Recep Tayyip Erdoğan'ın 13 Eylül 2011 tarihinde Kahire'de Arap Birliği Dışişleri Bakanları Konseyi'nin açılış oturumunda yaptığı konuşma

Vikikaynak, özgür kütüphane


Bismillahirrahmanirrahim. Sayın Başkan, Arap Ligi Genel Sekreteri Sayın Nebil El Arabi, saygıdeğer dışişleri bakanları, muhterem kardeşlerim, hanımefendiler, beyefendiler; bölgemizde tarihi gelişmelerin yaşandığı böyle bir dönemde siz değerli kardeşlerimle bir araya gelmekten büyük bir memnuniyet duyuyor, hepinizi muhabbetle selamlıyorum. Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü.

Bu vesileyle değerli kardeşlerim Mısır Arap Cumhuriyeti Başbakanı İsam Şeref’e ve Arap Ligi Genel Sekreteri Sayın Nebil El Arabi’ye bizlere gösterdikleri misafirperverlikten dolayı şahsım ve heyetim adına şükranlarımı sunuyorum.

Türkler ve Araplar olarak yüz yıllardır tarihi dostluk ve kardeşlik bağlarına sahip halkların evlatlarıyız. Yüz yıllarca bir arada aynı coğrafya üzerinde, aynı medeniyeti, aynı inancı, ortak bir kültürü paylaştık. Aynı medeniyet üzerine inşa edilmiş değerleri farklı lisanlarla da olsa nesilden nesile aktardık. Birimizin kederi hepimizi kederlendirdi. Yine birimizin sevinci, neşesi hepimizin yüzünü güldürdü. Bizler geçmişleri, bugünleri ve gelecekleri ortak çizilmiş iki milletiz. Sana’da torununa tahta bir oyuncak dahi alamayan bir dedenin yüreğindeki hüzün, Rabat’ta, Beyrut’ta gözyaşına dönüşür. Riyad’ta, Doha’da yaşanan mutluluklar, Kudüs’te, İstanbul’da gönüllerimizi şenlendirir. Gazze’de ağlayan Filistinli bir çocuk, Ankara’daki bir annenin yüreğini sızlatır. Kahire’de gençliğin yükselen sesi, Trablus’ta, Şam’da, İstanbul’da aynı heyecanla yankılanır. Bizler aynı bedenin ve aynı ruhun unsurlarıyız. Zira bizler büyük ve köklü bir aileyiz. Aile içinde sevinçler paylaştıkça artar, hüzünler paylaştıkça azalır. Şimdi sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi en üst düzeyde paylaştığımız tarihi bir dönemeçteyiz. Şimdi birbirimizi her zamankinden daha iyi anlıyor, daha iyi hissediyoruz. İstikbale umutla ve güvenle bakıyoruz. Türk ve Arap halkları olarak ebedi kardeşliğimizden aldığımız güçle aramızdan gün ışığının geçmesine izin vermeyecek kadar saflarımızı sıkı tutmalıyız. Farklı dillerle, aynı … coğrafyasını ve kaderi paylaşan bizler için yeniden ortak geleceğe sahip çıkma zamanı gelmiştir. Bu şuuru canlı tutmak hem geçmiş nesillere bir borcumuz, hem de gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzdur.

