nihan oldu. Fakat ölüm döşeğinde iken bana dadımla bir gün selam gönderdi, o leyle-yi nim evsalı hatırlattı.
Mektepte şiir ile edebiyat ile iştigal eden arkadaşlar yalnız üstümüzdeki sınıflarda, yalnız sınıfımızda değil, bizden sonraki sınıfta bile vardı. Onların serfirazı Süleymanpaşazade Sami Bey'di56.
Sami daha yeni Bağdat'tan gelmişti, lakin fikren, kalemen müterakki idi. Şiirde, kitabette arkadaşlarına pişvalık ediyordu. Bağdad'da nakibeleşrafın oğlu teehhül ettiği zaman ona bir manzume söylemişti. Mektepte o nazmı hepimize okur, dururdu, hatta bu zeminde bir fıkra bile anlatırdı:
Aynen hatırımda kalmayan bu şiir «tetevvüç, tezevvüç, teheyyüç» kafiyesiyle idi. Sami manzumesini söyler, lâkin son beytine bir türlü kafiye bulamaz, çünkü öyle kelimeler hakikaten mahduddur. Leyle-yi zufaf gelir. Şair kasidesini nakibeleşrafa takdim etmeğe mecburdur, ne yapsın? Bir köşede öyle düşünür, dururken uzakdan damadın ipek bir nesler içinde sallana sallana geldiğini, eteklerinin mevcelendiğini görür, derhal temevvüç kelimesini bulur, geniş bir nefes alır.
Sami'yi hem takdir eder, hem severdik, çünkü gerek ahlâk, gerek irfan itibariyle pek mümtaz bulurduk. Bilhassa ben sonraları onunla çok düşdüm kalkdım. Cihanda Sami kadar latif, vefakâr, hayırhah bir arkadaş olamaz.
Ölünceye kadar Sami yine o Sami kaldı, hiç değişmedi. Şiirde, nesirde temeyyüz eyledi, Maarif Nezaretinin mümtaz bir rüknü oldu, fakat o safvet-i ahlakını daima muhafaza kıldı. Meselâ edebiyatta, siyasiyatta bazen ihtilaf-1 içtihad münasebetiyle bana birkaç kere kızdı. Samimî, sahih kızdı ama benimle yüzyüze gelince, o ezelî uhvetimizi hatırlayınca bu iğbirarı derhal unuttu. Sami'nin ebedî ziyaı hayatımda bir akide oldu.
Ahlakî bu kemalatı başka arkadaşlarımızda pek göremediğim için Sami'nin bu faziletini böyle alenen teslim ve tebcil etmeği bir vazife bilirim.
Yine o sınıftan Suat ile Sermet sık sık görüştüğüm refiklerden idi, çünkü onlar da edebiyat ile meşgul olurlardı. Mektebi ikmal ettikten sonra Suat bir hizmet-i hususiye ile Mısır'a gitmişti. İlân-ı Meşrutiyeti müteakiben vatana döndü. Divaniye ve Gerek mutasarrıflıklarında bulundu. Hâlâ da gazetelerimize zaman zaman yazılar yazar; fikren de, hulkan da mektepte iken olduğu gibi nezihtir, mutekiddir, lakin bâtidir, mahduttur. Sermet58 ise ateşin meşrep idi. Mülkiye'yi bitirir bitirmez Mekteb-i Harbiye'ye geçti, Erkâri-1 Harbiye'den güzide bir zabit oldu. Ahiren liva olmuştu. Şimdi mütekaid. Dedikleri gibi, sahib-i seyf ve kalemdir.
Mekteb-i Mülkiye'nin bu zürreyitinde. bu senelerinde bir kabiliyet, bir feyiz, bir uyanıklık vardı. O derecede ki o istibdad-1 idareye rağmen kendini gösteriyordu. O devrin yetiştirdiği gençler bilahare her şube-yi marifette temeyyüz eylediler. Bu inşirahın en birinci baisi o muhit idi, o muhit ki bizi yavaş yavaş uyandırdı, fikirlerimizi açıverdi.
Fikren böyle müterakkilerimiz daima bir araya toplanıyor, teati-yi efkâr eyliyorduk. Siyasiyattan, edebiyattan, mazi, hal, istikbal hep bahsediyorduk. Yeni Osmanlıların neler yaptıklarını, yazdıklarını öğreniyorduk. Kemal Bey'den Mithat Paşa'ya kadar o eazım-ı ümmeti eserleriyle, endişeleriyle tanıyorduk.
Aramızda bilfarz Midilli'den bir Hüsamettin59 vardı. Zeki bir çocuk idi. O zaman Midilli mutasarrıflığında bulunan Namık Kemal'ı bir münasebet-i hususiye ile yakından tanıyordu. Tanıdığı gibi bize anlatıyordu. Eserlerini ezber edercesine okuduğumuz; sevdiğimiz bu edib-i azamın hususiyet-i ahvaline vakıf olmak hoşumuza gidiyordu. Fakat hakikatta bu haller o derece hoş değildi, ne olursa olsun böyle bir sahib-i dehaya yakışmaz idi. Meselâ Kemal Bey'in ciddi bir surette işiyle gücüyle meşgul olmak şöyle dursun, çok vakitler odasından bile dışarı çıkmaz imiş, fakat çok içermiş, yazılarını ekseriya nimmest iken yazarmış. Biz sabavet-i efkârımızdan bu küçükleri bile büyüklük gibi telakki eyliyorduk, hüsn-ü tefsir ederek takdirlere Şayeste buluyorduk.
Hüsamettin, Midilli eşrafından bir zatın oğlu, sabık Adalar Kaymakamı Baha Bey muhibimizin biraderi idi. O zamanlar Baha Bey Namık Kemal'in kâtib-i hususîliğini ifa ediyordu. Sonra tafsilatiyle hikâye edeceğim Hüsamettin bilahare meclis ve menfa arkadaşlarımdan oldu. Ahlaken de, irfanen de sahib-i meziyet idi, ve bu cevherdir ki menkûbiyet lekesine rağmen meslek-i memuriyette feyiz buldu. Devr-i sabıkda mutasarrıflığa irtika etmişdi. Lâkin devr-i lâhikde vali olmuştu. Maalesef birkaç sene evveli Yanya valiliğinde nabehengâm vefat eyledi.
(6)
Mekteb-i Mülkiye arkadaşlarımdan daha böyle ciddi ve can-
35