Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 Şubat 2011 tarihli AK Parti grup toplantısı konuşması

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu maddede yer alan eserin telif bilgisi belirsizdir.
Vikikaynak'ta yalnızca telif hakkı serbest, kamu malı statüsünde olan ya da telif haklı saklı olmakla birlikte, yasal koruma süresi dolduğu için telif hakkı serbest hâle gelmiş eserler yer alabilir. Karışıklığa yer verilmemesi için, eserlerin telif bilgisinin maddede yer alması gerekir. Aksi takdirde, maddede olası bir telif hakkı ihlali söz konusu olabilir. Bu durum da maddenin silme politikası gereğince silinmesine yol açar.
Maddeye eserin telif hakkı bilgisini girerek Vikikaynak'a katkıda bulunabilirsiniz.

Değerli misafirler, hanımefendiler, beyefendiler; sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, yoğun ve iç-dış temaslarımız, özellikle şu 3 haftalık bir aradan sonra gerçekleştirdiğimiz AK PARTi Grup Toplantısının ülkemize, milletimize, demokrasimize hayırlar getirmesini Allah'tan temenni ediyorum.

İçeride ve dışarıda, özellikle bölgemizde çok yoğun gündem maddelerinin olduğu önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Bu gündem maddelerine geçmeden önce son haftalarda ülkemizin dört bir yanında yaşadığımız ve yaşattığımız büyük açılış coşkuları, bunları kısa özetleyeyim istiyorum.

8 Ocak'ta Kars'ta bir toplu açılış töreni gerçekleştirdik. TOKİ konutlarından yeni okul ve dersliklere, bölünmüş yollardan restorasyonlara kadar 43 farklı yatırımı o illerimizde son derece coşkulu bir katılım eşliğinde Karslı kardeşlerimize kazandırdık. Aynı gün Kars Sarıkamış ilçesinde 1914 Harekatında hayatını kaybeden şehitlerimizi de bir kez daha yad ettik. Orada ruhlarına bir kez daha Fatihalar okuduk.

Kars'taki temaslarımızın ardından oldukça geniş katılımlı bir iş adamı heyetiyle birlikte Kuveyt ve Katar'a hareket ettik. Her iki ülkede resmi temasların yanında iş konseylerinde iş adımlarıyla bir araya geldik. Ayrıca, Kuveyt'te şahsıma tevdi edilen İslam Dünyası Mümtaz Şahsiyet Ödülünü de ülkem ve milletim adına orada büyük bir gururla teslim aldım.

15 Ocak'ta Muğla'daydık. Muğla'nın Fethiye ilçesinde Muğla ve ilçeleri için yaptığımız 33 ayrı tesisin toplu açılışını gerçekleştirdik. Ardından İstanbul'da büyük bir açılış coşkusu yaşadık. İstanbul Büyükşehir Belediyemizin inşa ettiği 28 kavşak, 3 spor salonu, 2 metro istasyonu ve 3 adet stat bağlantı tünelini, yani toplamda 36 farklı yatırımı bir tek toplu açılış töreniyle İstanbul'da Sinan Erdem Kapalı Spor Salonunda tüm İstanbullulara kazandırdık. Dikkatinizi çekiyorum. Sadece bu açılış töreniyle İstanbul'a kazandırdığımız bu 36 yatırımın toplam bedeli tam 755 milyon lira, eski ifadesiyle 755 trilyon.

Ardahan'da 27 tesis, Batman'da 69 eser açtık. 12 Eylül halk oylamasında Türkiye'de evet oyunun rekor düzeyde çıktığı, yüzde 96 oranında evet demiş olan Ağrı'da aynı şekilde 41 yatırımın toplu açılışını gerçekleştirdik. Hafta sonu Cumartesi günü Burdur'da 49 yatırımı hizmete aldık. Pazar günü de Denizli'de soğuğa rağmen Adalet Parkını doldurmuş on binlerce vatandaşımızın coşkulu katılımıyla bedeli yaklaşık 500 trilyonu bulan 72 eseri açtık.

Bu arada Ukrayna'ya bir resmi ziyaretimiz oldu. Orada Türkiye-Ukrayna Stratejik İşbirliği Konseyinin kuruluş imzalarını attık. Vize muafiyeti konusunda müzakerelerin başlatılması kararını aldık.

Tabi Erzurum'da çok daha farklı bir coşkuyu, çok daha farklı bir heyecanı yaşadık. Önce 7 Ocak'ta Erzurum'a giderek 25. Dünya Üniversiteler Kış Oyunları için Erzurum'a kazandırdığımız yaklaşık 650 trilyonluk bir yatırım bedeliyle inşa ettiğimiz eserleri açılışını yaparak Erzurumlulara kazandırdık, Hayırlı olsun. 27 Ocak'ta da Erzurum Şehir Stadında 58 ülkeden gelmiş 3 binden fazla sporcuyla Üniversite Oyunlarının resmi açılış törenini gerçekleştirdik. Gerçekten muhteşem bir manzaraydı. Erzurum için olduğu kadar, ülkemiz için, milletimiz için de gerçekten büyük bir gurur tablosuydu. Lapa lapa yağan karın altında statta tam bir kardeşlik tablosu çizildi. Bir dayanışma coşkusu yaşandı. Hele hele 80 yaşındaki cirit ustası dedemizle, 10 yaşındaki torununun belki de torununun at üzerinde stadı selamlarken oluşturdukları tablo, Dadaşların coşkusu, Atabarının ezgisi 80 ülkenin televizyonlarından canlı olarak yayınlandı. Gerçekten o manzara karşısında gururlanmamak, o manzara karşısında göz yaşlarına hakim olabilmek mümkün değildi. 1. Dünya Savaşında çok ağır bir mezalime maruz kalmış, Kurtuluş Savaşında kilit rol oynamış, Doğu'nun en büyük, en canlı şehirlerinden olan Erzurum, maalesef bizim dönemimize kadar ihmal edilmiş bir şehir görüntüsü arz ediyordu. 8 yıl boyunca Erzurum'a her alanda yaptığımız yatırımları Universiade yatırımlarıyla farklı bir boyuta taşıdık. Orada Universiade sonrasında da Erzurum'a gençliğe hizmet edecek eserler inşa ettik ve çok şükür artık Erzurum yeniden uluslararası bir marka kent olma yolunda önemli bir sınavı başarıyla geçti.

