Kiraz Aldım Dikmeden'in öyküsü
Bu türküye konu olan olay, Bolu’nun küçük bir köyünde geçer. Olayın geçmişi çok eski yıllara gitmez. 1900’lü yıllarda yaşanmış ibret verici bu öykü, Köroğlu’nun diyarı diye bildiğimiz o yemyeşil dağların, derin vadilerin sinesinde geçer. Kışı tipili, boranlı geçen bu diyarların baharına yazına doyum olmaz dense azdır. Dağlardan büyük bir gürültüyle aşağılara doğru kayaları döve döve inen o berrak, köpük saçan kar suları; bir çimenli tepeden diğer tepeye meleşen koyunlar, kınalı kuzular; yeşile nakış nakış işlenmiş çiğdemler, papatyalar, laleler, güller adeta bir cennet köşesini andırır. İşte bu yörenin o küçük köyünde, yaylaların o muhteşem güzelliğine taş çıkartan şirin mi şirin bir kız yaşarmış. Bu, güzelliği dört bir yanda söylenen kızın adı Halime imiş. Üstelik de köyün beyinin kızıymış. Halime köyün bahçelerinde, bağlarında bir ceylan misali gezer dolaşırmış.
Şalları, cepkenleri, tabiatın güzelliğine inat edercesine öyle güzel giyinir, giyindikleri de kendisine öyle yakışırmış ki ayın on dördü bile Halime’yi kıskanırmış. Böylesine güzel genç bir kız olur da gençlerin yüreğine kor düşmez mi? Düşer düşmeye de, Halime dönüp de bir kimsenin yüzüne, umut verici gözle bakmamış. Halime’nin yüreğine sevda tohumu düşmemiş. Köy halkı öyle sanırmış. Yörenin yakışıklı, varlıklı tüm gençleri Halime’ye aracı yollar, dünürcü gönderir, gül verir, çiçek verir ama bir türlü Halime’yi kendilerine bağlayamazmış. Halime’nin bu kadar gençten birine bir türlü gönlü düşmemiş. Fakat Halime ara sıra akşamüstleri ortadan aniden kaybolup, yine aniden ortaya çıkarmış. Kimseler bu kayboluşların farkına varmazmış. Halime bir gençle buluşurmuş. Bu şanslı yiğit, Mehmet adında, kendi hâlinde efendi, halim selim garip bir gençmiş. Halime’nin gözü, onca ağayı, beyi, aslanı, civanı görmemiş fakat bu yiğide gönlünü kaptırmış. Köyün hemen yanı başında, üç yanı uçurum olan “Taşbaşı” denilen yerde Halime’yle Mehmet gizlice buluşur, söyleşirmiş. Gelecek için hayaller kurarlarmış. Mutluluklarına diyecek yokmuş. Tüm bu güzelliklere “Taşbaşı” şahitlik etmiş.
Günlerden bir gün, babasının kendisini çağırıp, “seni şehirdeki zengin bir beye nişanladım. Bundan sonra hareketlerine dikkat edesin. Nişanlı bir kız gibi davranasın. Düğün de en kısa zamanda, ona göre hazırlıklarını yapasın” sözleriyle Halime’nin dünyası kararmış. İki gözü iki çeşme Taşbaşı’na gidip Mehmet’e olanları anlatmış. Her iki gencin de tüm umutları yıkılmış. Ne yaparız, ne ederiz, diye çareler düşünmeye başlamışlar. Kızın babası, beydir. Onun kızı da ancak beylere yakışır. Bir yoksul köy delikanlısına niye versin güzel kızını... Bey, karısının ve kızının itirazlarına aldırış etmemiş. Nuh demiş de, peygamber dememiş.
Köyde düğün hazırlıkları başlamış. Halime ile Mehmet, perişan, derbeder halde. Ama bunların hiçbiri babayı ilgilendirmez. Düğün-dernek kurulmuş, eğlenceler yapılmış, kınalar yakılmış. Sabah erkenden şehirden düğün alayı gelip, Halime’yi beyaz gelinlikleri içinde alıp götürecek. Akşam eğlence bittikten sonra, Halime son kez Taşbaşı’na gitmiş ve Mehmet’le buluşmuş. Oturup dertleşmiş ve bir karar vermişler: bizim düğünüz de ahrete kalsın. Biz bu dünyadan birlikte göçelim ve düğünümüzü öbür dünyada güzel insanlar yapsın, deyip el ele tutuşup uçurumdan atlamışlar. Sabahleyin düğüncüler şehirden gelmiş. Köylü erkenden kalkıp düğün çalmaya başlamış. Fakat gelin ortada yok. Hemen etrafa dağılıp aramaya başlamışlar. Bir süre sonra uçurumun dibinde Halime ile Mehmet’in cesetlerini bulmuşlar. Bu elim olaya içlenen köylüler Halime’yle Mehmet’in ardından bu ağıtı yakmışlar.
Kaynak: Güven, Merdan (2005). "Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir Araştırma (Doktora Tezi)" (PDF). Erzurum. 14 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
|