fazlasıyla yapıyorum!” demek isteyen, insanlara inancını kaybetmiş, acı bir hal vardı.
“Senin neyin var, oğlum?” dedikten sonra, çekik gözlerini İbrahim'e dikerek bekledi. Delikanlı:
“Bir şeyciğim yok doktor bey... Yalnız bizim aile... doğuramadı da... aşağıya getirdim. Kapıda, arabanın içinde... Ocağına düştük...” dedi.
Doktor, bacak kemiğinin keskin tarafına bir demirle vurulmuş gibi yerinden fırladı. Korku içinde ona bakan İbrahim, karşısındakinin köşemsi yüzünün donuk sarı bir renk aldığını gördü. Sesi titreyerek:
“Hani ya doktor bey... İki ebe uğraştı... Hem bizim köyün, hem Köprüköy'ün ebesi... Kurtaramadılar... Ondan sonra sana getirdim... Bizi kapından çevirme!” dedi.
Doktor kendini toparlamıştı, sarı yüzünde zehir gibi bir gülümsemeyle:
“Yazık ki sizi kapımdan çevireceğim, oğlum!” dedi.
“Amanın doktor, Asiye aşağıda. Köye varmadan arabada ölür.”
“Belki öyle olur. Ama sizi kapımdan çevireceğim.”
“Dabanının altını öpeyim doktor...”
Doktorun yüzünden çekilmeyen o zehir gibi gülümseme İbrahim'i büsbütün şaşırtıyordu.
“Ne ideyim ben şincik, doktor bey?”
“Karını alır, İstasyon Caddesi'ndeki hususi doğumevine götürürsün! Paran varsa çocuğun doğar, yoksa doğumevinin yanındaki arsaya arabanı çekersin. Karın ya bağıra bağıra orda kendiliğinden doğurur, yahut da köye dönerken arabada doğurur. Doğuramazsa ölür. Anladın mu?”
İbrahim, köylüler arasında adı “Baba” diye anılan hekim sahiden bu mu acaba? diye hayretle karşısındakine baktı. Bunu fark eden doktor:
“Ne şaştın?” dedi. “Sana her şeyi dosdoğru söylüyorum. Benim bu hastaneye kadın hastalığı olanları almam yasak edildi. İyi anladın mı? Ben yalnız operatörüm, kol, bacak keserim. Başka şeyden anlamam!”
Bunları söylerken, gergin derili sarı yüzüne hiç yakışma-