İçeriğe atla

Recep Tayyip Erdoğan'ın 30 Kasım 2010 tarihli ulusa sesleniş konuşması

Vikikaynak, özgür kütüphane

Aziz vatandaşlarım...

Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor, sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

2010 yılının sonuna adım adım yaklaştığımız şu günlerde, Türkiye'nin büyüyen hedeflerini ve gelişen vizyonunu sizlerle paylaşmaktan duyduğum memnuniyeti ifade ederek sözlerime başlıyorum.

Bu ekranlar aracılığıyla birlikte olduğumuz sekiz yıla dönüp bir baktığımda Türkiye'nin ay ay nasıl bir gelişme seyri içinde olduğunu görüyor, mutlu oluyorum.

2002 yılının sonunda yine böyle bir programda sizlerle paylaştığım Türkiye tablosu ile bugünün Türkiye'si arasında inanılması güç farklar var.

Şükürler olsun ki o karanlık bulutlar bugün artık ülkemizin üstünde değil...

Şükürler olsun ki bugün o ağır sıkıntıları, krizleri, darboğazları değil, Türkiye'yi geleceğin dünya yıldızlarından biri olmaya götürecek dev projeleri, büyük atılımları konuşuyoruz.

Öyle güzel bir istikrar çizgisi yakaladık, öyle büyük bir özgüvene sahip olduk ki, son birkaç yıl boyunca bütün dünyayı kasıp kavuran küresel ekonomik kriz bizim büyüme irademizi ortadan kaldıramadı.

Her yeni yıla değil, her yeni aya Türkiye'nin medeniyet yürüyüşünün devasa bir adımı gibi bakar olduk.

Sıkıntılarımız tamamen ortadan kalkmadı belki ama bugün tek tek hepimiz geriye kalan bu problemleri de kısa zamanda elbirliğiyle ortadan kaldıracağımıza samimiyetle inanıyoruz.

Umutsuzluklar, karamsarlıklar, hayal kırıklıkları yerini umutlara, iyimserliklere, taptaze hayallere bıraktı.

Bir yandan adım adım hedeflerimize doğru ilerlerken, bir yandan yakaladığımız hedeflerin yerine çok daha büyüklerini koymanın gayreti içindeyiz.

Türkiye, son sekiz yıl boyunca konuştuğumuz o aydınlık yarınlara, o mutlu ve müreffeh geleceğe çok daha yakın artık.

Bir olarak, birlik olarak, dost ve kardeş olarak, yediden yetmişe millet olarak başladığımız bu medeniyet yolculuğunu mutlaka tamamlayacağız, buna her birimiz gönülden inanıyoruz.

Değerli vatandaşlarım...

Bizler bu inancımızı, bu beklentimizi, sadece hissiyatımıza değil, somut gerçeklere, objektif verilere dayanarak ortaya koyuyoruz.

Başta ekonomik tablolar olmak üzere her alanda ortaya çıkan pozitif seyirler, umut veren göstergeler ışığında bunları söylüyoruz.

Ne umut tacirliği, ne ucuz popülizm yapıyoruz, sadece gerçeğe dayanıyor, gerçeği söylüyoruz.

Bakınız Kasım ayı başında Türkiye İhracatçılar Meclisi Ekim ayı ihracat verilerini açıkladı.

Buna göre 2010 yılı Ekim ayı ihracatı, geçen yılın aynı ayına göre % 8,8 oranında artışla 10 milyar 790 milyon Dolar seviyesine ulaştı.

Bu rakamla bir ilk gerçekleşti; 2009-2010 döneminin aylık rekoru kırıldı ve 10 milyar Dolar eşiği aşıldı.

Dikkatinizi çekiyorum; bu rakam, Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen en yüksek Ekim ayı ihracat rakamıdır.

2010 yılının ilk 6 ayında ekonomimiz ortalama % 11 oranında bir büyüme kaydetti.

Bu rakamlar ülkemizin yakaladığı istikrarlı büyüme yıllarının artık meyvelerini toplamaya başladığını gösteriyor, asıl sevindirici olan budur.

