İçeriğe atla

Kemal Kılıçdaroğlu'nun 15 Temmuz 2014 tarihli CHP grup konuşmasında yaptığı konuşma

Vikikaynak, özgür kütüphane

Unutmayın, benim umudum Mustafa Kemal’in Türkiye’sini emanet ettiği gençlerdir. Benim umudum sizsiniz…

Değerli arkadaşlarım, bugün kısa bir düşünce içinde, bir saatlik bir süreç içinde bazı temel konulara değineceğim. Bunlardan birincisi, insan hayatı.

1980’li yıllarda kamuda görevli iken Fransa’ya gönderilmiştim. Televizyonda birinci haber, trafikte 1 kişinin hayatını kaybetmesiydi ve insan hayatına ne kadar önem verildiğini orada öğrendim. Ama bizim ülkemizde insan hayatı gerçekten önemli mi? Her yurttaşımın bunu düşünmesini isterim: Türkiye Cumhuriyeti’nde 76 milyon insan olarak yaşıyoruz, acaba biz kendi insanımıza değer veriyor muyuz?

Değerli arkadaşlarım, 301 işçi hayatını kaybetti Soma’da, yer altında. Ekmek parası kazanmak için, evine ekmek götürmek için hayatlarından oldular. Peki, sadece Soma’da mı, sadece o tarihte mi insan hayatı bizim önümüze gelip durdu ve biz o zaman mı feryat ve figan olarak Soma’ya koştuk.

Bakın değerli arkadaşlarım, iş kazaları terörden daha fazla can alıyor Türkiye’de. 2013 yılında 1.235 işçi iş kazasında hayatını kaybetti, 1.235 işçi.

2014 Ocak ayında, bir ayda 87 işçi,

Şubat ayında, bir ayda 77 işçi,

Mart ayında, bir ayda 117 işçi,

Nisan ayında, bir ayda 115 işçi,

Mayıs ayında, bir ayda 414 işçi,

Haziran ayında, bir ayda 141 işçi iş kazasından hayatını kaybetti ve bunların 59’u çocuk, 2014’te de 14’si çocuk hayatını kaybedenlerden.

Soma, 301 kişi hayatını kaybedince, sadece bizim değil, sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın dikkatleri o noktaya çekildi, 301 kişi hayatını kaybetmişti.

Vaatler verildi, işçiler eylem yapıyordu, iktidar gitti, dedi ki: “Ne istiyorsanız vereceğiz.” Bir tutanak var, işçilerin imzaladığı bir tutanak. Yetkililerle beraber imzaladığı bir tutanak. 22 Mayıs 2014 tarihinde Ankara’ya geliyorlar, Başbakan dahil görüşüyorlar, kendilerine verilen sözler var, sözleri bir tutanağa bağlıyorlar. “Yasalar süratle çıkarılacak, Soma’nın yaraları sarılacak…” İktidar tarafından verilen 15 taahhüt var. Bir kısmı, kısmen yerine getirildi, bir kısmı ise hiç yerine getirilmedi.

Şimdi ben yerine getirilmeyenleri okuyorum size:

1-Devlet tarafından denetimler yapılıncaya ve teftiş raporları tamamlanana kadar kimse madenlere zorla indirilmeyecek.

Hatta demiş ki AKP’li yetkililer “Önce biz gelip ineceğiz, ondan sonra siz ineceksiniz.” Bu unutuldu.

2-Kimseye bu süre içinde çıkış verilmeyecek… Bu söz de tutulmadı.

3-6 maaş ikramiye verilecek… Bu da tutulmadı.

4-Kanunda yer altında günlük 7,5 saat yazan çalışma süresi 6 saat olacak… Bu da tutulmadı.

5-Haftalık çalışma saati 36 saati asla geçmeyecek… Bu da tutulmadı.

6-Ölen madenciler sivil şehit sayılacak… Bu da tutulmadı.

7-Taşeron sistemi kaldırılacak… Tam tersine, taşeron sistemi daha kurumsal hale getiriliyor.

8-UYAR Madencilikte çalışırken işsiz kalan işçilerin mağduriyeti giderilecek, işçilerin alacağı tazminatlar bir yasa çıkarılarak güvence altına alınacak… Bunların hiçbirisi tutulmadı arkadaşlar.

