Kemal Kılıçdaroğlu'nun 25 Mart 2019 Zonguldak mitinginde yaptığı konuşma

Vikikaynak, özgür kütüphane


Evet şarkımız ne diyor? “Huzur dolu yarınlara” diyor. Bu memleketin kavgaya ihtiyacı yok, bu memleketin huzura ihtiyacı var, bu memleketin birlikte yaşamaya ihtiyacı var, bu memleketin insana hizmet eden siyasetçiye ihtiyacı var. Bu memleketin istihdam yaratan, işsizliğe son veren siyaset anlayışına ihtiyacı var. Bu memleketin hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye’yi savunan siyasete ihtiyacı var. Bu memleketin doğru dürüst insan gibi çalışan, insana hizmet eden siyasetçiye ihtiyacı var.

Efendim hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz. Sizlerle, doğal olarak bütün Zonguldak’la gurur duyuyoruz, sağ olun, var olun diyoruz.

Zonguldak deyince aklıma hep rahmetli Ecevit gelir. Ecevit, işçilerin babası Ecevit, grevi, toplu sözleşmeyi getiren Ecevit, Kıbrıs Fatihi Ecevit, “biz milliyetçiliği duvarlara değil Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazdık” diyen Ecevit. Biz Ecevit deyince Zonguldak’ı, Zonguldak deyince Ecevit’i hatırlarız. Karaelmasın başkenti, alın terinin başkenti, alın terini lokmasına katık edenlerin başkenti. Çalışan, üreten, ürettiğiyle gurur duyan, örgütlenen bir kenti biliriz, Zonguldak’ı biliriz. O nedenle Zonguldaklı olmanın bir ayrıcalığı vardır Zonguldaklı demek alın terine değer verenler demektir. Zonguldaklı demek çalışan ve üretenler demektir. Zonguldaklı demek birlikte yaşamak demektir. Zonguldaklı demek Türkiye sevdasını yüreğinde taşıyan insanlar demektir. Ben Zonguldak’ı böyle bilirim, böyle tanıdım, böyle tanımaya da devam edeceğim.

Ve gelelim Türkiye’nin gerçeklerine. Zonguldak’ın altında bir maden var, bir hazine var, bu hazineyi kazanmak için binlerce insanımız çalıştı, alın teri döktü, binlerce insanımız buradan kazandıklarıyla çocuklarını, evlatlarını üniversitelere gönderdi, çocuğunu evlendirdi, askere gönderdi. Buradan alın teriyle kazandığı parayla esnaflar kazanç elde ettiler ve Zonguldak bir tarih yazdı ve şimdi geliyoruz, aynı Zonguldak’a bugün geliyoruz, 17 yılın sonunda geliyoruz. 17 bin kişinin, 20 bin kişinin çalıştığı bu karaelmasın yatağında bugün binlerce kişi çalışmıyor. Her seferinde gelip size söz verdiler, seçimler öncesi gelip söz verdiler, şu kadar işçi alacağız, bu kadar işçi alacağız; oylarınızı aldılar arkalarına dönüp gittiler ve sizlere verdikleri sözün hiçbirisini yerine getirmediler. Bunun hep birlikte tanığıyız değil mi? Hep birlikte bu gerçeği biliyoruz değil mi?

