Ahmet Davutoğlu'nun hakkındaki gensoru önergesi ile ilgili TBMM’de yaptığı konuşma

Vikikaynak, özgür kütüphane


Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP Grubu tarafından aleyhimde verilen gensoru vesilesiyle huzurlarınızda bulunuyorum. Bu vesileyle dış politika vizyonumuzu tekrar sizlerle paylaşmaktan da büyük bir mutluluk duyacağım.

Her şeyden önce, Sayın Korutürk’e ve Sayın Türkeş’e gerek şahsiyetim gerek akademik çalışmalarım do-layısıyla kurguladıkları olumlu sözler için, takdirler için teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca, Arap Baharı ortaya çıkana kadar takip ettiğimiz dış politikayla ilgili söylemiş oldukları övgülü sözler dolayısıyla da teşekkür ediyorum. En azından, bunun takdir edilmiş olmasını bu dış politika vizyonunun genel esaslarının da takdir gördüğünün bir işareti olarak değerlendiriyorum.

Şu soruyu sordular ve şu iddiada bulundular: “Vicdanınız rahat mı ya da kendi içinizde bir değerlendirme yapıyor musunuz?” Evet, biz her gün, sabah kalktığımızda, gece yatmadan önce mutlaka bir muhasebe yaparız. Bu makamların, bu mevkilerin hiçbirisi kalıcı değil. Önemli olan, geleceğe nasıl bir miras bıraktığımız, nasıl bir ülkeyi gelecek nesillere tevdi ettiğimiz. O açıdan, ben de şahsen her gün yaptığım ve her gün bulunduğum mevkiye anlam katmak üzere yaptığım bu muhasebeyi sizlerle bugün paylaşmak istiyorum. Bu fırsatı verdiği için gensoru sahiplerine de teşekkür ediyorum çünkü bu Meclis böylesi bir muhasebe makamıdır ve bizim de takip ettiğimiz politikalar dolayısıyla Allah, millet ve yüce Meclis dışında hesap vermek durumunda olduğumuz bir yer yoktur. Şimdi, bakın, son derece medeni bir şekilde Sayın Türkeş ve Sayın Korutürk’ün konuşmaları, Sayın Kaplan’ın konuşmaları da son derece medeni bir şekilde seyretti. Şimdi, benim için dış politika misyonunun, Dışişleri Bakanlığı görevinin dört ana hedefi var: Birincisi, Türkiye'nin uluslararası sistem ve düzendeki rolünü güçlendirmek, uluslararası alandaki itibarını, görünürlüğünü ve etkinliğini artırmak. Bu misyonun en açık göstergesi, son yıllarda Dışişleri Bakanlığımızın yapısındaki ve temsil gücündeki artıştan kendisini gösterir. Bakınız, bazı istatistikler vereceğim: 2002 yılında toplam 163 dış temsilciliğimiz vardı, şu anda 202; önümüzdeki dönemde açacak olacaklarımızla 219’a ve kademeli bir şekilde 231’e çıkacağız bir iki yıl içinde. Büyükelçilik sayımız 93’ten 120’ye çıktı, önümüzdeki dönemde 130’a çıkacak. Şu anda bu artış dolayısıyla cumhuriyet tarihinde son iki yılda, cumhuriyet tarihindeki toplam dış temsilciliğimizi yüzde 25 artırdık ve dünyada ilk on ülke arasına girdik. Yani 2023 hedefimiz bağlamında Dışişleri Bakanlığımızın dış temsilciliği sayısı bu hedeflere ulaşmış görünüyor. 231’e ulaştığımızda ise dünyada en fazla dış temsilciliğe sahip ilk beş ülke arasına gireceğiz, birkaç sene içinde. Bu, Türkiye'nin her yerde mevcudiyetinin bir göstergesidir. Ben her sabah kalktığımda, her ofisime girdiğimde önümde birkaç harita olur. Bir, dış temsilciliklerimizin haritası; bir, vize muafiyeti uygulamaya başladığımız ülkelerin haritası. Sadece bir örnek vereceğim bu muhasebeyi nasıl yaptığımızın göstergesi olarak, bir kıtadan sadece: Şu, dış temsilcilik bağlamında 2002’deki Afrika’daki durumumuz, sadece 12 büyükelçiliğimiz var 87 yılda; şu ise 2012 yılındaki dış temsilciliğimiz.