Bugünde grup toplantımızın ardından Kırgızistan'ın Başkenti Bişkek'e hareket ediyoruz. Orada da resmi temaslarda bulunacak, beraberimizdeki iş adamı heyetiyle iki ülkenin ticaret ve iş birliğini artırmak için görüşmeler, toplantılar yapacağız, yarın akşam da inşallah tekrar vatanımıza döneceğiz.

Ben açılışını yaptığımız tüm eserlerin, yaptığımız temasların ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Bu açılış coşkusunu şehirlerimize yaşatan siz değerli milletvekillerimize, genel başkan yardımcılarımıza, bakan arkadaşlarıma, bu eserlerin vücuda gelmesinde emeği olan herkese, alın teri döken her bir kardeşime, tüm kuruluşlara en kalbi şükranlarımı sunuyorum.

Burada eğitime ilişkin kısa birkaç notu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Dün TRT Televizyonun 14. kanalı olan TRT Okul'un açılışını gerçekleştirdik. TRT Okul, Anadolu Üniversitesiyle birlikte 24 saat eğitim yayını yaparak hem gençlerimizin eğitimine, hem de yaşam boyu öğrenmeye önemli bir katkı sağlayacak.

Gerçekleştirdiğimiz yasal bir değişiklikle Kredi ve Yurtlar Kurumumuz artık yurtdışındaki öğrencilerimize de kredi ve burs vermeye başlıyor. Yurtdışında öğrenci yurdu inşası için de hazırlıklarımız başladı. Böylece yurtdışındaki vatandaşlarımız, soydaşlarımız, akraba toplulukların yanında öğrencilerimiz de yeniden büyük Türkiye vizyonunu daha yakın şekilde hissetmelerini sağlayacağız. Milli Eğitim Bakanlığımız başarılı, fakat ihtiyaç sahibi ilköğretim öğrencilerine eğitimlerine katkı olmak üzere burs desteği sağlıyordu. Şu anda 212 bin ilköğretim öğrencimiz bu burstan yararlanıyor. Burs miktarı 2002 yılında sadece 12 lira 60 kuruştu. Biz 2010 yılında bursları 88 liraya kadar çıkarmıştık. 2011 yılında 212 bin öğrencimizin istifade ettiği bu bursu yüzde 23 oranında artırdık ve aylık 107 liraya ulaştırdık. Böylece 2002 yılına göre bu burslarda yüzde 751 oranında bir artış gerçekleştirmiş olduk. Burslardaki bu artışın da öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, değerli misafirler; bölgemizde yakın coğrafyamızda önemli olaylar, açıkçası tarihe yön verecek önemli gelişmeler yaşanıyor. Bizim AK PARTi olarak bölgedeki bu olaylara yaklaşımımız, bu olaylar hakkındaki tutumumuz günlerdir siyasi çevrelerde ve medyada sorgulanıyor her zaman olduğu gibi, alışkın bunlara.

Şunu öncelikle söylemek istiyorum: AK PARTi her zaman hak ve özgürlükten yana olmuştur.

Bizim bırakın bölgeyi, dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir zulme sessiz kalmamız mümkün değildir. Bunları ama yazılı, ama sesli muhakkak dile getirmiş ve gerekli yerlerle gerekli olan ilgileri de, teması da kurmuşuzdur. AK PARTi her zaman ileri demokrasiye taraf olmuştur.

AK PARTi kurulduğu günden itibaren halkın tercihlerinin, halkın taleplerinin her şeyin üzerinde olduğuna inanmış, her zeminde en güçlü şekilde bunu savunmuştur. Dikkatinizi çekiyorum; AK PARTi yola çıkarken "yeter söz de, karar da milletin" diyerek, sadece millete inanarak, sadece millete güvenerek iktidara, iş başına gelmiş, emanet yüklenmiş bir partidir. Her zaman söylüyorum, bugün bir kez daha tekrar edeceğim; AK PARTi'nin rotasını millet çizmiştir. Bundan sonra da millet çizecektir.

AK PARTi'nin kumaşını millet dokumuştur, bundan sonra da millet dokuyacaktır. AK PARTi iktidarı, milletin demokratik yollarla yönetime el koymasıdır. Milletin demokrasi yönünde ortaya koyduğu güçlü bir haykırıştır. Statükoya karşı sergilenen büyük bir duruştur. AK PARTi'nin varlık sebebi, milli iradeye ve demokrasiye güç vermektir. Hukukun üstünlüğünü hakim kılmaktır. Hak ve özgürlükleri en geniş anlamda hayata geçirmektir. AK PARTi, sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde hiç çekinmeden, hiç korkmadan asla ve asla tereddüt etmeden mazlumun yanında, mağdurun yanında olmuş, her zaman statükonun, baskı ve zulmün karşısında cephe almıştır.

Biz bugüne kadar hep dik durduk, ama dikleşmedik ve bundan sonra da dik durmaya devam edeceğiz. Bizim bu dik duruşumuzu herhangi veya birkaç tane entelektüel veya birkaç tane köşe yazarı şekillendiremez, bunun da böyle bilinmesini istiyorum. Biz, hiçbir yerden icazet alarak bu yolda yürümüyoruz. Bizim icazetimizin temelinde halk vardır, hak vardır, bunun dışında hiçbir şey değil. Türkiye, bölgede bütün taşları yerinden oynatacak, tarihin akışını değiştirecek roller oynuyor.

