İçeriğe atla

Canan Kaftancıoğlu'nun 18 Temmuz 2019'daki savunması

Vikikaynak, özgür kütüphane

Her birinizin çok değerli olduğunu düşündüğüm zamanını böylesi bir davayla meşgul ediyor olmak şahsım adına üzüntü verici.

Sayın başkan izninizle savunmama geçmeden önce kısaca kendimden söz etmek isterim.

Çünkü yedi yıl öncesinde attığım tweetlere bu dava kapsamında geri dönüyorsak eğer, bu tweetlere beni getiren hikâyeyi ve çocukluğumu da birkaç cümleyle tarif etmem gerekiyor.

Ben Canan Kaftancıoğlu.

Beni buraya, bu mahkeme salonuna bir hayal getirdi. Çocukluk günlerimden kalma bir hayal.

Ömrüm boyunca o hayalin peşinden koştum, gerçekleşmesi için mücadele ettim ve bundan sonra da edeceğim.

Ordu’nun bir köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Bana ve benim gibilere dayatılan hayattan kurtulmanın tek yolunun okumak ve mücadele etmek olduğu gerçekliğiyle çok erken yaşta yüzleştim.

Ta çocukluğumdan başladım hak, hukuk, adalet kavgasına. Koşullarım beni buna mecbur kıldığı için. Ve bu mecburiyet, okudukça, yaşadıkça çocukluğumun anayurdunu zenginleştirdikçe sol değerler gömleğini üzerime giydim ve bir daha hiç çıkarmadım

Çocukluğumun anayurdunun bana öğrettiklerine, çamurlu köy yollarında koştururken kulağıma fısıldadıklarına, insanlığın o kadim hayaline eşitlik, özgürlük, kardeşlik hayaline daima bağlı kaldım. Zamana ve zemine göre gelişen ancak değişmeyen, inandığım ve savunduğum tüm değerler, hayatımın şekillendiği tüm zamanlarda yol haritam, pusulam oldu.

Sayın Başkan ve Mahkeme Heyeti,

Umarım ve dilerim ki;

Anayasal ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan "Adil ve Tarafsız Yargılanma" imkanı bulur, düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde, toplumsal olarak canımızı acıtan , her vesile ile ağır travmalar yaşatan, hiçbir ayrım yapmadan, her biri tarifsiz acıyı barındıran güncel olay ve olgular karşısında, hiçbir suç kastı ve niyeti taşımadan gösterdiğim toplumsal, siyasal ve insansal sosyal medya paylaşımlarım nedeniyle, bütün dünyanın gözü önünde açık bir hak ihlaline uğramadan bu salondan çıkabilirim.

Bu topraklarda yaşayan 82 milyonun gerçek manada BİZ olmasına engel olan ayrıştıran, kutuplaştıran ve düşmanlaştıranlar, bir siyasetçinin fikir ve ifade özgürlüğüne asgari saygıyı duymayıp kamu gücü ve olanakları ile linç kampanyası başlatanlar, Allahtan korkmayıp kuldan utanmayanlar karşısında "Olsun İstanbul’da HÂKİMLER VAR!" demem mümkün olur.

Bu umudum ve dileğim şahsımdan ziyade hukukun üstünlüğüne inanan ancak üstünlerin hukuku altında ezilmeyi reddeden yine hukuk sınırları içinde mücadele edecek olan milyonlar adınadır.

Sayın Başkan, sayın heyet,

Bakın ben;

2011 yılına kadar mesleki, akademik ve bir vatandaş olarak İnsan Hakları Mücadelesi vermiş örneğin işkencenin ne hukukta ne de tıpta çok da dillendirilemediği bir dönemde mahkemelere ve hekimlere yol gösterici olması amacıyla bu konuda tez hazırlamış bir hekimim.

Bu mücadelemde insanlık onuruna karşı gelen her durumun karşısında olmuş, insanın, tüm canlıların en temel hakkı olan yaşam hakkını sonuna kadar savunmuş, fikir ve ifade özgürlüğü, aile içi şiddet, çocuk istismarı gibi acı gerçeklikler ise daima ilgilendiğim ve üzerinde çalıştığım konular olmuştur.