Ben sizlere hayali vaat etmiyorum, ben sizlere gerçekleşeni anlatıyorum.

Bu başarıda Türkiye'nin değişimine güç katan, omuz veren, emek harcayan her insanımızın büyük payı vardır.

Bu başarıda en az ekonomi yönetimimiz kadar, özel sektörümüzün ortaya koyduğu fedakârca gayretlerin de payı vardır.

Bu kanaatimi bu ayın başında TOBB çatısı altında gerçekleştirilen 6. Sanayi ve Ticaret Şurası sırasında 81 vilayetimizden gelen oda ve borsa temsilcilerimize de ifade ettim.

Türkiye kalkınıyorsa, güçleniyorsa, ilerliyorsa, bunu girişimcimizle, yatırımcımızla, sanayicimizle, köylümüzle, çalışanlarımızla birlikte hareket ederek, birlikte çalışarak başarıyor.

Birbirimizi anlayarak, birbirimizin halinden haberdar olarak, nimeti hakça paylaşarak, külfeti de hep birlikte göğüsleyerek bu atılımı gerçekleştiriyoruz.

Bu başarı tek tek bireylerin değil, milletimizin ortak başarısıdır.

Bu istikrarı yaşattığımız, bu ahengi koruduğumuz müddetçe ülke olarak önümüz çok açıktır, bunu da çok açık ve net olarak ifade etmek istiyorum.

Aziz vatandaşlarım...

Günümüz dünyasında ülkeleri ileriye taşıyan en önemli unsurların büyük projeler olduğunu görüyoruz.

Doğru zamanda ortaya konmuş doğru projeler ülkelere sadece ekonomik anlamda değil, sosyal ve kültürel anlamda da mesafeler aldırıyor.

Bugün bütün ülkeler projelerin kalkınmadaki bu yadsınamaz rolünün farkına varmış durumda...

Bu konuyu gündemde tutan çeşitli küresel kuruluşlar var, bunlardan biri de Uluslararası Proje Yönetimi Kurumu...

Dünyadaki önemli projeleri gündemine alan, yeni projelerin tanıtımına, tartışılmasına zemin hazırlayan bu kurumun 24. Genel Kurulu Kasım ayının başında İstanbul'da toplandı.

Proje yönetimi konusunda dünyadaki en önemli organizasyon sayılan bu toplantıya 65 ülkeden bu alanda tanınmış 200'ün üstünde seçkin isim katıldı.

Bu vesileyle hem dünyada geliştirilen çok sayıda büyük projeyi inceleme fırsatı bulduk, hem de Türkiye'nin son yıllarda geliştirdiği büyük projeleri detaylarıyla anlatma imkânı bulduk.

MARMARAY'dan hızlı tren hatlarına, İstanbul-İzmir otoyolundan TOKİ projelerine ve Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı'na kadar pek çok büyük projemizi bu alanın seçkin temsilcilerine tanıttık.

Çok güzel, çok olumlu tepkiler, takdirler aldık, Türkiye'nin 2000'li yıllara damgasını vuracak bu büyük eserleriyle bir kere daha gurur duyduk.

Bu projeleri Türkiye'nin eşiğine kadar geldiği aydınlık çağın öncü eserleri olarak görüyor, böyle değerlendiriyoruz.

Yine bu çerçevede benim çok önemsediğim, çok üstünde durduğum bir başka projeye de startı verdik.

Milli Eğitim ve Ulaştırma bakanlıklarımızın ortak gayretiyle gerçekleştirilen FATİH (Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) Projesi'ni 22 Kasım'daki törenle başlattık.

İnşallah bu projeyle birlikte Türkiye'deki okullarda bulunan her sınıfımızı bir bilgisayara kavuşturmuş olacağız.

2002 yılında biz göreve geldiğimizde Türkiye genelinde ortalama 85 öğrenciye bir bilgisayar düşüyordu.

O günden bugüne geçen sekiz yılda okullarımıza tam 750.000 adet yeni bilgisayar gönderdik.

10 ve daha fazla dersliğe sahip her okulumuza ayrıca bilişim teknolojileri sınıfı kurduk.

