İçeriğe atla

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Temelli Kapatılması İstemine İlişkin Savcılık İddianamesi/D-2e Diğer Milletvekillerinin Laikliğe Aykırı Eylem ve Demeçleri

Vikikaynak, özgür kütüphane

e- Diğer Milletvekillerinin Laikliğe Aykırı Eylem ve Demeçleri

[değiştir]

1) Başbakanlık eski Müsteşarı ve halen AKP Milletvekili Ömer Dinçer'in, 19-21 Mayıs 1995 tarihinde Sivas'ta yapılan bir konferansta yaptığı ve “Bilgi ve Hikmet” dergisinin Güz 1995 Tarihli -12. sayısında yayınlanan “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam” konulu konuşmasındaki "…Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam’la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum… " ifadeleri kamuoyunda yoğun tepkilere sebebiyet verdiği, Ömer Dinçer’in 24.12.2003 günü yaptığı yazılı açıklamada: bu konuşmasına sahip çıkıp, yazının bir bütün olarak okunup değerlendirildiğinde, söz konusu konuşmanın o dönemde tartışılan konuları analiz eden bilimsel bir sempozyum bildirisi olduğunun görüleceğini belirterek,“Yaklaşık dokuz yıl önce halka açık bir sempozyumda bildiri olarak sunulmuş ve daha sonra bilimsel bir dergide kısmen kısaltılarak makale olarak yayımlanmış bir çalışmanın “takiyye belgesi” türünden yakışıksız sıfatlarla ve bağlamından kopartılıp, çarpıtılmış cümlelerle bir ‘niyet sorgulama aracı’na dönüştürülmesi üzücüdür” diye söylediği, Ömer Dinçer’in makalesi hakkında yapılan eleştirilerde kişilik haklarına saldırıda bulunulduğundan bahisle açtığı ve yerel mahkemece kabul edilen manevi tazminat istemine ilişkin dava, temyizen yapılan inceleme üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.3.2006 gün ve 2005/73718 Esas, 2006/92575 sayılı hükmüyle bozulduğu, Bozma Kararında özetle; “…Davacı 1995 yılında bir sempozyumda yaptığı konuşmasında Cumhuriyet ve laiklik ilkelerinin yerini İslam’la bütünleşmeye terk etmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Davacının, ileri sürdüğü bu görüşleri Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer alan değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez nitelikteki hükümler ile bağdaşmamaktadır. Davalı da dava konusu konuşmasında davacının bu fikirlerini eleştirmiş ve davacının Şeyhülİslam gibi fetvalar verdiğini ileri sürmüştür. Davacı Anayasa ile bağdaşmayan görüşler savunduğuna göre eleştirilere de katlanmak durumundadır. Davalının davacı ile ilgili olarak söylediği sözler bu açıdan değerlendirildiğinde eleştiri kapsamında kalmakta olup düşünce açıklaması niteliğindedir. Bu nedenle hukuka aykırılıktan söz edilemez.” denildiği, (Ek.89) 2) 2007 yılı Ocak ayında Eskişehir ilinde imam hatip liseleri arasında yapılan “Hafızlık, Kuran-ı Kerim’i Güzel Okuma ve Ezan Okuma” etkinliğine katılan Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin’in, imam hatip mezunlarının valilik, kaymakamlık gibi görevlere gelmesi ile yolsuzlukların önünün kesileceğini, imam hatiple ilgili verdikleri sözleri unutmadıklarını, yeri ve zamanı geldiğinde yerine getireceklerini, bir takım mecburiyetlerden dolayı geciktiklerini, bu okullara karşı olanların İslamdan ve milli duygulardan uzaklaştırılmış bir nesil elde etmek amacıyla mücadele verdiklerini, inşallah bu milletin sahiplerinin onlara pabuç bırakmayacağını söylediği, (Ek.90) 3) İstanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, İstanbul Milletvekili Hüseyin Kansu, Eyüp İlçe Başkanı Mehmet Er, Üsküdar Belediye Başkan Yardımcısı Nemci Aköz’ün katıldığı İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) tarafından 