Savunduğum bu değerler ve ilkelerle birlikte;

2011-2012 yılları arasında, CHP İl Başkan Yardımcısı,

2012-2014 yılları arasında CHP il başkan vekili,

2016-2018 yıllarında CHP PM üyesi,

2018 Ocak ayından itibaren de CHP İstanbul il Başkanı olarak aktif, reel ve güncel siyasetin içinde bulunuyorum.

Ve il başkanı seçildiğim ilk günden itibaren yalan ve iftiralarla beslenen, ailemi de içine alan korkunç hatta kolay katlanılmayacak bir karalama kampanyasına maruz kaldım. Bilinçli ve kasıtlı yapılan o saldırılar ve tehditlerle bugünün taşları döşenmeye başlanmıştı aslında. Neyse ki hayat, o taşlara takılmadan da yürümeyi öğretiyor insana.

İl başkanı seçildiğimin hemen ertesi günü şahsımı hedef göstererek talimat niteliğinde hakkımda “Bedelini ödeyeceksiniz” ithamında bulunanların şu an bizi getirdiği noktadayız.

Bakın ne ilginçtir:

13 Ocak’ta il başkanı seçiliyorum,

15 Ocak’ta jet hızıyla soruşturma başlatılıyor,

Aynı gün ne tesadüf ki Sn Cumhurbaşkanı şikayetçi oluyor ve hızlıca soruşturma dosyasına dahil ediliyor.

24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önce 22 Mayıs 2018’de soruşturma izni veriliyor,

22 Mayıs 2019’da 31 Mart İstanbul seçimleri iptal edilmiş, 23 Haziran seçimlerine giderken iddianame oluşturuluyor ve 5 gün içinde kabul ediliyor,

Mazbatadan bir gün sonra 28 Haziran’da da ilk duruşmamız vardı. Hatırlanacağı üzere.

Bu gün 18 Temmuz yine bir aradayız.

Sürecin işleyiş hızı, şekli, daha da önemlisi tarihleri alt alta sıraladığımızda söz konusu yargısal sürecin siyasi niteliğini göstermesi bakımından önemli.

Şimdi gelelim 7 yıl öncesine.

O yıllarda yine aktif siyasetin içindeyken ve yine CHP’de önemli sayılacak görevlerde bulunurken yazdıklarım “suç” kabul edilmeyerek bugün “suç” olarak değerlendiriliyor olması ve il başkanı seçildiğim ilk günden itibaren alçakça saldırıların başlaması oldukça manidar.

İşte bu nedenlerle bu dava bir ceza davası değil cezalandırma davasıdır. İstanbul’u yeniden halka vermek üzere yola çıkmış bir il başkanını cezalandırma davası.

Bu dava, muktedire göre şekillenen yargı sisteminin, suçu ve suçluyu iktidar karşıtı olup olmamaya göre tanımlayan bir hukuki anlayışın sonucudur.

Bu anlayış emin olun bizler kadar sizleri de yani hepimizi mağdur etmektedir.

Sayın Başkan, Sayın heyet;

Neymiş suç aygıtım? Top, tüfek, silah değil. 7 yıl önce attığım tweetler yani sosyal medya paylaşımları.

Sosyal medya demişken sosyal medya, kısa bir geçmişi olmasına rağmen kimi zaman iyiliğin yayılmasına acının bitmesine olanak sağladı. Hayat kurtardığı anlar bile oldu.

Ancak sosyal medya adı üzerinde sosyal bir alan ve o ânın, o durumun refleksleri ile çalışan ve işleyen sanal bir ortam. O ânın sözünü hayatın sözü gibi algılar ve yıllar sonra yorumlamaya kalkarsanız eğer memlekette bu salonlarda sosyal medyada o anın duygusunu sözünü aktaran milyonlar haricinde başka bir davalı göremezsiniz. O yıllarda 140 karaktere sığdırılan sözlere bakarak kişiler, fikirler hakkında yorum yapmak bile mümkün olamayacakken yargılama hem de ağır cezada yargılamanın takdirini yine sizlere bırakıyorum.

Tüm vatandaşların elinde tuttuğu telefonların canlı yayın araçlarına dönüştüğü, her bir bireyin açıkça yurttaş gazeteciliğini yaptığı bir dönemde, bir insan hakları savunucusu, bir siyasetçi, bir hekim, bir vatandaş olarak benim de toplumsal olaylar karşısında düşüncelerimi ifade etmem takdir edersiniz ki en temel hakkım ve görevimdir.

