Kemal Kılıçdaroğlu'nun 23 Kasım 2010 tarihli CHP grup toplantısında yaptığı konuşma

Vikikaynak, özgür kütüphane
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Değerli milletvekilleri, bayrama denk geldiği için geçen Salı günü toplantı yapamadık. Bayramda yurt dışına gittik. Paris’te Sosyalist Enternasyonalin toplantısına katıldık. Devlet adamlarıyla, siyasal parti liderleriyle görüşmeler yaptık, fikir alışverişinde bulunduk. Dünyanın kasıp kavurduğu sıcak para da gündemde idi. Kendi düşüncelerimizi aktardık. Döndükten sonra Diyarbakır ve Urfa’ya gittim. Şunun altını özenle çizmek isterim: Ben ve arkadaşlarımın Diyarbakır’a ve Urfa’ya gitmesi belli çevrelerde ciddi tedirginlik yarattı. Efendim bunlar acaba ne yapıyorlar diye. Buradan açıkça söylüyorum. Bir şey yapıyoruz, Cumhuriyet Halk Partisini iktidara taşıyacağız. (Alkışlar) Ayrılık, gayrilik bizim kitabımızda yok. Baştan beri söyledim. Hiç kimseyi ötekileştirmeyeceğiz. Bu ülkede yaşayan, Cumhuriyet Halk Partisinin felsefesine inanan, inançlarına inanan, yoluna inanan, çağdaş uygarlığa inanan, sosyal hukuk devletinden yana olan, laikliği ana ilke olarak kabul eden bütün yurttaşların Cumhuriyet Halk Partisi çatısının altında yeri vardır. (Alkışlar) Biz, birilerinin yaptığı gibi, dini siyasete alet etmiyoruz, birilerinin yaptığı gibi etnik kimliği siyasete alet etmiyoruz; biz insanı insan olarak görüyoruz ve insan bizim başımızın tacıdır diyoruz. Temel felsefemiz de, inancımız da budur.