Parlamentoya yasa getirdiler, kanun teklifi getirdiler, 45 kanunda düzenleme yapıyordu, şimdi 149 kanunda düzenleme yapan bir torba kanun… Her şey var içinde, ama işçilerin bu hakları o torba yasanın içinde yok.

Şimdi ben Somalı kardeşlerime sesleniyorum: Size söz verdiler, gidip konuştunuz, tutanak tuttunuz, altına imza attınız. Şimdi verilen sözler tutulmadı. Sana söz veren kişi Cumhurbaşkanı adayı oldu. Eğer verdiği sözün arkasında bir adam durmuyorsa sen gereğini yapmak zorundasın. Sandığa gideceksin, onu sandığa gömeceksin, elin mahkûm!..

Bir şey daha: Tasarı görüşülürken arkadaşlarımı bir önerge veriyorlar, “Yer altında çalışan maden işçileri için yaşam odasının olması lazım” diyorlar. Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin oylarıyla bu reddedildi. Ret gerekçesi ne? “Maliyeti çok fazla” 200 milyon lira çok fazla bir paraymış…

Somalı kardeşlerime, sendikaların liderlerine sesleniyorum: 200 milyon lirayı bir kişinin hayatından daha değerli gören bir anlayışa hâlâ destek verecek misiniz? Hâlâ onların arkasından gidecek misiniz? Her şeyi parayla ölçen bir anlayışa hâlâ destek verecek misiniz? Efendim, 200 milyon liraymış, maliyeti yüksekmiş ama insanlar ölebilirmiş… Bunu kabul etmemiz mümkün değil. O nedenle Manisalıların oturup düşünmesini istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 17 Aralıkla ilgili fezlekeler gelmişti, fezlekeleri fellik fellik gizliyorlardı, kimse görmesin bu fezlekeleri. Komisyon kurmak için uzun uzun beklediler, nihayet kuruldu komisyon. Baktılar ki bu iş olmuyor, CHP takip ediyor. Şimdi bir numara çektiler, “Efendim, sıralama yokmuş, her şey karmakarışıkmış, fezlekeleri savcıya iade edelim…” İstersen dünyanın öbür ucuna gönder, o fezlekeleri biz burada oturacağız, adam gibi bakacağız…

Nereye kadar gizleyeceksiniz siz bu fezlekeleri? Yolsuzluk yapanları korumak nedir arkadaşlar? Vatandaşın cebinden parayı çalacaksın, ama Türkiye Büyük Millet Meclisinde iktidar partisinin milletvekilleri onu koruyacak, arkasında duracak. Bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil. Şimdi fezlekeler görünmesin diye, görüşülmesin diye talimat veren kişi Cumhurbaşkanı adayı. Elinizi vicdanınıza koyup sandığa gideceksiniz. Ramazan ayı… Hırsızlık yapana prim verecek misiniz vermeyecek misiniz? Bunu oturup hepimizin düşünmesi lazım. O nedenle ben çoğu kez sizin vicdanınıza sesleniyorum: Tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacak mıyız korumayacak mıyız? Hırsızlığı savunanın arkasından gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz? İşin özü budur. Her yurttaşımın düşünmesini istiyorum. Her yurttaşım sandığa giderken bu gerçekleri düşünsün.

Değerli arkadaşlarım, iş kazalarından söz ettik. Zeytinburnu’nda da geçenlerde yine bir patlama oldu, 3 yurttaşımız hayatını kaybetti. Daha önce de yine aynı bölgede bir patlama olmuştu, 21 işçi hayatını kaybetmişti. Gidildi, davalar izlendi. Özellikle bizim milletvekili arkadaşlarımız davaları yakından izlediler. Gönül isterdi ki, o davalar görüşülürken, 21 işçinin hayatını kaybettiği davalar görüşülürken sendikaların genel başkanları da orada olsun. Onlar da takip etsinler. Sadece Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri izlediler, o milletvekili arkadaşlarıma şükran borçluyuz ve takip edeceğiz…

Dava 6,5 yıl sürdü arkadaşlar, 6,5 yıl. Haklarını arıyorlar 6,5 yıldır. Ucunda ölüm var. Gencecik 23 kişi hayatını kaybetmiş.