30.5.2003 tarihinde Ümraniye Haldun Alagaş Spor Kompleksi’nde düzenlenen “İyi ki Varız” konulu toplantıda bir konuşma yapan Burhan Kuzu’nun, “İmam hatip mezunlarına üniversite ve polis okullarına girişte zulüm yapıldığını, Anayasa’da fırsat eşitliği var. Üniversite sınavlarında İmam hatiplilere yapılan haksızlığı kaldıracağız. Bu okullardan mezun olanların polis okullarına alınması sağlanacak” dediği, (Ek.91) 4) AKP Ordu Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Eyüp Fatsa’nın, Ordu İslami İlimler Hizmet Vakfı tarafından 2003 yılı Temmuz ayında düzenlenen “Ordu İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensuplarının Anı Tazeleme Yemeği”nde yaptığı konuşmada; "Ben de imam hatip lisesi mezunuyum. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan da imam hatip mezunu. Onların çektiği sıkıntıların ne olduğunu iyi biliyorum. Çok badireler atlattık. Önümüze birçok engeller konuldu. Üniversitede okumamız engellenmek istendi. Yüksek puanlar aldık, ancak farklı puan sistemleriyle önümüz kesilmeye çalışıldı. Ancak bunları da aştık. Şimdi çıkaracağımız yeni YÖK Yasası'yla bu durumlar yaşanmayacak. Bu haksızlıklar ortadan kalkacak. Okullar arası farklı puan uygulamaları kaldırılmak suretiyle, okuması istenmeyen, ilminden irfanından endişe edilen imam hatiplilerin yolu bu kez açılacak." …Artık imam hatipli olmanın mutluluğunu hep birlikte doyasıya yaşacağız. İmam hatipli olmak bir ayrıcalıktır" şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.92) 5) Adalet ve Kalkınma Partisi Mardin Milletvekili Nihat Eri’nin TBMM Dışişleri Komisyonu toplantısında 2003 yılı Aralık ayında yaptığı konuşmada din eğitiminin yeterince verilmemesinden yakınarak “Böyle olunca da gençler illegal örgütlerin eline düşüyor. Tehvid-i Tedrisat Kanunu getirildi tekkeler kaldırıldı, ama tekkelerde verilen bilgi, mevcut düzenleme ile verilemiyor. Bu yüzden insanlar yanlış yerlere, hatta örgütlere yöneliyorlar,” dediği, Bu sözler komisyonun bazı üyeleri tarafından tepki ile karşılaşınca, Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekili Eyüp Sanay’ın “…Bizi tekkeleri istiyormuş gibi zannetmeyin.(…) Bu Türkiye’nin bir gerçeğidir. Bir Vak’adır. göz ardı edilemez. Medreseler, tekkeler kapatıldı ama yasak olmasına rağmen bunların verdiği eğitimler bir şekilde veriliyor. ” diye konuştuğu, (Ek.93) 6) İmam Hatip Liselerinde türban takılmasının yasaklanmasına ilişkin Yönetmeliğin uygulanmasına tepki gösteren Antalya Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri 10.12.2003 günü sınıflara türban ile girmek istemelerinin okul idaresi tarafından engellenmesi üzerine yolun trafiğe kapatılarak araçları yumruklanması, okulun tabelasına türban asılması şeklindeki eylemler üzerine; Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden; Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa’nın; “Bu sorun çözülmeli. İşe ideoloji katılmamalı. Ancak şartları zorlamamak gerekir. Türkiye bu sorunu aşamadığı için hep ayağına bağlanıyor. Bu iş sokakta değil, ancak uzlaşmayla çözülebilir.” dediği, Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın; “Hiçbir eylemi desteklemem. Haklılar, ama sokak çözüm değil. Ancak öğrencilerin bireysel tercihlerinin engellenmesiyle yaşadıkları ruh bunalımını görmezden gelemeyiz. Konu, bir parti ve iktidarın her zaman tartışmaya açık tercihine ve yaklaşımına bırakılmamalı. Farklı tercihlerimize saygı göstererek birlikte yaşamanın çözümünü bulmalıyız. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara gelince, 'Bu konuyu Adalet ve Kalkınma Partisi çözer, kadroları bu konuda samimi' inanışıyla eylemler durmuştu. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarının konuyu ele almamış olması sabırlarını taşırdı.” diye söylediği, (Ek.94) 7) AİHM'nin verdiği Leyla Şahin kararıyla ilgili olarak; AKP Milletvekili ve Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın, türban sorununun AİHM kararından sonra yargı yoluyla çözülmesinin mümkün olmadığını belirterek, “Artık top yasamada. Anayasa değişikliğinden başka çare kalmadı. AİHM kararı, yasağı onaylayan ve genelleyen bir karar değil. Başörtülülere diyor ki, ‘gidin kendi yöneticilerinizle bu sorunu çözün’. Bu kararla birlikte anlaşılmıştır ki, yargı yoluyla bu yasağı kaldırmak mümkün değil. Bu yasak yasağı koyanların ikna edilmesiyle kaldırılabilir. İş yine toplumsal mutabakat ve yasakçıların kafasının değişmesine geliyor. Çünkü, AİHM bu kararı ile ‘bu yasak bizim hukukumuzu bağlamaz’ demek istiyor. Bu karar türban yasağının insan hakkı ihlali olduğu teziyle çelişse de, o tezi çürütmüyor. Bize ‘aksini yapamazsınız’ demiyor. Tam tersi bu yasağı kaldıracak bir karar da alabilirsiniz, bu beni ilgilendirmez’ diyor. Aksi ise yasal düzenleme ile bunu çözüme kavuşturmaktır. Bunun yolu da Anayasa değişikliğidir…Anayasa Mahkemesi kendisini Yasama Organının yerine koyarak bu kararı almıştır. Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmek gerekiyor.”, Adalet ve Kalkınma Partisi Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz’ın; türban yasağının bu karardan sonra, Anayasa ve YÖK yasalarında yapılacak değişiklikle kaldırılabileceğini belirterek; “sorun kurumların birbirlerine güvensizliğinde yatıyor. Ama Cumhurbaşkanımızı ikna etmek mümkün değil. Bu açıdan Anayasa değişikliğiyle çözülebilecek bu sorun için Köşk seçimlerini beklemek en uygunu. Anayasa değişikliği için ancak o noktadan sonra adım atılabilir.” Şeklinde beyanatlar verdikleri, AKP Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sadullah Ergin’in ise : -“Evrensel insan hakları, kurumların ya da mahkemelerin "var" demesiyle var olan, "yok" demesiyle yok olan haklar değildir. Bunlar doğuştan, insan olmamızdan dolayı taşıdığımız haklardır. İçtihatlar ve kararlar zamanla değişir ama evrensel haklar ilanihaye devam edecektir. Mahkeme, Şahin lehine karar verse duracağımız zemin yine aynıydı.” , -Söz konusu kararın AİHM'nin evrensel insan hakları noktasında gösterdiği titiz tavrına gölge düşürdüğünü, türbanın evrensel bir insan hakkı olduğunu ileri sürerek; İnanma, inandığını kişisel hayatında tatbik etme bir haktır YÖK'ün almış olduğu yasaklama kararını kendi içinde tutarlı bulmuştur. Bu durumda YÖK'ün bu yasağı uygulamaması durumu insan haklarına aykırı olmayacaktır. Orada ince bir çizgi var. Türkiye'de azınlıkların hakları konusunda kılı kırk yaran AİHM'nin, çoğunluğun inancı gereği yaşaması konusunda verdiği kararla derin bir çelişki içine düşmüştür. , -Başörtüsünün kamusal alanda yasaklanmasının, temel bir hak ve özgürlüğün ihlali olarak yorumlandığını, özellikle üniversitelerde başı örtülü kız öğrencilerin derslere alınmamasının uzun zamandır protestolara neden olduğunu kaydederek, Türban, kabul edin ya da etmeyin Türkiye'de bir realitedir. İdareler de halklarına kapalı olamazlar. Var demekle var olmaz, yok demekle yok olmaz , biçiminde beyanlarda bulunduğu, (Ek.95) 8) AKP Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un, TBMM’nin 19.6.2003 tarihli 