkları gelirlerin (tahminen 50 milyar $) aklanması gerekliliği devlete sızmalarında etkili olmuştur. İhracatı teşvik eden kararlar alınmıştır. Bu, önce ihracatın verilen teşvikler ile desteklenmesi şeklinde olmuştur. Yapılan bu uygulamalar kayıtdışı ekonomi içinde karapara aklama işlerini kolaylaştırmıştır. Bunların bir kısmı hayali ihracat şeklinde gerçekleşmiş ve ihracatı patlatmıştır. Karapara ile ilgili ihracat teşvikleri, siyasîler tarafından düzenlenen Karar, Tebliğ ve Genelgeler ile uygulanmıştır. Dönemin Başbakan’ının İsviçre’deki bir otelde Berber Yaşar ve Şekerciyan gibi bu alanda bilinen kişilerle görüşmesi bu işin göstergelerindendir. Daha sonra ayni dönemde gazinoların açılması için hukuki kararların alınması da anlamlıdır.

Karaparanın aklanması için çok sayıda kumarhane ve gazinoların açılmasına izin verilmiştir. Özellikle, 1994 yılından sonra yoğunlaşarak, Ömer Lütfi TOPAL’ın sahibi olduğu Emperyal A.Ş’ye oyun salonları izinleri verilmesi, gıyabi tutuklu iken İstanbul’da gazinolar arasında elini kolunu sallayarak dolaşması, ayrıca dikkat çekici niteliktedir.

Bankacılık mevzuatında yapılan düzenlemelerden sonra banka kurulması kolaylaştırılmış hatta tek şubeli bankalar açılmasına izin verilmiş ve bazı bankaların mevduat ve öz kaynaklarının üzerinde Hazine Bonusu ve Devlet Tahvili alarak sözkonusu kara paralarını aklamalarına olanak sağlanmıştır.

Aynı şekilde döviz bürolarının sayısı hızla artarak bu işlemleri kolaylaştırır hale gelmiştir. Özetle, karparanın aklanmasına uygun şartlar her dönemde hazırlanmıştır.

Bütün bu organizasyonların bu kişilerce rahatlıkla yapılabilmesi, vize alma zorluğu bulunan ülkelerden kolaylıkla vize almaları ve yasal olmayan işlerini karşı ülkelerde rahatlıkla yapabilmeleri bu organizasyonların yurtdışı bağlantılarının da bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, Abdullah ÇATLI’nın 142 kere yurtdışına kolaylıkla giriş ve çıkış yapması, vize zorluğu bulunan ülkelerden kolaylıkla vize alması buna bir örnektir. Bu ilişkiler gizli servis düzeyinde (örneğin, Ağca - Papa ilişkisi) veya yasadışı örgütlerin birbirleriyle ilişkisi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, uyuşturucu maddelerin yapımında kulllanılan kimyasal maddelerin Avrupa ülkelerinde üretilmesi ve Avrupadan çıkış yapması da bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Komisyonumuzun yeterli zamanı ve imkânlarının olmaması nedeniyle, konunun yurtdışı boyutu araştırılamamıştır.

Diğer taraftan; Milletin ahlakî değerlerini önemsemeyen bazı kamu görevlileri söz konusu yasal olmayan gelişmelerde etkili olmuştur.

Bazen de siyasîlerin konularındaki bilgi yetersizliği bu organizasyonların işlerini kolaylaştırmıştır.

Öte yandan, Türkiye’nin coğrafik ve stratejik şartları da bu oluşumlarda etkili olmuştur.

Toplumun sosyo - psikolojik yönünü birinci derecede etkileyen bu tür olayların bağlantısı olan ve kamu adına bulunduğu mevkiide görev yapan personel hangi mevkide olursa olsun, bu personelin bağlı olduğu kurum hangi kurum olursa olsun “Kurumun prestijinin sarsılacağı, yara alacağı yada devletin zarar göreceği” düşüncesinin arkasına sığınılıp yanlış yapanlara göz yumulması yerine, hakkın adaletinin tesisi ve kanun hakimiyetinin sağlanması için kişi veya kurum farkı gözetilmeden yolsuzlukların üzerine gidilmelidir.