Değerli arkadaşlarım, Grup Başkan Vekilimiz de söyledi, aramızda partimizin hafızasını oluşturan çok değerli arkadaşlarımız var, büyüklerimiz var, ağabeylerimiz var. Dün Genel Merkezde güzel bir toplantı gerçekleşti. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları değerlendiren ağabeylerimiz dediler ki: “Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar çok açık, yıllarını demokrasi için mücadele ederek geçirenler bizler, Türkiye’nin çağdaş uygarlığa ulaşması için mücadele edenler bizler, bizler Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görev istiyoruz… Biz Genel Merkeze gelip çalışmak istiyoruz…

Geldiler, 600 kişilik salonumuz doluydu. Ve çok güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Hem biz ne yaptığımızı anlattık hem onlar beklentilerini anlattılar.

Partimizin hafızasını oluşturan, canlı hafızasını oluşturan değerli büyüklerimizin bazıları aramızda, onlara gerçekten yürekten şükranlarımı sunuyorum.

Türkiye’nin tarihî bir süreçten geçtiğini hepimiz biliyoruz. Bu oylama, bu seçim sıradan bir iktidar mücadelesi seçimi değildir. Partilerin kendi aralarında yarıştıkları bir seçim değildir. Bu seçim, Türkiye’nin oylandığı bir seçimdir, demokrasinin oylandığı bir seçimdir, parlamenter rejimin oylandığı bir seçimdir. Bu seçim, Cumhuriyet Halk Partisi ile diğer partiler arasında bir yarış değildir. Bu seçim, aynı zamanda “Bir kişiyi seçeceğiz, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtacağız” seçimi de değildir. Bu seçim, Türkiye’nin geleceğinin oylanacağı bir seçimdir. Bu gerçeği hepimizin kabul etmesi lazım. Bu gerçek üzerinden yola çıkmamız lazım. O nedenle diyoruz, bütün partilere ve o partilere oy veren bütün yurttaşlarımıza sesleniyoruz: 200 yıllık bir parlamenter yaşamı daha da taçlandırmak istiyorsak kullanacağımız oyun yeri bellidir. Hayır, biz bir kişinin, bir otokratın, bir baskıcının gelip başımızda olmasını, kızdığı zaman da tepemize sopayla vurmasını istiyorsanız onun da yeri bellidir. O nedenle diyorum, sandığa giderken hepimizin dikkatli olması lazım. Bu seçim normal bir seçim değildir, sıradan bir seçim değildir. Eğer biz çocuklarımızı düşünüyorsak, Türkiye’yi düşünüyorsak, geleceği düşünüyorsak, uygar bir dünya içinde yerimiz olsun diyorsak sandığa gideceğiz ve oyumuzu kullanacağız. Olay bu kadar açıktır. Tercihimizi kimden yana yapacağımızı çok açık ve net ortaya koyacağız.

Değerli arkadaşlarım, nasıl bir Türkiye’de yaşıyoruz. Şunu düşünün: Ali İsmail Korkmaz, gencecik bir üniversite öğrencisi; gencecik, pırıl pırıl. Annenin ve babanın umutla yetiştirdiği, üniversiteye gönderdiği, okuyacak, güzel bir gelecek, kendisi elleriyle güzel bir gelecek yaratacak. Türkiye’ye yararlı olacak. Kendi insanı için çalışacak, umutla gönderdiği bir öğrenci Eskişehir’de sokak arasında sopalarla ve tekmelerle öldürüldü… Sopalarla ve tekmelerle öldürüldü… Ben, bütün annelere ve bütün babalara sesleniyorum: Empati dediğimiz, yani karşıdaki kişinin yerine kendinizi bir koyun, Ali İsmail’in babası ve annesi yerine kendinizi bir koyun. Umutla çocuğu yetiştirdiniz, üniversiteye gönderdiniz, okusun, adam olsun diye, ülkesine faydası olsun diye ve o karanlık bir sokakta sopalarla ve tekmelerle öldürülüyor. Öldürüldüğü zaman Cumhurbaşkanı adaylarından birisi “Polis destan yazdı” diyor…

Senin çocuğun öldürüldüğünde, senin çocuğun karanlık bir sokakta sopayla, tekmeyle öldürüldüğünde “Polis destan yazıyor” diyen adama hâlâ gidip oy verecek misin vermeyecek misin?