Değerli kardeşlerim; daha fazla özgürlük, demokrasi, insan hakları hepimizin ortak şiarı olmalıdır. Zira halklarımızın geleceğe umutla bakmayı hak etmediğini hiç kimse iddia edemez. Halklarımızın meşru taleplerini mutlaka ama mutlaka meşru yollarla ve meşru yöntemlerle karşılamaya mecburuz. Meşru talepleri gayri-meşru yöntemlerle güç kullanarak bastırmaya çalışanlar, adaleti erteleyenler bugün değilse, yarın büyük bir yanılgı içinde olduklarını anlayacaklardır. Mütevazı hayatında seyyar tezgahını korumak ve evine ekmek parası götürmekten başka bir gayesi olmayan Muhammed Bouazizi insan onurunun değerini dünyaya bir kere daha hatırlatmıştır. İnsan onurunun her türlü siyasi rejim ya da güvenlik tartışmasının üstünden bir etki yapacağını göstermiştir. Bu onurlu duruş Arap halklarının kendisinden başka hiçbir yerde aramasına gerek olmayan medeni değerlerin bir yansımasıdır. Evet, önümüzdeki süreç meşakkatlidir, zordur. Bu süreci tersine çevirmeye çalışan ve çalışacak gizli mihraklar da vardır, olacaktır. Bu gizli mihraklara karşı tedbirli olmalıyız. Ama artık gizli mihrakların gücünü bahane ederek çözümleri ertelemeye son verme zamanı da gelmiştir. Yürekten inanıyorum ki, kardeş Arap halkları asla belirsizliğe fırsat vermeden kendi iradeleriyle bu süreci başarıyla, hayırla sonuçlandıracaklardır. Adalet ve hakkaniyet çizgisine sadık kalınması ve herkesin hukukunun korunması halinde yeni umut kapılarını ardına kadar açacak olan Allah’ın yardımı mukadderdir. Halkların meşru beklentilerinin vakit kaybetmeden karşılanması için eşzamanlı olarak siyasi, ekonomik ve sosyal reformların gerçekleştirilmesi elzemdir. Bu tarihi süreç tamamlandığında adalet ve hakkaniyetin tecelli etmesi, barış ve huzurun, emniyet, güvenin, demokrasi ve hukukun herkesi kuşatacak şekilde hissedilmesi bugün göstereceğimiz vakur duruşa bağlıdır. Tarihin yeniden evrildiği bir dönemde kardeş Arap halklarının bu vakur duruşunu saygıyla selamlıyorum. Bazıları gibi çıkar hesaplarıyla değil, sadece ve sadece kardeşlerimin onurlu bir geleceğe sahip olması için Arap halklarının bu değişimi gerçekleştirmesini diliyorum. Bazılarının Libya’nın yeraltı zenginlikleri üzerinde yaptığı veya yapacağı hesaplara bakarak değil, sadece Libyalı kardeşlerimi sevdiğim için bunları ifade ediyorum. Dolayısıyla, burada atılacak adımlar geleceği çok daha farklı inşa edecektir. Hiç şüphesiz bu süreç en çok ortak aklın harekete geçmesi, en çok dayanışmanın gösterilmesi gereken bir süreçtir. Yüz yıllarca bilimden edebiyata, sanattan felsefeye, insanlık tarihinde çığır açmış yeniliklere imza atmış bölge insanı üzülerek ifade etmeliyim ki bugün olması gerektiği noktada değildir. Bizler bu akışı tersine çevirecek birikime fazlasıyla sahibiz. Bugün cereyan eden gelişmelere de bu zaviyeden bakmak durumundayız. Bu bağlamda Libya halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini zaferle sonuçlandırmış olmasını memnuniyetle karşıladığımızı ifade etmek isterim.

Libya’nın Arap Liginde bundan böyle Libya Ulusal Geçiş Konseyi tarafından temsil edilmesi yönündeki karar da önemli ve sevindiricidir. Biz Libya’nın yaklaşmakta olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da Libya Ulusal Geçiş Konseyi tarafından temsil edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Çünkü Ulusal Geçiş Konseyinin geçmişte yaşananlardan ders çıkararak, tüm Libya halkının iradesinin yönetime yansıması için hassasiyet içinde hareket edeceğine inanıyoruz. Aklıselimin bu yönde tecelli edeceğini de samimiyetle inanıyoruz.