Sadece bilgisayar yetmez dedik, okullarımızı hızlı internete de kavuşturduk.

Bütün bu çalışmaların sonucunda bugün Türkiye genelinde ortalama 15 öğrenciye 1 bilgisayar düşüyor.

Bakınız, göreve geldiğimizde 85 öğrenciye 1 bilgisayar düşerken bugün 15 öğrenciye 1 bilgisayar düşüyor, nereden nereye.

2003 yılında çok az sayıda okulda internet bağlantısı varken, bugün ilköğretim okullarımızın % 96'sına, orta öğretim okullarımızın ise tamamına internet hizmetini getirmiş durumdayız.

Bunlar ülkemizin aydınlık geleceğini inşa etmek üzere yaptığımız en önemli yatırımlardır.

Türkiye bugün yaptığı bu yatırımlarla bilgili, donanımlı, özgüven sahibi nice kuşaklarını yetiştirecektir.

Bu kuşakları yetiştirecek olanlar da ülkemizin dört bir köşesinde fedakârca görevlerini yapan sevgili öğretmenlerimizdir.

Biz onları hiç unutmadık, unutmuyoruz.

Bakınız 8 yıl içinde 167.621'i kadrolu, 70.000'i sözleşmeli olmak üzere toplamda tam 237.621 öğretmenin atamasını gerçekleştirdik.

Sadece 2010 yılında, atamasını yaptığımız ve yapacağımız öğretmen sayısı ne biliyor musunuz, 40.000...

Buna ilave olarak, usta öğretici, vekil öğretmen, öğretici gibi kadrolarda 241.000 personel görevlendirdik.

Bunun yanında öğretmenlerimizin ekonomik standartlarını iyileştirmek için de büyük gayret sarfettik.

9. derecenin birinci kademedeki öğretmenin, ek ders ücretiyle 2002 yılında aldığı maaş 635 lira iken, bugün % 185'lik artışla bu rakam 1.809 liraya yükselmiş durumda...

Kimse bu konuyu istismar etme çabası içinde olmasın, bizim öğretmenlerimizle aramızı bozamazlar.

Hayali vaatlerde bulunup hayali rakamlarla kimse öğretmenlerimizi aldatmanın gayreti içerisine girmesin.

Biz göreve gelene kadar nerdeydiniz? O verdiğiniz ücretlerle öğretmenlerimize nu sundunuz? Biz mi o zamanlar iktidardaydık, biz parti olarak var mıydık? Ne yaptınız? Tüm gerçekler ortada. Öğretmenimize verdikleriniz ortada. Enflasyonla öğretmenlerimiz o aldıkları basit rakamları bile daha ceplerinden harcamaya başlamadan bitiriyorlardı. Ama şimdi enflasyon öğretmenimi tehdit edemiyor ve kendilerine de enflasyonun üzerinde zam veriyoruz.

Değerli vatandaşlarım...

Eğitimi parça parça değil, bir bütün olarak görmek, okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar bütün eğitim-öğretim kurumlarımızı aynı çağdaş anlayışla, aynı modern anlayışla değerlendirmek durumundayız.

Bütün eğitim kurumlarımız aynı zincirin birer halkasıdır, bir tekini bile ihmal edemeyiz.

Bizler bir yeni ilköğretim okulunu hizmete açarken hangi heyecanı duyuyorsak, bir yeni üniversitemizi, üniversitelerimizin yeni birimlerini açarken de aynı heyecanı yaşıyoruz.

5 Kasım'da Boğaziçi Üniversitesi'ne kazandırdığımız araştırma-geliştirme birimlerini buna bir örnek olarak verebilirim.

Bu tesislerden biri olan Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Merkezi 40'tan fazla bilim adamımızın görev alacağı ve insanımızın günlük hayat standartlarını yükseltecek ürünler üzerinde çalışacağı bir merkez...

Aynı törenle Boğaziçi Üniversitesi çatısı altında faaliyet gösterecek Yüksek Akım Laboratuarı ve Teknopark'ı da hayırlısıyla hizmete açtık.

Türk Patent Enstitüsü ile Boğaziçi Üniversitemiz arasında bir Bilgi ve Doküman Birimi kurulması için de aynı gün imzaları attık.