Evet arkadaşlar, gencecik fidan gibi, hayata umutla bağlanmış birisi var. Sonra ne oluyor? Bununla kalmıyor, onun valisi –devletin valisi değil- o Cumhurbaşkanı adayının valisi diyor ki: “Ali İsmail Korkmaz’ı arkadaşları öldürmüştür” Delilleri karartmaya çalışıyorlar. Ama yürekli bir savcı, düzgün bir savcı, adaleti arayan bir savcı, cumhuriyetin savcısı olan bir kişi delillerin tamamını ortaya çıkardı… Sonra ne oldu? “Efendim, dava Eskişehir’de görülemez” Nereye alacağız/ “Kayseri’ye alacağız” Oy kullanmak için sandığa gidecek yurttaşlarıma sesleniyorum, çocuğu olan bütün anne ve babalara sesleniyorum: Aynı şey sizin başınıza her an gelebilir. Gençleri anlamak yerine, sopayla, tekmeyle susturmak hangi demokraside vardır? Ve bu insan hangi yüzle gelip “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olacağım” diyor? Nasıl bir Türkiye’de yaşıyoruz? Ve sandığa gideceğiz, nasıl bir Cumhurbaşkanı seçeceğiz? Bunların tamamını düşünmemiz lazım. Bu Türkiye’de yaşıyoruz. Delillerin karartıldığı, adaletsizliğin geçerli olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Sandığa giderken bu düşüncelerle sandığa gitmenizi istiyorum, bu anlayışla sandığa gitmenizi istiyorum, empati kurmanızı istiyorum. Çocuklarımızın içinde bulunduğu koşulları iyi bilmenizi istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, eğer çağdaş bir ülkede, uygar bir ülkede, demokrasinin geliştiği bir ülkede yaşamak istiyorsak her şeyi düşünmek zorundayız. Bu seçim, bu açıdan çok önemli bir seçimdir. Herkesin düşünüp herkesin sandığa gitmesi gerekiyor.

“Ben sandığa gitmem ama ben konuşurum…” Dün söyledim, “Oğlunu seviyorsan, kızını seviyorsan, çocuklarını seviyorsan, Türkiye’yi seviyorsan, Türkiye’nin geleceğini düşünüyorsan, adam gibi gidip tatil yapmak istiyorsan kimse kusura bakmasın, adam gibi tıpış, tıpış gideceksin oyunu kullanacaksın” dedim. Dün söyledim, “Vaay efendim, Kılıçdaroğlu bak bana diktatör diyordu, o da bunu söylüyor…” Ben söylüyorum, çünkü ben de tıpış, tıpış gidip oyumu kullanacağım, ben de yurttaşlık görevimi yapacağım… Senin diktatör olduğunu ben söylemiyorum sadece, bütün dünya söylüyor. Aradaki fark bu zaten. Senin ellerin kanlı, senin dilin kirli, senin alnın kirli, senin geçmişin kirli…

Bu seçim, hukukun üstünlüğüne inananlarla inanmayanlar arasındaki bir seçimdir. Bu seçim, demokrasiye inananlarla inanmayanlar arasındaki bir seçimdir. Bu seçim, Türkiye’nin geleceğini çağdaş uygarlığa taşımak isteyenlerle taşımak istemeyenler arasındaki bir seçimdir. O nedenle 10 Ağustosta sandığa gidip oyumuzu kullanırken Türkiye’nin geleceğini düşünmek zorundayız. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kirli birisi oturamaz… Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yalan söyleyen birisi de oturamaz. Kimse kusura bakmasın, yalan söylemek ayıptır, bize öyle öğrettiler. Her anne baba çocuklarına mutlaka öğretir “Yalan söyleme” diye. Ama Başbakanlık koltuğunda oturan kişi yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmişse ve kişisel kariyeri için her şeyi yapıyorsa bunu düşünmek mümkün değildir, bunu kabul etmek mümkün değildir. Yalan konusunda kimse onun eline su dökemez, yalan ustası bakın, hakkını vermek lazım. Usta; yalanın ustası.

