İçeriğe atla

Sayfa:Ömrüm.pdf/81

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

den ziyade bu işe elverişli idi. Hele o pürüzsüz, kaideten en ufak bir hatadan bile münezzeh şiirler o nevşüküfte hafızalara bu lisani bütün kudret-i fesahatiyle nakş ediyorlardı. Muallimin sanihaları bazen pek sade bir Türkçe idi :

Yaradan nazardan esirgesin
Koca dağ gibi delikanlıdır

Yahut:

Şu mes'ut kimdir? dedin, işte yazdım
O yüzden de varsın açılsın nikabım

gibi, pek Türkçe olmayanlar bile fesahat kuvvetiyle, sıhhat-ı ifade, metanet-i elfaz hasebiyle kolay anlaşılırdı:

Kararyab olamam gerçi mest-i serşarım
Haset, o rende ki asudedir mezarında

Halbuki Ekrem'leri, hele Hamid'leri, hatta Namık Kemal'ları idrak ve ihata için fikren de, muarrefen daha yükselmeğe ihtiyaç vardı. Naci bu vadide öbürlerine yol açıverdi. Ondan sonra da Ekrem Bey gelirdi. Fakat hakelinsaf söylemeliyiz, bu lisan nokta-yı nazarından o üstad-1 edep o rakib-i kadiminin kâ'bına yetişmezdi. Ekrem hüsn, hayal, fikir, hasılı mana itibariyle

El faz mana için ayna-yı şandır
Manaya bakılmaz mı diyorlar? Hezeyandır..

diyen Naci'ye faik idi. Fakat lafz hususunda ondan aşağı idi.

Hasıl bu fikirlere istinad eden tedrisatımın hüsn-ü semereleri o genç zekâlarda pek çabuk görüldü. Sabık Halep meb'usu Hamid, İsmail Müştak, evkaf mektubcusu Niyalizade Cemil, mabeyn-i hümayun kâtibi Cabirizade İhsan145 ve saire bu zümreden idiler.

Hazret-i Ali'nin sözlerindendir: «mine elmana harfen fekad siyrni abden.» Bizde hak-ı talimin zerrece hükmü yoktur. Senelerce rahle-yi tedrisinde bulunduğumuz bir hocayı yarın hesabımıza, dolabımıza uyarsa taşlarız. Murad Bey merhumu öyle sefaletten sefalete, felaketten felakete mahkûm edenlerin çoğu o üstad-ı kemalatın şakirdlerinden değil mi idiler? Biz Allah'a şükretmeliyiz ki daha aciz bir hoca o'makla beraber o derece nankörlüğe maruz kalmadık. Hatta, bu Halep talebimizin bir kısmından daima hürmet ve mevdudet gördük.

Yine Hazret-i Ali der ki: «Elnas âlim ev müteallim ve elbaki hemc.» Hakikaten taallüm ve talimle geçen bir hayat kıymet-i maneviyece başka her hayata faikdir. Şimdi o menfa âlemini hatırladıkca en ziyade şevk ile gözümün önüne gelen ya Şeyh Beşir'in o küçücük hücre-yi fazlında telmizane diz çöktüğümdür, ya mekteb-i idadînin o müferrih dershanelerinde kürsü-yü tedrise müştakane kurulduğumdur.

Hep Tevfik Beyin himmet-i serbestane ve serkeşanesiyle bu darültredrisin diğer hocaları daha mükemmel idiler. Meselâ Arif Paşadan sonra gelen vali Osman Paşanın mahdumu Ziya Bey ve damadı Mahmud Bey riyaziyat ve tabiiyat muallimleri idiler. Öyle ya, bu parlak erkan-ı harp zabitleri İstanbul'un gönderdiği derme çatma hocalara nisbet olunca birer allame idiler. Maarif müdürü de bu fark-i azimi idrak eylediği için ne yaparsa yapıyor, birer bahane ile bu dersleri onlara tefviz etmek yolunu buluyordu. Bu mekteb-i idadi'nin bir kaç sene bu tarzda devam eden feyzi biz gittikten, çekildikten sonra kolay kolay sönmedi.

Galiba üçüncü sene-yi tedrisinin nihayetinde idi. Bir tevzi-i mükâfat resmi icra edildi. İsmail Müştak, İhsan, Cemil Efendiler zemin ve zamana muvafik olmak üzere benim tertip eylediğim bir manzumeyi latif bir eda ile kıt'a kit'a münavebeten inşad ettiler. Validen itibaren bütün huzzarı bu terakkiye mebhut kıldılar. Zaten mektebin maddi ve manevî her hali baştan başa şayan-ı takdir idi.

Maamafih bu merasimden sonra Tevfik Beyin başına bir belâ geldi. O tevzi-i mükâfat resmi bütün o parlaklariyle Derisaadet'e aksedince Maarif Nezaretince kîlükaala badi olur. O zaman bu nezaret mektep kitapları için birer müsabaka tertip eylemişti. Ilm-i ahlaka dair bir telifim de bu sırada birinciliği kazanmıştı, mekteplere kabul olunmuştu. Bu ikbal idbarıma bâdi oldu, çünkü o münasebetle Maarif Nezareti tercüme-yi hâlimi, menfîliğimi maarif müdüründen sordu. İş meydana hemen çıkınca azlıma dair emir geldi. Lakin Tevfik Bey o emri hasır altı etti, dinlemedi, hocalıklarımı uhdemden almadı. Maamafih çok geçmeden o zat menkûben başka bir vilayete nakledilince benim için de o latif, o müfid vazifelerden çekilmek mecburiyeti hasıl oldu. Beş altı yüz kuruşu tecavüz etmeyen maaşının hiç bir ehemniyeti olmadığı halde bu hizmet-i tedris bence memuriyet-i esasiyemden daha kıymettar idi, çünkü o sayede okudukca, okuttukca sermaye-yi irfanımı arttırıyordum. Halbuki hükümet işlerinde bildiğimi unutuyordum. Hele meclis-i idare müstantikliği ve müdde-yi umumiliği gibi karmakarışık vazifelerde bütün bütüne puslayı şaşırdımdı.


147