Devlet Bahçeli'nin 12 Mart 2000 tarihinde Erzurum'da yaptığı konuşma

Vikikaynak, özgür kütüphane


Muhterem Erzurum'lular,

Değerli Basın Mensupları,

Sözlerime başlarken hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyorum.

Bu şirin ve önemli ilimizin Kurtuluş Törenlerine iştirak etmek, bu anlamlı günü dadaşlarla paylaşmak ve dertleşmek üzere burada bulunuyoruz.

Her köşesi buram buram tarih kokan, kahramanlık timsali güzel Erzurum'da bulunmaktan büyük bir mutluluk ve onur duyduğumu ifade etmeyi vicdani bir borç telâkki ediyorum.

Sayın Basın Mensupları,

Bu vesileyle, ülke gündeminde yer eden bazı konular hakkında genel bir değerlendirme yapmak ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.

Bilindiği gibi, ülkemiz, yaklaşık 11 ay önce yapılan genel seçimlerin ardından kurulan ve 3 partiden oluşan bir koalisyon hükümetiyle yönetilmektedir. Çok değil, bundan 2-3 yıl önce siyasi ve ekonomik istikrarın mumla arandığı bir sosyo-politik ortamdan bugünlere ulaşmış bulunuyoruz.

Yeni bir çağa geçiş anında teşekkül ederek faaliyete başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile 57. Cumhuriyet Hükümeti, bu süre zarfında ciddi adımlar atmış, hayati kararlar almıştır. Hepsinden önemlisi, ülkemize, insanımıza bir huzur ve güven havası hakim olmaya başlamıştır.

Ülke içinde ve dışında çok önemli sorunların ve gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, bu adımların atılması ve istikrarın belirli ölçüde tesis edilmiş olması, birçok açıdan büyük değer taşımaktadır. Her şeyden önce, mevcut ortamın, yakalanan güven ve istikrar çizgisinin değerinin çok iyi bilinmesi lâzımdır.

Zaman zaman istikrarın varlığından ya da istikrara sık sık vurgu yapılmasından şikayetçi olanlar, rahatsızlık duyanlar çıkmaktadır. Tabii ki, istikrar olgusu bir hedef değildir ve zaten tek başına bir değer de ifade etmez.

İstikrar, insanlar için olduğu gibi, demokrasiler açısından da bir "amaç" değildir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, siyasi ve ekonomik istikrar, bir "amaç" değil, bir "araç"tır. Ülke ve millet olarak, daha güzele, daha iyiye ulaşmak, önümüzü görebilmek için bir araçtır.

İstikrar, bu bakımdan hürriyet, huzur, güvenlik gibi kavram ve değerlere çok benzer. Aynı onlar gibi, anlam ve önemi yokluğunda çok daha iyi anlaşılır.

Bunun için, huzurun, birliğin ve istikrarın değerinin toplum tarafından da, siyasetçiler tarafından da çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Yine unutulmamalıdır ki, ne siyasi ve ekonomik istikrar demokrasinin, ne de demokrasi istikrarın yerini ikâme edebilir. Zor ama doğru ve anlamlı olan, demokrasi içinde istikrarı temin etmek; istikrar içinde demokrasiyi geliştirmektir.

Milliyetçi Hareket Partisi'nin bu noktaya sık sık vurgu yapmasının temel sebebi budur. Parti olarak, stratejik tercihimizin uzlaşma ve hoşgörü siyaseti olması, öncelikle böyle bir hassasiyetten kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde, ne sosyo-ekonomik farklılaşma ne de koalisyonlar gerçeği karşısında çözüm ve karar üretmek imkânsızlaşacaktır.

Artık, siyasi hayatımızın geçmişten bugüne taşınan kötü alışkanlıkları ve açmazları çerçevesinde şekillenmesine fırsat vermemek zorundayız. Aksi takdirde, halkımızın hiç de haketmediği krizlerden ve sıkıntılardan kurtulması mümkün olamayacaktır.

Kıymetli Basın Mensupları,

Siyasi mücadelede, gelişi güzel eleştiriler yöneltmek, karalamak, neredeyse hergün farklı görüşler ileri sürmek, kolaycılığı ve kısır bir yolu ifade eder. Böyle bir durumda, iş yerine laf üreten, temel değerlerimizi kolayca istismar eden bir anlayış, siyaset dünyasına hâkim olmaya başlar. Bu yol, kısa vadede bazı siyasi menfaatler sağlasa bile, sonuçta ülke sorunlarının ertelenmesine ve hatta büyümesine yol açacak; kısır çekişmeler demokratik siyasetin ihtiyaç duyduğu havayı kirletmeye başlayacaktır.