Değerli arkadaşlarım, Yalancıdan Cumhurbaşkanı adayı olmaz” demiştim. Bir kişi kendi çocuklarının üzerinden .bile yalan söylememeli. Şimdi, küçük bir filmimiz olacak, onu biz izleyelim bakalım…

Evet, film bu kadar. Yandaş bir televizyon kanalında yapılan röportaj. Yağlama bölümü var, ama bir şey var, diyor ki: “Siyasi mücadelem içinde bir gün olsun kimse bana niye geç geldin diye sormadı. Gecenin 1’inde, 2’sinde geliyoruz eve. 1980 öncesinden söz ediyorum. O zaman çok zor, şimdiki gibi kolay değil. Büyük kızım Esra bir gece kapıya not yazmış: ‘ Babacığım, bir geceni de bize ayır’” 1980 öncesinden söz ediyor. Büyük kızı Esra’nın doğum tarihi ne biliyor musunuz? 14 Ekim 1983…

Evet değerli arkadaşlarım, doğmadan 3 yıl önce, 0 yaşında, doğmadan 3 yıl önce kapıya not yazmış!..

Eğer bir kişi çocuklarını yalana ortak ediyorsa, çocuklarının üzerinden kişisel kariyer oluşturuyorsa, o ülkede o Cumhurbaşkanı adayı olmaz. İzzeti ikbal ile çekilir oradan, utanır biraz. Eğer bir Cumhurbaşkanı adayı oğluyla rüşvet pazarlığı yapıyorsa, “Oğlum, getirilen para az, söz verdikleri kadar getirecekler. O parayı alma, nasıl olsa kucağımıza oturacaklar” diyorsa, o bu ülkede Cumhurbaşkanı adayı olmaz, olmamalı…

Değerli arkadaşlarım, bu seçimler neden önemli? İşte bunun için önemli. Bu seçimler için neden sandığa gitmeliyiz? İşte bunun için gitmeliyiz, bir yalancıya dersini vermek için gitmeliyiz. Bir diktatör heveslisine dersini vermek için gitmeliyiz. Halkı kandırana, açıkça gözlerinin içine baka baka yalan söyleyene dersini vermek için gitmeliyiz. Uygar bir Türkiye için, güzel bir Türkiye için, çocuklarımızın özgürce düşüncelerini ifade edebilecekleri bir Türkiye için sandığa gitmeliyiz. Bunu yaptığımız zaman vatandaşlık görevini yerine getirmiş olacağız. Mademki bu ülkede yaşıyoruz, mademki bu ülkenin kaderi bizim elimizde, mademki ülkemizi seviyoruz, ülkemize huzur istiyoruz, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak kişinin Türkiye’yi temsil etmesini istiyoruz, onun hiçbir siyasi partinin adamı olmasın, tarafsız birisi olsun diyorsak ve bunu istiyorsak sandığa gitmeliyiz. Oyumuzu kullanmalıyız. Bunu yapmadığımız zaman vatandaşlık görevini yerine getirmemiş oluruz.

Zaman zaman bu Cumhurbaşkanı adayı şantajdan da söz ediyor. İlginç bir şey, kalktı bir ara şunu söyledi: “Cumhurbaşkanı için de şantaj kasetleri var. Altını çiziyorum, Sayın Abdullah Gül için de şantaj kasetleri var” dedi. Ben şunu bekledim: Sayın Abdullah Gül diyecek ki “Ne şantaj kaseti kardeşim? Böyle bir şey söz konusu olamaz…” Şu ana kadar ses çıkmadı. Şimdi soruyorum: Erdoğan’ın işine gelmediği için o bunalar yanıt vermez, kol saatine yanıt vermediği gibi. Ne espri değil mi? Vatandaş soruyor. “Saatiniz kaç?” Önce jeton düşmüyor, saati söylüyor, sonra birden jeton düşüyor, “Sen nasıl bana saati sorarsın” diyor…

Şimdi bekliyorum, bu şantaj kaseti nedir? Sayın Abdullah Gül’den yanıt bekliyorum. Acaba bu kaset birilerinin elinde olduğu için mi tamamen sesini kesti, hiç konuşmuyor Sayın Gül, merak ediyorum. Yoksa, ki ben şahsen böyle bir kaset olduğuna inanmıyorum, o zaman onu kullanan Recep Tayyip Erdoğan’a neden bir şey söylemiyor? Neden bir şey söylemiyor? Çünkü o makam farklı bir makam. O makam, beni de temsil ediyor, 76 milyonu temsil ediyor. O makamda oturan birisi şantajla korkutulamaz, korkutulmamalı. Onun üzerine ben değil, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişi gitmeli; bunu istiyoruz.