Bunlar diğer üniversitelerimize de ilham verecek, vizyonlarını geliştirecek, alanında yine öncülük misyonu üstlenen örnek yatırımlardır.

Sadece bugünü değil, yarınları da düşünmek zorundayız.

Bu ülkenin genç dimağlarına elimizdeki imkânları zorlamak pahasına en ileri standartları sağlamak boynumuza borçtur.

Sadece eğitim imkânlarını geliştirmek yetmiyor; sosyal ve ekonomik anlamda da öğrencilerimizin yanında olmak bizim görevimiz.

Sadece üniversite açmak da yetmiyor, öğrencilerimizin barınmalarından beslenmelerine, maddi anlamda desteklenmelerine kadar her sorunlarıyla ilgilenmemiz gerekiyor.

Bütün bu konularda son sekiz yıllık süreçte çalışmalar yoğun bir şekilde sürdürülmüş, bu çalışmalar neticesinde önemli mesafeler alınmıştır.

2002 yılında Türkiye genelinde yurt sayısı 188.187 iken, bugün bu rakam 243.690'a ulaşmıştır. Tabii bununla yatak kapasitelerini ifade ediyorum.

2003 yılından bugüne kadar toplam 64.333 yatak kapasiteli 153 adet yurt ve ilave yeni blok hizmete girmiştir.

Bu artış şartları daha da iyileştirmek adına ranza sisteminden vazgeçilerek karyola sistemine geçilmesinin getirdiği kapasite kaybına rağmen sağlanmıştır.

Bu süre zarfında bir de artık odalarda 1 ve 3 karyola sistemine geçtik, yani bir odada ki bunlar lisansüstü eğitim öğretim alanlar için 1 yataklı, lisans eğitimi alanlar için 3 yataklı olmak suretiyle geliştirilmiştir.

Bu süre zarfında öğrencilerimizi maddi olarak desteklemek için de imkânlarımızı seferber ettik.

1 Ekim 2010 tarihi itibariyle öğrencilerimize hafta sonlarında, dini ve resmi bayram tatil günlerinde de yemek yardımı yapılmaktadır.

Böylece öğrencilerimize vermiş olduğumuz 200 TL'lik destek, 120 TL yemek bedeli ile birlikte aylık 320 TL'ye ulaşmaktadır.

Bu öğrencilerime verdiğimiz önemin çok açık, net bir ifadesidir.

Ayrıca şunu da hatırlatıyorum, tüm öğrencilerimiz bunu iyi bilsinler, hiçbir öğrencimiz burs ya da kredi müracaatında geri çevrilemez, müracaat eden her öğrencimiz ama burs ama kredi muhakkak alacaktır ve almaktadır.

Sevgili vatandaşlarım...

Türkiye büyük bir ülke, potansiyeli de ihtiyaçları da büyük bir ülke...

Ne geleceğin ihtiyaçlarını göz ardı etme lüksümüz var, ne de bugünün meselelerini, bugünün sıkıntılarını geleceğe erteleme imkânımız var.

Üstelik beklenmeyen küresel gelişmelere, yaşadığımız coğrafyada sıklıkla karşılaştığımız doğal afet ve felaketlere de hazırlıklı olmamız gerekiyor.

Bildiğiniz gibi 8 Mart günü Elazığ'da hepimizi derin üzüntülere garkeden bir deprem felaketi yaşandı.

42 vatandaşımız bu depremde hayatını kaybetti, evler yıkıldı, ocaklar söndü.

Hükümet olarak bütün imkânlarımızı seferber ederek mağdur olan acılı insanlarımızın yardımına koştuk.

Acılar paylaşıldı, yaralar yavaş yavaş sarıldı, yıkılan evler, ocaklar dedik ki daha güzeliyle, yeni, yepyeni, modern bir şekilde inşa edilecek.

Nihayet 7 Kasım'da TOKİ tarafından sadece sekiz ay gibi bir sürede kullanıma hazır hale getirilen 1.474 afet konutunu kış bastırmadan sahiplerine törenle teslim ettik.

