Sayfa:Servet-i Fünûn 347.pdf/6

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmedi
Temâşâ-yı Hazan

Gel bugünde güzelim, sükût ile, güzelim
İhtizâr-ı hazânı seyr idelim:

Ey benim, ey hazânlikâ güzelim,
Bir dimagî vedâd ü re'fetle
Kalalım serbeser tabiatle:

Elem-i arza iştirâk edelim,
Mevsimin kainâtı ye'sinde
Olalım bizde bir gam-ı zinde...

Su soluk mevsim-i küdûretten
Dagılır bir vedâ-yı bîkelimât
Pek hayalî, rakîk bir «heyhât!».

Za'f ile diz çöken tabiatten
Yükselir bir feci' va'z-ı du'a,
Gizli bir şehka, bir sükût-ı recâ.

Böyle leb beste terk-i 'ömr itmek,
Nazarî bir lisan ile ancak
Ebedi iftirâkî anlamak.

Bir tahassürle dembedem dönerek
Eylemek cebhe-i hayata nazar:
Bu azîmette bir fecâat var!..

Sevgilim, dinle işte bâd-ı hazân
Mütevverrim misâli öksürüyor,
Hemde bir öksürükki çok sürüyor;

Bir bahar-ı terennümün her an
Çâk olur sanki sadr-ı hatırası
Bu sualin kesilmiyor arası;

Kainat oldı sanki sertâser
Bir büyük hastane-i etfâl;
Öyle bir yerki pür hurûş-ı s'ual,

Bâd-ı pür va'd-i nevbahar ider
Bir enîn-i elîm ile tekzîb
Öksüren, inleyen, şu bâd-ı ratîb.

Sar'a-i ihtizâr içinde 'gusûn
Çırpınır, çarpınır, kırar, kırılır!
Bâd-ı nalâna haykırır, darılır..

Ah, o dallardaki fütûr-ı derûn,
Onların tavr-ı serzenişkârı,
Onların maderâne ekdârı!..

O nihâlânda sallanan yuvalar,
O perâkande, nâzenîn, mugber
Uçuşan, savrulan, düşen tüyler

Ah o son tüyki, muhteriz, kovalar
Câbecâ rûh-ı âşiyânesini,
YUvanın yâd-ı pür terânesini...

Kim bilir hangi tair-i şûhun
Yadigâr-ı hayat-ı kalbîsi
Doldururdı bu lâne-i hevesi?

Kim bilir hangi pür tarab rûhun
Yıkılan âşiyânda mahfîdi
Râz-ı aşkîsi, râz-ı ümîdi?



Yıkılan lânelerle birlikte
Dökülür âb ü hâke yapraklar;
Na'ş-ı evrâk ile dolar laklar.
 
Rûhu bâzû-yı bâd-ı hâlikte,
'Ömr-i nâçîzi gamzedâ-yı ziyâ
Dökülür berg-i mürde, lâl-i vedâ...

O sararmış giyâh, o yapraklar
Gamlı hemşîreler gibi araşır,
Öyle hemşîreler ki gam yaraşır.

Bu düşenler birer nahîf eldir,
Öyle eller ki tâlib-i rikkat,
Taleb-i rahm için eder hareket;

Öyle eller ki tavrı mühmelidr,
Gösterir âsümânı, hâke düşer:;
Emel-i 'arş ile helâke düşer.

Her taraf sisli, her taraf birden
Sanki derbeste-i nikâb-ı buhâr,
O nikâb arkasında giryenisâr...

Âsümân-ı bir sahîfe-i âhen;
Sisler üstünde âftâb-ı hazîn
Bir büyük dâne dürre-i hûnîn..