Biz hukuk devleti istiyor muyuz, hukukun üstünlüğünü istiyor muyuz, kadın erkek eşitliğini istiyor muyuz, cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkmak istiyor muyuz, Parlamentoya, parlamenter sisteme sahip çıkmak istiyor muyuz, bir kişinin iradesi değil, milletin iradesinden söz ediyor muyuz? Ediyoruz. İstiyor muyuz? İstiyoruz. O zaman sandığa gideceğiz. Sandığa gideceğiz ve oyumuzu kullanacağız. Biz, katılımcılığın olduğu, saydam bir yönetimin olduğu, bütçenin nerelere harcandığının özgürce araştırıldığı, kişilerin hesap vermekten korkmadığı, hesap vermeyi onurlu görev kabul ettiği bir rejimi, bir düzeni savunuyoruz. Bunun için sandığa gideceğiz, sandığa gitmek zorundayız. Sandığa gideceğiz, oyumuzu kullanacağız. Kim için? Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu için…

Neden Ekmeleddin Bey? Birden fazla nedeni var.

1-Hiçbir partinin üyesi değil. Tarafsız demiyor muyduk? Tarafsız. Vatandaş demiyor mu: O makama oturacak kişi tarafsız olsun. E, tarafsız birisi, hiçbir partinin üyesi değil.

2-Bilgili birisi olsun. E, profesör; Batı’da, Doğu’da bilinen bir insan. Bilim tarihi konusunda dünyada ismi olan birisi. Bu nitelikleri var mı? Var.

3-İyi bir yönetici olsun… E, iyi bir yönetici. Birleşmiş Milletlerden sonra en büyük uluslararası kuruluş olan İslam İşbirliği Örgütünde Genel Sekreterlik yapmış, 57 ülkeyi bir araya getirmiş, barıştırmış.

“Efendim, Ekmeleddin Bey fazla tanınmıyor…” Daha iyi ya, öbürünü hepimiz tanıyoruz, kim olduğunu biliyoruz…

“Efendim, onun dünya çapında ünü varmış…” Vallahi dünya çapında ünü var, hiçbir endişem yok bundan. Malı götürme konusunda dünyada 1 numara…

Diyorlar ki: “Efendim, Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı” Evet. Diyor ki öbürü: “Ben ihaleleri de takip edeceğim, yolları da takip edeceğim…” Onun nasıl yol bulduğunu biliyoruz biz, yolları nasıl bulduğunu biliyoruz. İhaleleri nasıl takip ettiğini de biliyoruz. Biz ihaleleri takip eden Cumhurbaşkanı adayı istemiyoruz… Biz, halkını değil cebini düşünen Cumhurbaşkanı adayı istemiyoruz. Biz, düzgün, namuslu Cumhurbaşkanı adayı istiyoruz. Tarafsız olsun, herkesi kucaklasın… Biz toplumun bana oy verenlerinin Cumhurbaşkanı adayını istemiyoruz, oy versin vermesin, 76 milyonu kucaklayan Cumhurbaşkanı adayı istiyoruz. Bizim istediğimiz bu. Eğer yurttaşlarımız “Evet, sen haklısın, Cumhurbaşkanının tarafsız olması lazım, bütün siyasi partilere eşit mesafede olması lazım…”

Dün bir jest yapmış Sayın İhsanoğlu, Demirtaş’ın da, Erdoğan’ın da hesaplarına 1.000’er lira para yatırmış. Erdoğan 1.000 lirayı iade etmiş. Tabii, 1.000 lira onun için para bile değil, para bile değil…

Ekmeleddin Bey Bilal’e soracaktı “Kaç lirayı kabul eder?” diye. O zaman görecekti ki mümkün değil, öyle bir parayı yatırmak mümkün değil. Parayı iade ediyor değerli arkadaşlarım, kibre bakınız kibre!.. Bizde güzel bir söz vardır: Neden kibir arkadaşlar? Herkesi küçük görme, halkı küçük görme, yarıştıkları kişileri küçük görme. İslamiyette kibir var mı, Müslümanlıkta kibir var mı? Kibirlenme padişahım senden büyük Allah var diye, bizim halkımızın güzel bir lafı var… Kendini neyin üstünde görüyorsun sen, neyin üstünde görüyorsun kendini? Neyin üstünde görüyorsun? Sana kibir yakışıyor, ama Ekmeleddin Bey’e kibir yakışmıyor. Onda kibir diye bir şey yok. Halkın adamı, düzgün bir adam.