Şimdi geliyorum işsizlik, Türkiye’nin en temel sorunudur işsizlik. Son bir yılda işsiz kalanların sayısı 1 milyon 11 bin kişi. Toplam işsiz sayısı 8 milyon. 8 milyon eve ekmek girmiyor, 8 milyon evde çocuklar yatağa aç giriyor, 8 milyon evde huzur yok, 8 milyon evde babalar çocuklarına harçlık veremediği için çocuğunun yüzüne bakamıyor. 8 milyon evde yarın ne olacak kaygısı var ve 8 milyon evde doğru dürüst tencere kaynamıyor. İşsizlik nedeniyle insanlar geldiler TBMM’nin duvarının önünde kendilerini yaktılar. Çocuğuna pantolon alamadığı için bir baba intihar etmek zorunda kaldı. Çiftçi aynı durumda, aynı pozisyonda. Şu soruyu kendinize sorun, özellikle geçmiş seçimlerde AK Partiye oy vermiş değerli vatandaşlarım şu soruyu kendilerine sormak zorundalar. Diyecek ki bu kardeşlerim; “AK Partinin saygıdeğer yöneticileri seni 17 yıldır omuzlarımda taşıdım, 17 yıl sana oy verdim, 17 yıl vergi istedin vergi verdim, 17 yıl şunu yap dedin yaptın, bunu yap dedin yaptım, 17 yıl dedin ki tek başıma yöneteceğim tek başına yönettin, sana bu imkanı verdim. 17 yıl istediğin valiyi tayin ettin, istediğin kaymakamı tayin ettin, istediğin defterdarı tayin ettin, istediğin rektörü tayin ettin, 17 yıl istediğin kararnameyi çıkardın, istediğin genelgeyi çıkardın, 17 yıl vergi istedin vergi verdim. 17 yıl benim, dedemin, babamın kurduğu fabrikaları satıp 70 milyar dolarlık özelleştirme yaptın. Bunlar yetmedi 500 milyar dolar da devleti borçlandırdın. 17 yıl bunları yaptın, 17 yılın sonunda beni neden soğan kuyruğuna mahkum ettin arkadaş?” Bu soruyu soracaksınız. Evet 17 yıl oy verdiler, 17 yıl başlarında taşıdılar. 17 yılın sonunda vatandaşı getirdiler soğan kuyruğuna mahkum ettiler. Şimdi ne diyor? “O kuyruklar varlık kuyruğudur” diyor. Ne diyeyim şimdi, ne söylenir Allah aşkına? Ben şimdi Japonya’nın haline üzülüyorum fakir Japonya, kişi başına gelir 65 bin dolarmış yazık onlara. Almanya’ya üzülüyorum, Kanada’ya üzülüyorum, Allah rızası için bir varlık kuyrukları bile yok. Onlara diyeceğim zaten sizin ülkenizde varlık yok, sizin ülkenizde zenginlik yok, sizin ülkenizde açlık var, sefalet var, siz varlık kuyruğunu görmek istiyorsanız gelin Türkiye’ye görün, görün bakalım varlıklı insanlar nasılmış diye. İnsanların aklıyla alay ediyorlar, varlık kuyruğuymuş! Onun gerçek bir varlık kuyruğu olduğunu bilseydin sen ne yapardın ben çok iyi biliyorum. O kuyruğun en başında sen olurdun, millete bir şey bile vermezdin, ben onu bilmez miyim? Sarayda oturuyor, sarayın mutfağı ayrıdır, soruyor sarayda mutfakta bir eksik var mı? Hayır diyorlar. Efuliler var mı? Var. Ejder meyveleri? Allah’a şükür o da var. Kilosu 4 bin liralık çay, o da var. O zaman diyor ki, Kılıçdaroğlu niye bu millet işsiz diyor. Bizim sarayda işsiz var mı? İşsiz de yok. Nereden çıkardı Kılıçdaroğlu bunu? Bu Bay Kemal’e anlat anlat dinlemiyor diyor, Bay Kemal’e ne söyleyeceğiz diyor şimdi. Bay Kemal konuşur, Bay Kemal konuşacak, Bay Kemal işsizin derdini, Bay Kemal esnafın derdini, Bay Kemal emek harcayan, alın teri dökenlerin derdini elbette dile getirecek. Ama bir şey söyleyeyim laf aramızda Bay Kemal olmak kolay değil, Bay Kemal olmak için önce namuslu adam olmak lazım. Bay Kemal olmak için beytülmale el uzatmamak lazım. Bay Kemal olmak için devletin silah fabrikasını Katar ordusuna peşkeş çekmemek lazım. Bay Kemal olmak için oğlunu bedelli askerliğe göndermemek lazım. Bay Kemal olmak için bir çocuk yatağa aç giriyorsa o gece uyumamak gerekir. Bay Kemal olmak kolay değil. O sanıyor ki, Bay Kemal deyince ben vaziyeti kurtaracağım. Asla kurtaramayacaksın, asla! Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım, meydan meydan soracağım.

