Gedin Deyin Han Çobana'nın öyküsü
Kars, Anadolu’muzun kuzeydoğusunda, atalarımızın, anayurdumuz Orta Asya’dan geçiş ve göç yolları arasında köprü olmuştur. Çeşitli kültür ve uygarlık kalıntılarını sinesinde saklamıştır. Zengin bir folklora sahiptir. Biz bunun derinliğine girmeden derlemiş olduğumuz türkülü birçok hikâyenin bir tanesini ele alacağız.
Bu türkülü hikâye, Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Şöregel adıyla anılan verimli düzlük bir arazinin içinden geçen Arpaçayı Suyu ile Kars Suyu’nun birleştiği “Mugan” denilen yerde, “Aslanhana” ve “Kineyi” (Yalçınlar) köyünün arsında geçer. Vakti zaman içinde, “Mugan” denilen yerde bir köy varmış. O köyde zengin, varlıklı bir ağa varmış ki, sürüsü su bulandırır. Bu ağanın üç kızı varmış. Büyüğü “Saram” veya “Saran” adında. İki bacısı da kendinden küçük... Bu ağa kızı öyle güzel ki, uzun boylu, ince belli, kalem kaşlı, sırma saçlı, kamış parmaklı, sedef dişli, aklı güzelliğine, güzelliği aklına uygun bir kız... On parmağında on hüner var. Halı, haça kilim geve dokur. Farmaçın (ipten dokunan ve içine yatak konulan göç sandığı) en güzelini dokur. Koyun sağmak, inek sağmak, at binmek hepsi bir tamam, Saram da mevcut.
Saram’ın babasının sürüsüne giden bir serkâr (baş çoban) var. İsmi, Han. O da yakışıklı, uzun boylu, sık saçlı, geniş alınlı, babayiğit bir delikanlı. Koyunları otlatırken bir gün anaç (sağın) koyunu ağıla getirir. Çobanlıkta adettir, çoban berenin (ağıl) kapısında, bir taş üzerinde oturur, koyunun başını tutar bir veya iki kadın da süt sağarmış. Bu gün süt sağmak için Saram gelmiş. Han Çoban koyunu tutmuş, kız sağmış. Ama o arada gözlerinden çıkan aşk kıvılcımları gönüllerinin içinde tutuşmuş. Birbirlerine âşık olmuşlar. Ama ne fayda, kız ağa kızı. Oğlan bir garip çoban. İçine salmış derdini. Dayanamamış, günlerden bir gün köyün en yaşlı nenesine derdini açmış. Nene, kızın anasına, “Bu sizin Han çoban yakışıklı bir yiğittir. Senin büyük kızın Saram’a kara sevda olmuş. Kızın da gönlü var. Etmeyin, eylemeyin, zaten sizin de oğlunuz yok. Bele oğul hardan tapacaksınız. Kız oğlana, oğlan da kıza lâyık” demiş. Kızın anası neneye cevap vermiş: “Ey(i), hoş danıştın. Han Çoban, kızım Saram’a layık. Ne var ki, gel gör kızın babası bir ağa... Bunu işitirse küplere biner, göylere çıkar. Kızı da, beni de, çobanı da temizler.” Nene bunu dinlememiş ve “Bir atasözü var, ‘El yığılsa dağ oyandar. Yerinden söz bir olsa, zarbı keman sındırır. El getmiş, töre getmemiş. Ben köyün ileri gelenlerine bu durumu anlatırım. Ağayı belki yola getiririz. Daha ey olur.” demiş. Neticede bu hal bütün köye yayılmış. Bir akşam köy halkı toplanmış, ağanın evine gelmiş. Yenilip içildikten sonra, gelenlerin en yaşlısı söze girmiş. “Eh ağamız, heç sormazsın ki biz bu eve neye geldik?” Ağa başını kaldırıp karşılık vermiş: “Hoş geldiniz, sefa geldiniz. Komşuya neye geldin diye sorulmaz.” Yaşlı adam, “Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile senin büyük kızın Saram’ı Han Çobana istemeye geldik” deyince, ağa ayağa kalkmış ve hiddetle, “Ben, kızımı kapımdaki garip bir çobana vermem” demiş. Önce bir sessizlik olmuş. Ardından yaşlı adam konuşmaya başlamış. “Ağam etme, eyleme. Senin zaten dünya yüzünde erkek evladın yok. Bu dem, tezgâh kime kalacak? Han Çoban iyi huylu, soylu ve merttir. Ancak kızın ona münasiptir. Hem kızın kara sevda olmuş. Han Çoban da dağlarda, taşlarda Mecnun gibi dolaşır olmuş.” Ağa bir müddet düşündükten sonra, “Olmaz” demiş. Daha sonra da “Olsa bile bir şartla olur. Kızımı o çobana nişan ederim, yedi sene birbirlerinin yüzünü görmeyecekler. Han Çoban yayladan köye inmeyecek. Kızım çobanı, çoban kızımı görmeyecek” demiş. Bu kesime köylüler razı olup, Saram kıza ve Han çobana haberi vermişler. Her ikisi de razı olmuş. “Yeter ki sağlık olsun, yedi sene kuş gibi gelir, düş gibi geçer!” demişler.
Saram kızla Han Çoban böyle durmada olsun, size nerden haber vereyim. Üç bacı halı dokumaya başlamış. Her sene bir halı dokuyacaklarmış.. Yedi senede yedi halı... Birbirlerini yedi yıl görmeyen çoban ve kız, bu yıl toyları tutulacak, muratlarına erecekler diye sevinç içindeymiş. Köyün ileri gelenleri yedi yıl doldu, diyerek ağayla birlikte düğün gününü kararlaştırmışlar. Kırk gün vade kesilmiş. Koyun kırpımından sonra, millet yaylaya çıkmadan kiraz ayı (Haziran) diye kesim kesmişler. Saram, yedi yılda dokunduğu yedi halıyı yıkamak için, Aslanhana Köyü ile Kineyi köyü arasındaki Arpaçayı ve Kars Suyu’nun kavuştuğu yerde, iki bacısı ve anasıyla halıları dökmüş suya. Başlamışlar yıkamaya. Bir süre sonra Eleyez dağından bir ince bulut kalkmış, hava dolmuş. Halıların altısını yıkamışlar. Son halıyı yıkarken, gök gürlemiş, şimşek çakmış. Bir sulu yağmur başlamış. Yaman gözler görmesin, iki bacı kenarda, Saram suyun içinde... O sırada bir sel kopmuş. Sel, halıyı götürürken, Saram kız çeyizini kurtarmak için kendini suya atmış... Bir anda suyun içinde kaybolup gitmiş.. Kenarda seyreden bacıları ve anası feryat figan eylemiş ama ne çare... Sonunda Saram'ın cesedini sudan çıkarmışlar. Kızını o durumda gören anası işte bu türküyü yakmış.
Yedi yıllık nişanlı Saram’ın anası kızını sel götürdükten sonra böyle demiş. Çoban ne olmuş, dağlarda kuşlarla mı arkadaş olmuş, yoksa o da kendini Arpaçay’ına mı atmış, bilen yok. Ama Kars’ta ve Arpaçay’da bu türkü herkesin dilinde.
Kaynak: Güven, Merdan (2005). "Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir Araştırma (Doktora Tezi)" (PDF). Erzurum. 14 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
|