Değerli kardeşlerim, şahsiyetli bir dış politika izliyoruz. Zalime dur diyen Türkiye, ezberleri bozmaktadır. Katile katil diyen Türkiye, tabuları yıkmaktadır. İnsanları yokluğa, ablukaya mahkum edenlere dur bakalım diyen Türkiye, her fırsatta hakkı ve hakikati haykırmaktadır. Türkiye bölgesinde barışın, istikrarın, huzurun olduğu kadar, demokrasinin evrensel hukukun hak ve özgürlüklerin hakim olabilmesi için güçlü bir irade ortaya koymaktadır. Biz kendimiz için istediğimizi diğer kardeşlerimiz için de isteyen bir anlayışın temsilcisiyiz. Biz kardeş halkların, komşu ülkelerin istikrarsızlık yaşamaması için, kardeş kavgasına sürüklenmemesi için bugüne kadar elimizden gelen çabayı sarf ettik, bundan sonra da sarf edeceğiz. Biz her zaman şunu söylüyoruz: İçindeki sorunları çözemeyen, iç karışıklardan kurtulamayan, kendi arasında uzlaşı sağlayamayan ülkeler aydınlık bir geleceğe de ulaşamazlar. Dışarıdaki menfaatlerini de koruyamazlar. Bunun için Filistin'de ulusal uzlaşı çağrısı yaptık. Bunun için Lübnan'da siyasi uzlaşıyı sağlamaya çalıştık. Bunun için Irak'ta demokratik mutabakatın sağlanması için gayret gösterdik. Biz her zaman bölgemizdeki ülkelerin iç barışları, ulusal uzlaşılarını, birlik ve bütünlüklerini, demokratik gelişimlerini destekledik, bunun önemini vurguladık. İşte bu Grup, Türkiye içinde olduğu kadar başta bölgemiz olmak üzere tüm dünyada mazlumların sesi olarak tarihe ismini yazdırmış bir gruptur. Şunu çok iyi anlamak durumundayız: Tarihte baskıyla, sindirmeyle, korkutmayla ayakta kalmayı başaran hiçbir yönetim yoktur. Tarihin her döneminde er ya da geç insanlık onuru ve haysiyeti bütün zincirleri kırmış, bütün duvarları yıkmış, mazlumun ahı aheste de olsa çıkmıştır. Bu yüzden hak ve özgürlüklere hiçbir yönetim kayıtsız kalamaz. Halkın demokratik taleplerine hiçbir iktidar duyarsız yaklaşamaz.

Türkiye'de demokrasi özlemi, milletin gür sedasıyla dile gelmiş, 1950'de yeter söz milletindir haykırışıyla yankılanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik sistemi halkın büyük özlemiyle hayata geçirmiştir. Ve Cumhuriyetimiz her geçen gün daha ileri demokrasiye doğru yol almaktadır. Demokratik yönetimin hakim olması, değişime ve gelişime dayanan uzun soluklu bir süreç ister. Demokrasi, halkın sesine, gönlüne, idaresine, taleplerine sahip çıkmayı, bunları yönetime yansıtmayı gerektirir. Halka gözünü, gönlünü, kulağını kapatan yönetimler, bilesiniz ki uzun ömürlü olamazlar. Halkın hiçbir özlemi, hiçbir haykırışı, hiçbir çağrısı karşılıksız kalmaz değerli arkadaşlar. Halka rağmen hiçbir iktidar ayakta duramaz. Devlet halk içindir, halkın varlığıyla, iradesiyle desteğiyle anlam kazanır. Bizim temel felsefemiz, insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışına dayanır.

Biz, az önce de söyledim; kendimiz için ne istiyorsak dostlarımız, kardeşlerimiz için de aynısını istiyoruz. Biz kendimiz için demokrasi, refah, adalet, özgürlük istiyorsak, kardeş halklar için de aynısını istiyoruz. Biz kendimiz için nasıl huzur, güvenlik, istikrar, kalkınma, birlik, bütünlük istiyorsak, kardeş ülkeler için de aynısını istiyoruz.