Ve ayrıca o ânın acı gerçekliği nedeniyle infiale kapılarak söylenilen yüzlerce binlerce söz içinden ta 7 yıl geriye giderek cımbızla seçilen sözler üzerinden yıllar sonra yapılan suçlamalar maalesef şu an ve bu gündemde bir başarının bir hak arayışının cezalandırılmasından başka bir şey değildir.

Evet sadede geleyim.

7 yıl önce yazdığım tweetlerimden ötürü hangi başlıklara yargılanıyorum?

CUMHURBAŞKANINA HAKARET

Sayın Başkan ve Sayın Heyet

Cumhuriyeti kuran bir partinin il başkanı olarak Cumhurbaşkanına hakaret etmedim, etmem de.

Mustafa Kemal Atatürk’ün oturduğu o makama hakaret etmek, o makamı değersizleştirmek kimsenin hakkı olmadığı gibi haddi de değildir. Kim olursa olsun. O makamlarda oturanlar da dahil.

Bilindiği üzere, Cumhurbaşkanına hakaret, Cumhurbaşkanının devleti temsil etmesi ve anayasada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak, tarafsız olduğu varsayılan ve tarafsızlığı Anayasal metinle güvence altına alınan yüksek temsiliyeti esasına dayandırılmıştır.

Anayasa'nın 103.Maddesinde ifadesini bulan ve Cumhurbaşkanının göreve başlarken TBMM önünde sözlü ifade ettiği Cumhurbaşkanı Andı incelendiğinde Cumhurbaşkanının tarafsız olacağı Anayasa'ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk İlke ve İnkılaplarına, laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağı ve görevini tarafsızlıkla yerine getireceğine dair yemin ettiği görülecektir.

Cumhurbaşkanının bu anayasal yemine ve kamusal kabule uygun davranmadığı, hatta özellikle tarafsız olmadığını defalarca kamuoyu ile paylaştığı bilinen bir hakikattir.

16 Nisan 2016 Referandumu ile birlikte "Partili Cumhurbaşkanlığı" müessesinin, fiilen zaten var olan taraflı cumhurbaşkanlığını kurumsallaştırdığı hatırlanmalıdır.

Bu sebeplerle, Cumhurbaşkanının temsil ettiği bu anayasal makamın kurumsallığına ve toplumsal saygınlığına dikkat çekerek kendisini CHP olarak her vesile ile tarafsızlığa davet etmişliğimiz bir gerçekliktir.

Bu bağlamda 82 milyon vatandaşının tamamına karşı tarafsız olması gerektiğine sonuna kadar inandığım Cumhurbaşkanının mahkeme salonlarında bile taraf oluyor olması, şahsımdan ziyade hukuk ve ülkem adına üzüntü vericidir.

Dolayısıyla memleketimizde Cumhurbaşkanı olan kişi aynı zamanda bir siyasi partinin de genel başkanlığı görevini yürütmektedir. Hal böyle olunca AKP Genel Başkanına yönelik siyasi eleştiriler dahi Cumhurbaşkanına hakaret kapsamına sokularak hukuksuz bir süreç işletilmektedir.

Cumhurbaşkanının benim tweetlerim nedeniyle herhangi bir zarar gördüğü ve siyasi kimliğinin veya kariyerinin etkilendiği söylenemez. Ayrıca bir siyasetçinin yargılanmasını talep etmek de bir hakaret değildir. Tüm tweetlerim ifade özgürlüğü sınırları içerisinde bulunan eleştirilerden ibarettir.

Bu arada Sn. Cumhurbaşkanı bu tweetlerin bir kısmından dolayı aleyhime tazminat davası açmıştır zaten. Şayet varsa bir zararı işbu davaları kazanırsa tazmin edilecektir mutlaka.

Yine tekrarlayayım. Cumhurbaşkanına hakaret etmedim.

Yaptığım siyasi hiciv ve eleştiriden cumhurbaşkanlığı makamını ayrı tutarak, bu makamı tartışmaya açmayarak, Cumhurbaşkanın AKP genel başkanı olan taraflı siyasi kimliği ve doğru bulmadığım uygulamalarına dönük siyasi hiciv ve eleştiri haklarımı, düşünce ve ifade özgürlüğümü kullandım.

