«Hayır,» dedi, «Akrabam!... Oğlum hukuk tahsilini bitiriyor!»
«Gene kendisine kitap tavsiye ediyor musunuz?»
Bir müddet hatırlıyamadı, sonra gülerek:
«Evet, hakkınız var, fakat artık benim tavsiyelerimi dinlemiyor. O zaman daha pek küçüktü... On iki yaşında filân... Aman Yarabbi, seneler ne çabuk geçiyor!..»
«Evet... Fakat siz hiç değişmemişsiniz!»
«Siz de!»
Biraz evvel daha samimi olduğunu hatırladım ve sesimi çıkarmadım.
Aşağıya doğru yürüyorduk. Maria Puder hakkında soracağım şeylere nasıl başlıyacağımı bir türlü bilmiyor, hep lüzumsuz, beni alâkadar etmiyen mevzularda dolaşıyordum.
«Ankaraya niçin geldiğinizi hâlâ söylemediniz!»
«Ha, evet, bakın asıl bunu anlatayım... Biz Ankaraya gelmedik, Ankaradan geçiyoruz... Geçerken uğradık.»
Bir limonatacıda beş dakika oturmağa razı oldu ve hikâyesine orada devam etti:
«Kocam şimdi Bağdatta... Biliyorsunuz ya, o müstemleke tüccarıdır!»
«Ama Bağdat Alman müstemlekesi değil galiba!»
«Biliyorum canım... Fakat kocamın sıcak memleket mahsulleri üzerinde ihtisası var. Bağdatta hurma üzerine iş yapıyor!»
«Kamerun’da da hurma ticareti mi yapıyordu?»
Kadın, «Pek münasebetsizsin!» der gibi yüzüme baktı:
«Bilmiyorum, kendisine mektup yazın ve sorun! Kadınları ticaret işlerine karıştırmıyor!»
«Şimdi nereye gidiyorsunuz!»
«Berline... Hem memleketi ziyaret; hem de...» yanında oturan soluk benizli çocuğu gösterdi:
«Hem de bu çocuk için... Biraz zayıf diye kışı bizim yanımızda geçirdi. Şimdi tekrar alıp götürüyorum.»