Değerli arkadaşlarım, biz tepede kavga istemiyoruz. Cumhurbaşkanlığı makamında kavga istemiyoruz. Oraya oturacak kişinin kavgadan yana tavır almasını da istemiyoruz. Geçmişte bir kavga yaşandı, onun faturasını hep beraber çektik. Devletin sigortasını attırmak için oraya çıkılmaz. Devletin sigortası olmak için oraya çıkılır. Oraya çıkacaksın, devletin sigortası olacaksın. Herkes sana güvenecek; bu çerçevede bakmak gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Bir başka önemli nokta: Ortadoğu’yu biliyoruz, IŞİD’in neler yaptığını da hep beraber görüyoruz ve tanık oluyoruz. Bu Cumhurbaşkanı adayı, yalanından geçilmeyen Cumhurbaşkanı adayı IŞİD’e yalvarıyor, “Ne olursun, bizi rehineleri serbest bırak” Terör örgütüne yalvaran Cumhurbaşkanı adayı istemiyoruz. Türkiye’nin itibarını bozuyorsun sen… O kadar ki, kaç kişinin rehin alındığını da bilmiyorlar. 1 kişi daha çalışıyormuş orada. Aile ısrarla söylüyor “Benim eşim de orada” diyor, Dışişleri Bakanı “Hayır, o orada değil” diyor. Fakat sonra öğreniyorlar ki o da orada. E, ben bu adama “Çapsız” diyordum, nasıl demeyeyim şimdi ben! Dünyanın en çapsız Dışişleri Bakanı. Kaç kişinin rehin alındığını bilmiyor.

Kan gövdeyi götürüyor Suriye’de, Türkiye’nin itibarı zedelendi. Ortadoğu’da Erdoğan’ın sözü geçmiyor, Türkiye’nin de sözü geçmiyor. Bakın değerli arkadaşlar, Filistin Gazze’de gencecik çocuklar, küçük çocuklar, insanlar öldürülüyor. Erdoğan ne yapıyor? IŞİD’e yalvarıyor “Efendim, İsrail bombalarsa ilişkilerimiz düzelmez” diyor. Size onun bir İsrail-Gazze macerasını anlatayım. Bu adaya bir bakın bakalım, nasıl bir aday.

2011’de Mavi Marmara’dan sonra şöyle bir açıklama yaptı: “Gazze’ye yardım gemilerine Türk donanması eşlik edecek” 8 Eylül 2011. Ben bunun üzerine bir açıklama yaptım, “Eğer Türk donanması eşliğinde yardım gemilerini Gazze’ye göndereceksen senin alnından öpeceğim” diye. Tık yok, tık yok. Ne gemiler ne donanma, hiçbir şey gitmedi. Çünkü içeride tafra yapmak istiyor, “Ben Gazze’ye donanmayı gönderirim, vesaire…” Halkı kandırmaya çalışıyor. Gönderdi mi? Gönderemedi. Yalan mı? Gene yalan söyledi. Bununla kalsa diyeceğiz ki tamam.

23 Mart 2013: “Nisanda Gazze’ye gideceğim” diye açıklama yapıyor, Nisanda Gazze’ye gidecek Beyefendi. Bir ülkenin Başbakanı bir başka ülkeye giderse önce Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla bütün altyapı oluşturulur, görüşmeler yapılır, hangi saatte gelecek, hangi programlara katılacak, nerede kalacak, kimlerle görüşecek, bunların hepsi görüşülecek. Emin ki “Nisanda gideceğim” diyor. Nisan geliyor tık yok, gitmiyor. Onun üzerine, 14 Nisan 2013’te bir açıklama yapıyor. İlk açıklama 23 Mart. 14 Nisan geliyor, Nisanda gidemediğine göre, bir açıklama daha yapıyor “Tarih kesinleşti, Mayıs sonu gibi Gazze’ye gideceğim” Nisandan Mayısa atladı.