Ancak, ne milletimizin ne de demokrasimizin bu tür çarpık anlayışlara ve yapılanmalara, uzun süre tahammül göstermesi mümkün değildir. Milletimizin haketmediği, çağımızın reddettiği kısır döngü ve çekişmelerden biran önce kurtulmak hepimizin öncelikli görevidir.

Unutulmamalı ki, ülkemizin içinde yaşadığı jeopolitik iklim, halkımızın yıllardır çektiği sıkıntılar ve dünyada yaşanan gelişmeler devlet ve millet olarak dimdik ayakta durmamızı, el ve güç birliği yapmamızı zorunlu kılmaktadır.

Tabii bütün bunların, "tutarlı ve ilkeli davranma gibi endişelere sahip olmayan", "ayrımcılığı demokrasi zanneden" siyasi zihniyetlerle sağlanması imkânsızdır.Özellikle cumhuriyetin ve demokrasinin geliştirilmesi söz konusu olduğunda, meseleye kendi siyasi angajmanları ya da hedefleri açısından yaklaşmaları, şüphesiz tarihi bir yanlışı ifade etmektedir.

Partimize, partimizin söylem ve politikalarına fırsat telâkki ettikleri her anda dil uzatmaya çalışanların, kendi gözlerine batan çöpü görmekten uzak ruhî ve fikrî bir yapıya sahip olmaları, sadece demokrasimizin gelişmesini olumsuz etkilemekte, hoşgörü kültürünü baltalamaktadır.

En son Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Anayasa değişiklikleri tartışmalarıyla ortaya çıkan manzara, çarpık ve tutarsız zihniyetlerin varlığını bir kez daha teyit etmiştir.

Bizler, daha önce de olduğu gibi, meselenin bir kriz boyutuna taşınmaması, bir çıkmaz sokağa sürüklenmemesi gerektiğini düşünüyor ve savunuyoruz. Türk siyasetinin mevcut şartlar içinde mümkün ve doğru olanı yapma becerisini sergilemesi gerektiğine inanıyoruz.

Ülkemizde, Cumhurbaşkanının nasıl seçileceğinin kuralları bellidir, bu kuralların nasıl değiştirileceği de aynı şekilde Anayasa'da yazılıdır. Meclis aritmetiği bu konuda herhangi bir siyasi partinin ağırlık koymasına imkân vermediğine göre, siyasetin önündeki yol şudur: Mevcut siyasi dengeler ve şartlar çerçevesinde uzlaşma ve nezaket kuralları yoluyla makûl bir sonuca ulaşmaktır.

İkinci önemli husus, bu sürecin ülke ve Meclis gündemini boğmasına, yeni siyasi sorunlara yol açmasına fırsat verilmemesidir. Ancak, bu sürecin pazarlık konusu haline getirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Yine maalesef, Cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmaları ülke gündemini büyük ölçüde belirleyen; belirlediği ölçüde de derinleşen, dolayısıyla diğer sorunların ikinci plâna itilmesine hizmet eden bir görünüm kazanmıştır.

Bu durum, Türk siyasetinin ve siyasetçisinin tipik ve kronik bir özelliğine işaret etmektedir. Medyamız da, konuya yaklaşımında bu çerçevelerin dışına çıkamadığı için, sorunların aşılması daha da zorlaşmaktadır.

Rekabet ile uzlaşma, parti ile ülke çıkarları arasındaki hassas denge gözetilmediği, sağlıklı bir tartışma kültürü geliştirilemediği sürece, demokrasimizin ve doğal olarak devlet hayatımızın bu zaaflarından kurtulması mümkün değildir. Bu ve benzeri sebeplerle, hem Cumhurbaşkanlığı seçimleri hem de Anayasa değişiklikleri, geleceğimiz açısından ciddi bir sınav mahiyeti kazanmış bulunmaktadır.

Demokrasilerin, nazlı bir çiçek gibi, sürekli özen ve ilgi gösterilmesi gereken bir kurallar ve değerler manzumesi olduğu unutulmamalıdır. Siyasi partiler de, gerek bu kuralların ve değerlerin korunması, gerekse daha da geliştirilmesi konusunda hayati fonksiyonları bulunan kurumları ifade eder. Onların varlığı ve faaliyetlerinin sürekliliği de bu çerçevede sağlam geleneklerin oluşmasını ve yaşamasını mümkün kılar.

İşte, öncelikle bu gerekçeyle suç işleyen parti mensuplarının cezalandırılmasının esas, tüzel kişiliklerin cezalandırılmasının ise istisna olması gerektiğini savunduk ve savunmaya devam ediyoruz. Ancak, doğru ve gerçekçi bulduğumuz bu temel ilke, hiçbir siyasi partinin suç işleme imtiyazına sahip olmasını, ülke aleyhine faaliyette bulunmasını mümkün kılmaz. Sadece hukuk devletinin değil, demokrasilerin de gereği budur.