Ben, sözlerime böyle başladım ama izin verirseniz önce hepinizin geçmiş Kurban Bayramını kutlayarak sözlerime başlayayım. (Alkışlar) Dileğimiz, arzumuz bütün yurttaşlarımızın barış, huzur içinde bir bayramı geçirmeleri idi. Büyük ölçüde öyle oldu. Tabii sorunları olan, acıları olan aileler vardı, onları da biliyoruz. Kimileri hastanelerde, kimileri başka yerlerde sorunlarını yaşadılar, kimileri tutukevinde ailelerini özlem içinde beklediler, adaleti, hakkı beklediler ama bütün bunların hepsini biliyoruz, onların acılarını paylaşıyoruz. Onların acılarına yeri ve zamanı geldiğinde derman olacağız. Bu konuda hiç kimsenin de endişesi olmasın. Bu süreçte dikkatimizi çeken bir şey daha var. Değerli milletvekili arkadaşlarım, uzun tatillere denk gelince sağduyulu medya, yazarlar, çizerler, televizyon kanalları hep uyarırlar yolda giderken dikkatli olun, trafik kazası olmasın, can kaybı olmasın diye. Ama maalesef her uzun tatilden sonra çok sayıda yurttaşımız trafik canavarının kurbanı oluyor. Bu süreçte de 150’yi aşkın yurttaşımızı kaybettik, 600’e yakın yurttaşımız şu veya bu şekilde hastanelere yattı. Kimisi ağır, kimisi hafif sıyrıklarla atlattı. Tabii bu acı tablo, bugünün tablosu değil, öteden beri süre gelen bir tablo. Bu tabloyu bizim çok iyi tahlil etmemiz lazım, bu tabloyu masaya yatırmamız lazım. Uygar ülkelerde de tatil oluyor, oralarda da insanlar uzun süre tatile gidiyorlar, niçin oralarda can kaybı olmuyor da bizde oluyor? Bizimkiler de düşünmüşler aslında, yani Yasama Organı düşünmüş, Parlamento düşünmüş. Demişler ki böyle bir şey yapmayalım, biz de düşünelim. Ne yapalım demişler? Karayolları Yasası çıkarmışlar. İyi de yapmışlar. Güvenliği sağlayalım, karayollarına daha önem verelim demişler ve bunun için yasayı çıkarmışlar, hatta o yasada bir de üst kurul kurmuşlar, Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu, yani karayolu güvenliğini sağlayacak, o konuda çalışmalar yapacak, projeler üretecek olan bir üst kurul. Üst Kurulun Başkanı kim? Yasaya göre, Sayın Başbakan ve yine yasaya göre, Sayın Başbakanın, bu Üst Kurulu her altı ayda bir, yani yılda 2 kez toplanması gerekiyor, mayıs ve kasım aylarında. Tam sekiz yıldır bu kurul toplanmadı arkadaşlar. Şimdi önemli olan şu, toplanmayabilir ama önemli olan şu: Böyle bir Kurulu Bakanlar Kurulu kararıyla kurarsınız ama işlevi olmaz, toplanmaz. Dersiniz ki, Bakanlar Kurulu yaptı ama Başbakan istemiyor. Ama bir ülkenin parlamentosu yasa çıkarırsa, o yasanın gereğini yerine getirmek yürütme organının görevidir. Eğer o yasanın gereği yerine getirilmiyorsa, o zaman başta Sayın Başbakan görevini ihmal ediyor demektir. Sekiz yıldır bu kadar can kaybı varken, hiç meraklanıp ya, şu komisyonu bir toplayalım, nerede bir hatamız var, nerede bir eksiğimiz var, üstelik duble yollar da yaptık, yine can kaybı azalmadı, artıyor, demek ki bir yerde bir sorun var. Sorun varsa, kullanacağımız tek şey var, aklımızı kullanacağız, mantığımızı kullanacağız, çözüm üreteceğiz ama çözüm üretmiyoruz. O açıdan baktığımız zaman bu tablo bizim için güzel bir tablo değil. Umuyorum gelecekte, bizim bu eleştirimizi dikkate alıp Sayın Başbakan kısa sürede bu yüksek kurulu toplar, alınması gereken önlemler varsa, çalıştırılması gereken komisyonlar varsa çalıştırır ve bir dahaki uzun tatil sürecinde can kaybını en asgariye, belki de sıfıra indirmiş oluruz. Bu beklentiyle tekrar bayramınızı kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan görevini yapmıyor ama bir şeyi çok iyi yapıyor, din istismarcılığını çok iyi yapıyor. Hatırlarsınız, referandumda bir cami çıkışında miting yapmıştı ve yurttaşlardan evet oyu istemişti. Soru şu: İbadet yerleri siyaset mekânı mıdır, değil midir? Siyaset mekânı ise hiç itirazım yok ama ibadet yerleri siyaset mekânı değilse o zaman bu ülkenin her yurttaşının bir dakika Sayın Başbakan demesi lazım. Sen burada yanlış yapıyorsun. Belki ben de sana oy veriyorum diyecektir yurttaş ama burada yanlış yapıyorsun, camiye siyaseti sokmayalım diyeceksin, dememiz gerekiyor. Bunu neden söylüyorum? İstanbul’da muhteşem bir camimiz var. 453 yıldır ezanı okunan, günde dört vakit namazı kılınan bir camimiz, Süleymaniye Camimiz. Onarıma alındı. Yeni mi alındı? Hayır. 453 yıl olduğuna göre belli aralıklarla onarıma alınıyor. Arife güne kapatıyorsunuz camiyi, bütün gazetelere ilan veriyorsunuz, bilboardlara ilanlar asıyorsunuz, “bayramda Sayın Başbakan gelecek, burada namaz kılacak” bir de promosyon yapıyorsunuz, “ayrıca kahvaltı da vereceğiz” Ve caminin çıkışına mikrofonu, kürsüyü koyuyorsunuz ve Sayın Başbakan başlıyor konuşmaya. Şimdi, elini vicdanına koyup bütün yurttaşlarımın beni dinlemesini isterim. Bu yapılan hareket doğru mudur, yanlış mıdır? Eğer yanlışsa, önce bu yanlışı Sayın Başbakanın kavraması lazım. Eğer biz inanca saygı göstereceksek, Müslümanlığa saygı göstereceksek, insanımıza saygı göstereceksek, Allah’la kulun arasına bir başka kişinin girmediğini biliyorsak böyle bir olayı hayata geçirmememiz lazım. Bu, yanlış bir olay; bu yanlıştan herkesin dönmesi lazım, aksi halde en temiz duyguları, en temiz mekânlarda yerine getirirken tepemize bir siyasetçi gelecek mi, gelmeyecek mi diye böyle bir beklenti içine gireriz. Bu, doğru değil. Bunun doğru olmadığını hepimizin her yerde söylemesi lazım. Kutsal mekânlar herkes içindir. Kutsal mekânlar insanların bütün duygulardan arınıp kendisini tanrıya adadığı mekânlardır. O mekânlarda siyaset olmaz, o mekânlarda ticaret olmaz, o mekânlarda yolsuzluk olmaz, o mekânlarda haksızlıklar olmaz, o mekânda kul, Allah ve insanın vicdanı vardır, o mekânların özelliği budur. Bu mekânları eğer biz yanlış yerlere çekersek, siyasete alet edersek Müslümanlığa en büyük kötülüğü yapmış oluruz. Bunu Sayın Başbakanın hiç ama hiç unutmaması lazım.