96. birleşiminde şahsı adına yaptığı konuşmada; “Bu ülkede azınlıkların değil, çoğunlukların bile inanç, düşünce ve fikir özgürlüğünün bulunmadığı bir vakıadır. Bu yönde ileri sürülen aksi fikirler, mızrağın çuvala sığdırılmasına yetmemektedir. Hala binlerce kız öğrenci inançları sebebiyle özgürce okullarına gidememekte, mağduriyet ve mahzuniyet, sabır taşlarını çatlatacak duruma gelmiş bulunmaktadır. Yine bu ülkede, ilköğretim okullarını bitirmemiş olan çocuklarımız, inançlarının kitabını serbestçe, gidip okuma imkânını bulamıyorlar. ” dediği, (Ek.96) 9) Ankara Üniversitesi Senatosu’nun Kuran kurslarıyla ilgili olarak; “Yasadışı gerçekleştirilen Kuran kurslarına zemin hazırlanarak gizli din okullarına yol açılmasının, türbanın serbest bırakılmasının istenmesinin, öğretimde dinsel pratiklere ağırlık verilmesinin laiklikten uzaklaşıldığının göstergesidir… Laiklik, siyasal iktidarın derinden ve kararlı uygulamaları ile hızla aşındırılmaya çalışılmaktadır” değerlendirmesinde bulunması, Rektör Prof. Dr. Nusret Aras'ın, TCK.nun izinsiz eğitim kurumlarıyla ilgili olarak 263. maddesinde yapılan değişiklik hakkında milletvekillerine "laiklik aşındırılmaya çalışılıyor" şeklinde yazı göndermesi üzerine; Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin konuya sert tepki gösterdikleri, Bunlardan Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un; "Halktan ve onun isteklerinden tamamen kopuk, hiçbir gerçekle ilgili olmayan, laiklik dinciliği adına ahkam kesen ve inanca davet eden, milletin gerçek temsilcilerinin halk yararına çalışmalarını ve bu alanda büyük başarılar elde etmelerini çekemeyen, haset, kıskançlık, kin dolu paçavrayı aynen iade ediyorum. Bunun; aziz milletimize, onun şanlı tarihine ve mukaddes geleceğine en önemli görev ve katkı olacağı inancımı belirtiyor, Yüce Allah'ın bu Aziz Milleti, sizin gibilerin umuduna ve düşüncelerine bırakmamasını diliyorum." şeklinde kaleme aldığı bir yanıtla yazıyı üniversiteye iade ettiği, (Ek.97) 10) Adalet ve Kalkınma Partisi Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın, 2003 yılı Aralık ayında Türk Standartları Enstitüsü'nden (TSE) türbanın tanımı ve boyutlarıyla bir standart belirlenmesini istediği, TSE’nün başvuru üzerine Dünyada kriteri olmayan bir standardı üretemeyeceklerini belirttiği, (Ek.98) 11) Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili Asım Aykan’ın, 2005 yılı Kasım ayında kendisine ait internet sitesinde de bulunan açıklamasında: “Tarihin her döneminde yönetenlerin en önemli görevi yönettikleri insanların; mal, can, akıl, nesil, inanç, ibadet, fikir seyahat ve ticaret emniyetlerini sağlamaktır. Mümin kadınların Allah’ın emri istikametinde başlarını örtmeleri imanlarının gereğidir. İdarenin görevi bunu yasaklamak değil, teminat altına almaktır. AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararını verirken Kur’anı incelemiş, erbabından görüş istemiş midir? Çok merak ediyorum. Allah’ın emrine yerine getiren insanların bu hakkı elinden hangi sebeple olursa olsun alınırken, HANGİ İNSAN HAKKINDAN bahsedilebilir? AİHM kararı sonrası mahkemeyi otorite olarak ilân edenler, aynı mahkemenin terörist başı Öcalan için aldığı kararı nasıl yorumlayacaklardır? Leyla ŞAHİN Hanım kızımız iyi niyetli olarak olayı AİHM ne taşımıştır. Ancak bir Müslüman için mecburiyet olan örtü konusunda, ayni hassasiyeti dinlerinde taşımayan Hıristiyanların insaflı karar vermesini beklemek çokta gerçekçi sayılamaz. İslâm, kültürümüzün temel dinamiğidir. Başörtüsü de İslâm’ın emridir. Sorunda ülkemizin sorunudur. Çözüm getirme görevi de bizimdir. Görevimizin de farkındayız. Problem zamanla gündemden çıkacaktır. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.” dediği, (Ek.99) 12) Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, Anayasa Mahkemesi'nin 43. kuruluş yıldönümü töreninde "Laiklik ilkesinin Türkiye için önemi" konusunda: “…İlk kez 25 Nisan 2001 günü yaptığım Anayasa Mahkemesi’nin 39. Kuruluş Yıldönümü konuşmasında, laiklik ilkesinin Türkiye Cumhuriyeti için taşıdığı öneme, başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmak üzere bu konuyu düzenleyen kimi uluslararası normlardan da söz ederek değinmiş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi, Danıştay 8. Daire ve İdari Dava Daireleri Genel Kurulu kararlarında türbanın inanç gereği takılan giysi olmadığı, bir nevi simge olarak kullanıldığı, resmi daire ve üniversitelerde başörtüsü serbestisi tanımanın bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlama olduğu biçiminde gerekçelere yer verildiğini belirtmiştim. Bu konuşmanın yapıldığı günden bugüne kadar geçen (4) yılda konu güncelliğini yitirmemiş, aksine giderek artan biçimde gündemde tutulmak istenilmiştir. Ancak, bu (4) yıllık süre içinde Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlar konuya daha da netlik kazandırmıştır. Anayasa’nın 176. maddesi uyarınca Anayasa metni içinde yer alan “Başlangıç” kısmında; laiklik ilkesinin gereği olarak, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı vurgulandıktan sonra, Anayasa’nın 2., 4., 10., 14., 15. ve 24. maddelerinde de bu konuda özel düzenlemeler getirilmiştir. Din ve vicdan özgürlüğü konusunda evrensel anlayışı yansıtan kurallara İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18., İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9., Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 18., Din ve İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayırımcılığın Kaldırılması Bildirisi’nin 1. maddelerinde de yer verilmiştir. Türkiye’de din ve din duyguları ile dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilerek oya çevrilmesi batı ülkelerine göre çok daha kolay ve olağan olduğundan, geçmişte bu yola başvuran partiler laiklik karşıtı bu eylemleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmış bu karara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvurular da reddedilmiştir. Ülkemizde zaman zaman kimi parti yetkilileri, bayanların inançları gereği türban takabilecekleri, bu tür bir giysi ile yükseköğretim kurumlarına devama engel olunmasının; Anayasa ile tanınan temel haklardan olan “eğitim ve öğrenim hakkı” ile “inanç özgürlüğü”ne müdahale olduğu yolunda savlar ileri sürmüşlerdir. Oysa bu konuda Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce verilmiş pek çok kararlar vardır ve yargının değerlendirmesine göre, dinsel nedenlerle türbanla boyun ve saçların örtülmesine resmi daire ve üniversitelerde serbestlik tanınması, bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlama olup; kişileri şu ya da bu biçimde giyindirip başlarını örtmeye zorlamak, dinsel inanç ve görüşler nedeniyle gençler arasında çatışmalara neden olacak ortamın yaratılmasını sağlayacak, hatta aynı dinden olanlar arasında bile ayrılıklar yaratacağından, bu davranış biçimi laiklik ilkesine aykırı düşecektir. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin başörtüsüne ilişkin istikrar bulmuş kararları varken, kimi yazılı ve görsel yayın organlarınca bu konunun gündemde tutulmaya çalışılması, kimi siyasal partiler yetkililerince de, yasal düzenlemeler yapılarak, türbanla öğrenim yapma olanağının tanınacağı yolunda beyanlarda bulunulması, bu konudaki yargı içtihatlarını bilmemekten kaynaklanmıyorsa, din duygularını kullanarak siyasi avantaj sağlamaya yöneliktir. Anayasa’daki laik düzenlemeler kaldığı sürece, türbanlı kızların yükseköğretim kurumlarına öğrenci sıfatıyla, öğrenimlerinden sonra da resmi dairelere kamu görevlisi olarak girmelerini sağlayacak tüm yasal düzenlemeler Anayasa’ya aykırı olacaktır. Hatta bu konuda Anayasa’ya kural konulsa bile bu kez, Anayasa’nın bu yeni kuralı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olmayacaktır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na eklenen “EK MADDE 17”de yer alan; “yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” kuralının iptali istemiyle açılan davada, 2.4.1991 günlü, Esas: 1990/36; Karar: 1991/8 sayılı kararla başvurunun reddine karar verdiğinden söz edilerek, yükseköğretim kurumlarında türban takılmasını sağlayacak yasal düzenleme yapılabileceğini söylemek, ya anılan kararın gerekçelerini bilmemek veya gerekçe gözardı edilerek sadece sonuç bölümüne bakıp değerlendirme yapmaktır. Bilindiği gibi, Mahkeme kararları gerekçeleri ile bir bütün teşkil eder, idareyi ve yasamayı bağlar. Başka bir söylemle, kararların sonuç bölümüne anlam kazandıran kararların gerekçeleridir. Söz konusu kararın gerekçesine bakıldığında, hiçbir duraksamaya yer kalmayacak biçimde yükseköğretim kurumlarında türban takılmasına olur veren açıklama bulunmadığı görülecektir. Aksine, bu konudaki açıklamalar yapıldıktan sonra ilgili bölümün sonunda; “...sonuç olarak, ister dini inanç gereği olsun, isterse başka nedenlerle olsun, yükseköğretim kurumlarındaki kılık-kıyafetin çağdaş duruma ters düşmemesi gerekir.” denilmektedir. Açıklanan nedenlerle, bu kararın sonuç bölümünde “başvurunun reddine” denildiğinden hareketle, yasal düzenleme yapılarak türbanlı kız öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına devamının sağlanabileceği söylenemez. Bu konuda yapılacak yasal düzenlemenin, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na eklenen Ek Madde 16’nın iptaline ilişkin 7.3.1989 günlü, Esas: 1989/1; Karar: 1989/12, Refah Partisi’nin temelli kapatılmasına ilişkin 16.1.1998 günlü, Esas: 1997/1; Karar: 1998/1, Fazilet Partisi’nin temelli kapatılmasına ilişkin 22.6.2001 günlü, Esas: 1999/2; Karar: 2001/2 sayılı kararlarla Refah Partisi’nin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararına yapılan itiraz sonucu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 3.Dairesince verilen 31.7.2001 günlü ve 41.340/98 sayılı, bu karara yapılan itirazın reddine ilişkin 31.02.2003 günlü ve aynı sayılı Büyük Daire kararlarına aykırı olacağı kuşkusuzdur. ...” şeklindeki sözlerine karşı: Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili İrfan Gündüz’ün, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin'in "Önüne konulan metni daha önce okumadan hazırlıksız yakalandığını" iddia ederek; "Geleceğe ambargo koyan bir hukuk sistemi olmaz. Toplumda bu konuda mutabakat var. Türban konusunda Anayasa Mahkemesi fetva veren bir kurum mudur?" dediği, Adalet ve Kalkınma Partisi Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, vekil imam ve hatiplere kadro olanağı sağlayan tasarının TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmesi sırasında, 27.4.2005 günlü 90. Bileşimin 4. oturumunda Adalet ve Kalkınma Partisi