“Hastanede de söyledim ya doktor, emrin ne ise öyle ederim. Beni hastaneye yatırıver.”
“Fakülte hastanesine yatıramam; hem yer yok, hem de hastalığın öyle fevkaladeden yatırılmanı icap ettirecek mahiyette bir şey değil. Basit bir böbrek taşı. Yer açılmasını beklemek ister de sıraya girersen aylar sürer, halbuki hastalığının buna tahammülü yok. Bak düşün, taşın. İstersen benim kliniğe yatırayım, ama senin için biraz masraflı olur.”
Avni, doktorun gözlüklerinin içine bakarak:
“Yani ne kadar olur doktor bey?” dedi. Burnunu, kafasını yine o uğursuz ilaç kokusu dolduruvermişti. Gözleri kararıyordu. Doktorun zayıf yüzünün hafif bir gülümseme ile buruştuğunu hayal meyal fark etti ve uğuldayan kulakları onun yumuşak, cana yakın sesini uzaklardan gelir gibi işitti:
“Yatak parası ve ameliyat için bin lirayı göze almalısın.”
Avni'nin kafasını saran bulut bir an için açılır gibi oldu. Boğuk bir sesle:
“Aman doktor!” dedi. Profesör hep o tatlı gülümsemesiyle sözünü kesti:
“Söyledim ya, biraz masraflı olur. İstersen tekrar Kayseri Hastanesi'ne başvur. Ama vilayet hastaneleri ve doktorları... Sen daha iyi bilirsin ya, başından geçti...”
“İyi ama doktor, bin liranın yolu nerde?”
Öteki bütün yüzünü kaplayan tatlı bir gülüşle:
“Bunu bana mı soruyorsun? Bilsem vallahi söylerdim” dedi. Şakaya katılacak halde olmayan Avni eliyle kulağının arkasını kaşıyarak kendi kendine mırıldandı: “Çoluk çocuğa yazıp bağla bahçeden birini sattırmalı mıydı? Can her şeyden üstün.” Sonra doktora döndü: “Bana biraz ikram edemez misin, bak sana talebenden mektup da getirdim.”
“Ha, kim o çocuk? İsmi yabancı değil ama, bir türlü hatırlayamadım. Neyse, şimdi seninle bakkal pazarlığı yapacak değiliz; dedim ya, düşün taşın, kararını ver. Ben her gün öğleden sonra burdayım.”
İlaç kokusu, yorgunluk, açlık, geceleri sancılar yüzünden uyuyamamak hastayı öyle bir hale getirmişti ki, kafasında şu anda: “Ne olacaksa hemen olsun” düşüncesinden başka bir şey