Değerli arkadaşlar, siyaset üzerine konuşurken dinin siyasete alet edilmesi doğru değil dedik ama bunların bir özelliği var. Bunların özelliği şu: Kendi çıkarları için, bulundukları koltuklar için yapmayacakları ve istismar etmeyecekleri hiçbir şey yoktur, bunu da açık yüreklilikle söylüyorum. (Alkışlar) Size örnek vereceğim. AKP Hükümeti bir karar aldı, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait eski camileri ve türbeleri onaracaklar. Güzel bir şey, onarılması gerekiyor, bunların kazanılması gerekiyor, yok edilmemesi gerekiyor. Bunlar tarihî mirastır, bu toplumun ortak değerleridir, ortak kültürüdür, bunların korunması lazım. Ama bunlar o tarihi mekânlar da bile yolsuzluk yapmaktan kendilerini alamadılar. Diyeceksiniz ki elinizde örnek var mı? Var tabii. Örnek olmasa niye konuşalım. (Alkışlar) İzmir civarındaki 22 tarihî cami ve türbeden örnek vereceğim. İzmir Merkez Kemer Altı Camiinin onarımı ihale yapılıyor, bir yandaş firma giriyor, 237 bin liraya -eski parayla 237 milyar lira- onarılacak. 71 bin 227 liralık imalat hiç yapılmadığı halde, yapılmış, üstelik tam yapılmış gibi müteahhide para ödeniyor.

Manisa Merkez Hüsrev Ağa Camii ve onun türbesinin onarımı. Sözleşme bedeli 241 bin lira. 106 bin liralık imalat hiç yapılmadığı halde, yapılmış gibi götürülüp para ödeniyor.

İzmir Tire Gucur Cami onarımı 121 293 liralık bir ihale, 68 bin 631 liralık imalat hiç yapılmadığı halde, tam ve kesintisiz yapılmıştır diye götürülüp para ödeniyor.

Daha buna benzer 22 örnek var. Tamir öncesi, tamir sonrası fotoğrafları var, bütün elimizde belgeler var. Bu 22 camide yapılan onarımın toplam bedeli 6 milyon 874 bin 071 lira. Yani imalat yapılmadığı halde, o konuda hiçbir para harcanmadığı halde yapılmayan işlerin bedeli olarak 3 milyon 873 bin 446 lira para ödeniyor. Yani yapılmayan iş yüzde 56, ödenen yara yüzde 100. Ben diyorum ya, bunlara güvenmeyin, bunlara inanmayın diye. Gideceksiniz orada namaz kılacaksınız, yurttaşlarımız gidecek orada namaz kılacaklar, Allah aşkına caminin onarımında yolsuzluk yapılır mı? (Alkışlar) Bunları iyi tanıyın.

Bu inanç sömürücülerine bir örnek daha vereceğim. Bu sadece tamir, onarım değil, bir örnek daha vereceğim. Fatih’te Kaptanı Derya Halil Paşa Camii var. Bu caminin yeniden yapılması lazım, imar planlarında da ayrılmış yeri zaten, ibadet yeri olarak belirtiliyor. Dinî tesis alanından burası çıkarılıyor, düğün salonu ve muhallebici yapılıyor. Eğer bunu Cumhuriyet Halk Partisi yapsaydı, herhâlde yer gök inlemişti. Vay efendim bunlar dinsizdir, bunlar şöyledir, böyledir diye her şey söylerlerdi. Şimdi biz bunlara ne diyeceğiz? (Alkışlar) Şunu soruyorum: Biz, inançlara saygılıyız, biz insanımıza saygılıyız, biz insanımızın inançlarına saygılıyız, biz insanımızın değerlerine saygılıyız. Bunlar, para için, koltuk için her şeyi satmaya hazırlar, bunların yaptığı bu. (Alkışlar) Ona yakın, bütün dosyalar elimizde. Cami yeri, ibadet yeri kaldırılıyor, imar planlarında değişiklik yapılıyor ve ciddi birer rant alanlarına dönüştürülüyor, lüks rezidanslar yapılıyor, iş merkezleri yapılıyor. Bunun bir tanesini Cumhuriyet Halk Partisi yapsaydı veya CHP’li bir belediye yapsaydı bunlar yeri göğü inletirlerdi. İşte bunların -gerçek yüzünü diyorum ya size göstereceğim- gerçek yüzünü göstereceğim, yüzlerindeki maskeyi indireceğim. (Alkışlar) Bunlar dine saygılı olan da değildir.

