Kaynana ile Damat

Vikikaynak, özgür kütüphane
Kaynana ile Damat
 

— Bu ne iştir?...
— Ne olmuş ki...
— Hiç bir şey yok, öyle ya,
Hep işlerin oldu bitti, şimdi asker değilsin.
Artık onu ne yapmalı?... Yakalardan atmalı,
Bir kahpenin kucağına yaslanarak yatmalı;
Beride de o yetimcik varsın ölsün, gebersin.
— Bir suç muymuş, dörde kadar hakkım yok mu almaya?
— Hakkın vardır; fakat bir yol mollalardan sor, öğren,
Bak, bir molla sana der mi: «Bir karını hoş kullan;
Ötekini ağlat, inlet, her dakika ağula.»
Ona günah değil mi ki göz yaşında boğula?
Öküz gibi...
— Edepsizlik edip durma oradan.
— Söyle, söyle, sövmek değil, öldürürsün istersen.
Çünkü benim hiç kimsem yok, yardımcım yok, yalnızım.
Ben yoksulum; senin baban köyün zengin muhtarı.
Ben zayıfım; senin kolun benimkinden kuvvetli.
Sen uslusun, akıllısın; ben bir ahmak, bir deli.
Sen her şeysin; ben zavallı, eksik etek bir karı.
Lâkin ben de bir anayım!...
— Yıkıl şurdan!...
— Ya kızım?
Ya her gece yastığına yaşlar saçan o yavrum,
O, n'olacak?...
— O da gitsin cehenneme yolu var!
— Ey Allah'ın zalimleri! onu niçin aldınız,
Sonra böyle soldurarak çamurlara çaldınız?
Bir gün olur sizleri de öç alıcı Hak çalar.

— Haydi carlan, gel gidelim, gel gidelim, gel kuzum.
Sus ağlama, benim ahu gözlü, yosma meleğim.
Artık bitti acı sözler, artık bitti dayaklar;
Onun olsun o bahçeler, o altınlar, inciler,
Onun olsun o tarlalar, o inekler, keçiler,
Onun olsun o dört gözlü, ak sıvalı konaklar!...
Sana yeter benim damım, kara kuru ekmeğim!...
**
Bahtsız gelin, eski bir car altında,
Gözü artta, ağlayarak gidiyor...
Nineciği, bu zavallı kadın da:
«Anan sana kurban olsun, sus!» diyor.

Yürüyorlar: sanki yaslı her bir yer;
Yürüyorlar: diken olmuş hep güller;
Yürüyorlar: kan ağlıyor her ırmak;
Yürüyorlar: bir taşlıkta yalnayak!...

Köyün büyük meydanına gelince,
İçlerinden dediler ki: «Ah bu yer!...
Burda neler yapılmıştı kaç gece?
Hep yalanmış o dernekler, şenlikler!»

Biraz daha sağa, sola yüründü;
Artık viran kulübecik göründü.
İkisinin yüzünde de renk soldu.
Kan çanağı gözlerine yaş doldu.
**

Zavallıcık eve girdi, yere döşek yayıldı;
İçersine cansız imiş gibi düştü, bayıldı.
Ateş, alev içersinde dalıp dalıp gidişler
Ninesini çılgın gibi sokaklara uğrattı.
Ona köy köy, hekim, hoca, ilâç, şifa arattı;
Kadıncağız bırakmadı baş vurmadık hiç bir yer!

**

Bugün tamam onuncu gün. Hâlâ iyi olmadı;
Ne hekimden, ne hocadan hiç bir şifa bulmadı;
Hak’tan başka hiç bir yerden artık ümit kalmadı.
Biçare kız pek bozulmuş, kadit olmuş her yeri;
Yanakları deri kalmış, sönmüş güzel gözleri...
O ipince boğazında bir boğucu hırıltı!...


Ana ile Kızı


- Ne istersin?

- Bilmem ki!

- Biraz ayran içer misin? Şifalıdır.

- Ha. peki.

- Vay başıma!... Her tarafı ateş gibi yanıyor!...

Yine daldı: bak bak. yine o çapkını anıyor.
Keşke o gün gelmeseydi; lâkin o, gitsin dedi;
Kendisi de, orda iken, gelmesini istedi.

İşte yine sayıklıyor:
«O nasılsa ben de öyle bir canım;
Niçin beni dövüyorsun?... Bak, çürüdü her yanım...»