Şunu yüce Meclisimize söylüyorum: Muhasebe bu. Şunu, yüce Meclisimize söylüyorum, yüce Meclisimizin nezdinde bütün milletimize söylüyorum: Dışişleri Bakanı olarak dünyanın her bir ülkesinde ölçeği, nüfusu ne olursa olsun şanlı bayrağımız dalgalanıncaya kadar bu misyonu yürüteceğiz, her bir ülkesinde. Geçtiğimiz günlerde, Burma’da büyükelçilik açtık. Burma Büyükelçimiz, gitmeden önce talimatımı sordu, dedim ki: “Tek bir talebim var, gidiniz, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin esir alarak götürdüğü ve Arakan’da şehit düşmüş olan şehitlerimizin mezarını ziyaret ediniz ve onlardan izin alınız, destur alınız ve deyiniz ki ‘Biz buradayız, buraya, sizin uğrunda şehit düştüğünüz bayrağı getirdik ve ebediyete kadar burada dalgalandıracağız.’” Benim her gün sabah yaptığım muhasebe bu: Nerede bir vatandaşımız varsa orada bulunmak, nerede bizim bayrağımız dalgalanması gerekiyorsa orada dalgalandırmak. Yine, her gün sabah kalktığımda “Acaba nerede eksik temsil ediliyoruz?” diye hesap ediyoruz, Sayın Başbakanımızla muhasebeler yapıyoruz.

Bakınız, daha önce NATO’da, Avrupa Konseyinde, İslam İşbirliği Teşkilatında üyeydik ama temsilimiz çok düşüktü. Şimdi, NATO Genel Sekreter Yardımcısı bir Türk, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığını bir Türk milletvekili arkadaşımız üstlendi, Sayın Çavuşoğlu, teşekkür ediyorum.

İslam İşbirliği Teşkilatının Genel Sekreteri bir Türk. Bakınız, Sayın Türkeş’e çok teşekkür ediyorum Orta Asya hassasiyeti dolayısıyla ama yirmi yıl içinde Orta Asya’da bir Türk Dünyası Konseyi kurulmamıştı üye ülkeler adına. Türkiye Cumhuriyeti devleti Türk Dünyası Konseyini kurdu, merkezi İstanbul’da, Genel Sekreteri de bir büyükelçimiz, Halil Akıncı. Türk Dünyası Konseyi, bundan sonra Orta Asya politikamızın da mihverini oluşturacak. Afrika Birliği, üç stratejik üye kabul etti, biri Çin, biri Hindistan, üçüncüsü de Türkiye. Afrika Birliğiyle stratejik ortak durumundayız. Körfez İşbirliği Konseyiyle stratejik üyeliğimiz var. Arap Liginde gözlemciyiz. Karayiplerden Pasifik’e kadar, ASEAN, CARICOM, MERCOSUR başta olmak üzere bütün uluslararası örgütlerde ya gözlemci ya stratejik ortağız.

Şimdi bir müjde daha veriyorum: Şu anda, bizim dış politikamız tenkit edilirken Pekin’de, Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütüne diyalog ortağı olarak kabul edilmesi onaylanıyor, şu saatlerde. Ve böylece dünyanın her yerinde, hani “eksen kayması” derler… “Şanghay İşbirliği Örgütünün Asya yapılanması içinde niye biz temsil edilmiyoruz?” diye sorular sorulurdu, orada olduk. Şu anda bizim temsil edilmediğimiz bölgesel ve uluslararası hiçbir örgüt kalmadı neredeyse, kalanları da kısa zamanda takviye edeceğiz.

Dışişleri Bakanı olarak ikinci misyonum, vatandaşlarımızın dünyadaki her yerdeki güvenliğini, hareket ser-bestiyetini sağlamak üzere tedbir almaktı ve nitekim, bakınız, altmışı aşkın ülkeyle vize kaldırdık. Çünkü bizim doğal gaz kaynaklarımız yok, bizim büyük petrol kaynaklarımız da yok; tek sermayemiz insanımız. O insanımızın önündeki bütün duvarları yıkacağız biz.