Bilgisi ve görüşüne başvurulan birkısım kişiler Komisyonumuza; olayların 1970’li yıllarda başladığını ve o dönemde devlette bazı güçlerin, sağ - sol kavgasını başlattıklarını, devletin içindeki bazı kurumların haberdar olduğunu ve yönlendirdiğini, sabah sol görüşlü kişilere sıkılan silahın akşam sağ görüşlü kişilere sıkıldığını söylemişlerdir. Bu olaylar 12 Eylül 1980’ne kadar devam etmiştir. 12 Eylül’den sonra bir kısmı ülkücü olarak bilinen ve aranılan şahıslardan olan bazılarının devlet tarafından yurtiçinde ve yurtdışında bazı operasyonlarda kullanıldığı, Komisyonumuza verilen beyanlar ve intikal eden birtakım bilgi ve belgelerden anlaşılmıştır. Bu şekilde kullanıldığı anlaşılan kişilerin, devlet imkânlarından; yeşil pasaport, silah belgesi ve bir takım maddi imkânlar şeklinde en yüksek seviyede yararlandırıldıkları görülmüştür.

Önce resmi şekilde meşru amaçlarla oluşturulan teşkilatlarda yer alan bazı şahıslar bir süre sonra aralarında kurdukları iç örgütlenmeler ile meşru işlerinin yanında kendi adlarına çıkara dayalı yasadışı işler yaptıkları bu kişilerin yeterince kontrol altında tutulamadığı ve neticede tamamen kendi kişisel çıkarları için hareket ettikleri anlaşılmaktadır.

Bu olayın gerisinde;

1980’den sonra Türkiye’de görülen hızlı ekonomik ve sosyal değişimin, bazı rantların ortaya çıkmasına yol açması; bu rantların çok büyük rakamlara ulaşması, bu kişileri hayali ihracat, haraç, çek senet tahsilatı, kumar, uyuşturucu ticareti v.b. yasadışı işlerden çıkar sağlamaya yöneltmiştir. Kayıtdışı ekonomide bu işleri kolaylaştırmıştır. Kamu sektöründe “Benim memurum işini bilir” felsefesinin hakim kılındığı, bu dönemde bazı resmi olmayan gruplar (örneğin Papatyalar) Devlet işlerini bazı yönleriyle istismar eder hale geldiği ve devlet idaresinin yozlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Hatta bu tip kişi ve gurupların Türkiye’deki bilinen bazı siyasal partilerin kongrelerini etkiler hale geldikleri de yaşanmış bir vakadır. Bu olumsuz gelişmeler anılan kişilere daha da cesaret verirken, çıkar amaçlı organize suç örgütlerinin faaliyet sahaları genişlemiş, etkinliği daha da artmıştır.

Konunun bilimsel yönüne bakıldığında; 70’li yılların başlangıcından itibaren Batı ülkelerinde suç kovuşturmasıyla yetkili makamlar, o zamana kadar anlamı ve kapsamı tam olarak teşhis edilmeyen bir suçluluk türüyle mücadele hakkında, yeni araştırma ve arayışlara girişmişlerdir. Bu suçluluğun failleri, suç işleme metodlarını sürekli geliştirmekte ve böylece bu konudaki polis kovuşturmasından rahatlıkla kurtulabilmektedirler. Çok gelişmiş bir profesyonellik ve ticarileştirme yoluyla işlenen bu suçlar, organize suçluluk olarak adlandırılmıştır. Bu tür suçların işlenmesine katılanlar, legal bir görüntü arkasında, serbest piyasa ekonomisinin imkânlarından yasalara uygun davranan işadamları gibi yararlanabilmektedirler. Hemen belirtmek gerekir ki, sözkonusu suçların failleri, illegal faaliyetlerinin toplum dışında kalarak değil, aksine legal bir görüntünün korunmasında hatta bazen toplumun birkısım tabakalarının desteğiyle sürdürmektedirler.