Buradan Mısır Devlet Başkanı Sayın Hüsnü Mübarek'e çok samimi bir tavsiyede, çok içten bir uyarıda bulunmak istiyorum; bizler insanız, bizler faniyiz, kalıcı değiliz. Her birimiz ölecek ve geride bıraktıklarımızdan dolayı sorgulanacağız. Müslümanlar olarak hepimizin gideceği yer iki metreküp çukurdur. Hepimiz gelip geçiciyiz, baki olan gök kubbe altında hoş bir seda bırakmaktır, saygıyla alınmaktır, rahmetle yad edilmektir. Bizler halk için varız, halkımız için bu görevleri yapıyoruz. Onun için diyorum ki, yarın öldüğümüzde hoca efendi gelip şunu söylemeyecek: Cumhurbaşkanı niyetine demeyecek, devlet başkanı niyetine demeyecek, başbakan niyetine demeyecek, bakan niyetine demeyecek, trilyarderlere sesleniyorum, trilyarderler niyetine demeyecek. Ya? Er kişi niyetine diyecek, hatun kişi niyetine diyecek. Seninle beraber gelen sadece kefen olacak, başka bir şey gelmeyecek. Öyleyse, o kefenin kadrü kıymetini bilelim, hem vicdanımızın sesine, hem de halkımız sesine, onların ya hayır duasına veya bedduasına hazır olalım. Onun için diyorum ki, halkın haykırışına, son derece insani taleplerine kulak verin, kulak verelim. Halktan gelen değişim arzusunu hiç tereddüt etmeden karşılayın. Açık söylüyorum; istismarcıların, kirli odakların, Mısır üzerine karanlık senaryoları olan kesimlerin inisiyatif almasına fırsat vermeden, Mısır'ın huzuru, güvenliği, istikrarı adına önce siz adım atın. Halkı tatmin edecek adımlar atın diyorum. Bugünün dünyasında özgürlükler artık ertelenemez, göz ardı edilemez. Aylarca süren seçimlerin adı demokrasi olmaz, 24 saatte biz seçim bitiriyoruz, 24 saat. Bizim temennimiz; bu olayların büyük acılara sebep olmadan biran önce son bulması, halkın meşru ve makul taleplerinin karşılanmasıdır. Onun için diyorum ki, Mısır bir medeniyet ülkesi, bir tarih, kültür zenginlikleriyle dolu ülke. Onun için Mısırlı kardeşlerimize de sesleniyorum; bütün bu direniş sürecinde silahtan uzak, ama tarihinize de sahip çıkın, kültürünüze de sahip çıkın, buna bu arada bana göre yara aldırmayın. Sadece özgürlüklere sahip olmanın haysiyetli mücadelesini verin diyorum. Bu sizin en demokratik hakkınızdır. Demokrasi ve özgürlük bir ulufe değil insanı bir haktır. Şunu da bütün kalbimle ifade etmek durumundayım. Mısır'da ister asker, ister polis, isterse sivil olsun bir tek canın yitip gitmesi bizim Türk milletinin canından can kopmasıdır. Mısır'da bir kişinin burnu kanasın istemeyiz, istemiyoruz. Halkın da, iktidarın da böyle bir sorumluluk anlayışı içinde bölge halklarına yaraşan bir vakar ve ağırbaşlılık içinde Mısır'da her kesimi tatmin edecek, özgürlükleri, demokrasiyi en ileri standartlara taşıyacak bir değişimi omuzlaması en büyük arzumuzdur. Türkiye olarak, kardeş Mısır ve Tunus halkının yanında durmaya, kardeş Mısır ve Tunus halkıyla hüzünleri olduğu kadar sevinçleri ve umutları da paylaşmaya devam edeceğiz. Mısır'da ve Tunus'ta reformların hayata geçmesi, sükunetin bir an önce sağlanması, birlik ve bütünlüğün kesinlikle bozulmaması en büyük arzumuzdur. Tunus'ta da yeni hükümetin Tunus halkının talepleri doğrultusunda demokratik reformları hayata geçireceğini, en geniş siyasi katılım ve temsil sağlayacağını ve etkili bir kalkınma planını hayata geçireceğini ümit ediyoruz. Türkiye bu kritik süreçte Tunus'un ve Tunus halkının da yanında olacaktır.

Değerli kardeşlerim, Orta Doğu tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş bir bölgedir. Kadim Mısır'dan Mezopotamya'ya ve İslam medeniyetine kadar tarihin en köklü medeniyet gelenekleri bu coğrafyada ortaya çıkmıştır. Bu medeniyetler bilimde, düşüncede ve sanatta insanlığın ortak mirasına çok önemli katkılarda bulunmuştur. Bu coğrafyada farklı dinler ve kültürler evrensel değerleri benimsemiş ve evrensel bir medeniyet inşa etmişlerdir. Fakat son bir asırdır Orta Doğu bambaşka bir çevreye veya çerçeveye oturtulmak isteniyor. Orta Doğu, savaşlarla, çatışmalarla, kanla, göz yaşıyla, yoksullukla, yolsuzlukla, cehaletle ve insan hakları ihlalleriyle anılır hale gelmiştir. Biz Türkiye olarak, Orta Doğu ve Arap halklarının bunu hak etmediğine inanıyoruz. Bu coğrafya nasıl geçmişte bir kültür ve medeniyet havzası olmuşsa, 21. yüzyılda da aynı dinamizmi, aynı evrensel bakış açısını, aynı medeniyet perspektifini gösterecek değerlere ve enerjiye sahiptir. Orta Doğu toplumları genç ve dinamik nüfusuyla, demokrasiye ve insan haklarına olan inancıyla açık zihni ve özgürlükçü bakış açısıyla yeni bir kültür ve medeniyet hareketine öncülük edebilir. Biz son dönemde yaşanan gelişmeleri bu çerçevede değerlendiriyoruz. Değişim ile istikrar, reform ile güvenlik, demokratik taleplerle sosyal barış arasındaki dengenin muhafaza edilmesi gerekmektedir. Bu dengeyi kurmak suretiyle Orta Doğu toplumlarının daha aydınlık, daha demokratik, daha özgürlükçü, daha adil ve daha müreffeh bir geleceğe doğru adım atacaklarına inanıyoruz. Biz demokrasiden kaos çıkacağına hiçbir zaman inanmadık. Biz demokrasiden radikalizmin çıkacağına hiçbir zaman inanmadık. Düzen ve istikrar, ancak ileri demokrasiyle sağlanabilir. Ilımlılık, hoşgörü, uzlaşı ancak ileri demokrasiyle güçlenebilir. Hür, adil ve demokratik seçimlerden, milletin iradesinden kesinlikle korkmamak gerekiyor. Çünkü milletin ortak aklı, mahşeri vicdanı yanlış yapmaz, yanlışa yönelmez. Onun için millete "bidon kafalı", "göbek kaşıyanlar" gibi sıfat yakıştırmak işte bir aczin, bir cehaletin, bir gafletin ürünüdür. Bunu diyenler de o bir kısım entelektüel geçinenlerin içinden değil mi? Onların içinden çıktı. Bir kısım köşe yazarlarının içinden değil mi? Onların içinden çıktı. Ve 22 Temmuz seçimlerinde AK PARTi yüzde 47'ye gelirken, ulaşırken neyle geldi? O Cumhuriyet yürüyüşleriyle geldi. Ordumuzu göreve davet eden zihniyetlere benim milletim dur bakalım dedi, egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir dedi ve yüzde 47'yle AK PARTiyi tekrar iktidara taşıdı. Şimdi bakıyorum birileri yine buna hazırlanıyor. Değerli arkadaşlarım, sorun varsa çözüm yeri sandıktır, millete gitmektir. Ben inanıyorum ki, bu coğrafya demokrasinin evrensel değerlerini bir arada uzlaşı içinde yaşamanın en güzel örneklerini tüm dünyaya gösterecektir. Yeter ki biz kendimize inanalım, kendimize güvenelim.