Paylaşımlarım Cumhurbaşkanı oluşu nedeniyle ve o sıfatla yürüttüğü hukuki ve idari işlemler ya da sarf ettiği beyanları sebebine dayalı paylaşımlar değildir.

Herkesin düşünce ve ifade özgürlüğünün arkasında olduğum gibi kendi özgürlüklerimi de sonuna kadar savunacağım.

Tweetlerimde bu ayrımı gözeterek siyasi bir kimlik, duyarlı bir vatandaş, başkalarının acılarını duyumsayabilen bir hekim, başkalarının acılarına ağlayabilen bir kadın olarak Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı partisel, ideolojik ve kutuplaştırıcı siyasi anlayış ve yaklaşımlarına eleştiride bulunarak bu ideolojik ve kamplaştırıcı siyaset dil ve üslubuna yüksek sesle itiraz ederek anayasal bir hak kullanımında düşünce ve ifade özgürlüğünde bulundum.

Unutmayalım ki; siyasilerin, parti başkanlarının diğer insanlara nazaran ağır eleştirilere daha fazla katlanmak zorunda oldukları demokratik toplumlarda geniş bir kabul görmüştür. Bu eleştiriler çok sert, hatta kırıcı, ağır eleştiri abartıya dayalı bile olabilir.

Birçok yargı ve AİHM kararlarında ortaya çıkan sonuçlar da söylediklerimizi doğrular niteliktedir. Bilindiği üzere siyasi tartışma alanında ve kamu yararını ilgilendiren konularda ifade özgürlüğü en geniş şekilde korunur.

Siyasi eleştiri niteliğindeki açıklamalar hakaret olarak veya kişilik haklarını ihlali olarak kabul edilmemelidir ve devlet yönetiminde bulunan siyasetçiler daha politikaya atılırken haklarında verilecek haberlerin ve en geniş şekilde yapılacak eleştirilerin sert ve acımasız olacağını öngörmeleri alkışlar kadar eleştirilere de katlanmak zorunda olduklarını kabul etmeleri gerekir.

Ayrıca iddianamede bir türlü anlamlandıramadığım bir hususun altını çizmek isterim.

İktidar mensuplarının büyük çoğunluğunun “Hocaefendi” diyerek el etek öpmek için randevu sırasına girdikleri, devletin bütün kaynakları ve kadrolarını peşkeş çektikleri bir dönemde 1981 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümünde psikotik bozukluk tanısı konulan ve ilkokul mezunu olduğu bilinen Fetullah Gülen’e meczup demiş olmam ve yukarıda söylediğim tespitleri yapmış olmam kimleri ve neden rahatsız etmiş olabilir? Bu tweetin Cumhurbaşkanına hakaretle ne ilgisi var?

Bu tweetten de görüldüğü üzere değerlerinize, ilkelerinize ve ideolojinize uygun yaşıyor ve siyaset yapıyorsanız eğer, yıllar geçse de söyledikleriniz ve savunduklarınız çelişmiyor.

KAMU GÖREVLİSİNE GÖREVİNDEN DOLAYI HAKARET

Hiçbir kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret etmediğim gibi saygınlığını rencide edebilecek nitelikte herhangi bir somut isnadım olmamıştır.

Ben Anadolu’nun küçük bir yerinde görev yapmış bir öğretmen çocuğu olmanın ötesinde yine Anadolu’da kamu görevi yapmış bir hekimim.

Kamu görevinin saygınlığını, o saygınlığın nasıl korunduğunu ve önemini çok iyi bilirim.

Toplumda infial uyandıran somut olay ve olguların siyaseten temsil makamında olan şahsım tarafından kamu vicdanı adı, eleştiri ve kimi kez ağır nitelikli eleştiri vasıf ve mahiyetinde sosyal medya paylaşımına dönmüş olmasında tipik hiçbir suç, kasıt unsuru aranamaz, aransa dahi bulunamaz.

Ve yine söylemlerim, bahsi geçen kamu görevlilerinin hayatlarını olumsuz etkilememiş, görevleriyle ilgili bir engele yol açmamıştır.