Ah evlâdım uğurunda ben kendimi kul ettim;
Genç ömrümü yüz bir mihnet içersinde tükettim.
Seni baban bir yaşında yetim koydu kucakta;
Ne çul vardı altta üstte, ne od vardı ocakta;
Ben seninçün tarlalarda kan terlere batardım;
Pazarlara yalın ayak koşar, odun satardım.
Bir kerecik gülmen için bir soytarı olurdum,
Bir damlacık göz yaşında ne ağular bulurdum;
Ah ben sen,i çiçek gibi, esen yelden korurken
Taş yürekli bir canavar pençesine düştün sen!...


Sayıklama pek sıklaştı:
«Bu gece de koynunda!...
Bak, sağ kolu işte yine, yine onnu boynunda».


«Merhametsiz!... Evlâdımın eksiği ne, suçu ne?...
O, yüzünün akı ile girmedi mi evine?
Bunca yıldır bir aybını söyledi mi bir insan?
Ocağına canla. başla olmadı mı kul, kurban?
Ah, sen onu tepe tepe kullanarak yıllarla,
Sonra bunca emeğini yaratmadın bir pula!...

Benim yavrum şu iki yüz evli köyde bir idi,
Bu yerlerde onun yoktu güzellikte menendi...
O açılmış gül yanağı, süt köpüğü gerdanı,
On beş örgü sırma saçı bayıltırdı insanı;
İşte hâlâ baygın, lâkin yine ahu o gözler!...

Ah, o vakti vermeliydim isstiyorken o rençper!...
Kandırdılar, bana «Kadın, ver kızını, zengin yer;
Sakın dönme, bırak, yetim rahat etsin.» dediler.

Ben biçare, bu sözlere budalaca inandım;
İnsan yüzlü şeytanların düzenine aldandım.
Sanmıştım ki: nerde altın varsa dirlik ordadır;
Bir insana zenginlikler saadetler yaratır.

Ne o kızım? O tarafa bakma yavrum, bak bana;
Gözlerini bana çevir, çevir kızım bu yana!...

«Geliyorum!»
Gözler döndü. Ah, uçuyor yuvadan!...
Ey kurumuş sarı ota can verici Yaradan!
Sen yavrumu ıssız kalan ocağıma bağışla;
Yetimimin mezarında yaş saçtırma bu dula.

«Çabuk olun; nerde benim telli pullu duvağım?..
O boşamış, artık orda değil imiş ortağım;
Düğün, düğün!»

Ah, gözleri yukarıya dikildi,
Ne oluyor? Niçin öyle birdenbire irkildi?...
Deli karı, hiç kimseyi görmedin mi ölürken?

Can veriyor!...

Gitti, gitti, gitti, gitti elimden;
Gitti, gitti, uçtu kuşum, ıssız kaldı yuvası;
Gitti, gitti, soldu gülüm, yas bağladı burası...
Ah, ben artık şimden sonra nerelere gideyim?...

Yavrum, yavrum! artık sensiz bu dünyada nideyim?
Şendin garip gönlün eşi, viran evin çerağı;
Şendin ömrün tek ümidi, zayıf elin dayağı!
Bundan sonra benim için bütün dünya mezardır;
Dağlar, taşlar... her şey bana seni söyler, ağlatır!...

Yavrum, yavrum! bu dünyada bir murada ermeden
Kara toprak içersine gireceksin yarın sen.
Dilerim ki sana eden hainler de bulsunlar.
Bir gün dirlik görmesinler, canlarından olsunlar!...

Ey Allah'ım! artık beni yaşatmakla kayırma,
Sen yavrumun vücudundan vücudumu ayırma.
Divanında evlâdımın davasını görürken
Bu davada beni dahi hazır eyle o gün sen!...

Bu eser, kültürel öneminden ötürü Türkiye Cumhuriyeti'nde kamuya maledilmiştir ya da 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre eserin koruma süresi dolmuştur. Kanun'un 27. maddesine göre:

  • Koruma süresi eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder.
  • Sahibinin ölümünden sonra alenileşen (herkesçe bilinir duruma gelen) eserlerde koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıldır.
  • 12. maddenin birinci fıkrasındaki hallerde (sahibinin adı belirtilmeyen eserlerde) koruma süresi, eserin aleniyet tarihinden sonra 70 yıldır; meğer ki eser sahibi bu sürenin bitmesinden önce adını açıklamış bulunsun.
  • İlk eser sahibi tüzelkişi ise, koruma süresi aleniyet tarihinden itibaren 70 yıldır.