biraz müfrit şekilde ruhumu meydana veriyordum; ama hep bu ana noktaya dokunmamak şartiyle...
Bütün bunları o zamanlar bu kadar vazıh ve derin düşünüp düşünmediğimi bilmiyorum. Bugün, araya on iki seneden fazla bir zaman girdikten sonra, o günkü halimi gözümün önüne getiriyor ve bu neticeleri çıkarıyorum. Maria hakkındaki hükümlerim de ayni zaman mesafesinin tasfiye ve tetkikinden geçmiş bulunuyor.
O sıralarda Maria’nın da birtakım tezatlı hisler içinde bulunduğunu anlıyordum. Bazan aşırı derecede durgun, hattâ soğuk oluyor, bazan da birdenbire coşuyor, bana, nefsime menettiğim cesareti verecek kadar müfrit bir alâka gösteriyor, âdeta beni açıkça tahrik ediyordu. Fakat bu halleri pek çabuk geçiyor, aramızda tekrar eski arkadaşlık havası peyda oluyordu. Onun da benim gibi, dostluğumuzun, olduğu yerde kalmak suretiyle, bir çıkmaza girdiğini farkettiği muhakkaktı. Yalnız o, asıl aradığını bulamamakla beraber, bendeki diğer birçok tarafların kendisi için feda edilemiyecek kadar kıymetli olduğunu görüyor, bunun için, kendisinden uzaklaşmama sebebolacağını zannettiği şeyleri yapmaktan çekiniyordu.
Bütün bu karışık hisler, ışığa çıkmaktan korkar gibi, ruhlarımızın en saklı köşelerinde durmakta idi; ve biz, hakikatte hep eskisi gibi birbirini ariyan, istiyen, birbirinin huzurundan her zaman daha memnun ve zengin olarak dönen iki candan arkadaştık.
Fakat birdenbire her şey değişiverdi ve hiç beklenmedik bir istikamet aldı. Kânunuevvel ayının sonlarına doğru idi. Annesi Noel’i geçirmek için Prag civarındaki uzak akrabalarından birine gitmişti. Maria bundan memnundu:
«Dünyada en sinirime dokunan şeylerden biri de o mumlar ve yaldızlarla donatılan çam fidanıdır» diyordu. «Bunu yahudiliğime hamletmeyin, çünkü insanların kendilerini bir an için mesut zannetmek sevdasiyle başvurdukları bu nevi mânâsız merasimi saçma bulduğuma göre;