İçeriğe atla

Sayfa:Ömrüm.pdf/36

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

devrinde bu neşriyat ortalığı âdeta hercümerce veriyordu. Hele gençleri teshir ederdi. Hakikaten sansür dedikleri belâ-yı mübremden bu yazıları Tahir Bey nasıl kurtarıyordu? Hayrette idik. Fakat o zamanlar matbuat daha sonralarına nisbeten bir dereceye kadar serbest idi.

Yine o koca Kemal'ın :

Değişmez fen mi vardır müstakar eşya mı kalmıştır?
Delili sabit olmuş binde bir dava mi kalmıştır?
Deme insana malûm olmadık mana mı kalmıştır?
Eğer meçhul ararsa her işin encamı kalmıştır,

kit'asiyle başlayan :

Firak hapis ve nef'i kadir ve namusumla gördüm hep
Cuhanın bir belasından bana bir perva mı kalmıştır?

tecellüdünü ihtiva eden nazm-ı bülendi aynı risalede neşrolunmuştu. Namık Kemal böyle iş'ar-1 hamasette hakikaten bir harikadır. O kadar denilebilir ki bu vadide öyle bir şair Osmanlılarda yetişmedi. Yetişemez, bu müddeamıza GAYRET'in bu neşriyatiyle :

Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdık ve selametten
Çekildik izzet ve ikbal ile bab-ı hükümetten

matla-ı ile başlayan kaside-yi garrayı şahit tutarız. GAYRET o devirde Hamid'in de pek parlak eserlerini neşreyledi. Meselâ

Hubub eder ki reftarınız ne halettir?
Acep nesim-i seherden mi âferidesiniz?
Siz ol hekimi ki sun-u bülendi kudrettir,
Düşündürür gibi bir şiir-i naşenidesiniz.

bediaları en önce o risalede tecelli etti.

Yine o esnalarda Safiye Sultanzade Salahi77 diye garip bir zat hem matbuata müntesip, hem de Kemal'dan itibaren o eazım-ı üdebaya hasım idi. SAADET gazetesinde Makberi tahrip diye Hamid'in eser-i meşhuruna pek insafsızcasına tecavüz eylemişti. Bu tenkidin hatta elfaza taalluk edenleri bile haksız idi. Meselâ Salahi iddia ediyordu ki «nakâfi» denilemezdi. Arabi bir kelimeye farsi edat ilave olunamazdı. Halbuki hakikat böyle değildi. Ancak farisî bir kelimeye arapça edat izafe kılınamazdı, bilfarz bilaaram, bilaperva gibi. Mamafih Üstad Ekrem :

Bilaaram onun için naleye ikdam eder bülbül

demişti, ona bile cevaz vermişti.

Bu nakâfi itirazına Hamid GAYRET'te pek hamidane -başka sıfat istemez bir manzume ile cevap verdi,

Dua nakıs, tazarrur az, feryad nakâfi

diye cihandan şikayetle başladı.

Güler mi matemime âlemde hiç bir sahib-i insaf?
Felâket görmemişsin derdimi eylersin istihfaf
Felaket olsa layıkdır bu halka sendeki evsaf
Kifayetle ey olmaz eyliyen irad nakâfi!

dedi. Bu sözler manidar idi, çünkü Salahi bilhassa Kemal Bey'in tarihini menettirmiş olmakla maruf idi, hüsnü site malik değildi. Yine o manzumenin:

Acep hun-i dil mecruhumu sen mey mi zannettin?
Seda-yı makberi bir nare-yi heyhey mi zannettin?
Veyahut kendini âlemde sen bir şey mi zannettin?
Bugün ben yazdım elbette yazar ahfad nakâfi

kit'asını hepimiz ne şevkle takdir eyledik. Hele:

Evet tarz-ı kadim şiiri bozduk, hercümerç ettik,
Nedir şiir-i hakiki safha-yı irfana derç ettik,
Bu yolda nakd-i ömrü cemü kuvvetberle harç ettik,
Bize gelmişti zira meslek-i ecdad nakâfi

hüsn-ü hatimesini ne derece parlak buldukdu!

Matbuat-ı Osmaniye böyle şiirleri, mebahise-yi edebiyeleri bu devr-i hürriyette bile görmedi.

İşte GAYRET bu mertebede bir mecmua idi. Menemenlizade Tahir Bey pek haluk, necip, muktedir bir genç idi. Mekteb-i Mülkiye'den yetişmişdi. İyi yazı yazardı, güzel şiir söylerdi İlhan'ın bazı parçaları gibi. Fakat şiirde müsamahat-1 lafziyeye pek müptelâ idi. Meselâ yukarıda zikrettiğim Tevhid'inde böyle yapmıştı, baştan başa lafz hataları irtikâb eylemişti.

Fırsatı ganimet bildim. Bu Tevhid'i ele alarak «Büyük bir cür'et, ya küçük bir dikkat» diye uzun bir makale-yi tenkidiye yazdım :

Ey âlemi muzlim eden envar!

gibi mısraları lafzen ve manen tahtiye ettim, «eden» imalesini asla tecviz edemiyeceğimi söyledim. Envarın âlemi muzlim etmesini de hoş bulmadım. Hatta :


59