Muhterem kardeşlerim; Türkiye olarak Ortadoğu’daki gelişmelere kayıtsız kalmamız düşünülemez. Bunu sadece aynı coğrafyanın bir parçası oluşumuzu düşünerek söylemiyorum. Ortak tarihimizi ve ebedi kardeşliğimizi de dikkate alarak söylüyorum. Kaldı ki bu bölgede cereyan eden her bir gelişmenin bölgemizin bütün dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda daha geniş bir coğrafyayı etkileme potansiyeli taşıdığı aşikardır. Ortadoğu Bölgesinde her bir olayın bölgenin dengelerinden ayrı düşünülmesi ve tek başına ele alınması asla gerçekçi olamaz. Bu nedenle sürecin en başından bu yana bölgemizde vuku bulan değişim ve dönüşüm sürecinde ihtiyaç duyan herkese dostluk elimizi uzattık. Uzattığımız bu dostluk elini muhabbetle tutanlar olduğu gibi, elimizi havada bırakanlar da oldu. Ama biz buna da aldırmadık, doğru bildiğimiz yoldan şaşmadan, halkın taleplerine cevap verilmesi noktasında dostane telkinlerimizi ısrarla dile getirmeye devam ettik. Bu vesileyle bir gerçeği hatırlatmakta fayda görüyorum. Halkların meşru talepleri karşısında bugün takınacağımız tutum ve atacağımız adımların hesabı ancak halklar tarafından sorulabilir. Bu çağrım bölgemizdeki tüm ülkeler için geçerlidir ve buna İsrail de dahildir. İsrail bir yandan bölgemizde meşruiyetini sağlamaya çalışırken, diğer yandan da kendi meşruiyetinin temellerini sarsan sorumsuz adımlar atmaya devam etmektedir. Uluslararası hukuku ve insanlık onurunu hiç tereddüt etmeden ayaklar altına alan bu İsrail Hükümetinin saldırganlığı, çocuklara oyun parkı ve oyuncak götürmek üzere yola çıkan uluslararası bir yardım konvoyuna, uluslararası sularda askeri bir saldırı düzenleyebilecek kadar şirazesinden çıkmıştır. İşte 9 tane vatandaşımız o sularda şehit edilirken, aynı şekilde kısa bir süre önce 5 tane Mısırlı kardeşimizin şehit edilmesi de bizim için aynı değerdedir. İsrail Hükümet politikalarının saldırganlığı, İsrail halkının geleceğini tehdit etmektedir. Barışın önündeki engel, İsrail Hükümetinin zihniyetidir, İsrail yönetiminin zihniyetidir. İsrail Hükümeti tarafından, aslında İsrail halkı ablukaya alınmıştır. Daha da vahimi, öldürdüğü sivillerin ülkesi tarafından kendisinden talep edilen özür ve tazminat taleplerine de kulak tıkamakta, kendisini hukukun üstünde görebilmektedir. İşte bunun son örneğini Mavi Marmara saldırısını araştırmak üzere kurulan Palmer’in hazırladığı raporda gördük. Bu vesileyle tekrar söylüyorum, bu raporun bizim için hiçbir hükmü yoktur, olmayacaktır. Gazze’ye uygulanan ablukanın yasal olduğunu söyleyecek kadar İsrail tezlerinin esiri olan bu rapor bizim için Arapça ifadesiyle “Keemlem yekün”dür, yok hükmündedir. Gazze ablukasını meşru gören hiçbir cümleyi tanımadığımızı bir kere daha ilan ediyorum. Şunu da özellikle belirtmek isterim ki, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası çevreler, İsrail’in tek taraflı, şımarık uygulamalarına pirim vermeye, bu insanlık dışı uygulamalarına gözlerini kapamaya devam ederlerse işlenen bu suçun bir faili olarak anılmaktan kurtulamayacaklardır. Şu iyi bilinmelidir: İsrail ne zaman makul, sorumlu, ciddi, insan hakkına, yaşam hakkına saygılı normal bir devlet olarak davranırsa, ancak o zaman içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmayı başarabilecektir. Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin normalleşmesi için gerekli gördüğü şartlar hala geçerlidir. İsrail özür dilemedikçe, öldürülen şehitlerimizin ailelerine tazminat ödemedikçe, Gazze’ye uyguladığı ablukayı kaldırmadıkça Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi söz konusu olamayacaktır. Palmer Raporunun açıklanmadan önce basına sızdırılmasının... Basına sızdırılmasının hemen ardından bildiğimiz gibi İsrail ile ilişkilerimizde bazı tedbirleri hemen uygulamaya koyduk. Aldığımız bu kararlara göre, Türk-İsrail diplomatik ilişkileri ikinci katip düzeyine indirilmiştir. Türkiye ile İsrail arasındaki askeri anlaşmalar askıya alınmıştır. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan sahildar devlet olarak Türkiye, Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacaktır. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı tanımamaktadır. İsrail’in 31 Mayıs 2010 tarihi itibariyle Gazze’ye yönelik olarak uyguladığı ablukanın Uluslararası Adalet Divanı’nda incelenmesini sağlayacaktır. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nu harekete geçirmek için girişimler başlatılacaktır. İsrail saldırısının Türk ve yabancı tüm mağdurlarının mahkemelerdeki hak arama girişimlerine tarafımızdan gereken her türlü destek verilecektir. Hiçbir ülke uluslararası hukukun üzerinde olmadığı gibi, uluslararası hukuk da sadece bazı ülkelerin güdümünde değildir, olamaz. Daha adil, daha yaşanılabilir, daha güvenli bir dünya düzeni için, bireyler gibi, devletler de işledikleri cinayet suçlarının bedelini ödemek durumundadır. Terör suçlarının bedelini ödemek durumundadır. Türkiye olarak ülkemize ve uluslararası hukuka karşı yapılan her türlü eyleme karşı sesimizi yükseltmeye ve bu eylemlerin karşılıksız kalmaması için gerekenleri yapmaya devam edeceğiz. Bu vesileyle Sayın Arap Ligi Genel Sekreteri’nin İsrail’le ilişkilerimizde aldığımız tedbirlere vermiş olduğu destekten dolayı kendilerine bir kez daha huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum. Bu desteğin ve dayanışmamızın ablukanın gayri hukukiliğini tescil etmek amacıyla uluslararası adalet divanında başlatacağımız süreçte de devam edeceğine eminiz.