Yine, "demokratik açılım" adı altında ayrımcı ve terörist oluşumlara cevaz veren siyaset anlayışlarını benimsetmeye çalışmanın da, hiçbir demokratik ve tutarlı bir tarafı bulunmamaktadır. Demokratik rejim, toplumsal ve ekonomik çıkarların, farklı fikirlerin, aynı siyasi zemin üzerinde ülkeye ve millete hizmet etme yarışını garanti altına alan rejimin adıdır. Etnik ve mezhep orijinli farklılıkların kurumlaşarak müşterek değerleri ve siyasi zemini parçalamasının adı ise demokrasi değil, kaostur.

Sayın Basın Mensupları,

Milliyetçi Hareket Partisi, yeni bir safhaya girdiğimiz Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde de bu ve benzeri hassasiyetlerden, anlayışlardan hareket ederek yaklaşmaktadır. Avrupa Birliği'nin sadece belirli bir bölgede demokrasi, istikrar ve refaha hizmet eden değil, bütün insanlığın yararına da hizmet etmesini ve bu mânâda daha fonksiyonel olmasını arzulamaktayız. Küresel gelişmelerin ve sorunların ulaştığı boyutların böyle bir evrensel duyarlılığı ve işbirliğini gerekli kıldığına inanıyoruz.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine de öncelikle böyle bir perspektiften yaklaşıyoruz. Ülkemizin makûl bir zaman dilimi içinde Avrupa Birliği'nin eşit bir üyesi olmasını ve katkı sağlamasını gerekli ve önemli bulmaktayız.

Eğer, bazı Birlik yöneticilerinin de ifade ettiği gibi, "Avrupa'nın Türkiye'ye, Türkiye'nin de Avrupa'ya ihtiyacı varsa" ilişkilerimize de hiç tartışmasız karşılıklı işbirliği ve anlayış havasının hakim olması gerekir. Kendi kafalarının bile karışık olduğu alanlarda yapılacak dayatmaların, diplomatik usûl ve uslûp yanlışlıklarının hiçbir kimseye ve ülkeye faydası dokunmayacaktır. Özellikle bir insanlık suçu olan terörizm ile mücadelenin, tutarlı ve kararlı bir mücadeleyi zorunlu kıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Yine, Türk ve Yunan halklarını doğrudan ilgilendiren Ege ve Kıbrıs'a ilişkin sorunlara çözüm aranırken, gerekli özeni göstermek ve hakkaniyet esaslarından ayrılmamak şarttır.

Türk Milleti ve Devleti, ülkemizin siyasi ve ekonomik gelişmesine yapılacak samimi katkılardan memnunluk duyacaktır. Aynı şekilde, bu ve benzeri konularda, nezaket kurallarının dışına çıkılmaması, samimi ve ciddi bir yaklaşım içinde bunulması, bizlerin arayacağı asgari şartlar olacaktır.

Ayrıca unutulmamalı ki, Avrupa'nın geleceği ve yeniden yapılanması konusunda Birlik bünyesinde de ciddi fikir ayrılıkları ve tartışmalar devam etmektedir. Ve yine Avrupa'nın da insanî ve demokratik açıdan katetmesi gereken birçok mesafe, atması gereken adımlar bulunmaktadır.

Çok Kıymetli Erzurum'lular,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bütün bu duyarlılıklara sahip olmamız, samimi ve tutarlı bir siyaset yaklaşımı konusundaki ısrarlı gayretimiz, sadece ülkemizin ilelebet var olmasını temine yönelik bir siyasi kararlılığın ifadesi değildir; aynı zamanda, demokrasimizin gelişmesi ve istikrara kavuşması konusundaki inancımızın bir ifadesidir.

Çünkü, Milliyetçi Hareket Partisi, bu zamana kadar istikrar, demokrasi ve kalkınma süreçlerini birlikte götürmekte güçlük çekmemizin temel sebeplerinden biri olarak, böyle bir yaklaşım biçiminin yerleşmemiş olmasını görmektedir.

Ancak, yaşadığımız sıkıntılara ve zaman zaman düşülen ümitsizlik ve karamsarlık girdaplarına rağmen, ülkemizin geleceğine olan inancımız tamdır. En başta, sahip olduğumuz tarihi birikimler, insanlarımızın engin ülke sevgisi ve sahip olduğumuz dinamik insan gücü yarınlara güvenle bakmamız için yeterlidir.

Bu birikimlerden istifade etmek, ülke dinamiklerini iyi bir şekilde yönlendirmek ve potansiyelleri açığa çıkarmak önem taşımaktadır. İşte siyasetçilerin temel görevi, bunları gerçekleştirmek, milletin hizmetine sunmaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bunun için vardır ve Türkiye varoldukça da var olmaya devam edecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle bütün Erzurum'luları ve bölge halkını bir kez daha saygı ve sevgiyle selâmlıyorum.