Bunların yaptıkları sadece bu mu? Hayır, bu da değil. Samimi değiller bunlar, inançlı değiller bunlar, inanca saygı gösterenler değildir bunlar. Bunlar, Ahmet Arif’in dediği gibi, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır. (Alkışlar) Biz ne diyoruz? Siyasette ahlak diyoruz, siyasette düzey diyoruz, inanca saygı diyoruz, bütün güzel değerleri savunuyoruz, bütün güzel değerleri savunanları da kucaklıyoruz. Şimdi size bir başka örnek vereceğim.

8/7/2004, Meclis Genel Kurulu çalışıyor. Meclis Genel Kurulunda Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri yoklama istiyorlar. Yoklama yapılıyor, yoklama pusulaları gidiyor, grup başkanvekili arkadaşlarımız diyor ki “O pusulalarda ismi geçenleri okuyun, onlar burada mı, değil mi öğrenmek istiyoruz.” Meclis Genel Kurulunda olmadığı hâlde, ben buradayım diye oy pusulası gönderen AKP milletvekili sayısı kaç biliyor musunuz? 65. İnsanda biraz ahlak denen şeyden bir kırıntı olur değil mi? Biz bunu dile getirmeyecek miyiz? (Alkışlar) Hem orada olmayacaksın, hem oy kullanacaksın, hem kalkacaksın bize Müslümanlık dersi vereceksin. Yemezler onu. Önce ahlak… Önce ahlak…(Alkışlar) Millet seni buraya niye gönderdi? Çalış diye. O parayı niye alıyorsun sen? Millet seni gönderdi buraya, çalışacaksın ve herkesin çok yüksek dediği o milletvekili aylığı almaya da hak kazanacaksın, alın teri dökeceksin. Genel Kurula gelmeyeceksin, oylamaya katılmayacaksın, gideceksin bir yerlerde oturacaksın, ondan sonra birileri senin adına o milletvekili buradadır diye oy pusulası gönderecek ve ondan sonra biz CHP olarak ses çıkarmayacağız. Hayır, bunların maskelerini indireceğiz. O 65 milletvekilinin isimlerini isterlerse de herkese açıklarız, Meclis Genel Kurulu tutanaklarında var. (Alkışlar) Sadece burada mı oldu? Hayır. Bir sefer olsa, deriz ki ya bu yanlışlıktı, hata idi. 7/12/2004’te yaptılar, 14/2/2007’de yaptılar, 8/11/2010’de yaptılar ve en son bayram öncesi yaptılar. Beyefendi hacda, ama kendisi Ankara’da, ışık hızını yakalamış herhâlde. (Alkışlar) Nasıl oluyor bu? Türkiye Cumhuriyetindeki bütün yurttaşlarıma sesleniyorum, nasıl oluyor bu? Sen hacdasın, oyun Ankara’da kullanılıyor? Nasıl izin veriyorsun sen buna? Ve önemli bir şey. Herkesi ahlak dersi veren bir Başbakanımız var değil mi? Allah aşkına Başbakan bu konuda hiç konuştu mu? Ya, milletvekili arkadaşlarım, siz yanlış yapıyorsunuz dedi mi? Bunu yapanı kapının önüne koyarım dedi mi? Yok. Ama Bakanlar Kurulunda birisi konuşup medyaya bir şey söylediği zaman çıkıp diyor “O konuşan 6 bakanı kapının önüne koyarım.” Onu diyor ama 65 milletvekili beyefendi hacda, burada oy kullanıyor, onun sırtını sıvazlıyor “İyi yapıyorsun” diye. Onun için bunları halka anlatacağız, halka hep beraber bunların yaptıklarını göstereceğiz.

