yatının sahifelerinden yeisi, bedbinliği, kederi sil, çünkü kuvvetli bir kafanın sevince çeviremeyeceği istırap yoktur... Hadi... Düşünme... İstanbul'a dön... Kendi hayatına dön!.." Aynadaki adam sustu. Dikkat ettim, eski kaymakama hiç benzemiyordu. Vücudunda bir kıvraklık, gözlerinde hayatı anlayan bir parıltı vardı... Bu adam saçlarını tarar, kollarını gerdiği zaman fanilasının altında şişkin memeleri belirirse çok güzel olacaktı... Siyah elbiselerine aykırı düşen bıyıkları bile, şimdi dudaklarını tatlı tatlı gölgelendirmeye başlamıştı. İki gün sonra İstanbul'daydım. Tasavvur ettiğim hayata kavuştum. Bana vatanperverlikten, oraların tenvire* ihtiyacından bahsetme! Söyleyeceklerin doğrudur, lakin -burada sesini alçalttı- lakin bizim için, yani benim içinde yetiştiğim gençlik için, memleket muhabbeti bir fantezi, feragat lügatten silinen bir kelime, hodbinlik en makul seciyedir. Benim başkalarından farkım, samimiyetim, düşüncelerimi açıkça söyleyip yapmamdır. Adaaam sen de, işte aç kaldığım yok. Ara sıra ahbaplara da rastlıyorum, beni davet ediyorlar, gülüp eğleniyoruz. Ama bazıları yol göstermeye, nasihat etmeye kalkıyorlar ki, gece yarısı evlerini bırakıp kaçtığım oluyor.
Yavaşça ellerini uzatarak sandığın kayışını yakaladı. "Uzun konuştuk, Güzin!" dedi, "Canını sıktım. Ara sıra geçerken uğrarsan hem boyarız, hem de bir iki laf atarız... Bana müsaade..." Kutusunu afili bir tavırla omuzuna vurarak yürüdü. Güzin Hanım arkasından baktı, baktı, sonra dudaklarını bükerek o da yürümeye başladı. Ve bir parça uzaklaştıktan sonra yavaşça mırıldandı:
"Kaçık!"
* Aydınlığa, aydınlatılmaya.
1927