Organize suçların teşhisindeki zorluklar ve bu tür suçluluğun verdiği zararın önemi nedeniyle, klasik metodlar dışında yeni mücadele yollarının aranması araştırmalarını zorunlu kılmıştır. Bu tip suçlar ile mücadelenin zorluğu, bu organizasyonların iç bünyesine müdahele veya sızmayı önleyen ve çok iyi işleyen savunma, engelleme, sızdırmama mekanizmalarını sahip olmalarıdır. Bu savunma mekanizması; yasadışı eylemlerin iyi bir şekilde düşünülüp planlanmasına ve icrasına, hiyerarşik bir grupsal yapılanmaya, uluslararası irtibatlar kurmaya, profesyonel biçimde işleyen bir lojistiğe, yasadışı kazançların değerlendirilmesi ve meşrulaştırılmasına, hizmet etmektedir. Dışarıdan gelecek müdahaleleri engelleyen bu mekanizma ile ceza kovuşturmasına karşı özel önlemler alınmakta, örneğin komplocu taktikler uygulanmakta, kamu görevlilerine rüşvet verilmekte, tutuklu sanıklar bilgilendirilmekte ve yakınlarının ihtiyaçları giderilmekte, onlara avukat tutulmaktadır.

Organize suçluluk çerçevesinde, organize oluş biçimine göre farklı bazı derecelendirmeler, kademeler yapılabilir. Bu bakımdan en alt kademede çete suçluluğunun varlığına şahit olunmaktadır. Orta derecede organize suçluluk ise, sağlam, düzenli bir planlama ve stabil bir yapı göstermektedir. Ağır organize suçluluk ise, mafya benzeri organizasyonlar sozkonusu olup, bunlar ekonomik kazanç yanında siyasî gücü de elde etmeyi amaçlamaktadır.

Geniş aile, çıkara dayalı yasadışı örgütlenme biçiminin organize ettiği suç ve suçluyu yasalara karşı koruma güvencesini yasadışı odakların koruması altında gören geniş bir kitle yaratmak ve bu kitlede yer alan bireylere yasadışı işler yaptırmak, ki bunlar; silah, uyuşturucu madde kaçakçılığı, gecekonduculuk, uyuşturucudan kazanılan paraların banka, bankerlik, müteahhitlik ve kumarhanelerde aklanması işlemi, toprak gaspı, işgal, adalet mekanizmasının felce uğratılması, dolaylı iflaslar, irtikap, tekelleşme, tekelleri kırmaya teşebbüs edenlere karşı güç kullanımı, silahlı soygun, gasp, girişimcilik maskesi altında yasal boşluklardan yararlanarak ekonomik çıkar sağlamak, avukatlık mesleğini mafya toplum düzeninin devamını sağlamak amacıyla istismar ederek, adalet mekanizmasına paraziter unsurlar sokmak ve adalet dağıtımında aracılık yapmak, (hemşehrilik, akrabalık, dostluk) ilişkileri tesis ederek veya bu ilişkileri kötüye kullanarak kolluk kuvvetlerini devletin değil, Mafya grubun çıkarları doğrultusunda kazanıp yönlendirmek, haraç almak, korsan endüstri kurmak (marka, kaset, plak, ilaç, gıda maddesi ve her türlü sanayi ürünün sahtekarlığı), kalpazanlık, eksik gramajlı ambalajlar, kaçak et kesimi, kaçak gıda maddesi üretimi, pazar yerlerinde yer belirlenmesi, her türlü ihale yolsuzlukları, ihalelerde kaba kuvvet kullanılması, minibüs ve dolmuş hatlarının paylaşımı, çay bahçeleri işletmeciliği, yerel yönetimler üzerinde rüşvet ve kaba kuvvet kullanarak baskı tesis edilmesi, imar ve iskan işlerinde yapılan yolsuzluklara arabuluculuk edilmesi (vergi daireleri, su ve elektrik işleri, tapu dairelerinde) yapılan yolsuzluklarda arabuluculuk yapılması, kamu görevi yapan dairelere para karşılığı adam yerleştirilmesi, sendikalarda faaliyette bulunarak kişi ve gruba çıkar sağlanması, her türlü bilet sahtekarlığı, fuhuşun organize edilmesi, randevu evlerinin korunmasının üstlenilmesi, yolsuzluğa eğilimli bazı bürokratlarla fuhuş ve kumar sektörü yönetimi arasında aracılık yapmak, bürokratik tayinlerde aracılık yapmak, her türlü ideolojik çatışmanın tırmandırılması ve böylece silah ve cephane tüketimine uygun pazarlar yaratılması, uyuşturcu pazarları yaratılması terörün bir yönetim ve iktidar aracı olarak sürekli kullanılması, merkezi devlet otoritesine karşı güç kullanarak zaafa uğratılması, meydana gelen otorite boşluğunun yasadışı örgütlü güçler tarafından doldurulması, v.s.