Bunların bir becerisi daha var, hakkını teslim etmek lazım. Yenilgiyi zafere dönüştürüyorlar, yalanı gerçeğe dönüştürüyorlar. Bu başarılarından ötürü onları kutluyorum. Neden? Örnek vereceğim. Gittiler, Avrupa Birliğinde bir imza attılar, geldiler öğlenin 12’sinde havai fişek attılar. Bütün Türkiye dedi ki, herhâlde biz yarın Avrupa Birliği üyesiyiz. Aradan geçti bu kadar süre, vatandaş dönüp baktı ki bunların tamamı palavraymış. Gerçek çıktı mı? Çıktı. Ama aradan zaman geçti, bir seçim dönemi geçti. Şimdi bunlar, bunu yapmak için güzel bir politika izlediler. Kendilerini gören, kendilerinin her söylediğini manşete çıkaran, görevleri muhalefeti eleştirmek olan, olmayan konuları günlerce tartışan, tartışmaktan zevk alan özel bir gündem grubu oluşturdular. Merkez medya dediğimiz bir grup var, onun üzerine de zaten yeteri kadar baskı yaptılar, orada da oto sansür uygulanıyor ve işleri güçleri halkı kandırmak, halka doğruları söylememek, halkın gerçeği öğrenmesini engellemek, bunu yapıyorlar, bunun için yollarına devam ediyorlar. Şimdi bunları niye anlatıyorum? Füze kalkanı var ya yeni, onun için gazetelerde manşetler, vay efendim, ne başarılar elde etmişiz. Neredeymiş bu başarılar? Türkiye her istediğini elde etmiş. Eğer Türkiye olmasaymış NATO’nun onuru bile kırılabilirmiş. Şimdi, biz Türkiye’yi önemsiyoruz, Türkiye güçlü bir ülkedir, buna inanıyoruz, Türkiye NATO içinde de güçlü bir ülkedir, buna da inanıyoruz ama Allah aşkına sizin söylemlerinizle bu laflar arasında hiçbir ilgi yok, hiçbir bağlantı yok. Şimdi, Dışişleri Bakanının size bir cümlesini okuyacağım. Bu füze kalkanı kamuoyunda görüşülürken Bakan şunu söylüyor: “Biz, çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz.” Yani biz sıfır sorunlu bir ülkeyiz diyor dış komşularımızla. “NATO’ya dönük de bir tehdit algılaması veya tehdit oluşturduğu kanaatinde değiliz.” Yani diyor ki, biz de tehdit altında değiliz, NATO da tehdit altında değil, böyle bir şey yok diyor. Kim söylüyor? Türkiye Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanı söylüyor. Peki, şu soruyu sormak lazım: Türkiye için bir tehdit söz konusu değil, sen inanıyorsun, NATO için de bir tehdit söz konusu değil, buna da inanıyorsun, Allah aşkına füze kalkanı sisteminin Türkiye’de ne işi var o zaman? Niye getiriyorsun? (Alkışlar) “Bizim komşularımızla sıfır sorunumuz, bütün hedefimiz bu” diyordun. Güzel, sıfır sorun, şimdi getirdin füze kalkanı sistemini Türkiye’de kuracaksın. Hangi sıfır sorundan bahsediyorsun? Nerede kaldı sıfır sorun? Sorunun olmadığı bir yerde böyle bir önleme gerek var mı? Demek ki bir sorun var. Demek ki sen halka doğruları söylemiyorsun. Bir Dışişleri Bakanına yakışır mı? Yakışmaması lazım. Ama ben size ne söyledim? Bunların söylemleriyle eylemleri taban tabana zıttır dedim. Ne diyorlarsa bilin ki yarın tam aksi olacak. Burada da aynen öyle oldu.

Şimdi, füze kalkanı sistemini buraya kuracaksın. Yeni soğuk savaşın cephe ülkesi Türkiye olacak, öyle mi? Öyle. Bizde çünkü. Bizim ülkemizde imal edilecekse, önlenecekse bizde, savaşacaksa ilk hedef ülke yine Türkiye olacak, soğuk savaşın da cephe ülkesi Türkiye olacak. Şimdi, demiş ki Sayın Başbakan “Muhalefetin bu konuda yeterli bilgisi yok.” Niye Meclisi toplamıyorsun? Bunu söylemek ayıp değil mi? Toplarsın Parlamentoyu bilgi verirsin. Ama benim bildiğim kadarıyla onların yeterli bilgisi yok, onlar hâlâ gerçeği göremediler. Bunlar Irak’ta da aynı şeyi yaptılar. Orta Doğu’nun eş başkanı değil miydi Sayın Başbakan? Yüz binlerce Müslüman kadına tecavüz edilirken burada sesi soluğu çıkmıyordu, milyonlarca Müslüman öldürülürken sesin soluğun çıkmıyordu. (Alkışlar) Efendim neymiş? Türkiye demiş ki, İran NATO belgesinde olmayacak. Sayın Onur Öymen açıkladı, “zaten NATO belgelerinde, bu tür belgelerde bir ülkenin ismi geçmez” dedi. Yani sen milleti mi kandıracaksın? Bütün Türkiye biliyor, bütün dünya biliyor, İran da biliyor, bu İran için kuruldu. İlk korunması gereken ülke de İsrail. Milleti mi kandıracaksınız? Şimdi, bizim sıfır sorunumuz var komşularla. İran bizim düşmanımız değil, Pakistan bizim düşmanımız değil, Kuzey Kore bizim düşmanımız değil, Çin bizim düşmanımız değil, peki bu füze savunma sistemini niye biz kendi ülkemizde kuruyoruz? Amaç, İran’ın nükleer ve balistik sistemini kontrol etmek, bunu korkudan söyleyemiyorlar ama biz söylüyoruz, söyleyeceğiz. Bütün bunları İran da biliyor aslında. Sanıyorum bizim millet öğrenmeyecek, İranlılar da öğrenemeyecek, onlar da çok iyi biliyorlar. Kimin hangi gerekçeyle hareket ettiğini herkes çok iyi biliyor.