Afrika’nın güneyinden Rusya’ya kadar… “Hangi ülkeler?” diye soruyorsun, Rusya. Rusya’yla sadece vizeleri kaldırmamız Türk-Rus ilişkilerinde bir devrimdir. Bunu gidiniz, Rusya’da çalışan işçilerimize, müteahhitlerimize, firmalarımıza sorunuz. Avrupa Birliğiyle de vizeleri kaldıracağız, bundan emin olun. Sert müzakereler yürütüyoruz, yürütmeye devam edeceğiz. Onlara söylediğimiz şudur: “Vize muafiyeti bizim hakkımız, Geri Kabul Anlaşması ancak vize muafiyetiyle birlikte devreye girer.” Bugünlerde bu konuda da derinlemesine müzakereler yürütüyoruz.

Yine, Dışişleri Bakanlığı olarak görevimiz, vatandaşların bulunduğu yerdeki güvenliğini temin etmek. Bakınız, Kırgızistan’da iç savaş çıktı, oraya inip vatandaşlarını ilk tahliye eden ülke Türkiye oldu. Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da vatandaşlarımızı tahliye ettik. Libya tahliyesi başlı başına bir efsanedir. Bütün kurumlarımızın katkılarıyla, Genelkurmay Başkanlığımız, Ulaştırma Bakanlığımız, AFAD, bütün kurumlar Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü gösterdi. Bir haftada 25 bin vatandaşımız burnu bile kanamadan ailelerine kavuşturuldu. 63 ülkeden 10 bin vatandaş da kavuşturuldu.

Bir toplantıda Ruanda Dışişleri Bakanı geldi ve şunu söyledi: “’Biz orada okuyan öğrencilerimizi nasıl çıka-racağız?’ derken bir baktık ki Türk kardeşlerimiz öğrencilerimizi uçağa koymuşlar, Ruanda’ya indiler. O zaman Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü fark ettik ve o zaman Türkiye Cumhuriyeti devletinin ırk, dil, din ayrımı gözetmeden herkese nasıl şefkatle yaklaştığını fark ettik.”

Bakınız, Afganistan’da altı ay rehin tutulduktan sonra kurtardığımız Devrim kardeşimizden, Venezuela’daki, Darfur’daki, Irak’ta kaçırılan vatandaşlarımızı tek tek hangi çilelerle kurtardığımızı o vatandaşlarımızın aileleri bilir. Her büyükelçiler konferansında onları ağırlarım. En büyük mutluluk kaynağımız da o vatandaşlarımızın ailelerine kurtuldukları haberini vermek. Bundan sonra da Dışişleri Bakanlığı olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olarak nerede bir vatandaşımız varsa kudret elimiz orada olmaya devam edecek.

Dış politika misyonumuzun üçüncü muhasebe yapılması gereken performans değerlendirmesi, Türkiye'nin küresel düzeyde ulaştığı güçtür. Uluslararası alanda ne kadar güce sahibiz? Bakınız, elli yıl sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde üyelik aldık.

2009-2010 yıllarında olağanüstü bir performans sergiledik. Diplomatlarımıza, bütün emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Zannediyorlardı ki biz bir yirmi sene sonra tekrar aday oluruz. Hayır, tekrar 2015-2016 için aday olduk çünkü biliyoruz ki, orada bulunmaya en fazla hak eden ülke Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Birleşmiş Milletlerin bütün sisteminde etkin rolümüzü sürdürüyoruz.

Son olarak, bunu da buradan yüce milletimize bir müjde olarak iletiyorum: Birleşmiş Milletlerin İstanbul’da bir merkezi olacak. Birleşmiş Milletlerin bütün bölgesel ofisleri İstanbul’da toplanacak ve İstanbul Cenevre gibi, Viyana gibi, Nairobi gibi bir Birleşmiş Milletler şehri olacak. Küresel siyasetin, küresel vicdanın merkezi İstanbul’da olacak.Bütün dünya ülkelerinin bayrakları da İstanbul’da bu anlamda dalgalanacak.Yine, Avrupa Birliği katılım müzakerelerini ciddiyetle yürütüyoruz. Avrupa Birliği hedefinden hiç sapmadık, sapmayacağız.

Birleşmiş Milletler sistemi içinde medeniyetler ittifakıyla küresel kültürel düzene ki, sosyal adalet adına hepinizin takdir etmesi gereken En Az Gelişmiş Ülkeler Platformu’nun Başkanlığını da Türkiye yapıyor. Dünyanın en mazlumlarına, en fakirlerine şu anda Başkanlık yapan biziz ve onların mümkün olan en hızlı şekilde gelişmişlik düzeyini artırmak konusunda çaba gösteren de biziz.