Diğer taraftan yasalara herkesten fazla saygılıymış gibi davranmak. Bu iki yüzlü davranışını bilip de bilmiyormuş gibi görünen yandaşları, bürokratı kollamak ve kullanmak. Bu iki yüzlülüğe karşı çıkan bürokrata karşı ise yıldırmak amacıyla kaba kuvvet ve silah kullanımı da dahil her türlü gücü kullanmak... baskı yapmak... bu örgütlerin ilgi alanları ve tipik davranışları olmuştur. Hatta bazı kamu görevlilerinin öldürülmesi örnek olarak değerlendirilebilir.

Uygulama ve fiili durumun tesbiti amacıyla komisyon tutanaklarına yeniden dönüldüğünde,

Bu kontrol edilemeyen güçlerin devletin bazı kurumlarında çalışan birkısım görevliler ile ilişki içinde bulundukları, siyasî bağlantılar kurdukları kuvvetle muhtemel görülmektedir. 1990’lı yılların başından itibaren Güneydoğu’daki terör olaylarının artış göstermesi, bu bölgede “terör rantı” doğurmuştur. Bu Bölgedeki aşiret reislerinin güçlü hale getirilmesi bu rantın artırılmasını ve bölüşümünü kolaylaştırmıştır. Doğu ve güneydoğudaki feodal yapının olumsuzluğuna yönelik ilişkilerin bulunması, geçici köy koruculuğu sistemi içerisinde toplumsal boyutuyla yarattığı mahzurları yanında, aşiretlerin uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapmasına zemin hazırlamıştır. Faili meçhul cinayetler binleri bulmuştur. Nitekim faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak Hüseyin OĞUZ “Akşam istihbarat örgütleri bize bir liste verirdi, sabahleyin de tetikçiler bu listeleri gider vururlardı” demiştir. Faili meçhul cinayetler yasadışı örgüt mensuplarının başı sayılacak kişiler üzerinde yoğunlaşmıştır. Örneğin, kumarhaneler kralı olarak bilinen Ömer Lütfi TOPAL, uyuşturucu ticaretinin önde gelen kişilerinden Behçet CANTÜRK v.s. Siyasal nitelikli cinayetlerin önemlice bir kesiminin suçlularının bulunamamış ve cezalandırılamamış olması, bir yandan bu cinayetleri yüreklendirici bir ortam oluştururken, diğer yandan da devlete olan güveni ciddi bir biçimde sarsmaktadır. Bu cinayetlerin kimler tarafından işlenmiş olabileceği yolunda çeşitli tahmin, spekülasyon ve suçlamalara da neden olmaktadır. Bazan bu suçlamalar çeşitli odaklarca amaçlı olarak da yapılmaktadır. Bunun sonucu kitleler arasında kırgınlıklar, güvensizlikler ve zaman zaman da kutuplaşmalar doğmakta, tüm bunlar toplumun iç bütünlüğünü, iç barışını ağır bir biçimde sarsmakta ve devlet - toplum ilişkisini ciddi bir biçimde zedelemektedir. Bu nedenle yasal olmayan eylemlere karışan kişiye, ister kamu görevlisi ister görevi olmasın vatandaş olsun, yapılan eylem sonucunda hakkında idari ve cezai işlem yapılacağına yönelik kanun hakimiyeti sağlanmalıdır.