Bu sayede Türkiye'nin kanayan yaralarını sarmada, zorlukları aşmada ne büyük bir azim ve kudrete sahip olduğu bir kere daha ortaya çıkmış oldu iktidarımızın.

Elazığ'da bunun yanında bölge insanının derdine derman olacak, ihtiyaçlarına ilaç olacak 33 tesisi de toplu bir törenle hizmete açtık.

Bunun içinde 5 ilköğretim okulu, 4 lise, 200 öğrenci kapasiteli bir pansiyon ve deprem bölgesindeki 11 köyde 11 derslik ve öğretmen lojmanı var.

15 kilometre uzunluğundaki 3 şeritli Elazığ Güney Çevre Yolunun o gün açılışını yaptık, 33 kilometrelik Alacakaya-Arıcak ve Kovancılar-Tunceli yolunun 21 kilometrelik bölümü de var.

Palu-Murat Köprüsü restorasyonu, Koçyiğitler Jandarma Karakolu, sosyal güvenlik merkezleri, emniyet amirliği binası, halk eğitim merkezleri, hizmet binaları, Kovancılar Devlet Hastanesi ek binası da var.

Bunlar Elazığ'ın çehresini değiştirecek eserler, yatırımlar, buradan bir kere daha bölgedeki insanlarımıza hayırlı olmasını özellikle temenni ediyorum.

Tabii ki Elazığ Belediye Başkanlığının hizmet binası gerçekten çok çok güzel ve Elazığ Belediye başkanlığımızın bu hizmet binasıyla inanıyorum ki Elazığ'a hizmeti çok daha farklı olacaktır.

Değerli vatandaşlarım...

Sizlerin de yakından takip ettiğinizi zannediyorum; Kasım ayı dış politikamızda yine çok yoğun, çok önemli gelişmelere sahne oldu.

3-4 Kasım tarihlerinde Başbakan Sayın Haşim Taçi'nin davetlisi olarak dost ve kardeş ülke Kosova'ya resmi bir ziyarette bulunduk.

Başta Sayın Taçi olmak üzere bu ziyaretimiz sırasında bize büyük ilgi gösteren, güzel bir misafirperverlik sergileyen Kosovalı kardeşlerimize buradan şahsım, milletim adına şükranlarımı ifade etmek istiyorum.

Ziyaretimiz sırasında Kosova Türk Toplumu'nun Kosovalı kardeşleriyle ilişkilerinde sergilediği uyum ve dayanışmayı yerinde görme imkânı buldum.

Kosovalı soydaşlarımızın geleneklerimizi, göreneklerimizi, kültürümüzü ve dilimizi yaşatmak konusundaki hassasiyetleri beni çok etkiledi.

Türkiye ve Kosova halkları arasında kökü altı asır öncesine dayanan köklü bağlar var ve ziyaretimiz sırasında bir kere daha müşahede ettik ki bu bağlar geçen zamana rağmen hiç zayıflamamış.

Prizren'in tarihi Şadırvan Meydanı'nı "Türkiye... Türkiye..." sesleriyle inleten Kosovalı kardeşlerimizle kelimelerle ifadesi mümkün olmayan bir kucaklaşma yaşadık.

Prizren'de barışı korumak üzere orada bulunan askerlerimizi de taburlarında ziyaret ettik.

Sinan Paşa tarafından 1615 yılında yaptırılan ve kendi adını taşıyan camii de ziyaret ederek TİKA tarafından yürütülen restorasyon çalışmalarını yerinde inceledik.

Oradan Kosova'daki Türk belediyesi ki tek Türk belediyesidir Mamuşa'ya geçtik ve orada coşku içinde bizi bekleyen soydaşlarımızla da hasret giderdik.

Mamuşa'da, TİKA, İstanbul Küçükçekmece Belediyesi, hayırsever Türk işadamları ve Ankara Keçiören Belediyemizin katılımıyla yaptırılan 28 derslikli, 480 öğrenci kapasiteli Anadolu İlköğretim Okulunu hizmete açtık.

