Müthiş Bir Böcek
Gece, uykumun en derin yerinde, keskin bir ısırılışla fırladım. Elektrik düğmesini çevirdim. Karnı, patlayacak kadar taze kanla dolu bir tahtakurusu, odayı bir anda dolduran göz kamaştırıcı ziya içinde, ne yapacağını, nereye gideceğini, nasıl saklanacağını bilmeyerek, sırtında koca yükle yakalanmış bir hırsız telaşı ile, beyaz örtülerin kıvrımları arasında aptal aptal kaçıyordu.
Küçük böceğe dokunmadım ve çetin talihi, yavuz yürekliliği hakkında hayretle düşünceye daldım:
Hiç şüphe yok ki aslan bile, bu bir kahve damlası kadar küçük hayvanlardan daha çok cesur değildir. Tırnakları hançerlerden daha kesici, dişleri en korkunç kılıçlardan daha delici, sesi gök gürlemeleri gibi hava tabakalarını dalgalandıran, kuyruğunu her vuruşu yerleri sarsan koca aslan için, boş çöllerde ince ayaklı ceylanlar, âciz öküzler boğazlamak bir iş mi?
Her hayvanın avı, kendisinden daha küçük ve müdafaasız bir varlık iken, tahtakurusunun yiyeceği, kendisinden bir milyon kere büyük ve kuvvetli olan insan derisinin altındadır. Ne ağlanacak talih!
Uzanmış yatan bir adam, bir tahtakurusu için nedir? Herhalde Himalaya sıradağları gibi korkunç bir girinti ve çıkıntı dünyası. Her kımıldanışında bin tahtakurusunu ezip patlatmaya gücü yeten bu korkunç avın burnu ucundaki tatlı kan damlasını emmek için böceğin silahı nedir? Ezilirken parmağa bulaştırdığı yalnız bir iğrenç koku zerresi! Ne cesaretli yürek!