Yine, ülkemizde uzun süreden beri yaşanan yüksek enflasyon ahlakî yozlaşmayı beraberinde getirmiştir. Bütün bu olumsuzluklar, kontrolsuz kalan güçlerin rant sektörlerini ele geçirmelerine imkân sağlamıştır. Bu rant sektörlerinin değerlendirilmesinde sözügeçen kişilerle birlikte, güvenlik güçlerinden birkısım görevliler, birkısım siyasetçilerin de bu kişilerle ilişki içerisine girdiği anlaşılmıştır. Özel Hareket Daire Başkanı İbrahim Şahin ve Özel Hareket Daire Başkanlığı’na bağlı birkısım polis memurlarının devletçe terörle mücadelede kullanılmak üzere ithal edilen silahları ve imkânlarını sözkonusu yasadışı güçlerın işlerinde kullandıkları iddiaları ile yargılanmaktadırlar.

Bu kişilerin bu şekilde yasal olmayan yollardan bu “rant” ları sağlamalarında devlet görevlilerinden himaye gördükleri ve işbirliği içinde oldukları açıktır. Diğer bir ifade ile, yasadışı örgütlerin yasadışı faaliyetlerinin devlet içerisinde bulunan bazı şahıslarla irtibatlı oldukları anlaşılmıştır. Bu irtibat, yapılan yasadışı faaliyetlere göz yumma, biilfiil işbirliği içerisinde olma şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu yasadışı örgütlerin, genelde uyuşturucu, silah kaçakçılığı, kumarhanelerden gelir elde ederek varlıklarını idame ettirdikleri anlaşılmıştır. Hukuka bağlı çağdaş hukuk devleti giriştiği tüm eylemlerin ister kendi ajanları olsun ister taşaron kullansın, yaptırdığı tüm faaliyetlerden sorumludur. bazı kamu görevlileri ve bazı siyasetçilerin işgal ettikleri makamları kişisel kazanç ve siyasî amaçlarla istismar etmeleri giderek yaygınlaşmakta; bu neticede, örgütlü organize suçları besleyen bir kaynak mahiyeti taşır hale gelmektedir. Kaldı ki hukuk devleti meşru olmayan personel kullanmaması gerekmektedir.

Bu ilişkilere örnek olması bakımından; Yurdışında uyuşturucu madde kaçakçılığından 5 yıl Belçika, 5 yıl ABD’de mahkumiyeti bulunan Ömer Lütfi TOPAL’ın Yönetim Kurulu Başkanı ve sahibi olduğu Emperyal Otelcilik ve Turizm A.Ş. özellikle 1994 yılından sonra Turizm Bakanlığınca yayınlanan Talih Oyunları Yönetmeliğinin ilgili hükümlerine göre, sözkonusu uyuşturucu madde kaçakçılığından almış olduğu mahkumiyetten dolayı hiçbir şekilde bu şirkete talih oyunları işletme izni verilmemesi gerekiriken, adıgeçenin yönetim kurulu başkanı ve sahibi olduğu sözkonusu şirket adına 13 şirkete talih oyunları işletme izni Turizm Bakanlığınca verilmiştir. Diğer taraftan, sadece bir otelde kayıt dışı bulunan oyun masaları ve oyun makinaları için devlete ödenmesi gereken katkı paylarından sadece 1994 yılında yaklaşık 200.000 $ kaybı vardır.. Bu rakam tüm kumarhaneler için bütün yılları içine alacak şekilde düşünüldüğünde büyük rakamlara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Mevcut oyun araç ve gereçleri yokmuş gibi gösterilerek, bunların yerine kayıtdışı kumar alanlarının oluşmasını sağlamak amacına yönelik olduğu düşünülen ithallere izin verilmiştir.