Buradan bir kez daha kardeş halklara sesleniyorum; karamsar olmak bize yakışmaz. Bizler büyük bir medeniyetin mensuplarıyız. Kardeşlik ve dostluk içinde özgüvenle hareket etmek, ümit var olmak durumundayız. Hak ve özgürlük mücadelesi vermek herkesin en doğal hakkıdır. Ama şiddete başvurmadan. Şiddetten kastım, terör ağırlıklı, bunu söylüyorum. Bunu da birbirine karıştırmayalım. Karşımızdakilerin de insan olduğunu, kardeşimiz olduğunu unutmadan sağduyuyla hareket edelim. İtidalden ve aklıselimden ayrılmayalım. İnanın aşılamayacak hiçbir sorun yoktur. Biz Türkiye olarak her zaman kardeşlerimizin hissiyatına ortak olacağız. Bize ne görev düşüyorsa biz onu yapacağız. Ama hiçbir zaman durumdan vazife çıkarmayacağız, bunu da özellikle söylemek istiyorum.

Değerli kardeşlerim, Tunus ve Mısır'daki olayları en başından itibaren çok büyük dikkatle izliyor, özellikle oralardaki vatandaşlarımızın güvenliği ve Türkiye'ye transferleri noktasında gereken adımlar yakın takipte. Başta Dışişleri Bakanım olmak üzere tüm ekibiyle bunlar şu ana kadar takip edilmiş, Türk Hava Yollarımızla koordineli bir şekilde yürütülmüştür. Şu an itibariyle Mısır'dan yaklaşık olarak söylüyorum 1500 vatandaşımızı Türkiye'ye taşıdık. Türkiye'den transfer konusunda yardım isteyen 3. dünya ülkelerine de vize ve transfer konusunda her türlü yardımı anında yaptık ve bir kısmı ülkemizde kalarak kendi ülkelerine devam yolunu tercih ettiler.

Önceki akşam da Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Obama'yla bir telefon görüşmesi Denizli'den yaptık, Mısır'daki gelişmeleri ele aldık. Sayın Obama, bölgede demokrasiyi içselleştirmiş bir ülke olan Türkiye'nin sürekli seçimle iş başına gelmiş, iki kez üst üste genel seçim kazanmış hükümetinin Mısır'daki gelişmelere bakışını kendileri de önemsediklerini ifade ettiler. Bu yöndeki değerlendirmelerimizi aldılar ve kendileriyle böyle bir değerlendirmede bulunduk. Meşru ve doğal taleplerin karşılanması, istikrarın temin edilmesi hususunda hem fikir olduğumuz da bu telefon görüşmesiyle teyit edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, tabi küçük ya da büyük, içeride ya da dışarıda olumsuz her meseleyi derhal istismara yönelen, her meselede Hükümete fatura çıkarmak ya da ilgili-ilgisiz mesaj vermek isteyen muhalefet, Tunus ve Mısır'daki olayları da tersinden okuma kabiliyetini ciddi bir şekilde ortaya koymuştur. Başta Ana Muhalefet Partisi CHP olmak üzere muhalefet partilerinin Tunus ve Mısır olaylarından ders çıkarmak yerine, mesaja kulaklarını tıkayarak halkı şiddete davet etmeleri bir kez daha söylüyorum; Türk demokrasisi adına bu partiler üzerinde kolay kolay silinmeyecek bir kara lekedir. Biraz önce de ifade ettim değerli arkadaşlarım, 1950 yılında merhum Adnan Menderes'in iktidara gelmesi, halkın CHP iktidarına karşı adeta demokratik bir başkaldırısı olmuştur. Millet iradesi demokratik bir şekilde sandıkta tecelli etmiş, olgunluk içinde sürece müdahale etmiştir. Aynı şekilde milletin gönlünde kendisine silinmez bir yer edinen merhum Turgut Özal'ın da 12 Eylül'ün ardından geldiğini unutmayınız. Üst üste milletin teveccühüne mazhar olması, esasen milletin darbeye, darbecilere bir karşı çıkışıdır. Aynı şekilde 3 Kasım seçimlerinde bu aziz millet DSP-MHP-ANAP koalisyonuna, ondan önceki koalisyon yönetimlerine "yeter, söz de, karar da milletindir" diyerek tepkisini ortaya koymuştur.

22 Temmuz seçimleri, halkımızın AK PARTi'ye büyük teveccühüyle birlikte statükoya, baskıya, vesayetçi anlayışa, yasakçı anlayışa bir tepkidir. Hatırlayın, şahsıma muhalefet senin de akıbetin Menderes gibi olacaktır ifadelerini söylemeye ve bazı entelektüelleriyle, bazı köşe yazarlarıyla aynen yazmaya başlamışlardır. Herhalde birilerine benzetiyorlardı. Biz Allah'ın verdiği ömrü Allah'tan başka kimse noktalamayacaktır, bunun böyle bilinmesini isteriz.

