Ertuğrul Kürkçü'nün 5 Eylül 2017'deki savunması
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 21 Mayıs 2016’da kendisine karşı gerçekleştirdiği darbenin sonucu olarak mahkemenizin önündeyim.
TBMM, partim Halkların Demokratik Partisi(HDP) dışındaki üç partiye mensup 367 üyenin oylarıyla anayasanın milletvekili dokunulmazlığını güvence altına alan 83. Maddesi’nde geçici bir değişiklik gerçekleştirdi; dokunulmazlıkları sürdüğü halde milletvekillerinin geçmişte işlendiği iddia edilen “suç”lardan ötürü yargılanabilmesi yolunu açtı. Böylelikle TBMM kendi üyelerinin çalışmalarını, kolluk gücünün, Cumhuriyet Savcılıklarının ve mahkemelerin vesayeti altına soktu. Başka bir ifadeyle yasama organı kendi elleriyle kendi egemenliğine son verdi. Bu Anayasa’nın kuvvetler ayrımı ilkesini ortadan kaldıran bir darbedir. Bütün sonuçları itibariyle gayri meşrudur.
TBMM’deki faşizme karşı biricik meşru direniş odağı, özgürlük mücadelesinin öncü gücü olan partimizi siyaseten bertaraf etmek üzere girişilmiş olan bu darbenin nedeni HDP’nin “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla girdiği 7 Haziran 2015 seçimlerinde dünyanın en antidemokratik seçim barajını yıkması, AKP’nin tek parti hükümeti ve Erdoğan’ın “Başkanlık” umudunu seçim sandıklarına gömerken halklarımızı kendi kaderinin sahibi kılmasıydı. Bu seçimleri bir “Başkanlık” referandumuna dönüştüren bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Türkiye’ye meydan okuyan Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla verilen yanıt HDP’yi yakın tarihimizin en geniş demokrasi, emek ve barış blokunun ortak arzusunun tercümanı konumuna yükseltti. Partimizin ve Eş Genel Başkanlarımız ile milletvekillerimizin Sarayın hedefi haline gelmesinin biricik nedeni buydu.
Ne yazık ki, 1 Kasım 2015 seçimleri sonrasında oluşan TBMM çoğunluğu, Kürt sorununa barışçı bir çözüm için süregiden müzakerelerin Erdoğan’ın buyruklarıyla sona erdirilmesi ve çatışmaların yeniden başlamasıyla birlikte ülkeye egemen olan güvenlikçi yaklaşıma teslim oldu. TBMM özel savaşın bir cephesi haline gelmeyi kabullendi. TBMM çoğunluğu özellikle HDP milletvekillerini yargı baskısı altına alma gayreti içinde yasama, yürütme ve yargı arasındaki dengeyi yıktı. TBMM’yi yürütme ve yargı vesayeti altına sokarak diğer partilerden de yüz elli dolayında milletvekili için yargı yolunu açtı. Bugün burada bulunuşumun biricik nedeni budur. Eş Genel Başkanlarımız ve milletvekillerimiz neden hapisteyse, neden yargılanıyorlarsa ben de onun için mahkemeniz önündeyim. Burada bulunuşumun nedeni sanık, ya da şüpheli olmam değil, HDP milletvekili olmam, ırkçılığa, sömürgeciliğe, faşizme, istibdada, mezhepçiliğe, kişi ve sülale egemenliğine karşı, eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi ve insan hakları için verdiğimiz mücadeledir; bu mücadelenin halkta uyandırdığı sempati ve Saray’da hakimiyetin elden gittiğine dair yol açtığı derin kaygılardır.
Usulüne göre işleyen bir yargı süreci içinde bir anlam taşıması mümkün olan “sanık” veya “şüpheli” kavramları dokunulmazlık sahibi bir TBMM üyesi, ve uluslararası dokunulmazlık sahibi bir AKPM üyesi için yok hükmündedir.
Şu an bir mahkeme önüne çıkarılmış olmam bile siyasi sonuçları itibarıyla bir istibdat rejimine, bir faşist diktatörlüğe özgü bir uygulamadır. Ancak, bu sadece TBMM’yi ve onun bir üyesi olarak beni olumsuz etkileyen bir sonuç değil. Mahkemeler de, örneğin şimdi burada gerçekleştirmekle yükümlü kılındıkları bu tür yargılamalar dolayısıyla kaçınılmaz olarak herhangi bir yasa ile belirlenmemiş bir diktatoryal sürecin parçası haline geliyorlar.
Bu yargılamanın dayandırıldığı geçici anayasa değişikliği HDP miletvekillerini en kısa yoldan tutuklamaya sevk yolunu açmak için icat edilmiş Anayasaya karşı bir hileden ibaretti. Bu hilenin düzenleyicileri milletvekilli dokunulmazlıklarını belli bir tarihe kadar olan fezlekeler itibariyle geçici bir anayasa değişikliğiyle kaldırmayı ama dokunulmazlıkları kaldırılmış milletvekillerini bu değişikliğin gerçekleşmesinden bir saniye sonra yeniden dokunulmazlık sahibi kılmayı öngörmüşlerdi. Böylece haklarında “katalog suçlar”dan daha çok fezleke bulunan HDP milletvekillerine gözaltı, tutuklama, yargılama, mahkumiyet yolunu açıvereceklerini ama kendi dokunulmazlıklarının kaldırılması için oy da vermiş diğer milletvekillerinin dokunulmazlığın sağladığı bağışıklıklardan sanki hiçbir şey olmamış gibi yararlanmaya devam etmelerini güvenceye aldıklarını varsayıyorlardı. Ancak bu icadın bir kusuru var: Kişiye özel yasa çıkartma yolu henüz -veya hala- kapalı olduğu için HDP milletvekilleri de -bu geçici anayasa değişikliğine “evet” diyen milletvekilleriyle birlikte- kaçınılmaz olarak dokunulmazlık sahibi olmaya devam ediyorlar. Ancak bu icadın bir kusuru var: Kişiye özel yasa çıkartma yolu henüz veya hala kapalı olduğu için HDP milletvekilleri de, bu geçici anayasa değişikliğine evet diyen milletvekilleriyle birlikte kaçınılmaz olarak dokunulmazlık sahibi olmaya devam ediyorlar.