Kamuoyunda hayali ihracat olarak bilinen konuda, gerçek dışı ihracat yapanlara genellikle belirtilen organizasyonlara haksız yere devlet bütçesinden trilyonlarca teşvikler ödenmiştir. Hazine arazilerinin yağmalanmasına izin verilmiştir. Yasa dışı örgüt mensuplarının başı sayılan kişiler hakkında çeşitli suç iddialarına rağmen herhangi bir işlem yapılamaması, yakalananların bir kısmının ( Örneğin, Kürşat YILMAZ) ellerini kollarını sallayarak hapishanelerden ceza aldıkları gün çıkmaları düşündürücüdür. Yasa dışı örgüt mensuplarına yapılan baskınlar önceden kendilerine bildirildiklerinden, yapılan baskınlardan sonuç alınamamıştır. Eski Başbakan Yardımcısı Murat KARAYALÇIN, Devlet ve Çalışma Eski Bakanı Ziya HALİS, HADEP Denizli İl Başkanı Yavuz ALTINMAKAS, DEHA TV Sahibi Bulut ÖZDEMİR’i öldürecektik. Musa ANTER’i de öldürdük diye ve haklarında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesince yakalama müzekkeresi düzenlenmiş olan suçluların otellerde ağırlanması düşündürücüdür. Ayrıca bu kişileri yasalar gereği ihbar ile görevli ve sorumlu olanların da sorgulanması gereklidir.

Bütün dünyada yankılar uyandıran Uluslararası rüşvet ve yolsuzlukların önemli bir örneği olan Lockheed olayı ülkemizi de yakından ilgilendirmiştir. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1976 yılında Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuştur. 15 ay çalışma neticesinde 524 sayı ile 278 sayfalık bir rapor hazırlanmıştır. Bu rapor bugün tartıştığımız gerçekleri yıllar önce görmemizi sağlayabilirdi. O nedenle Lockheed raporunun yeniden gün ışığına getirilmesi uygun olacaktır.

Yasa dışı örgütlerin hukuk devleti kuralları çerçevesinde önlenmesi ve tamamen ortadan kaldırılması gerekirken, aksine büyütülmüşlerdir. Bu büyüme siyasîler, güvenlik güçleri, istihbarat teşkilatlarının görevlerini yapmamasından kaynaklanmıştır. Bütün bu gelişmeler yasadışı olarak adlandırılan bu örgütlerin ve oluşumların büyümelerine ve etkinliklerini artırmalarına yol açmıştır. Bütün bu gelişmelere rağmen, hukuki takibatlar yapılamamış, yapılanlardan da bir çoğu sonuçsuz kalmıştır.

Sözkonusu suç örgütleri ile ilgili bilgiler devletin güvenlik birimlerinde olduğu halde, bu bilgilerin devletin en üst seviyedeki görevlilerine verilmesi gerektiği, verilmemiş ise ilgili kamu görevlilerinin sorumluluğunun bulunduğu düşünülmektedir.

Devlet içinde çok sayıda istihbarat teşkilatı kurulurken, bunlar arasında koordinasyonsuzluk ve çekişme yaşandığı anlaşılmıştır. Hatta JİTEM’in ne görev yaptığı tam olarak öğrenilememiştir. Jitemin varlığı tartışılırken eylemlerinin tartışmasız gerçek olduğu ortaya çıkmıştır.

Kamu sektöründeki teftiş ve denetim sistemi bu arada işlevsiz bırakılarak denetim sistemi çökertilmiştir. Özellikle kamu kuruluşlarında, muayyen bir dönemden itibaren devlet içerisinde çalışma mekanizmasını yavaşlattığı ve ekonomik gelişmeyi engellediği gerekçe gösterilerek denetim, inceleme ve teftiş işlemleri yavaşlatılmış, denetim elemanlarının ücretleri alt seviyelere çekilmiştir. Denetim işlemleri periyodik olarak her yıl yapılmak yerine, ihtiyaç duyulduğunda yapılır hale getirilmiştir. Devletin güvenlik raporlarında mafya ile ilişkisi olduğu söylenen kişilerin zaman zaman en önemli görevlere atanmış ve Bakan dahi yapılmıştır.. Hasan Celal GÜZEL’in verdiği bilgilere göre, bunların bilinçli yapıldığı, yolsuzluğa karıştığı iddia edilen Bakanların bir bakanlıktan alınarak, başka bir bakanlığa atandığı öğrenilmiştir.

