Evlerinin Önü Kavak'ın öyküsü
Bu türküye konu olan olay 1930'lu yıllarda cereyan eder. İçel'in Mut ilçesinin yeşilliklerle bezeli bir köyünde yaşayan Ali ve Zeynep isminde iki genç, evlenme çağlarına erişince birbirlerine iyice tutulurlar. Halk arasında abayı yakmışlar derler ya, işte öyle bir hâl olur. Bu iki sevdalı yürek kimselere sezdirmeden, kimselere söylemeden uğrun uğrun bakışarak, haberleşerek dağlara hükmeden sevdalarını yıllarca sürdürürler. İki yangın yürekte göveren sessiz sevda tam üç yıl sürer. Zaten her iki gencin de bu ahvali açığı çıkarmaya hiç mi hiç cesaretleri yoktur. Âdetlerden dolayı büyük bir korku ve utanç içindedirler. Bu utangaçlığın içinde sürekli acı çeker dururlar. Durum böyle devam eder. Ne Ali ne de Zeynep gönüllerine düşen köz yerinin artık yangına döndüğünü ailelerine asla söyleyemezler. Artık bu sevdanın böyle devam edemeyeceğini anlayan Ali, bütün cesaretini toplayarak konuyu annesine anlatmaya karar verir. Ama o zamanlar ben şu kızı seviyorum; gidin bana isteyin demek pek hoş karşılanmazmış. O günlerde evlenmek isteyen delikanlı "ben bu evi terk edeceğim", evlenmek isteyen kız da "ben kendimi damdan atacağım" gibi sözler söylerlermiş. Hem kız anası hem de oğlan anası, bu sözlerden neyin anlatılmak istendiğini hemen anlarmış. Analar da bir yolunu bulup münasip bir lisanla durumu babaya anlatırmış.
Bizim Ali de bir gün “Anne babama söyle, ben bu evi terk edeceğim, deyince annesi, “Aman oğlum o nasıl söz. Neyin var, ne oldu” gibi sözler söyleyerek işi biraz anlamamaktan gelmiş ama sorusuna cevap alamayınca hemen konuya girmiş. “Oğlum söyle gönlünü kime kaptırdın, söyle de bey babanla bir çaresine bakalım” demiş. Bu cevapla birlikte Ali'nin yüreğine bir soğuk su serpilmiş ve iyice rahatlamış. Anasının bu tavrından cesaret alan yiğit Ali, hiç çekinmeden devam etmiş sözüne. “Ana, hani şu Veli Dursun'un kızı Zeynep var ya, o da annesine sürekli ben kendimi damdan atacağım diyormuş” diye cevap verir ve başını önüne eğip susar. Ümmü Ana işin iç yüzünü öğrenmiştir artık. Böylece oğlunun sevdiği kızı da iyice öğrenen Ümmü Ana da, “Tamam oğlum akşam bey babanla konuşalım da bir çaresine bakalım” diye cevap verir. Ali'nin babası Hasan Ağa yörede hatırı sayılır birisidir. Gün görmüş, tecrübeli bir insandır. Hâli vakti de yerindedir hani. Hasan gibi yiğidine kırk gün kırk gece düğün yapabilecek variyete sahiptir. Akşam olur, Hasan Ağa eve gelir. Çoluk çocuk toplanıp Ümmü Ana'nın pişirdiği lezzetli yemekleri çal ha kâşık yerler. Allah'a verdiği nimetlerden dolayı şükrettikten sonra herkes bir köşe minderinin üzerine çekilir oturur. Sonra çaylar içilir, tatlı sohbetler edilir ve çocuklar odalarına çekilirler. Ümmü Ana, “Bey sana bir de yorgunluk kahvesi yapayım” der ve mutfağa gider. İşte tam o an Hasan Ağa, “Bu işte bir iş var ya, haydi hayırlısı” deyip kahvesini bekler. Biraz sonra Ümmü Ana kahveyi alıp getirir ve kocasının yanına oturuverir. Hasan Ağa kahvesini içerken Ümmü Ana, kocasına biraz daha sokulur. Bunu fark eden Hasan Ağa, biraz sert bir eda ile “Ne o hanım bir şey mi diyeceksin diye sorunca Ümmü Ana, “Yok canım bir şey yok da bizim Ali evi terk edeceğim gibi sözler mırıldanıyor kendi kendine” diye cevap verir. Tecrübeli Hasan Ağa durumu hemen anlar ve ”Söyle bakalım hanım, açık söyle, bizim oğlanın gönlü kime düşmüş” deyince Ümmü Ana, “Yabancı