Geçmişte IMF’nin nesne ülkesiydik yani borç isteyeni. Bu sene, kısa bir süre içinde IMF İcra Direktörleri Kurulunun aktif ülkesi olarak “Kimlere ne borç verilecek?” ona karar veren tarafta olacağız, borç talep eden tarafta değil. İşte küresel gücümüzün etkinliği burada.

Sayın Başbakanımız yakında G-20 Zirvesi’ne katılacak Meksika’da, sonra Birleşmiş Milletlerde Rio Zirvesi’ne, kalkınma zirvesine katılacak. Oralarda da sözü en çok dinlenen, ne söyleyeceği merak edilen ülke Türkiye çünkü küresel ekonomik krizle en doğru şekilde mücadele eden, herkes işsizlikle mücadele ederken istihdamını sürekli artıran ülke de Türkiye. Bunu nasıl yapıyoruz? Bunu bir taraftan uyguladığımız etkin ekonomi politikalarıyla, diğer taraftan da Türkiye'nin pazarını, piyasasını çeşitlendirerek, Türkiye'nin enerji ihtiyacını karşılayacak dış politika uygulayarak yapıyoruz ve nihayet bütün Afrika’da bir efsane hâline gelmiş olan sadece Somali örneğini vermek isterim. “Vicdan” dediğiniz zaman işte vicdan burada. Herkesin unutulduğunu zannettiği Somali’ye bir gün iki uçak indi. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı seçkin sanatkârlarla, iş adamlarıyla, bakanlarıyla, en önemlisi aileleriyle indi ve dünyaya şunu gösterdi: İnsanlığın her biriyle biz ilgiliyiz. Hiç kimseyi aç ve açıkta bırakmamak üzere insanlık vicdanını harekete geçirdik. Bütün Afrika’da bu tartışıldı. Bir Somali toplantısında, bir Somali diaspora toplantısında diaspora lideri şunu söyler: “Bütün ülkeler söz verir, Türkler ise verdiği sözü yapar.”

Sayın Başbakanımız gittiğinde “Büyükelçilik açacağız.” dedik, iki ayda açtık. “Havaalanını rehabilite edip düzenli seferlere başlayacağız.” dedik, altı ayda Türk Hava Yolları seferlere başladı. Yirmi yıldan sonra ilk defa Mogadişu, İstanbul üzerinden dünyaya bağlandı. Bütün mazlum halklar, bundan sonra Türkiye üzerinden dünyaya bağlanacaklar. Küresel vicdanın da sesiyiz, küresel ekonominin de.

Dış politika misyonumuzun dördüncü boyutu bölgesel alan, komşu ülkelerden başlamak üzere bölgesel alan. Geliniz bir muhasebe yapalım. Balkanlarda Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan, Türkiye-Bosna Hersek-Hırvatistan üçlü mekanizmalarını kurduk. Bu sene Balkanların 100’üncü yılında Sırbistan’la birlikte, geçmişte en çok sıkıntı yaşadığımız düşünülen ülkeyle birlikte, Balkan Savaşı’ndan Balkan Barışına, 100’üncü Yıl Balkan Barışına Projesi’ni başlattık. Gelecek hafta Balkan zirvesine katılmak üzere Belgrad’da olacağız. Bütün düşmanlıkları Balkanlarda kaldıracağız. Kimseyle hasım olma düşüncemiz yok. Ama şunu söylüyoruz: Evet, geçen yüzyıl, yüz yıl önce kimlerle ayrılmışsak Sayın Kaplan’ın ifadesini tekrar Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Doğu’da benim Kayseri’de söylediğim sözü bir daha söylüyorum kimlerle aramızda duvarlar kurulmuşsa, ister Arap olsun ister Sırp olsun ister Kürt olsun ister Boşnak ister Azeri ister Gürcü, kimlerle konmuşsa o duvarları birer birer kaldıracağız, kardeşlerimizle kucaklaşacağız. Buyurmadan, buyurgan olmadan, onlara hükmetmeden onlarla birlikte, el ele yeni bölgesel düzenler kuracağız. Bakın bu hafta cuma günü Trabzon’da Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan üçlü toplantısı yapacağız Dışişleri Bakanları toplantısı. Geçtiğimiz ay Nahçıvan’da Türkiye-İran-Azerbaycan üçlü toplantısı yaptık. Niçin yapıyoruz? Kafkaslara barış gelsin diye. Ermenilerle de, ki bütün engellemelere rağmen Ermenistan’la da Kafkaslardaki genel barışa saygı duydukları sürece ve Azerbaycan topraklarını terk ettikleri vizyonu içinde davrandıkları sürece her türlü ilişkiyi kuracağız.