Bütün bu gelişmeler sonucunda, çağdaş anlamda hukuk devleti olma yapısından uzaklaşılmış ve devlet içinden de yandaşlar, işbirlikçileri olan yasadışı güçler oluşumuna ve bu güçlerin yasal olmayan şekilde yukarıda belirtilen alanlardan büyük kazançlar sağlamalarına olanak sağlanmıştır. Bu örgütler amaçlarına ulaşmak için, her türlü yasadışı faaliyeti (tehdit, adam öldürme, haraç, v.s) yapar hale gelmiştir. Olayların üzerine gidecek devlet görevlilerinin (güvenlik güçleri, adli merciler) ve vatandaşların (şikayet, şahitlik şeklinde) güvenliği yeterince sağlanamamış ve sözkonusu yasal olmayan güçler her türlü yasal olmayan işlerini kolaylıkla yapar hale getirilmiştir. Bu durum vatandaşın devlete olan güvenini olumsuz yönde etkilemiştir.

Olayların bu şekilde gelişmesinde, devletimiz adına kamu görevlilerince yapılan birkısım işlemlerin devlet sırrı kavramı altında saklanması etkili olmuştur. Buna, Korkut EKEN’in “Silahları nereye verdiğimi söyleyemem. Çünkü devlet sırrıdır” demesi bir örnek oluşturmaktadır.

Yasalarımızın bu olaylara yönelik cezalarının yeterince caydırıcı olmaması da bu oluşumları desteklemiştir.

Çıkar temeline dayalı organize suç örgütlerinin devletin yasal ve idari bakımdan boş bıraktığı veya zaafiyeti bulunduğu alanlarda, faaliyet sahası bulmakta ve yaşamlarını hem birbirleriyle hem de yurtdışı uzantılarıyla ve bazı kamu görevlileriyle de sürekli veya iş bazında işbirliği yaparak sürdürmekte oldukları görülmektedir.

Örgüt suçları ile mücadele ister siyasî amaçlı, isterse çıkar amaçlı suç örgütleri olsun bu yeni tip suçluluğa göre, düzenlenmiş hukuk normlarına ihtiyaç göstermektedir. Bu normların vakit geçirilmeden hazırlanması gerektiğini son aylarda ve çalışmalarımız sırasında yaşadığımız olaylar bize göstermiştir. Yasal ve idari sistemin günün koşullarına uyarlıyarak devleti güçlendirmek şarttır. Aksi halde; demokratik yapıların hukuk devletine ilişkin kurumların varlığı yasadışı ve kriminal öğelerin sızmasıyla birlikte temelinden çökertilebilmektedir. Konu örgütlerde bir örneklik yoktur. Herhangi bir kesintide hızla değişmekte ve yeni şekliyle teşkilatlanmaktadır.

Kanunilik ve meşruluk arasındaki bağlantı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Her şeyin hukukun içerisinde cereyan etmesini sağlamak ve gözetmek devletin görevidir. Çözümün meşruiyetin dışında aranması kabul edilmemelidir. Hukuk devleti, az yetkiyle çok iş yapılan devlettir. Bu devlette, kamu görevlileri sadece yasaların uygulayıcısı olduklarının bilincindedir. Bu tariften yola çıkarak, devlette görev alan bürokratlar yasaların dışına çıkarak uygulama hakkını kendilerinde görmektedirler. Bazı bürokratların, kendilerini devletin sahibi gibi görebilmekte ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden bilgi gizlemektedirler.

Komisyon çalışmalarımız sırasında, bazı Devlet kuruluşları Komisyon çalışmalarına yeterince aydınlatıcı bilgi vermemişlerdir. Özellikle, Genelkurmay Başkanlığı Komisyonumuzca istenilen bilgilere karşılık sert bir cevap vermiştir. MİT Komisyonumuzu bilgi vermemiştir.

Bu durum vatandaşın devlete olan güvenini olumsuz yönde etkilemiştir.