Biliyorum alınması gereken işçiler var alınmıyor, dışarıdan kömür geliyor. Öyle ya Zonguldak’ın kömürü bitti. İşçi de çalışmıyor, herkesin bir eli yağda, bir eli balda, kişi başına gelir 55 bin, 60 bin dolar, Zonguldaklı niye çalışsın diyor. Dışarıdan kömür geliyor. Kömür gelmiyor sadece, tütün geliyor Yunanistan’dan. 13 milyon dolarlık tütün aldık geçen sene. Pamuk geliyor Yunanistan’dan, 115 milyon dolarlık pamuk aldık. Nasıl oluyor da bu güzel ülkenin, bu cennet gibi ülkenin bereketli tarlaları varken, suyu varken, güneşi varken yurtdışından niye bunlar geliyor. Mercimek geliyor, canlı hayvan geliyor, et geliyor, nohutlar geliyor, her şey dışarıdan. Her şeyi dışarıdan alırsanız bu iş yürümez. Ne demiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk? “Yorulmadan, alın teri dökmeden, çalışmadan başkalarının ürettiklerini tüketirseniz haysiyetinizi ve onurunuzu daha sonrada bağımsızlığınızı kaybedersiniz” diyor. Boşuna söylemiyor bunu. Niye bunu söylüyor? Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk Osmanlının nasıl battığına tanık oldu. O bir Osmanlı paşası aynı zamanda, Osmanlının nasıl battığını gördü. Üretmediği için Osmanlı battı, üretemediği için Osmanlı battı. Osmanlının parasını basacak Merkez Bankası bile yoktu. Merkez Bankası ne zaman kuruldu? 1930 yılında kuruldu. 1930 yılından sonra ancak Türkiye Cumhuriyeti devletinin paralarını basacak bir bankamız oldu. Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk üretime önem verdi, her yerde fabrikalar kurdu. Sümerbankları, Etibankları, Şeker Fabrikalarını, nasıl kurdu bunları? Pamuk satarak kurdu, incir satarak kurdu, üzüm satarak kurdu. İlk şeker fabrikamız Uşak’ta nasıl kuruldu? Yumurta satılarak kuruldu. Şimdi ne yapıyoruz? Babalarımızın, dedelerimizin incir satarak, üzüm satarak, pamuk satarak, yumurta satarak kurdukları fabrikaları şimdi biz satıyoruz. Fabrika satarak canlı hayvan alıyoruz, fabrika satarak pamuk alıyoruz, fabrika satarak patates alıyoruz, fabrika satarak soğan alıyoruz. Yani işler tersine döndü. O zaman tersine gidişi düzeltmek bizim elimizde, yani sizin elinizde, yani sandıkta, yani buna izin vermeyeceğiz, yani diyeceğiz ki yeter kardeşim yeter artık. Üretmekse beraber üretelim. Üretmek kazanmak demektir, üretmek alın teri dökmek demektir, üretmek işsizlikle mücadele demektir. Bunu yaptığınız zaman başarılı olursunuz.

Tank Palet Fabrikası onu anlatayım size, Sakarya’da, bugünkü değeri 20 milyar dolar. Bunu niye anlatıyorum, özellikle ülkücü kardeşlerime anlatıyorum, milliyetçi kardeşlerime anlatıyorum, bir silah fabrikası bir devletin namusudur. Bir silah fabrikası bir devletin haysiyetidir. Bir silah fabrikası Türkiye’nin bekasıdır. Silah fabrikası, dünyanın aynı konuda üretim yapan beş fabrikasından birisidir. Değeri 20 milyar dolar. Kime satıldı? Katar ordusuna satıldı. Katar ordusuna niye bir silah fabrikası satılır? Şimdi ülkücü kardeşlerime soracağım ilk soru, dünyada hangi devlet kendi silah fabrikasının yüzde 49.9’unu yabancı bir orduya satmıştır bana bir örnek göstersinler. Hangi devlet; Angola mı, Papua Yeni Gine mi, Kanada mı, Çin mi, Japonya mı neresi? Dünyada böyle bir örneği yok. Eğer dünyada bir örneği yoksa dönüp kendisine milliyetçi diyen vatandaşlar kendilerine şunu sormalılar: Katar ordusuna peşkeş çekilen 20 milyar dolarlık fabrikanın arkasında durmayıp ona destek verenlere siz milliyetçi diyecek misiniz? Soru budur. Ve bizler bunun mücadelesini yapıyoruz. Kendi silah fabrikalarımıza güveniyoruz, kendi üretimimize güveniyoruz, fabrikalarımızın başka bir orduya peşkeş çekilmesini istemiyoruz.

Diyor ki meydanlarda, o zat diyor ki, efendim “50 milyon dolar bulamadım, 50 milyon dolar bulamadığım için Katar ordusuna yüzde 50’sini sattım” diyor. Suriyelilere kaç lira buldu? 35 milyar dolar. 35 milyar doları Suriyelilere buluyorsun, 50 milyon doları bulamıyorsun. Çağrı yaptım Zonguldak’ta çağrıyı yine yapıyorum, tank palet fabrikasında çalışan işçi kardeşlerim için çağrıyı yapıyorum, 50 milyon doları bulamıyorsan, 50 milyon dolar yoktur diyorsan, Tank Palet Fabrikasını Katar ordusuna sattığın sözleşmeyi iptal et, bir hafta içinde 50 milyon doları bulmazsam siyaseti bırakacağım. Evet bu kadar açık söylüyorum, 50 milyon doları bulabiliriz. Kendi silah fabrikamızı birilerine peşkeş çekmeyiz, bunu yaparız. Bu teklifi yaptım, söyledim, benden kurtulmak istiyorsun “Ey Kılıçdaroğlu seni bitireceğim” diyorsun. Gayet güzel ben milliyetçiyim, ben ülkemi seviyorum, insanımı seviyorum, herkesin çalışmasını istiyorum, herkesin üretmesini istiyorum, alın terinden yanayım, emekten yanayım, insandan yanayım, Türkiye’nin çıkarlarından yanayım. Ben sana söylüyorum, 50 milyon doları ben bulamıyorum diyorsun, para yok diyorsun, Suriyelilere 35 milyar dolar buluyorsun; bir hafta bana izin ver yeter ki o sözleşmeyi iptal et çık meydanlara şunu söyle, Katar ordusuyla yaptığım sözleşmeyi iptal ettim Ey Kılıçdaroğlu, bul 50 milyon doları, bulmazsan söz vermiştin siyaseti bırakacaksın. Evet söz veriyorum siyaseti bırakacağım. Güvenir mi? Güvenemez. 50 milyon dolar dediğiniz nedir Allah aşkına, adamın 9 – 10 tane uçağı var, en küçük uçağı satsa 150 milyon dolar. Bir uçak sat 50 milyon dolarını ver Tank Palet Fabrikasına, 100 milyon dolarını da - zaten keyfinde - mutfağı biraz daha zenginleştir ne olacak. Hiç değilse memleketin onurunu kurtaralım, memleketin namusunu kurtaralım. Bunu söylüyorum ve bunun mücadelesini veriyorum.