Siyasi kişilerin ve kurumların anayasal kurumlar olduğu, halkın nabzını tutarak politik yönden hesap sorduğu, kimi kez ağır nitelikte sert eleştiri yapabildiği, bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hatırlanmalıdır.

CHP olarak, AKP'nin Siyasi Programında referans aldıkları ideolojik yol haritaları ve doğru olmadığını düşündüğümüz siyasi uygulamalarına karşı yüksek sesle muhalefet etmemizden daha doğal bir şey olamaz, olmamalı. Ülkeyi yönetenlerin çok geniş şekilde eleştirileceği ve muhalif siyasetçilerin ifade özgürlüklerinin azami şekilde korunması gerektiği burada da hatırlanmalıdır.

Genel Başkanımızın veya başkalarının inanç aidiyeti üzerinden tarihsel ve toplumsal kutuplaştırma gayretini, Berkin Elvan'ın çocuk yaşta yaşam hakkının elinden alınmasını, Hrant Dink'in katledilmesini ve sonrasında işletilen hukuksuz süreçleri kabul etmediğimi yüksek sesle dile getirişim, çoğulcu demokrasi ve özgürlükler bağlamında yüzde yüz karşılığı bulunan bir hak kullanımıdır.

Genç kızların ne giyip giymeyeceğine, kadınların kaç çocuk doğurup doğurmayacağına ve hatta ne şekilde doğuracağına iktidarda olanlar, erkek egemen bakış açısı karar veremez, vermemelidir.

Bu yaşam tarzı müdahalelerine kişisel ve kurumsal olarak sessiz kalmamız ne Cumhuriyet Halk Partisi olarak ne CHP İl Başkanı olarak ne bir kız çocuğu annesi olarak benden ve bizden beklenmemelidir.

İddia edilen suçun hiçbir tipik unsuru paylaşımlarımda mevzu bahis değildir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ ALENEN AŞAĞILAMA

Atatürk Türkiyesinin, Cumhuriyetin aydın birikiminin var ettiği bir hekim, Cumhuriyeti kuran CHP’nin sorumluluk mevkiinde bir il başkanı olarak devleti alenen ya da perdeli olarak aşağılamam düşünülemez.

Bu suça dair olduğu iddia edilen paylaşımlar devleti aşağılamak değil tam tersine o koltuklarda yani devleti temsil eden makamlarda oturanların, yaptıkları ya da yapmadıklarıyla devletin itibarsızlaştırılması, ulusal ve uluslararası arenada aşağılanmasını engellemek içindir.

Yani devleti aşağılamak değil tam tersine devlet adına görev yapanların devleti küçük düşürmemesi için bir uyarıdır, bir tepkidir.

Vatandaşı mutlu olmayanın devleti güçlü olmaz, olamaz. Bana sorarsanız vatandaşlardan daha çok devleti temsil yetkisi bulunanlar devleti aşağılamama ve itibarını yerle bir etmeme sorumluluğuna sahiptir.

Sıkça tekrarladığım gibi eleştiri amacı ile yapılan düşünce açıklamaları ve paylaşımları suç oluşturmaz.

Paylaşımlarım incelendiğinde üzeri yıllarca kapatılan ve hala kapatılmaya çalışılan siyasi cinayetlerin açığa çıkarılmayışını, faillerinin yargılanamayışını, yine "bu ülkede güvercinleri vurmazlar" diyen Hrant Dink'in katledilişini, çocuk yaşta öldürülen Berkin Elvan’ın katillerinin hesap vermeyişini, halkın inançları ile alay eden, her türlü rüşvet, zimmet ve yolsuzluk batağına batan bakanların açığa çıkmış aleni suçlarına karşın siyaseten aklanışlarını sorgulayıp, kamusal ve insanı görevimi yapışım yargılama konusu edilemez, suç olarak tariflenemez.

Bunların tümü siyasi kimliğim ve vatandaşlık sorumluluğum gereği yaptığım eleştiri, tespit ve olguların kamuoyuna duyurulmasından ibarettir.

