Hayvanlar Arasında
Paris'in büyük hayat sıtmasına tutulduktan sonra yapmaya hiç vakit bulamayacağım bir ziyarete ilk günümü hasretmeye muvafık oldum. İndiğim otelden pek uzak olmayan tarihi tabii bahçesindeki hayvanları görmek istiyordum. Trenin yorgunluğunu sıcak bir banyo ve iyi bir kahvaltı ile geçirdikten sonra o tarafın yolunu tuttum.
Eylül sonunun bu kapanık ve serin gününde bahçenin bütün ağaçları durgun ve karanlık... Havuzların suları, bulutlu semanın akisleriyle kirli bir katran renginde... Neşesiz fıskiyeler havada tutunamıyor... Derinden derine, perişan kuş feryatları bin tempoda hayvan bağırmaları işitiliyor... İnsan daha kapıdan girerken bir gurbet ve ıstırap bahçesinin eşiğine ayak bastığını anlıyor.
Evvela kuşların bulunduğu tarafa saptım. Birer büyük oda genişliğindeki kafeslerinde, Hindiçinî'den getirilmiş leylek biçiminde birtakım tüyleri dökük kuşlar, boyunlarını çekmiş, nihayetsiz bir hüzün içinde düşünüp durmakta; bu bedbahtların kafesi yanında, açık bir saka üzerinde dikili kazıkların ucundaki halkalara tünemiş renkli papağanlar, kafeslerde mahpus hasretli kuşların havaya dağıttığı anlatılmaz elemi bir dereceye kadar tadil ediyor. Daha biraz ötede, başka bir büyük kafesi dolduran ufak ´´Senegal´´ kuşları, renkli tüyleriyle bir sonbahar bahçesinin keskin çiçeklerini andırıyor. Bu masum mahluklar, bulutlu havayı bir akşam başlangıcı zannederek dalları üzerinde sıralanıp uyumaya hazırlanıyorlar. Daha ötede, gene büyük bir kafeste hasta ve dargın akbabalar var. Hepsi de yüzlerini duvara çevirmiş uyuyor gibi duruyor. Yusuf Ziya, Paris hayvanat bahçesinde akbabanın çirkin ve mağmum başını görseydi, neşeli gazetesine onun ismini vermeye mümkün değil razı olmazdı.
Maymunlar tarafına geçtim:
İki genç şempanze, mahpeslerinin demir parmaklıkları arkasında birbirine sarılmış, ağlayan ve hıçkıran felaketzedelerin sallanışıyla mütemadiyen sallanıyor. Ne hazin şey!
Kafesinde tek başına yaşayan bir goril —biraz açılmak ve ısınmak için olacak— ikide bir tavandan sarkan trapeze takılarak birkaç jimnastik hareketi yaptıktan sonra tekrar büzüldüğü köşeye dönüyor. Hele diğer bir kafeste bir Cezayir maymunu ailesinin hatırası, yüreğimde daima kanayan bir yara halinde kalacak; anne bir aylık yavrusunu bağrı üzerinde sıkmış ısıtmaya çalışıyor ve dalgın, boş, ümitsiz gözlerle bu esmer ve yabancı simaya bakıp düşünüyor.
Ne talihsiz bir anne çehresi!
Teessürüm tahammül kabiliyetimi geçmişti. Artık kafeslerin önünde çok durmadan geçiyordum: İşte mütemadi bir dil hareketiyle mahpeslerinin demir çubuklarını aşındırmaya çalışan aptal ayılar... İşte gayz ve gazaptan kendi etine dişini geçirmeye çalışan hiddetli bir pars... İşte serbest olsa bir hamlede kan ve kemik yığınına döndürebileceği gülünç bir seyirci kalabalığına esir çehresini göstermemek için musirrane duvar tarafına bakan mağrur bir ´´Bengale´´ kaplanı!
İşte dalgın aslanlar. İşte iğrenç sırtlanlar, işte kafeslerinde durup dinlenmeksizin dönen tesellisiz kurtlar!
Yılanları ve timsahları da derin uykularında seyrettikten sonra bahçenin Sen nehri tarafına açılan kapısından çıkmadan evvel, bir meşhur heykeltraşın bir ayı yavrusu avcısıyla iri bir ayı annesinin kanlı kucaklaşmasını temsil eden tuncu önünde durdum. Esir ve gurbetzede hayvanların şifasız ıstırabından akan zehirle dolan ruhum, serbest canavarın zalim insan üzerindeki zaferini gösteren bu haileengiz şaheseri seyretmekle bir parça ferahladı.