Değerli kardeşlerim, en önemlisi de; 12 Eylül halk oylaması CHP, MHP ve BDP başta olmak üzere statükoyu korumaya çalışan, değişime direnen, milletin iradesini hiçe sayan, milletin talep ve arzularına kulak tıkayan çevrelere karşı açık bir mesaj vermiştir. Bu millet her zaman değişimden yana olmuş, değişimi de demokratik yollarla sandık yoluyla gerçekleştirmeyi her zaman bilmiştir. Tunus ve Mısır'daki olaylar üzerinden AK PARTi'ye mesaj gönderen bazı köşe yazarları var. O mesajı asıl kendileri alması gerekenlerdir. O mesajı kendileri iyi okumaları lazım. Bizim o mesaja ihtiyacımız yok, bizim milletin mesajına ihtiyacımız var. Benim milletim o mesajı o siyasi partilere de defalarca vermiştir. 12 Eylül'de en güçlü şekilde vermiştir. Ne yazık ki, o siyasi partiler mesajı doğru okumak noktasında hala direnmektedirler. Bu ülkede kimin ileri demokrasiden, özgürlüklerden yana olduğu, kimin de statükodan, vesayetçi anlayıştan, baskı ve yasaklardan yana olduğu gün gibi aşikardır. Bu ülkede kimin hukukun üstünlüğünü savunduğu, kimin de üstünlerin hukukunu muhafaza etmek için mücadele ettiği ortadadır. Türkiye'de kimin çetelere karşı amansız bir mücadele içinde olduğu, kimin de çetelere avukatlık yaptığı herkesin malumudur. Yarın yazacaklarını biliyorum, ama söylemek zorundayım. Üç haftadır grubumuz yok. Nedir o? İşte bazı entelektüeller, bazı köşe yazarları ikide bir yazarak, konuşarak şu ifadeleri kullanıyorlar: Zannediyorlar ki bizim gayretlerimizle birçok şeyler oldu. Sizin gayretleriniz belki bir işaret fişeği olabilir. Ama bunları sümen altına iten geçmişte olduğu gibi iktidarlar olursa, siz sadece söylediklerinizle, yazdıklarınızla kalırsınız. Biz ise, bu işi sizlerle değil, her şeyi kendi periyodu içerisinde, takvimi içerisinde yürüten, işleyen ve bu şekilde de neticeye milletiyle ulaşma gayreti içinde olan bir iktidarız. Kimin milletle birlikte hareket ettiği, kimin millete tekrar söylüyorum bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam diyerek millete hakaret ettiği aynı şekilde ortadadır. Sanırsınız ki onlar halktan yana, özgürlükten yana, ileri demokrasiden yana, biz karşıyız. Halktan yana olan, halkın iradesini baş tacı yapan, milli iradeye gölge düşürülmesine eyvallah etmeyen AK PARTi iktidarıdır. Demokrasiden yana olan; Meclis'i terk edenler, komisyonları terk edenler, halk oylamasında halkı boykota çağıranlar, siyasi iktidara tuzak kuran çetelere avukatlık yapanlar değil canı pahasına gecesini gündüzüne katarak çalışan, mücadele eden, dik duran AK PARTi iktidarıdır.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle başta Ana Muhalefet Partisi CHP olmak üzere, muhalefetin artık seviyesi iyice düşen izan, insaf ölçülerini iyice aşan nezaketi, saygıyı artık iyice terk eden üslubu hakkında da bazı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. MHP ve BDP'nin uzun süredir devam eden siyasi nezaket ve terbiye dışı üslubunu zaten uzun süredir dikkate almıyoruz. Cevaplama gereğini de duymuyorum. Ancak aynı üslubun CHP'de topyekûn bir siyasi söyleme artık bir politikaya dönüşmüş olmasından dolayı demokrasimiz adına ciddi bir kaygı duyduğumuzu da belirtmek istiyorum.

CHP'nin yeni Genel Başkanı, Genel Başkan olduğu ilk kurultayda nasıl bir üslup, nasıl bir söylem, nasıl bir ağız kullanacağını açık açık ortaya koydu. 12 Eylül halk oylaması öncesinde bu üslup maalesef dibe vurdu. Sadece bizim tarafımızdan değil, bizzat CHP seçmeni tarafından dahi tepkiyle karşılandı. Şu anda Genel Başkanın üslubunun, genel başkan yardımcıları ve milletvekilleri tarafından da benimsendiğini, CHP'ye bütünüyle bir üslupsuzluğun hakim olduğunu görüyoruz. Sevgili kardeşlerim, ben CHP'ye gönül veren kardeşlerime de sesleniyorum, MHP'ye gönül veren kardeşlerime de sesleniyorum, BDP'ye gönül veren kardeşlerime de sesleniyorum; bir Ana Muhalefet Partisi Liderinin Yardımcısı kalkıp da bu ülkenin Başbakanına bostancıbaşı veya harem ağası ifadesini yakıştırabilir mi? Bunu neyle acaba ifade edeceksiniz? Bütün bunlar karşısında kalkıp da ikide bir Sayın Başbakan çok gerilimli deme nezaketini gösteren o köşe yazarlarına sesleniyorum; acaba sizler bu açıklama karşısında ne yazdınız, ne söylediniz? Burada ben veya arkadaşlarım bu ifadeler karşısında eyvallah, iyi söyledin mi diyeceğiz? Kimin eli kimin cebinde belli değil. Böyle bir Ana Muhalefet Partisi olur mu? Bugün yanında CHP içinde tartışmaların, çekişmelerin, seçim öncesi hesapların kontrolsüzlüğü daha da artırdığına, seviyeleri çok daha aşağılara çektiğine işte bu ifadelerle şahit oluyoruz. Öncelikle şunu söylemek istiyorum. CHP ve Genel Başkanın bu üslubunu biz bugüne kadar tam anlamıyla, yani şöyle gülümseyerek karşıladık, ciddiye almadık. Bu üslubu her zaman milletimize şikayet ettik. Zaman zaman son derece hassas mevzularda yapılan açıklamalar, namuslu, şerefli insanlara atılan iftiralara, bilgisiz, belgesiz, mesnetsiz iddialara sert cevaplar vermemiz gerekti. Örneğin, AK PARTi'yi bir terör örgütüyle işbirliği halinde gösterme gayretlerine açık söylüyorum, böyle bir densizliğe biz gereken dil ve üslupla cevap verdik, sessiz mi kalacaktık? Bu ülkedeki her bir siyasi parti, yasal, meşru her dernekle, her vakıfla, her sivil toplum örgütüyle oturur, konuşur, onları ziyaret eder veya kabul eder. Eğer burada bir suç varsa, bir yasa ihlali varsa bunu değerlendirecek, bununla ilgili karar verecek mercii CHP Genel Başkanı değil, yargıdır, savcıdır, hakimlerdir. Biz bütün siyasi partiler gibi meşru ve yasal zeminde herkesle görüşürüz. Bunu bir ittifak, bir işbirliği gibi lanse etmek, bunu dolandırarak başka yerlere çekmek bize değil, bu iftiraları atanlara zarar verir. Şimdiki CHP Genel Başkanının SSK Genel Müdürlüğü döneminde terör örgütü mensuplarına nasıl sahip çıktığını, nerelere nasıl tayinler yaptığını biz Parlamentoda defaatle açıkladık, belgelerle açıkladık, biz belgelerle konuşuyoruz, bunları açıkladık. Ama bunu hiçbir zaman bir terör örgütü-CHP ilişkisi olarak lanse etmedik ve etmeyiz. Biz böyle bir üslubu kendi siyasi ilkelerimize, duruşumuza asla uygun göremeyiz. Son derece nezaketsiz bir dil kullanıp, ardından da çıkıp üslup dersi vermek, pişkinlik değil de nedir? Ben SSK'yı 7 yıl yönettim, güzel. Tamam da, 7 yıllık yönetiminde SSK ne yaptı? SSK, 7 yıl hep ne yazık ki kayıptaydı, sürekli kayıptaydı. Üstelik 1 yıl önce SSK başarılı bir performans ortaya koyarken, artıdayken, 7 yıllık süreçte sürekli artarak ekside devam etmiştir. Bunu da bütçe müzakerelerinde açıkladım, yıl yıl açıkladım, arkadaşlarım açıkladı, hepsi söylediler, buna rağmen yahu hangi yüzle çıkıyorsun da hala ben SSK'yı başarıyla yönettim diyorsun. Halep ordaysa arşın belgelerde, evraklarda, burada.