Ve geliyorum sona, Muharrem Başkan, Belediye Başkanımız sizlere hizmet etti, Zonguldak’a emeği vardır, kendisini kutluyorum, hepinizin huzurunda kendisine şükranlarımı sunuyorum. Emek verdi çalıştı, dolayısıyla bir bayrağı devraldı ve o bayrağı şimdi başka bir adaya devredeceğiz. Buyursunlar Başkan. Bayrağı yeni bir arkadaşımıza devredeceğiz. Onun da idealleri var, onun da hedefleri var, onun da ilkeleri var. Az önce konuşurken içerden dinledim güzel projeleri var, onları hayata geçirmek istiyor. Dolayısıyla devralınan bayrağı daha yukarıya taşımak gibi bir görevi var bunu yerine getirecek. Ben Şenol Başkana da yürekten inanıyorum ve ona da güveniyorum.

Ve Zonguldak, huzur içinde yaşamalıyız, birlikte yaşamalıyız. Dünyanın iftirasını atıyorlar. Her türlü iftiraya ben alışığım atarlar, çünkü kaybetmeye başlayınca atarlar, kaybetmeye başlayınca bel altı vurmaya başlarlar. Bizim belediye başkanlarımızın tamamı düzgün insanlar. Bizim belediye başkanlarımızı getirdik yeni pırıl pırıl insanlar. Şimdi Karadeniz’in bir ucundayız Zonguldak’tayız. Sizin İstanbul’da çok arkadaşlarınız, akrabalarınız, dostlarınız var değil mi, İstanbul’la ilişkileriniz var değil mi? Güzel, Ekrem İmamoğlu diye bir beyefendiyi tanıyor musunuz? Ekrem İmamoğlu’nu seviyor musunuz? Karadeniz seviyor mu, Karadeniz güveniyor mu? O zaman yarın sabahtan itibaren İstanbul’daki dostlarınıza, arkadaşlarınıza, yakınlarınıza, yarenlerinize, çocuklarınıza, evlatlarınıza, eşlerinize, babalarınıza telefon edeceksiniz Ekrem İmamoğlu İstanbul’un kaderini değiştirecek, dünyanın en güzel kenti olan İstanbul’un kaderini değiştirecek. Sevecen, güzel bir dili var, hiç kimseyi ötekileştirmiyor, herkesi kucaklıyor, herkesten yana, alın terinden yana, dostluktan yana, kardeşlikten yana, birlikte yaşamaktan yana. Onlar ayrıştırıyorlar biz birleştiriyoruz. Onlar kin tohumları ekiyorlar biz barış tohumları ekiyoruz, huzur tohumları ekiyoruz. İstiyoruz ki, her evde huzur olsun, her evde bereket olsun, her evde mutluluk olsun, her caddede, apartmanda, sokakta, parkta insanlar mutlu yaşasınlar. En büyük arzumuz budur. Bu arzuyu kim gerçekleştirecek? İnşallah ilk adımını belediye başkanlarımız yapacak ve gerçekleştirecekler. Bunun sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. Güzel bir Türkiye için, huzurlu bir Türkiye için, birlikte yaşamak için, birlikte mücadele için, çocuklarımız, geleceğimiz, güzel vatanımız için bunları yapacağız ve bunları yapmakta da kararlıyız.

En büyük güç? En büyük gücümüz sizsiniz. Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları, Türk milletinin en önemli parçası olan bugünkü yaşayan kuşaklarımız. Dolayısıyla hep birlikte güzel Türkiye’yi inşa edeceğiz.

Hepiniz hoş geldiniz, onur verdiniz, hepinize şükran borçluyum. Belediye başkanımızı size emanet ediyorum, sizi de Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun diyorum.