Burada Sayın Başbakanın da ilginç bir açıklaması var füze savunma sisteminin komutasıyla ilgili olarak ilk yaptığı açıklama bu. Diyor ki “Özellikle topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa zaten kesinlikle bu bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil.” Sevsinler senin celallenmeni. (Alkışlar) Gidildi, Lizbon’da görüşüldü. Hani, Türkiye bunun komutası olacak, Türkiye bunu yönetecek, düğmeye Türkiye basacak. Bir baktık öyle bir şey yok. Sayın Başbakan çark etmiş. Diyor ki “Efendim, biz, zaten NATO’nun yapmasını istemiştik.” NATO dışında bir toplantı mı vardı? Yok. Bu sistemde belki de asıl bizim sormamız gereken bir soru daha var. Anadolu halkının cebinden kaç lira para çıkacak? Daha onu bilen yok. Rakamlar uçuşuyor, 30 milyar dolardan 8 milyar dolara kadar söyleniyor ama bizim gariban vatandaşın cebinden kaç lira para çıkacak kimse bilmiyor.

Burada ilginç bir şey daha oldu, değerli arkadaşlar. Sayın Cumhurbaşkanı Lizbon dönüşünde ilginç bir açıklama yaptı. Diyor ki “Ülkemizde hukuk, demokrasi ve insan hakları yükseliyor.” Hukuk, demokrasi ve insan hakları yükseliyor ülkemizde. Benim gördüğüm kadarıyla, sade bir yurttaş olarak gördüğüm kadarıyla, askerî dönemleri de yaşamış bir yurttaş olarak gördüğüm kadarıyla, hukuk, demokrasi ve insan hakları ihlalleri askerî dönemler hariç bütün süre içinde AKP dönemindeki kadar ihlal edilmedi. (Alkışlar) AKP tek başına iktidar, ihlallerin en çok olduğu iktidardır, hukukta, demokraside, insan haklarında ihlaller burada oldu. Örnek mi istiyorsunuz? Şu anda hapishanelerde kanser olan hastalar var ve bunlar doktora gitmiyorlar. Söylendi bize, kanser, tedavisi lazım, insan haklarının doğal sonucu değil midir bu? O insana saygı duymayacak mısınız? Gönderin hastanede tedavi olsun. Hatırlarsınız askerî dönemde Ruhi Su kanserdi, pasaport verilmedi, yurt dışına tedaviye gönderilmedi. AKP iktidar, Ergenekon’un kasası diye birisini gözaltına aldılar, kanser, hapishanede öldü ve onun cenazesini İstanbul’a getirecek ailesinin parası yoktu, kasaya bakın siz. (Alkışlar) Yasadışı dinlemelerin en yoğun yaşandığı dönem bu dönemdir, adeta yasadışı dinlemeler meşrulaştırıldı. Sayın Cumhurbaşkanı bizzat Mecliste söyledi “Tutukluluk infaza dönüşüyor, bu rahatsızlık yaratıyor” diye. Tutukluluğun infaza dönüştüğü bir ülkede demokrasi, hukuk, insan hakları nasıl yükseliyor ben onu merak ediyorum. Hem söyleyeceksiniz hem aksini söyleyeceksiniz, doğru değil.

Avrupa Birliği ilerleme raporu 2011, belki çoğu arkadaşımız gözden geçirmiştir, okumuştur. Bu rapordaki kadar insan hakları ihlalleri, demokrasi ve hukuk eleştirisi diğer raporlarda olmamıştır. Demek ki artık Avrupa Birliği de ağır ağır gerçekleri görmeye başladı. Ve son bir örnek bugünkü gazetelerde var. Sayın Başbakanı üniversite öğrencileri protesto etmiş, yargıya çıkarılmışlar, her öğrenciye verilen ceza 15 ay hapis. Hangi demokrat ülkede başbakan protesto edildi diye, afişle protesto edildi diye 15 ay hapis cezası alan üniversite öğrencisi var? Almanya’da mı var, Fransa’da mı var, Danimarka’da mı var, Allah aşkına Uganda'da mı var? Kimse bize demokrasi dersi vermesin. Gerçekleri göreceğiz, onun üzerinden konuşacağız. (Alkışlar)