21 Nisan 2013’te John Kerry dedi ki: “Sen Gazze’ye gidemezsin” Orada bitti. Ne donanma, ne Erdoğan, kimse Gazze’ye gidemedi.

Arkasından bir açıklama yapıyor, “Kerry’nin demeci hiç şık değil” Gidemezsin dedi ya, “Hiş şık değil. Haziranda Gazze’ye gideceğim” Ne zaman? 2013’te söylüyor. Şimdi 15 Temmuz 2014. Ne Gazze’ye Nisanda ne Mayısta ne Haziranda gidemedi. Sadece palavra attı, gideceğim, edeceğim diye.

Şimdi, bu kalkmış “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olacağım” diyor. Ya, sen daha Gazze’ye bile gidemiyorsun, oraya bile gidemiyorsun, Ortadoğu’ya gidemiyorsun. Kalkmışsın koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ne Cumhurbaşkanı olacaksın. Ama Ekmeleddin Bey ne yaptı? Filistin’de tarafları barıştırdı. Filistin Kurtuluş Örgütü Hamas’ı bir araya getirdi, onları barıştırdı. Filistin Devletini her ortamda savundu ve Kudüs Nişanı’nı aldı. O Beyefendi hangi nişanı almıştı?.. Evet, biliyorsunuz…

Suriye’deki batağı biliyoruz. 1 milyonun üstünde Suriyeli var; Kahramanmaraş’ta, Adana’da insanlar Suriyelilere tepki vermeye başladılar. Bir kimse kendi ülkesini boşu boşuna terk etmez arkadaşlar. Başka bir ülkeye aç susuz, can havliyle kaçmaz. Eli kanlıdır dedim, bunun için dedim. Gidip namaz kılacaktı Şam’da. “Efendim, Esad’ın iki tarafında iki tane koltuk değneği kaldı, o koltuk değnekleriyle ancak yürüyor, yakında o gidecek” diyor. Ne oldu? Gidemedi, gitmedi. Çünkü dengeleri iyi okuyamıyor, dünya dengelerini iyi okuyamıyor. Suriye’nin Rusya için ne öneme geldiğini, ne önem taşıdığını bilmiyor, anlamıyor. Ben söylerim gider, ben söylerim yapar… Yok öyle bir şey. Dış politika öyle değil. Ve Suriye konusunda da geldi Türkiye’nin başına bela açtı. 1,5 milyon insan… Ankara’da gidin, küçücük çocuklar dileniyorlar. Sorumlusu kim? Cumhurbaşkanı adayı. Yazık günah değil mi o insanlara.

Şimdi, sandığa gidecekler, oy kullanacaklar değerli yurttaşlarınız. Suriye’yi düşünün, Kahramanmaraş’ı düşünün, Adana’yı düşünün, Antep’i düşünün, Şanlıurfa’yı düşünün, Hatay’ı düşünün ve oyunuzu öyle kullanın. Eğer bunu yapabilirsek Türkiye’de önemli bir aşamayı kat etmiş olacağız, önemli bir çizgiyi aşmış olacağız. Türkiye’yi aydın geleceğe hep beraber taşımış olacağız.

Eğer İhsanoğlu kazanırsa hukukun üstünlüğü kazanacak, İhsanoğlu kazanırsa parlamenter sistemimiz kazanacak, İhsanoğlu kazanırsa Ortadoğu kazanacak, İhsanoğlu kazanırsa Avrupa Birliği, uygar dünya kazanacak, İhsanoğlu kazanırsa Türkiye kazanacak, biz kazanacağız, özgür, güzel Türkiye için hep beraber çalışacağız.

Hepinize teşekkür ediyorum, hepinize saygılarımı sunuyorum.

Kaynak: "'Doğmayan kızım bana not bırakmış' diyen, oğluyla rüşvet pazarlığı yapan, Kerry 'Gazze'ye gidemezsin' deyince yerinden kalkamayan birinden Cumhurbaşkanı olmaz" diyen Kılıçdaroğlu, E. İhsanoğlu'nun cumhurbaşkanı adaylığı konusunda da şunları söyledi;". chp.org.tr. 4 Kasım 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
Telif durumu: