Dilenci
Yolumun üzerinde her sabah tesadüf ettiğim bir dilenci var. Bu zeki çehreli adam, yoklama defteri imzalamaya mahkum bir kalem efendisi intizamiyle, her gün, tam saat altıyı kırk geçe köşesine gelir ve tam saat ona kadar da bir tek söz söylemeksizin, sırf gözlerinin derin elemi ve edasının sakit belâgatiyle gelip geçenlerin merhametini avlar. Merhametlerin, birer şaşkın güvercin telaşıyla, bu mahir avcının kurduğu tuzağa düşmek için nasıl kanat çırptıklarını görmek, benim her sabahki eğlencemdir.
Sabır, tahammül, intizam gibi seciye faziletlerinin en müşkülleriyle mücehhez ve aynı zamanda ustalıklı bir sükutun vâki bir talâkate müreccah olduğunu bilecek kadar zevk ve idrak sahibi olan bu adamın daha çetin sahalarda, daha kârlı şikâr arkasında koşması mümkün iken, bir dilenci kisvesi altında gelen geçenlere el uzatmaya razı oluşunu büsbütün budalaca bir hareket addetmedim.
Bu adam haklı idi!
Hayatın zevk membaı olarak, kuvvetli ve insanın yaşama hususundaki kudreti nispetinde, fakirin hali yamandır. İşte bunun içindir ki Niyork veya Londra gecelerinde, kuru bir kemik parçasını, açlıktan gözü dönmüş köpeklerin ağzından kapmaya muhtaç kalan korkunç hayat düşkünlerine verilen fakir ismi Hindistan'da Ganj Nehri kenarında, nimmukaddes bir payenin unvanıdır; fakire merhamet, saadet ve felaketleri namer'u kuvvetlerin keyfine tâbi ve binaenaleyh her an refahtan düşmek tehlikesine maruz olanların meçhulâttan bir nevi istimdadıdır. Bu gibilerin dilenci avucuna sıkıştırdıkları her sadaka, yarın istemekten korktukları bir sadanın resülmali gibidir.
Her sabah, samit bir haile çehresiyle karşıma çıkan dilenci, şüphesiz, hesabın henüz tesadüfe galebe etmediği bir âlemde yaşadığını biliyordu ve hudutsuz bir saffet ve gaflet denizi içinde, merhametli giranbaha inciler şeklinde, kolayca avlanmaktan zerre kadar mahcup görünmüyordu.