Dokunulmazlık sahibi olan ve bu dokunulmazlığı an itibariyle TBMM tarafından kaldırılmış olmayan bu milletvekillerinden biri olarak mahkemenizin hakkımda aldığı “zorla getirme” kararı uyarınca karşınızdayım. İmdi, gerçek yaşamda “zamanda geriye yolculuk” diye bir kavram olmadığına göre, bu mahkemede yanıt aranması gereken birinci soru şudur: Mahkemeniz en üst norm olan Anayasa kuralları gereğince dokunulmazlık sahibi bir milletvekilini hangi yetkiyle ve nereden aldığı güçle yargılayacak, ve dokunulmazlık sahibi milletvekili hakkında zorla getirme kararının meşruiyetini neye dayandıracaktır?
Dahası, Anayasa’nın 90. Maddesi uyarınca iç hukuka üstünlüğü kayıt altına alınmış uluslararası antlaşma uyarınca yargılanması Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) iznini gerektiren bir AKPM üyesini nasıl yargılamaya girişecektir?
Görüldüğü gibi, bu geçici anayasa değişikliği sadece TBMM’nin egemenliğini icra eden milletvekillerini yürütme ve yargı vesayeti altına düşürmekle kalmıyor öte yandan yargıyı meşruiyeti kendinden menkul bir yargılama süreciyle baş başa bırakıyor, kolluğu meşruiyeti tartışmalı emirleri yerine getirmeye icbar ediyor, böylece aralarındaki anayasal bağlantılar kopmuş olan bütün kurumlar ister istemez birbirlerinin yetki ve güç alanlarına tecavüz etmeye ve hukuken meşruluğu tartışmalı adımlarla, gelecekte hukukun yeniden egemen olacağı günlerde her biri başlıbaşına yargı konusu olacak uygulamaların faili oluyorlar.
Mahkemeniz Anayasa’dan ve yasalardan aldığı güçle, TBMM’nin kendi kendisine karşı gerçekleştirdiği bir darbenin ürünü olan; hak, hukuk ve adalet ile hiçbir şekilde bağdaşması mümkün olmayan bu yargılamayı reddederek yargıya bu diktatoryal sürecin burgacından çıkabileceği bir örnek sunabilir, Türkiye’de hala yargıdan adalet beklenebileceğine dair bir umudun habercisi olabilir. Sizden bu davayı reddetmenizi diliyorum.
İddianamenin bu bağlamda önemli tek yanı “Aliağa Ceza İnfaz Kurumları” kampüsünde TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi bir milletvekili olarak, diğer komisyon üyeleriyle birlikte yürüttüğüm, her anı kamu denetimine açık ve Komisyon raporuna “muhalefet şerhi” olarak dercedilmiş görüşümün dahi yargı konusu yapılabildiğini açıkça ortaya koyan, TBMM’nin yukarıda ifade ettiğim şekilde yürütme ve yargı vesayeti altına sokulması görüşüne somutluk kazandıran bir örnek vaka olmasından ibarettir.
Eğer bu süreçte herşey usulüne uygun cereyan etmiş olsaydı bile, önünüzdeki iddianame CMK’nin açık bir ihlali olarak görülmeliydi. CMK Madde 160/2’ye göre “Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü” olmasına karşın, Savcılık, vekilimin sunduğu, esasen soruşturmayı bütünüyle geçersiz kılacak TBMM İnsan Hakları Komisyonu raporunu görmezden gelerek, lehte hiçbir unsuru dikkate almayarak kendisini “suç imalatı”yla görevli saymıştır. Gerçekte “adalet peşinde” koşan bir Cumhuriyet Savcısından beklenecek şey, hak ihlallerini TBMM önünde raporlaştıran bir milletvekilini mahkum ettirmek için bin dereden su getirmesi değil, raporda ifade edilen tutuklu ve hükümlü hakları ihlallerinin faillerini yargı önüne çıkartması olabilirdi ancak.
TBMM üyesi bir milletvekili olarak TBMM çalışmalarımdan ötürü yargılanmam girişimi, yalnızca usulsüz ve mesnetsiz değildir aynı zamanda tutuklu ve hükümlü haklarını ihlali alışkanlık haline getirdikleri “Aliağa Ceza ve İnfaz Kurumları” raporunda Komisyon üyelerinin çoğunluğunca da doğrulanan ceza infaz kurumu görevlilerini cesaretlendirmekten, onları cezasızlık vaadiyle ödüllendirmekten başka bir sonuç vermeyecektir.
Herşeye karşın Anayasa’nın 83. Maddesi hala geçerlidir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.”
5 Eylül 2017
Kaynak: "Kürkçü: Mahkeme önüne çıkarılmış olmam bile bir faşist diktatörlüğe özgü bir uygulamadır". hdp.org.tr. 10 Mayıs 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi.
|