Elindedir Bağlama'nın öyküsü
Halil İbrahim köyün en efendi, en saygılı, halim selim, kendi halinde, kimselere zararı dokunmayan, kimselere karşı art niyet beslemeyen hoş delikanlısıdır. O, böylesine iyidir, hoştur ama babası onun tam tersine çok aksi ve çok inatçı bir adamdır. Zaten köyün varlıklı ve ileri gelenlerinden birisidir, onun aksiliği ve huysuzluğu da biraz da olsa bu varlıklı oluşundan ileri geliyor derler. Oğlan da babasının bu özelliğinden pek hoşnut değildir ama ne yapsın babası işte. Baba olmuş mecburen onun türlü türlü hoş olmayan ve bazen de çok gereksiz huysuzluklarına katlanmak zorundadır.
Babası köy içinde ne kadar hoşlanılmayan özellikleriyle tanınırsa, oğlu Halil İbrahim de o derece sözde, sohbette aranan, yokluğu hissedilen bir gençtir. Hele köyün kızları bu kendi halindeki pırıl pırıl köy delikanlısını hiç hayallerinden çıkarmazlar. Halil İbrahim, köyde birçok köy dilberinin rüyalarını süsleyen birisi olmuştur. Zaten iyice büyüyen Halil İbrahim de son zamanlarda yüreğinin sızım sızım sızladığını bilmektedir ama bilmek bu sızıyı dindirmemektedir. Artık onun da uykuları kaçmış, derin hülyalara dalmak onun için sıradan iş olmuştur. Nazlı bir köy güzeli ona uykularını dar etmiştir. Fakat oğlan bunun çaresini nasıl bulsun. Kime derdini desin, kimden sual etsin. Onun için gece gündüz uyumadığını Kezban kıza kim iletsin. Oğlan zaten mahcup birisi. Bu utangaçlıkla kimlere sırrını açsın bir türlü bilememiş.
Kezban kız ise biraz yaşı küçük olmasına rağmen köyde herkesin yüreğini hoplatır olmuştur. Evlilik çağına gelmiş oğlu olan her ana, düğünde bayramda mutlaka bir bahane bulup Kezban kızın evine uğramaya çalışır olmuştur. Çaktırmadan oğlunun üstün vasıflarını anlatır olmuştur. Kezban ise bunların hiçbirisine aldırış etmez. Sülün gibi olmuş zeytin gözlü Kezban'ın da gönlü Halil İbrahim'e düşmüş ama o da bunu sevdiğine bildirecek birisini bulmanın çabasına düşmüş. Nerden bilsin ki Halil İbrahim de onu deliler gibi sevmektedir. Tez davranmazsa Halil İbrahim’i birisi elinden alacakmış gibi telaşlara düşer Kezban. Fakat Kezban daha çok babasından korkmaktadır. Çünkü onun babası da çok aksi bir adamdır. Hele böyle bir şeyi duyarsa babası, kızı diri diri keser alim Allah. Onun babası ile oğlanın babası köyün iki ileri gelen ailesinin reisleridir. Her ikisi de oldukça varlıklı ama adeta birbirinin rakibidirler. Arada bir düşmanlık yoktur ama benlik duyguları, inatçılıkları yeri göğü tutmuştur derler. Bütün bunlar da Kezban'ı ümitsizliğe sürüklemektedir.
Birbirlerinden habersizce hem oğlan hem de kız analarına durumu açıklarlar. Kezban'ın anası, aman kızım baban böyle bir şeyi duymasın. Yoksa seni de keser beni de, diye kızını korkutur. Sonra o da nerden çıkmış, kız kısmı şunu istiyorum diyebilir mi? Dünürcüler gelir. Baban da kimi münasip görürse ona verir. Sen de onunla evlenirsin. Biz atadan, dededen böyle gördük. Biz böyle evlendik. Sen bu geleneklere karşı, bunu nasıl yaparsın? Bizi rezil mi edeceksin ele âleme karşı, diye de kızını iyice bir haşlar.
Oğlanın anası ise evinin, yuvasının biricik yavrusunu üzmek istemez ama ona babasının huysuzluğunu döner döner anlatır. Oğlan da ne olursa olsun, sen durumu babama aç ana, der ve çıkıp kırlara gezmeye gider. Anası durumu babasına hemen söyleyemez. Çünkü babanın bağırıp çağırmasından korkar. Oğlan eve son zamanlarda sık sık geç gelmeye başlar. Bu durumu sezen babası, hanımını çağırıp oğlunun neden eve geç geldiğini sorar. Anası da tam bu fırsat diyerek oğlunun Kezban'a sevdalandığını, hâlini ahvalini bir bir anlatır. Bu hâle oğlanın babası çok kızar. Ben o herifin kızını asla gelin etmem der. Böyle der demesine ama baba yüreği evladının o perişan hâline, eriyip giden hâline daha fazla dayanamaz ve kızı istemeye gitmeyi kabul eder. Bir gece kimseler görmeden hanımı ile Kezban'ın babasının kapısını çalarlar. Kezban'ın babası da şaşırır. Bunda bir iş vardır diye düşünürken oğlanın babası dünür düşer ve kızı oğluna ister. Bunu duyan Kezban'ın babası çok sinirlenir ve bu sözü ne sen söyledin ne de ben duydum. Bir daha asla bu konu konuşulmasın diyerek gelenleri tez elden evinden gönderir. İki aksi adamın aksiliği orada da bir kez daha sergilenir. Aradan zaman geçer, birçok aracı koyulur fakat ne oğlanın babası ne de kızın babası Nuh der de peygamber demez. Oğlanın babası ikinci kez dünür gitmeyi gururuna yediremez. O benim ezeli hasmım, rakibim şimdi ben onun kapısına bir daha nasıl giderim. Tarla yüzünden birbirimize az mı söz söyledik, az mı birbirimizi horladık, zaten birincide evinden bir kovmadığı kaldı. Şimdi ben onun kapısına nasıl giderim diyerek bir türlü ikna olmaz. Artık Halil İbrahim ile Kezban'ın sevdası dillere düşmüştür. Fakat huysuz ve inatçı babaları yüzünden bu sevdalıların kavuşması bir türlü mümkün olmamaktadır. Hem oğlan hem de kız günlerce, aylarca acı ve ıstırap çekmekten yorulmuşlardır. Bu işin çıkmaza girdiğini, babalarının gereksiz yere karşılıklı yeminlerle bu evliliğe karşı olduklarını sık sık dile getirdiklerini bildiklerinden dolayı buna bir çare bulmaya çalışmışlar. Bu çarenin de kaçmaktan başka bir yol olmadığını görmüşler. Bir gece iki genç gizlice görüşüp kaçma gününü ve zamanını kararlaştırırlar. Çaresi yok artık kaçacaklar. Her ikisi de her türlü hazırlıklarını yaptıktan sonra denilen gün ve saatte buluşurlar ve şafakla birlikte bohçalarını kollarına takıp ver elini gurbet el deyip köyden uzaklaşırlar. İşte bu türkü bu iki huysuz babanın iki uyumlu çocuklarının sevdaları üstüne söylenmiştir.
Kaynak: Güven, Merdan (2005). "Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir Araştırma (Doktora Tezi)" (PDF). Erzurum. 14 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
|