Bu yüzden soruşturulması ve yargılanması gereken ben değil biraz önce sözünü ettiğim kişi ya da kişilerdir. Suç olduğu iddia edilen paylaşımlarım da düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA ALENEN TAHRİK ETME

Tüm yaşamım boyunca verdiğim İnsan Hakları Mücadelesinde kin ve düşmanlığa karşı mücadele etmiş, buna uygun davranmış ve yaşamış biri olarak hakkımdaki en gülünç iddialardan birisi bu iddiadadır.

Bu suçlamaya konu olan tüm tweetler ifade özgürlüğü kapsamındadır.

İddianameye konu paylaşımlarımda halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiğine dair tek bir somut örnek bulamazsınız.

AKP Genel Başkanının çocuğa, gençliğe, kadına, farklı etnik ve inanç gruplarına politik bakış açısını doğru bulmadığımdan, çocuk yaştaki ölümlere karşı ideolojik duyarsızlığını rahatsız edici bulduğumdan, kindar bir nesil yetiştirme gayret ve idealini alenen teşhir ettiğimden, 15 Temmuz darbesinin açığa çıkarılması gereken birçok bilinmeyeninin olduğunu düşündüğümden, demokratik kaygılarla değil ideolojik kışkırtma ile sokaklarda linç girişiminde bulunanları hukuken ve ahlaken kabullenemememden ötürü yazdığım tweetlerimde halkı kin ve düşmanlığa sevkettiğimin somut delili olmadığı gibi düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.

Bir hukukçu olarak takdir edersiniz ki, suçu her ne olursa olsun tekbir getirerek insan yaşamına alenen ve büyük bir pervasızlıkla son verenlere karşı bir yaşam hakkı savunucusu olarak tepki göstermemden daha anlaşılır bir şey olamaz.

Halkın iradesine karşı yapılan ve sayısız masum insanı öldüren, yaralayan, bir şekliyle etkileyen her durum darbedir. Ve darbelerle yüzleşmek demek darbeleri sebepleri ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirip kim ama her kim sebep olduysa hukuk karşısında yargılanmalarını sağlamak demektir.

Bu darbe “bize allahın bir lütfu diyerek” ya da tarafımızdan yapılan tüm uyarılara rağmen “darbeye giden yolun taşlarını döşeyerek” ya da “ölen ya da yaralanan sayısız masum insanı üzülerek ve içim acıyarak söylüyorum bu mahkeme salonunda olduğu gibi politik çıkarlarına alet ederek” üstesinden gelinecek bir şey değildir.

Darbeye giden yolun taşlarını döşeyenler de, darbeyi gerçekleştirenler de, darbe hukukunu işletenler de suçludur, sorumludur ve hukuk karşısında hesap vermelidir.

Öldürmeyi değil yaşatmayı meslek edinmiş, ölümü değil yaşamı kutsamış biri olarak hayatımın her alanında yaşamı ve yaşatmayı savundum, savunmaya da devam edeceğim.

Devletin, toplumun, vatandaşın geleceği için değil sadece kendi gelecekleri için ölümü kutsayarak insanların yaşam haklarını gaspeden anlayışlara karşı daima mücadele ettim bundan sonra da edeceğim ve ömrüm yettikçe de bunu yapanları deşifre edeceğim.

Bu arada ayrıca belirtmek isterim;

Bu suç başlığına konu edilen tweetler, o yıllardaki takipçi sayım, beğeni ve paylaşımlar dikkate alındığında söz konusu dönemde maksimum 20-30 kişiye ulaşmışken;

Bu paylaşımlarım nedeniyle kamu güvenliğini açık, mevcut ve yakın tehlike yaratacak şekilde bozduğuma dair hangi somut olgu ve olay gerçekleşmiştir?

Bu tweetler nedeniyle ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin hangi somut suç unsurlarına rastlanılmıştır?

Şahsımın husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar verdiğim, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerde bulunduğum hususu neye dayandırılmaktadır?

İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında açık, mevcut ve yakın tehlike” kriterini gözetmeden, baştan önyargılı yaklaşımlarla suç isnat etmek aslında şahsıma karşı işlenmiş iftira suçunun varlığına işaret etmez mi?

Uzun lafın kısası bu söylemlerimin tamamı da ifade özgürlüğü kapsamı altındadır. 20 yıl önce okuduğu bir şiir sebebiyle cezaevine gönderilen Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade özgürlüğü hakkı nasıl savunulduysa bugün de BENİM İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKIM savunulmalı.

TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK

Şiddete ve şiddetin tüm unsurlarına karşı mücadele etmek için, şiddetsiz bir toplum düzeni tesis edilsin diye siyaset yaparken terör örgütü propagandası yaptığımın iddia edilmesi de en az diğer iddialar kadar gerçek dışı ve komik. Gülüyorum ancak Aziz Nesin’in dediği gibi acı acı.

Bu iddianın asıl amacının kovuşturmayı Asliye Ceza Mahkemeleri kapsamından çıkarıp uydurma bir terör örgütü propagandası suçu ile Ağır Ceza Mahkemesi kapsamına alınması olduğunun farkındayım.

Cumhuriyet Halk Partisi'ni kamuoyunda itibarsızlaştırmak, CHP kurumsal kimliğini ve şahsımı terör örgütleriyle birlikte anılmasını sağlamaya dönük tamamı ile kötü niyetli bir adli mühendislik çalışması olmuştur.

Çözüm süreci döneminde tüm kamuoyu gibi benim de isimlerini vahşi bir cinayet sonrasında öğrendiğim üç kadın ile ilgili öldürülen kadınlardan birinin kadının insanlık tarihindeki yerini anlatan sözünü alıntılayarak yazmış olduğum tweetin terör örgütü propagandasıyla ilgisi olmadığı gibi alakası da yoktur.

Nasıl ki Nazım Hikmet şiiri okuyup paylaştığı için Sn. Erdoğan’a komünist ya da komünizm propagandası yapıyor dememiz mümkün değilse benim de sosyal medya paylaşımım için aynı durum söz konusudur.

Suçları ne olursa olsun adı geçen 3 kadının yargısız infaz edilmesi ne hukuki ne de insani olarak kabul edilemez. Yine bir yaşam hakkı savunucusu olarak, yazdığım tweette bir kadın duyarlılığı ile olgusal ve ilkesel nedenlerle bu cinayetleri eleştirdim.

Suçu ne olursa olsun herkesin yaşama ve yargılanma hakkı devlet ve hukuk güvencesi altında olmalıdır.

Bakın; “Bir insanın hayatına bu kadar vahşice son vermek çok kötü, çok çirkin adeta bir vahşet. Gerçekten üzüntü duyduğumu ifade etmek isterim.”

Bu sözler dönemin Başbakan Yardımcısı, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Yüksek istişare Kurulu Üyeliğine getirilen Bülent Arınç'a ait.

Söz konusu cinayetlerin hemen ardından yaptığı basın açıklamasından bir alıntı. Sn. Arınç’ın sözlerini hatırlatma sebebim, onun da aynı suçtan yargılanmasını istemek değil elbette.

Yargısız infaza, vahşice işlenen cinayetlere ilişkin insani ve hukuki söylemlerin suç olamayacağını ifade etmek için bu hatırlatmayı yapma gereği duydum.

İfade özgürlüğü hakkı herkes için eşit biçimde uygulanmalıdır.

Bu paylaşımın inatla ve ısrarla suçlama kapsamına sokulmak istenmesi akıllara ziyan bir yaklaşım olmuştur.

Öldürülen kişinin bir sözünü tırnak içerisinde alıntılayarak yazmak ve bu yargısız infazı kınamanın hiçbir suç içermediği çok açıktır.

Bu tweetim üç kişinin öldürüldüğü saldırının biçimine ve insanlık onuruna aykırı oluşuna ilişkindir ve ifade özgürlüğü hakkının koruması altındadır.

Bu paylaşımın yasa dışı örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterdiği, övdüğü veya teşvik ettiği nasıl söylenebilir?

Yasa dışı terör örgütü ile ilgili düşünce veya inancı başkalarına tanıtma, benimsetme ya da yayma amacı ve bu amaçla yapılan cebir ve şiddet yöntemlerini övücü ya da meşru gösterici hangi sözcük ya da vurguya ulaşılmıştır?

Bu sosyal medya paylaşımın isnat edilen suçun hangi tipik unsurlarını ihtiva ettiği, açık mevcut ve yakın tehlike unsurlarını hangi vesile ile taşıdığı iddia makamınca somut ispat araçlarıyla orta yere konmadan insafsızca terör örgütü propagandası yapmakla itham edilmem hazin ve talihsiz bir yakıştırma, zorlama bir yapıştırma olmuştur.