Kimseyle kalıcı düşmanlıklar peşinde değiliz, kalıcı dostluklar peşindeyiz. Bakınız Bosna-Hersek’ten Kırgi-zistan’a, Somali’den Lübnan’a, Afganistan’dan Filistin’e bütün ulusal uzlaşı çalışmalarının içinde olduk. Bu bir müdahale değildir. Hani Türkiye “Biz Ankara’da oturalım, dünyada ne olursa olsun karışmayalım.” bu anlayışı terk ettik. Ne oldu? Kırgızistan’da iç çatışma yaşandığında ki özellikle Sayın Türkeş’in detaylarını bildiğini biliyorum Bişkek’e ilk inen ilk Dışişleri Bakanlığı uçağı benim uçağımdı, onur duyuyorum çünkü oradaki Kırgız ve Özbek kardeşlerimin kaderiyle biz ilgilenmek zorundayız. 10 Ekim 2010’da yapılacak olan genel seçimlerden önce 1 Ekimde Değerli Cumhurbaşkanı Atambayev Bey’le birlikte Kırgızistan’daki bütün etnik grupları, mezhebî grupları toplayıp büyük ulusal kongreyi, onun eş başkanlığını da yapıp seçimlerin suhuletle geçmesini sağlayan da biziz. Hiçbir zaman Orta Asya’daki kardeşlerimizi de terk etmedik Orta Doğu’daki, Balkanlardaki kardeşlerimizi de ve Dışişleri Bakanlığı süresince belki de en büyük onurla yaptığım hizmetlerden birisi olarak şunu hatırlarım bir ilim adamı, bir akademisyen, bir aydın olarak da: Sayın Cengiz Dağcı’nın “Yurdunu Kaybeden Adam” kitabının, muhteşem klasik kitabın yazarı Sayın Cengiz Dağcı sahipsiz bir şekilde İngiltere’de yad ellere gömülecekken bir gece içinde onun cenazesini alıp kaybettiği yurduna iade eden, oraya gidip onun cenaze namazına katılan da benim ve bundan da büyük onur duydum. Bundan sonra da kim Türkçeye, kim bizimle tarihî bir ilişkimiz olmuşsa vatandaşımız olmasa dahi tarih taşlarımız olarak ırklarına, etnisitelerine, mezheplerine bakmaksızın sahip çıkacağız. İster Orta Asyalı olsun ister Orta Doğu’da, ister Türkmen olsun ister Arap olsun ister Kürt kardeşimiz, bunu da Sayın Kaplan için söylüyorum. Suriye Devlet Başkanı Sayın Esad’a… 2005 yılından beri her toplantımızın gündemlerinden bir tanesi de “Kürt kimliğine saygı duyun ve vatandaşlık verin.” oldu. Duyuyoruz.

4 Nisan’da geçen sene gittiğimizde tek talebimiz, ilk ve tek talebimiz “Kürt kardeşlerimize kimliklerini verin, vatandaşlık kimliği -vatandaşlık kimlikleri dahi yoktu verin.” dedik ve ilk ve öncelikli talebimiz bu oldu. Hiçbir zaman ayrım gözetmeksizin bütün tarihdaşlarımızla el ele bu bölgesel politikaları sürdüreceğiz.

Şimdi, bu genel resim içinde yani dış temsili artan, uluslararası etkinliği artan, bölgesel etkinliği artan, va-tandaşlarına sahip olma kudreti artan Türkiye Cumhuriyeti devletinin önünde, doğrudur, iki yeni meydan okuma var. Bütün dünyanın önündedir bu meydan okuma, sadece bizim değil. Birisi Avrupa’daki ekonomik kriz, birisi de Orta Doğu’daki büyük siyasi değişim.