değil bey, bizim Veli Dursun'un kızı Zeynep var ya Ali ona gönül vermiş” diyerek durumu açıklar. Hasan Ağa ise “Tamam hanım bence de münasiptir. Söyle Ali'ye gönlünü ferah tutsun, birkaç gün sonra hazırlanır gideriz istemeye” der ve hanımını rahatlatır. Gerçi Hasan Ağa beş oğlan evlendirmiş; bunların gereğini, örf ve adetleri iyi bilen bir insandır. Ancak yörenin gelenekleri gereği yine de kendinden biraz daha yaşlı, sözü sohbeti bilen, sayılıp sevilen, münasip bir komşuyla Veli Dursun'un kapısını çalar. Çay, kahve, sohbet derken vakit de epey ilerler. Veli Dursun, “Hasan Ağa gerçi gelişiniz başım üstüne. Bizi ziyadesiyle memnun ettiniz ama özel bir hizmetiniz mi var?” diye sorar. Hasan Ağa da sözü hiç uzatmadan “Allah'ın emri, peygamberin kavli ile oğlumuz Ali'den kızımız Zeynep'e talibiz” diyerek meramını anlatır. Veli Dursun “Hasan Ağa, Ali'yi tanırım. Oğlum gibi de severim. Allah kısmet ettiyse, ne diyelim. Allah'tan hayırlısını dileyelim, inşallah hayırlı olur” diyerek razı olduğunu kapalı da olsa ifade eder.
Hiç zaman geçirmeden gençleri nişanlarlar. Artık düğün, dernek hazırlıkları yapılmaya başlar. Ali ile Zeynep üç yıl süren sevdalarının sonunda, kavuşacakları günü sabırsızlıkla beklerler. Zaman geçer ve güz mevsimi gelir. Bu arada Hasan Ağa oğlu yiğit Ali için çok güzel bir ev yaptırır. Evi dayatır, döşetir, rengârenk boyatır, süsletir. Nihayet düğün davulları vurur, halaylar kurulur. Adet olduğu gibi üç gün üç gece düğün yapılır. Yörede dillere destan olacak, neşe dolu, mutluluk dolu bir düğün edilir. Gelin, oğlan evine getirilir. Gece geç vakit olur ve arkadaşları Ali'yi gerdek odasına sırtını yumruklayarak gönderirler. Gelin ise büyük bir heyecan ve utangaçlık içinde sevdiğini beklemektedir. İslam inancına göre gerdeğe girmeden önce, kız ile oğlan ikişer rekat namaz kılarlar. Törelerine çok bağlı olan bu iki genç de törenin gereğini tam olarak uygulamak ister. Önce Zeynep kılar iki rekat namazını, ardından Ali namaza durur. Ali birinci rekatı kılar kalkar ve ikinci rekatta secdeye gider ve uzun süre secdeden kalkmaz. Zeynep de Ali'nin secdede dua ettiğini düşünerek hiç ses çıkarmadan bekler ha bekler. Bir şeyler söylemek ister ama heyecan ve utangaçlık adeta dilini bağlar, söyleyemez. Yatağın bir kenarına oturup Ali'sinin secdeden kalkmasını bekler. Aslında Ali'nin ömrü tamam olmuştur. Secdeye gidince, gün boyu süren düğün telaşı, yorgunluğu ve aşırı heyecan içinde kalbi durmuş, yiğit Ali ölmüş meğer. Bu esnada bir hayli zaman geçmiştir. Gelinlik utancından dolayı da bir şey söyleyemeyen Zeynep, sonunda dayanamaz ve Ali'ye bir şeyler söyler ama Ali'den cevap gelmez. Zeynep bir de dışarı bakar ki şafak atmış. Sabah olmuştur. Ali'ye birkaç kez daha seslenir ama yine cevap gelmez. Birden yüreğine bir köz düştüğünü hisseder sanki. Ok gibi fırlar ve sarılır Ali'sine. Kucaklar onu, konuş der ama Ali konuşamaz. Artık Ali ölmüştür. Zeynep bir feryat koparır ki sanki o feryat şafak vakti dağlardaki kurtları, kuşları uykusundan uyandırır. Zeynep'in feryadını duyan başına üşüşür. Zeynep kanlı gözyaşlarına, acı ve yanık sesini katarak Ali'sinin başucunda oturur ve şu türküyü yakar.
Kaynak: Güven, Merdan (2005). "Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir Araştırma (Doktora Tezi)" (PDF). Erzurum. 14 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
|