Bu iddia yani şahsımın terör örgütü propagandasıyla ilişkilendirilmesi, bu mahkemelerde geçtiğimiz yıllarda 1800’lü yıllarda yaşayan Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin gibi isimler hakkında terör örgütü üyeliği kararı vermesi kadar komik ve absürd bir olaydır.

Her kim teröre ve terör örgütlerine destek veriyorsa bu vesileyle bir kez daha tekrar ediyor ve buradan da alışılageldik tavrımla “Allah belasını versin” diyorum.

Bu arada itiraf etmem gerekir. Benim iki örgüt üyeliğim var.

Biri üyesi olmaktan onur duyduğum meslek örgütüm diğeri ise yöneticisi ve İstanbul’da başı olmaktan gurur duyduğum Cumhuriyet Halk Partisi örgütüdür.

Ve bu örgütün İstanbul’da başı olma gururu ise geleceğe bırakacağım en büyük miraslardan biri olacaktır.

Sayın Başkan ve Mahkeme Heyeti,

Vatandaşının temel hak ve özgürlüklerine, etnik ve inançsal aidiyetlerine ve hatta yaşam haklarına saygı göstermeyenlerin,

Her vesile ile anayasal suç işleyenlerin,

Devletin kamusal otoritesini bireysel ve partisel menfaatler için pervasızca ve partizanca araç edinenlerin olduğu bir iklimde;

Geçmişte sizlerin şu an oturduğu makamlarda hukukun üstünlüğüne değil üstünlerin hukukuna sığınanların geldiği durum ortada.

Heykeli dikileceği söylenen savcılar vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Kumpas davalarında hukuka göre değil aldıkları emir ve talimatlara göre karar veren hakimler vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Cezaevinde öldükten sonra suçsuz olduğu tescillenen hukuk mağdurlarını yargılayanlar vardı. Neredeler? Hatırlayın.

Vatandaşın üstüne gaz sıktıran valiler vardı. Bugün nerede?

Güvenliğimizi sağlamakla görevliyken, cinayetlerin parçası olan Emniyet Müdürleri vardı. Bugün nerede? Hatırlayın.

Hatırladıklarımızı yaşamamanın tek yolu hukuka sadece hukuka sığınmaktır. Ve ben Toplumsal Bellek Platformu kurucularından biri olarak bunları hatırlatmakla sorumluyum.

Hatırladıklarımızı yaşamamanın tek yolu ise hukuka sadece hukuka sığınmaktır.

Ayrıca karar vermemiz gerekiyor;

Eşit yurttaşlık temelli demokratik toplum düzeninin ve Cumhuriyetin aydın birikiminin ilke ve gereklerine uygun bireyler olarak mı yaşayacağız, yoksa bütün tarihsel ve toplumsal pozitif kazanımlarımızın yok sayıldığı, her türlü hak ve hukuk kavramının siyasi iktidarın tercih ve takdirlerine terk edildiği, üzerinde tepinildiği, düşünce ve ifade özgürlüğünün hak getirdiği, düşünüp ifade etmenin her türlü izansız ve terazisiz yaptırımlara maruz bırakıldığı, endişe ve kaygı verici otoriter rejiminin biat eden kulları olarak mı yaşayacağız?

Ben, Cumhuriyetin aydın birikimine ihanet etmeden, evrensel insan hakları kurallarını sonuna kadar içselleştirmeye çalışan, hukukun üstünlüğünü olmazsa olmazım sayan, eşitlik, özgürlük, kardeşlik hayalinden asla vaz geçmeyen bir kadın, bir hekim, bir siyasetçi, bir anne, geçtim tamamını vicdanlı ve onurlu bir insan olmayı, insan kalmayı tercih ediyorum.

Beni buraya bu mahkeme salonuna bir hayal getirdi demiştim. Ve hayalleri nedeniyle yargılanan ilk kişi olmadığımı biliyorum ama son olmayı umut ediyorum. Bunun için de mücadele edeceğim.

Sabrınız ve beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Canan Kaftancıoğlu, 18 Temmuz 2019