Değerli milletvekilleri, yarın Öğretmenler günü, eli öpülesi öğretmenler, hepimizin minnet duyduğu öğretmenler, geleceğimizin güvencesi olan öğretmenler. Zaman zaman siyasal iktidarların hoşuna gitmeyen dönemlerde coplanan, yüzlerine biber gazı sıkılan öğretmenler. Öğrenciyi acaba bulacak mıyım, okulumla acaba kucaklaşacak mıyım diye hasret içinde olan işsiz öğretmenler, yani atanamayan öğretmenler. Bunların dramını yaşamanın ötesinde öğretmene verilmesi gereken desteği bu iktidar hiç vermedi. Tam tersine atanamayan öğretmenlerin sayısı her yıl giderek artıyor. Acı bir tablo var, hoş bir tablo değil ve Sayın Başbakan bugün konuşmasında demiş ki “Cumhuriyet Halk Partisinin önerileri yoktur, projeleri yoktur, varsa da açıklamıyorlar” gibi birtakım şeyler söylemiş. Onları açıklayacağım ama önce öğretmenlere şunu söylememiz lazım. Sizi seviyoruz. Siz bizim ülkemizin aydınlığısınız, siz elinizde meşale, toplumu ileriye taşıyan önderlersiniz, o açıdan biz sizi seviyoruz. (Alkışlar) Sizi aç ve açıkta bırakmayacağız. Verdiğimiz aylıkla ikinci işe mahkûm ettirmeyeceğiz. Siz bütün mesainizi öğrencilerinize ve okulunuza vereceksiniz. Çünkü siz mesainizi okula verdikçe, öğrenciye verdikçe Türkiye’nin çağdaş uygarlığa ulaşma yolu daha da kısalacaktır. Siz bizim gücümüz olacaksınız, bizim beynimiz olacaksınız, o açıdan öğretmenlerimizi seviyoruz, onların Öğretmenler Günü’nü biraz buruk da olsalar yürekten kutluyoruz. (Alkışlar)

AKP’nin öğretmene bakışı: Bir Milli Eğitim Bakanımız var, evlere şenlik. Milli Eğitim Bakanlığımın iç denetim raporu var. Raporda diyor ki “133 bin 317 öğretmen açığı var.” Parlamentoda görüşmeler var, Sayın Muharrem İnce Grup Başkanvekilimiz, ısrarla soruyor “Sayın Bakan kaç öğretmen açığı var?” diye. Sayın Bakanın verdiği yanıt: “76 bin 721 öğretmen açığımız var.” Şimdi rapora mı inanacağız, bakanın söylediğine mi inanacağız? Kendisinin yönettiği bakanlıkta öğretmen açığını bilmeyen bir Milli Eğitim Bakanı, o Milli Eğitim Bakanlığını yönetebilir mi? Yönetemiyor, yönetemediği için de Türkiye buradan maalesef kurtulamıyor. Atanamayan öğretmenler var. Sayın Başbakanın defalarca ama defalarca miting meydanlarında yaptığı konuşmalar var. Arkadaşlarım bana göndermişler, bunları okuyup zaman kaybetmek istemiyorum. Burada söylediği şu: “Biz iktidara geldiğimizde atanamayan öğretmen diye bir şey kalmayacak. KPSS’yi kaldıracağız, bütün öğretmenleri atayacağız. Bize güvenin, bizi iktidar yapın.” Söylediği bu Başbakanın. Geldi iktidar oldu, yaptı mı? Yapmadı. Ne diyorduk? Bunların söylemleriyle eylemleri taban tabana zıttır. Yapacağım diyorsa bilin ki ben bunu yapmayacağım arkadaşlar, sizi kandırıyorum demektir ve onu yapıyor zaten. (Alkışlar)

