makul saadet şimdi ona kollarını açmış bulunuyordu. Bunu bırakıp, saf bir çocuğa biraz da gönlünü almak için söylenmiş bir söze bağlanarak meçhul bir hayata, nereye varacağı malûm olmıyan bir maceraya atılmak, onun daima iyi işliyen kafasının kabul edeceği bir iş değildi.
Fakat niçin bunları bukadar ince düşündüğüm halde bir türlü kendimi hâdiselere uyduramıyordum? Niçin hayatta önüme çıkan her yeni yola adım atmaktan bu kadar çekiniyor, her yaklaşan insanı, bana fenalık etmeğe geliyormuş gibi, endişe ile karşılıyordum? Bazan kendimi bir müddet için unuttuğum, bir insanda kendime yakın taraflar bulduğum oluyordu. Fakat kafama, çıkmaz bir şekilde yerleşmiş olan o korkunç hüküm, derhal kendini gösteriyor; «Unutma, unutma ki, o sana daha yakındı... Buna rağmen böyle yaptı...» diye beni hakikate davet ediyordu. Herhangi bir kimsenin bana bir adıma kadar yaklaştığını görüp ümitlere düşsem, hemen kendimi topluyor: «Hayır, hayır, o bana daha çok yaklaşmıştı... Aramızda artık mesafe bile kalmamıştı... Fakat işte sonu!» diyordum. İnanmamak, inanamamak... Bunun ne kadar korkunç olduğunu her gün, her an hissediyordum. Bu histen kurtulmak için yaptığım bütün hamleler boşa çıktı... Evlendim... Daha o gün, karımın bana herkesten daha uzak olduğunu anladım. Çocuklarım oldu... Onları sevdim, fakat hayatta kaybetmiş olduğum şeyi bana asla veremiyeceklerini bile bile...
İşlerim bana hiçbir zaman alâka vermedi. Bir makine gibi, ne yaptığımı bilmeden çalıştım. Bile bile aldatıldım ve bundan bir nevi de zevk duydum. Eniştelerim tarafından aptal yerine kondum ve aldırış etmedim. Borçlarım, borçlarımın faizi ve evlenme masrafları elimde avucumda kalan bir kaç parça malı aldı, götürdü. Zeytinlikler para etmiyordu. Parası olanlar, emvali metrûkeden yok pahasına mal almıya alışmışlardı. Senede yedi, sekiz liralık mahsul verebilecek olan bir ağaç, kökü yarım liraya müş-