Ertesi gün Priştine Üniversitesi'nde şahsıma tevdi edilen fahri doktora unvanını aldım, ardından da Meclis binasında resmi temaslarda bulunduk.

Şu anda Cumhurbaşkanlığına vekalet eden aynı zamanda Meclis Başkanı olan Sayın Başkanı ziyaretle birlikte oradan bir basın toplantısı yapıp ayrıldık.

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında Priştine'de yaptırılan caminin onarımını Türkiye üstlenmişti, tamamlanan çalışmalar neticesinde o camiyi de Sayın Başbakan Haşim Taçi ile birlikte hizmete açtık.

Yine Priştine'de Türk işadamlarının yatırımı olan ve Kosova'nın tek kalp cerrahi hastanesi olan özel sektör yatırımının ki 50 yataklı olan bu hastaneyi de törenle hizmete açtık.

Sultan Murat Hüdavendigar'ın türbesi yanına TİKA tarafından inşa edilen selamlığı da yine hizmete açtık.

Değerli vatandaşlarım...

Yine bu ay içinde G-20 Beşinci Liderler Zirvesi'ne katılmak üzere Güney Kore'nin başkenti Seul'e bir ziyaretimiz oldu.

11-12 Kasım tarihlerinde düzenlenen bu zirvede, küresel ekonomik krizle mücadelede alınan mesafeler bir kere daha masaya yatırıldı.

Uluslararası ekonomide yaşanan gelişmeler, güçlü, sürdürülebilir ve özellikle de küresel dengeli büyüme için alınması gereken önlemler detaylarıyla değerlendirildi.

Kalkınmadan enerjiye, KOBİ'lerden finansal sektöre kadar birçok sorun yine küresel ölçekte ele alındı, bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri dile getirildi.

Zirve'nin ardından 13-14 Kasım'da Bangladeş'e geçerek orada da temaslarda bulunduk.

Başta Cumhurbaşkanı Sayın Zillur Rahman ve Başbakan Sayın Hasina olmak üzere Bangladeşli yetkililerle ülkelerimiz arasındaki ilişkileri geliştirmek üzere çeşitli görüşmeler gerçekleştirdik.

Tarihi ve kültürel bağlara sahip olduğumuz Bangladeş'e gerçekleştirdiğimiz bu ziyaretin iki ülke ilişkilerine çok yönlü açılımlar getireceğine inanıyorum.

19-20 Kasım tarihlerinde Sayın Cumhurbaşkanımız, Dışişleri Bakanımız ve Milli Savunma Bakanımız Portekiz'in başkenti Lizbon'da düzenlenen NATO Zirvesine katıldılar.

Lizbon'daki toplantıda, NATO'nun yaklaşık 10-15 yıllık geleceğine yön verecek Stratejik Konsept, füze savunması, NATO-AB işbirliği ve Afganistan konuları değerlendirildi.

Bu konuda yapılan çeşitli spekülasyonları da dikkate alarak sizleri bu konuda kısaca bilgilendirmek istiyorum.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu zirveye Türkiye damgasını vurmuştur.

Türkiye, özellikle Stratejik Konsept Belgesi'nin şekillenmesinde ağırlığını fazlasıyla hissettirmiş, başta NATO-AB ilişkileri boyutu olmak üzere ülkemizin menfaatleri etkili biçimde savunulmuştur.

Bu konuda çetin müzakereler olduğu doğrudur, ancak bütün bu müzakereler sonucunda ülkemizin beklentilerini tümüyle karşılayan bir belge ortaya çıkmıştır.

Bir kere daha ifade edeyim ki bu zirvede alınan kararlar, Türkiye açısından son derece tatminkârdır, bu konuda özellikle vatandaşlarımızın içlerinin rahat olmasını istiyorum.

Zirve'de Türkiye'nin tüm hassasiyetleri dikkate alınmış, kaygılarımızı giderecek nitelikte bir mutabakat ortaya çıkmıştır.

Israrımız üzerine güvenliğin bölünmezliği ve ittifak dayanışması ilkelerine uygun olarak füze savunması sisteminin tüm müttefiklere tam koruma sağlayacak şekilde kurulması karara bağlanmıştır.