Ortaya attığı iddialar tek tek çürütüldüğünde yüzü kızarmak varken, mahcup olmak varken, pişkinlikle seviyeyi aşağılara çekmek, bir siyasi yöntem olabilir mi? Bu üsluptan rahatsız olan sadece biz değiliz değerli arkadaşlarım, vatandaş da bu üsluptan rahatsız. Bizzat CHP kitlesi, CHP'ye gönül veren vatandaşlarım, kardeşlerim de bu üsluptan rahatsız. Aylardır bu üslubu gizlemeye, örtmeye çalışan, işte şimdi candaş medya dahi bu üsluptan rahatsız, zorla örtmeye çalışıyorlar. Ben buradan açık açık söylüyorum. Eğer CHP Genel Başkanı bu üslupla, bu söylemle devam ederse, geçmişte de yaptığımız gibi kendisini ademe mahkum eder, istihza için bile olsun kendisini muhatap almayız. Bir Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanını muhatap almamak, onu ciddiye almamak istemeyiz. Ama sözünün ağırlığı kalmayan, üslubunun seviyesi düştükçe düşen bir kişiyi muhatap almak, onun ciddiyetsiz yaklaşımlarına cevap vermek de bizim için bir züle dönüşüyor. Biz CHP Genel Başkanından bir siyaset ortaya koymasını, ciddi bir siyasi proje üretmesini artık beklemiyoruz, bundan ümidimiz kalmadı. Ama bari ciddi bir üslup, seviyeli bir siyaset tarzı ortaya koysun eğer başarabilirse. Herkes sözünü ölçerek, tartarak, edep ve nezaket dairesi içinde söylemeli. Bakın altını çizerek ifade ediyorum. Yolsuzluk ne kadar büyük bir suçsa, ne kadar büyük ...se, aynı şekilde namuslu, şerefli insanlara hiçbir belge olmadan, mesnetsiz şekilde yolsuzluk ithamında bulunmak da o kadar büyük suç, o kadar büyük ... Sen yolsuzluk ithamında bulunacaksın, iftira atacaksın, insanlar işi gücü bırakıp bu iftirayı yalanlamakla uğraşacak. İftira yalanlandığında da senin yüzün kızarmayacak. İşi pişkinliğe vurup devam edeceksin. Siyaset bu değildir. Siyasette üslup bu olamaz. İftira atmanın bedeli değerli arkadaşlarım, pişkinlik olamaz. CHP'deki bu üslubun geçtiğimiz hafta farklı yansımalarına da şahit olduk. Önce Anayasa Komisyonunda, Anayasa Mahkemesi'yle ilgili görüşmeler sırasında sokak sokak, mahalle mahalle direnme çağrısı yapıldı. Ardından Adalet Komisyonunda Yargıtay ve Danıştay'la ilgili görüşmeler sırasında CHP'li üyeler Komisyondan istifa ettiler. Seçim öncesinde CHP tarafından yapılan bu tehlikeli çağrıların, CHP'li Komisyon üyeleri tarafından verilen istifaların son derece anlamlı olduğunu burada ifade etmeliyim. Bugüne kadar birçok yasanın, çok daha önemli yasaların müzakeresinde dahi kullanılmayan bir üslup ve yöntem çok az bir süre kala CHP tarafından devreye alınmış durumda. Öncelikle Adalet Komisyonundan istifaların Anayasa ve İç Tüzük hükümlerince Komisyonun çalışmasını engellemediğini hatırlatmak istiyorum. Yeni üyeler seçilinceye kadar Komisyon çalışmalarına yine devam eder. Anayasa da, İç Tüzük de bunu hiç tartışmaya mahal vermeyecek şekilde ortaya koyuyorum.