Yine sabahleyin kalktığımızda bunu muhasebe ederken şöyle Batı’ya doğru bakıyoruz, Yunanistan’dan, İtalya’dan, İspanya’dan İrlanda’ya kadar bir ekonomik kriz kuşağı var. Güneyimize doğru bakıyoruz, Suri-ye’den Yemen’e ve Fas’a kadar bir siyasi kriz kuşağı var ve bunun ortasında, bunun da merkezinde bir ülke var ki demokrasisiyle, ekonomik kalkınmasıyla, dış politika aktivitesiyle dünyanın yükselen gücü hâline geliyor.

İşte, o zaman biz bu krizlerle uğraşırken aynı zamanda şu imkânları da görüyoruz: Avrupa Birliğindeki eko-nomik kriz bizim ekonomimizin ne kadar dirençli olduğunu gösterdi. Orta Doğu’daki siyasal kriz ise Türki-ye’de demokrasinin nasıl sağlam temellere oturduğunu gösterdi. Geçen sene bütün Orta Doğu halkları seçim talebinde bulunurken Libya’dan Suriye’ye, Yemen’den Mısır’a kadar, biz 12 Haziran seçimlerini dün-yanın takdir ettiği bir performansla gerçekleştirdik. Demokrasimiz sağlamsa, ekonomimiz güçlüyse bu böl-gelerde etkin olmaya devam edeceğiz.

Şimdi, sık sık vurgulanan komşu ülkelerle ilişkiler konusuna geliyorum. Bakınız, eğer birisi derse ki: “Bütün komşularımızla sorunluyuz.” Kimseyi burada tahkir etmek anlamıyla söylemiyorum ama ya bir coğrafya ya da bir komşularımızın listesini çıkarmak gerekiyor önce, bir coğrafya bilgisi.

Şu anda biz Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Romanya, Azerbaycan, eğer uzak komşu kabul ederseniz Kaza-kistan’la Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyini yürütüyoruz. Gürcistan’la pasaportları dahi kaldırdık, kimlikle geçiş yapıyoruz.

Problem gibi görünen, şu anda sıkıntılı görülen Suriye’yle, Suriye’nin bu sıkıntılara düşmemesi için elimiz-den gelen her türlü çabayı gösterdik. Yine vurgulandığı için söylüyorum, Suriye’de hiçbir zaman mezhep ve etnik temelli bir politika gütmedik, gütmeyiz, bölgede de gütmeyiz. Bölgemizde iki şeyi birden gerçekleştir-mek istiyoruz: Bir, bölgede mezhep ya da etnik temelli soğuk savaş çıkarmak isteyenlere karşı etkin bir kriz yönetim politikası takip ediyoruz. İkincisi, bölgemizi tekrar siyasi diyalog, ekonomik karşılıklı etkileşim ve kültürel çoğulculuk etrafında tek bir barış, istikrar ve refah havzası hâline getirmek için de çabalarımızı sür-düreceğiz, vizyonumuz bu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vizyon etrafında, sadece haziran programımızı zikredeceğim ki bütün bu tablo bir bütünlük içinde görülsün. Haziran ayında, iki gün önce Medeniyetler İttifakı Konferansını yaptık, Birleşmiş Milletler Somali Konferansını yaptık, şu anda Dünya Ekonomik Forumu devam ediyor, yarın Küresel Terörizmle Mücadele Forumuna ev sahipliği yapacağız, Karadeniz Ekonomik İşbirliği 20’nci Yıl Zirvesini yapacağız, Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan Üçlü Toplantısını yapacağız, Kabil’de İstanbul Sürecine, İkinci Afganistan-İstanbul Sürecine Eş Başkanlık yapacağım Afganistanlı muhatabımla birlikte, İstanbul’da Nükleer Zirve Toplantısı yapacağız 16 Haziranda, Sayın Başbakanımız Rio ve G20 zirvelerine katılacak.

Bir ülkenin bir aylık dış politika gündemi buysa sonucu şudur: Bu ülke artık hasta adam değildir, 90’lı yılların hasta adamı değildir, ayağa kalkmıştır, nekahet dönemini atlatmıştır ve yeni bir dev olarak dünya gündemine ağırlığını koymaktadır. Kimse bu devi tekrar uykuya döndüremeyecek, bundan emin olunuz.

Saygılar sunuyorum.