Uyarılarımız neticesinde risk ve külfetlerin hakça paylaşımı prensibi temelinde bir karar alınmıştır.

Yine altını çiziyorum: Zirvede, hiçbir spesifik ülkenin tehdit kaynağı olarak hedef alınmaması kararlaştırılmıştır.

Bazı Avrupa ülkelerinin tüm ısrarlarına rağmen, ülkemizin çabaları sonucu tehdit ülke ismi telaffuz edilmemiştir.

Bu konuda komşularımızın Türkiye'ye yönelik herhangi bir endişesi yoktur, aksine Türkiye'nin bu zirvede verdiği ilkesel mücadele büyük takdir görmektedir.

Türkiye'nin menfaatlerini koruma noktasında dün olduğu gibi bugün de büyük bir hassasiyet içinde hareket ettiğimizi bu vesileyle bir kere daha sizlere ifade etmek isterim.

Değerli vatandaşlarım...

Kasım ayının son günlerinde bu defa Lübnan Başbakanı Sayın Hariri'nin davetine icabet ederek Lübnan'a iki günlük bir ziyarette bulunduk.

Bu ziyaretimiz sırasında, Lübnan Başbakanı Sayın Hariri dışında, Cumhurbaşkanı Sayın Mişel Süleyman ve Meclis Başkanı Sayın Nebih Berri ile de bir araya geldik.

Bu görüşmelerde iki ülke ilişkileri başta olmak üzere, bölgemizde ve dünyada yaşanan gelişmeleri değerlendirdik.

Türkiye ile Lübnan arasındaki ilişkileri daha da iyi seviyelere çıkarmak noktasında tam bir görüş birliği içindeyiz.

Bunun bir sonucu olarak iki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi anlaşmasını da imzaladık.

Yine bu ziyaretimiz sırasında, Arap Bankalar Birliği'nin Beyrut'ta düzenlenen Yıllık Konferansı'na da katılarak şahsıma tevdi edilen Öngörülü Liderlik Ödülünü, milletim adına iftiharla aldım.

Dost ve kardeş Lübnan'ın yeni bir kardeş kavgasına sürüklenmemesi için parlamentoda temsil edilen siyasi grupların liderleriyle, topluluk önderleriyle çok kapsamlı görüşmeler gerçekleştirdik.

Bütün taraflar arasında diyalog ve güveni pekiştirmek için yoğun bir mesai sarf ettik.

Lübnan ziyaretimizin programı bununla da sınırlı kalmadı.

Sayda'da Türkiye'nin katkılarıyla inşa edilen Travma ve Rehabilitasyon Merkezi'ni bu vesileyle hizmete açtık, yaklaşık 20 milyon Dolarlık bir yatırımdı bu bizim için.

Yine UNIFIL bünyesinde orada görev yapmakta olan askeri birliğimizi ziyaret ettik, Mehmetçiklerimizle birilikte orada şöyle bir yemeğimiz oldu, hasret giderdik.

Akkar bölgesinde, Aydamoun ve Kvaşra köylerinde yaşayan soydaşlarımızla da bir araya geldik, özlemle kucaklaştık.

Gerçekten devasa bir mitingle onların heyecanını görme, yaşama fırsatımız oldu.

Onbinlerce insanın o heyecanını görmek, onlarla o heyecanı yaşamak, bizim birbirimize olan yakınlığımızın en güzel ifadesiydi.

Daha sonra okulun açılışındaki heyecan bunu ayrı bir şekilde ifade ediyordu.

Değerli vatandaşlarım...

Türkiye, hem bölgesinde, hem de dünyada her geçen gün ağırlık ve itibarını arttıran bir ülke haline gelmiş durumdadır.

Başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle ilişkilerimizi barışçı bir çerçevede en ileri noktalara taşımak konusunda gayretlerimizi bundan sonra da sürdüreceğiz.

Kendi büyüklüğünün farkında olan, bunun gereğini yerine getiren bir ülke olarak yolumuza devam edeceğiz.

Bu kararlılıkla sözlerime son verirken, sizlere bir kere daha sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Kalın sağlıcakla...