Mahalle mahalle, sokak sokak direniş çağrısıyla ilgili Burdur ve Denizli'den CHP Genel Başkanına tatmin edici bir açıklama yapma çağrısında bulundum. Ne yazık ki şu ana kadar CHP'den tatmin edici bir açıklamayı bırakın, zımni olarak bu açıklamayı destekleyen açıklamalar geldi. Açıkçası gerek bu açıklama, gerek bu açıklama karşısında Genel Başkanın suskunluğu CHP'nin kodlarının, CHP'nin genlerinin hiçbir değişime, hiçbir mutasyona uğramadığını gösteriyor. 1960 müdahalesi öncesinde CHP aynı şekilde tahrik yoluyla, kışkırtma yoluyla, gençleri sokağa dökme yoluyla medyayı da kullanarak müdahalenin zeminini oluşturdu. Müdahaleye çanak tuttu ve alkışladı. Bugün aynı şeyi tekrarlamak istiyorlar. Türkiye'nin değiştiğine, aziz milletin ne kadar güçlü bir şekilde reyine sahip çıktığına inanmak, bunu görmek istemiyorlar.

İşin daha da ilginç yanı şu: Mahalle mahalle, sokak sokak direnme çağrısı yapanlar belli ki seçimde bir başarı sağlayacaklarına dair umutlarını kaybetmiş durumdalar. Seçimden başarılı şekilde çıkacaklarına inansalar böyle çağrıları asla yapmazlar. Bu bir umutsuzluk çağrısıdır, bu çaresizlik göstergesidir. CHP'ye şunu net olarak hatırlatmak istiyorum: Türkiye 1950'lerin, 1960'ların Türkiye'si değil. Türkiye ileri demokratik standartlara ulaşmış, artık statükoyu, artık vesayeti sorgulayan, siyaseti şekillendirme gayreti içindeki çeteleri, mafyayı tasfiye etmiş, tasfiye eden bir ülke. Türkiye demokratik olgunluğa erişmiş bir ülke. Millet artık reyine sahip çıkıyor, iktidarına sahip çıkıyor, en önemlisi de sandığa, demokrasiye sahip çıkıyor. Seçim dışında, sandık dışında, demokrasi dışında hiçbir yöntem milletin nezdinde itibar görmeyecek. Tam tersine millet tarafından eminim ki şiddetle tel'in edilecektir. CHP eskiden beri kendi siyaset yapamadığı, rakipleriyle baş edemediği için ya birilerini göreve davet eder, ya halkı sokağa davet eder. Halka, demokrasiye, sandığa inanan, kendisine güvenen partiler başkalarından medet ummazlar. Sadece millete ve demokrasiye inanırlar. CHP artık bu kolaycılığı, bu sorumsuzluğu bir yana bırakmalıdır. Demokratik bir siyasi parti gibi davranmalıdır. Millete eline taş sopa alıp sokak sokak direnme çağrısında bulunanlar, bu ülkenin birliğine ve kardeşliğine kast etmenin bedelini elbette sandıkta çok ağır bir şekilde ödeyecektir. Böyle bir çağrının herhangi bir milletvekilimiz, bırakın milletvekilimizi, herhangi bir beldede bir belediye meclis üyemiz tarafından yapıldığında nasıl bir tepkiyle karşılanacağını sizlerin takdirlerine sunuyorum. Medyanın nasıl çarşaf çarşaf bunu sayfalarına taşıyacağını, diktatörlük, baskı, faşizm türküleri söyleyeceğini sizlerin ...ne bırakıyorum. Bir heykel tartışmasını dahi, alkolle ilgili bir düzenlemeyi dahi rejim meselesine taşıyanların, sokak sokak direniş çağrısı karşısında derin bir suskunluğa gömülmüş olmalarını milletimin hakemliğine bırakıyorum.

Değerli arkadaşlarım, umarım CHP bir an önce hukuka ve demokrasiye saygı göstermesini öğrenir. Bakınız şimdi ne söyleniyor? Alkollü hareket engellenemez. Ya bir siyasetçi buna önderlik eder mi, buna sahip çıkar mı? İşte gençleri sokağa dökerek ne yapıyorlar şimdi? Taksim'den meydana alkollü hareket engellenemez. Biz bu ülkeyi bu tür anlayışlara teslim edemeyiz, benim milletim bunu yapmaz, yapmadı zaten. Kendisini idare edemeyenin milleti idare etmesi, ülkeyi idare etmesi mümkün mü? Anayasamızda işte 58. madde çok açık net ortada. Kimse onu görmüyor. Anayasanın gereğini yerine getirdiğimiz için bize Anayasanın gereğini yapıyor bu Hükümet demiyor kimse, farklı yerlere çekiyor. Bak orada gençliğin korunması deniyor. Ama tam aksine bunlar gençlerin korunmasını değil, gençliğin maalesef alkolik olmasını arzu ediyorlar; aramızdaki fark bu. Biz Anayasamızın amir hükmü neyse bunu gereğini yine yaparız, yapacağız. Amerika'sında, Avrupa Birliği'nde oralarda da değilse aynısını yapıyoruz, yapacağız, kaldı ki bu biliyorsunuz değerli arkadaşlarım bir bağımsız kurulun şu anda hazırlamış olduğu bir genelgedir. Umarım CHP erken uyananın bildiri yayınladığı, açıklama yaptığı bir parti olmaktan, belli politikaları olan ve bu politikalar doğrultusunda hareket eden bir parti haline gelir. Değerli kardeşlerim, buna demokrasi adına emin olun en çok biz seviniriz.

Ve sözlerime burada son veriyor, Meclis çalışmalarında sizlere başarılar diliyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor ve Allah'a emanet ediyorum.