Değerli kardeşlerim, her fırsatta ifade ediyorum. Filistin davası ayaklar altına alınmak istenen insanlık onurunu ayağa kaldırma ve dik tutma mücadelesidir. O yüzden bu dava sadece Filistin’in ve Filistinlilerin değil. Adaletten, hak ve hukuktan, insaniyetten yana olan bütün devletlerin, bütün milletlerin ortak davasıdır. Bu mesele asla herhangi bir mesele değildir. İsrail-Filistin meselesi, devletlerarası bir meselenin ötesinde bir insanlık meselesidir. Onlarca yılın meselesidir. Sadece Ortadoğu açısından değil, küresel barış açısından da tayin edici bir meseledir. Bölgemizde yaşanan olaylar Ortadoğu’daki sorunların merkezinde yer alan İsrail-Filistin ihtilafının yattığı gerçeğini gölgeleyemez. İsrail-Filistin meselesi artık boyutlarını çok aşarak, uluslararası düzenin meşruiyetini belirleyen bir mesele haline gelmiştir. Gazze bu durumda oldukça, uluslararası düzende hak, hukuk, meşruiyet gibi kavramların ne anlama geldiği konusunda kaos derinleşecektir. Bu meselede statükonun sürdürülmesi artık mümkün değildir. Zulüm üzerinden siyaset yapanlar zulümlerinin ebedi, güçlerinin mutlak olduğunu zannedenler sonuçta mutlaka kaybedeceklerdir. Mesele çok açık ve nettir. Filistinli kardeşlerimiz, özlemini çektikleri devletlerine artık kavuşmalıdır. Bu nedenle Filistin Devletinin tanınması yegâne doğru yoldur. Bu bir seçenek değil, zorunluluktur. Filistinli halkının bu haklı ve meşru mücadelesini bütün gücümüzle hep birlikte desteklemeliyiz. Allah’ın izniyle içinde bulunduğumuz ay sona ermeden Birleşmiş Milletler’de Filistin’i çok farklı bir statüde görme imkanı bulacağız. Bu amaç doğrultusunda Filistinli kardeşlerimizle el ele vermeli ve ortak çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürmeliyiz. Artık Gazzeli Muhammed’in, Nabluslu Ayşe’nin, Ramallahlı İbrahim’in, Kudüslü Zeynep’in, El-Halilli Osman’ın bayrağının Birleşmiş Milletler’de dalgalanmasının zamanı gelmiştir. Gelin özlemi duyulan o Filistin bayrağını en kısa zamanda göndere hep beraber çekelim. Gelin Filistin bayrağını… Gelin Filistin bayrağını göndere çekelim. Ve o bayrak, Ortadoğu’da barışın, adaletin sembolü olsun. Gelin Ortadoğu’ya hak ettiği barış ve istikrarın gelmesine katkıda bulanalım. Ve bu duygu düşüncelerle Konsey toplantısının başarılı geçmesini, tüm bölgeniz ve dünya için hayırlı sonuçlar doğurmasını diliyorum.

Hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun. “Fi emanillah maesselame”