Ve OECD’den bir rakam vereyim size. Öğrenci başına harcama OECD’de 6. 741 dolar, Türkiye’de öğrenci başına harcama 1130 dolar, 6741 dolar, 1130 dolar. Hani, diyorduk ya, çağ atlayan Türkiye! Eğer bu rakamlar OECD’nin rakamı olmasa, derdik ki ya, birileri galiba bunu maniple etti ama OECD’nin rakamları. Bu rakamları oraya veren de Türkiye Cumhuriyetinin resmî otoriteleri. Eğitimin içinde bulunduğu dram budur. Ve eğitimde, Milli Eğitimde yatırıma ayrılan pay: 2002’de yüzde 17,18; Milli Eğitim bütçesinin yüzde 17,18’i 2002’de Milli Eğitim yatırımlarına gidiyor. 2010, milli eğitimin bütçesinden yatırıma giden para 6,32, yüzde 100’ün altında bir düşüş var. Milli eğitimine önem vermeyen bir ülkenin sağlıklı kalkınma şansı yoktur. Milli eğitimine önem vermeyen bir ülkenin çağdaş uygarlığı yakalama şansı yoktur. O nedenle biz diyoruz ki, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında, yani halkın iktidarında bütün öğretmenleri baş tacı edeceğiz ve Türkiye’yi onların yolundan çağdaş uygarlığa ulaştıracağız. (Alkışlar) Ama çok da haksızlık yapmayalım. AKP bu dönemde bir alanda büyük gelişmeler kaydetti. Hangi alan derseniz? Özel dershanelerde büyük gelişme kaydetti. Rakam vereceğim size yine, milli eğitimin rakamları, bizim değil. 2002-2003 dönemi ile 2010 dönemini karşılaştırmalı vereceğim. Özel dershane sayısı 2 122’den 4 193’e çıkmış. Dershanelerdeki öğretmen sayısı 19.881’den 50.432’ye çıkmış. Dershaneye giden öğrenci sayısı 606.522’den 1 milyon 174.860’a çıkmış. Dershanelerin özelliği nedir? Aileler cepten para öderler, yani okulda öğrenemediğini dershanede öğrenecek. Eğitimin kalitesi düştükçe dershane sayısı artıyor, yani Türkçesi şu: Diploma almak için okula, bir şeyler öğrenmek için dershaneye gidiyor. Böyle bir eğitim sistemi olabilir mi? Ve eğitim sistemini ters yüz edeceğiz. (Alkışlar) Biz öğretmenlere ne söylüyoruz? Sayın Başbakan demiş ya, bunların açıklayacağı hiçbir şey yoktur diye. Ben şimdi açıklıyorum. Umuyorum Sayın Başbakan veya onun arkadaşları duyarlar ve biz öğretmenler için neyi hedefliyoruz, amacımız nedir?

Ortalama 1.400 lira öğretmen aylığı, bunu en az 2 bin liraya çıkaracağız. 7 lira olan ek ders ücretini 15 liraya çıkaracağız. Öğretmenlere toplu taşıma hizmetleri ücretsiz olarak verilecek, onlara kart verilecektir. 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde öğretmenlere bir aylık ek maaş verilecek. (Alkışlar) Öğretmenlere ücretsiz bilgisayar ve İnternet hizmeti verilecek. Mademki öğretmen, mademki teknolojiyi yakalayacak, zaten para vermiyorsunuz bari bilgisayar verin, ücretsiz İnternet olanağı sağlayın. Sözleşmeli öğretmenlerin tamamı kadroya alınacak, öyle ayrılık gayrilik yok. (Alkışlar) Aileler bölünmüş, sözleşmeli öğretmenin birisi Van’da, birisi Çorum’da, arada belli günlerde bir yerlerde buluşup hasret gideriyorlar, böyle bir sistem olabilir mi? Anayasa diyor ki “Ailenin birliği, bütünlüğü esastır.” Siz, ailenin ayrılığı esastır ilkesi üzerine milli eğitim sistemini oluşturmuşsunuz. Bu doğru değil. Ve bir şey daha, Sayın Başbakan beni çok iyi dinlesin. Hiç meraklanmasın, CHP’nin iktidarında TÖBDER’in mallarını da aynen kendilerine iade edeceğiz. (Alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türkiye önemli bir süreçten geçiyor. Cumhuriyet Halk Partisi üzerine ciddi oyunlar oynanıyor. Sağ medyaya asla inanmayın, AKP yandaşı olan medyaya asla inanmayın. Tutturmuşlar bir ittifak. Ne ittifakı Allah aşkına.kim konuşuyor, kim yapıyor? (Alkışlar) Günlerdir tartışılıyor. Ben bile evde hayretle izliyorum, ya, bunlar uzayda mı yaşıyor diye. Çıkmışız böyle bir şeyin olmadığını söylemişiz. Oturmuşlar, bir sürü adam, aynı tipler, aynı televizyon kanalları, sabah akşam bunu konuşuyorlar. Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili bu tuzağa düşmesin, ne söylersek biz söyleriz, birileri bizim adımıza konuşmasın. (Alkışlar) Tek hedefimiz vardı, ittifaksa, biz milletle ittifak yapacağız, işçisiyle, çiftçisiyle, memuruyla, emeklisiyle biz bunlarla çalışacağız, biz böyle yola çıkacağız. (Alkışlar) Söyledim, konuşmamın başında da söyledim, bize inanan, cumhuriyete inanan, laik, demokratik, sosyal hukuk devletine inanan, ezilmişlerden yana olan, emekten yana olan, ülkesini seven, ülkesini, onurunu koruyan, örgütlü bir toplumdan yana olan herkesin, ister doğuda, ister batıda, ister güneyde ister kuzeyde Cumhuriyet Halk Partisinin çatısı altında yeri vardır. (Alkışlar)

Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum. (Alkışlar)