grubu adına söz alarak; "Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanımız Mustafa Bumin, geçmişten ibret almamışa benziyor; geçmişte, bu metodu kullanarak, durup dururken, bu konuyu gündeme getiren, taşıyan ve emekli olanlar, belli bir süre sonra, 'kullanıldık ve bir yerlere atıldık' diye hala bağırmaya devam ediyorlar"…Dini, ahlaki ve kültürel değerlerimiz, toplum önünde, sorumsuz ve liyakatsiz kişiler tarafından, hala tartışılmaya devam ediyor. “Ülkemizde, hiçbir kimsenin, Anayasanın ona verdiği yetki ve görevin dışında misyon yüklenerek ortaya çıkması düşünülemez. Ne gariptir ki, Türkiye'de gündem oluşturmak istendiğinde ilk ele alınmak istenen konu, din ve dinî değerlerimizdir; günah keçisi yapılmak istenen kurum ve kuruluş ise, Diyanet Teşkilatı ve onun müntesipleridir. Başörtüsü, imam-hatip lisesi, cami, Kur'an kursu gibi konular, zamanlı zamansız, yeterli yetersiz kişiler ve kuruluşlarca, hiç gereği yokken dile getirilmekte ve tartışmaya açılmaktadır. Bu tartışma, hem Yüce dinimize hem Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımıza zarar veriyor demiştik. Bu bağlamda, Anayasamız, diğer kurumların yetkilerini belirlediği gibi, Anayasa Mahkemesinin de görevlerini, yetkilerini belirlemiş ve sınırlamıştır. Hiç kimse ve hiçbir kurum, ülkemiz insanını Allah ile kanun arasına sıkıştırmamalıdır. İnsanlarımız, bir tarafta Allah'a ibadet maksadıyla uygulamalarda bulunmak isterken önüne farklı engeller konulmamalıdır. Bugünlerde durup dururken başlatılan türban tartışmasının çözümüne muhatap, kesinlikle Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruludur. Anayasa Mahkemesinin içtihatları neyse, dinî konularda anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun içtihatları da odur. Ülkemizde kurum ve kuruluşlar arasındaki yetki, kavram tecavüzü ve kargaşası mutlaka önlenmelidir. Bu, iktidar -muhalefet, hepimizin görevidir. Mesela, hiçbir kurum ve kuruluş, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun görevini üstlenmemelidir; buna, hiçbir hakkı ve salahiyeti yoktur. Anayasa Mahkemesinin, kendisini, Parlamentonun üzerinde görmesinin de gereği yoktur..” dediği, (Ek.100) 13) Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in 2006 yılı Şubat ayında Star Tv’de katıldığı bir programda Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a ilişkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak; “Mahkemenin vermiş olduğu bu kararla Avrupa'da yaşadığımız yanlışlığı Türkiye'de yaşayabiliriz. Türkiye toplumu Allah'la kanun arasına, Allah'ın emriyle kanunun emri arasına sıkıştırılmamalıdır.”…”Kamu alanı ne demek? İslam, dini hayatın her safhasında yaşanmayı emreden bir dindir. Affedersiniz insanların tuvalette nasıl davranacakları belirtilmiştir, kurallaştırılmıştır. O zaman bir hâkim karar vermeden önce Kuran'daki bu ayete bakacak, bu ayeti insan nerede uygular, nerede uygulamaz”...”Dini konu olduğu için bakmalı. Dini bir konuysa, hâkim elbet, "Acaba ben bu kararı verirsem sonuç ne getirir" diye bakmalı(…) Ahlaki bir konuysa ahlaki değerlerimize bakmalı. Kimi başörtüsü diyor, kimi türban diyor, kimi sıkmabaş diyor, kimi soğanbaş diyor, sarımsakbaş diyor. Bu kadar gülünç hale geldi bu iş. Artık bir hâkim "bu konuda gerçekten din ne diyor...' Dinin dediği yer de Kuran'dır, şahıslar değildir.”…”Türkiye demokratik, laik bir ülkedir. Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kuruluştur. Başörtüsü ile ilgili karar verme, neyin dini, neyin dini olmadığına karar verme görevi Diyanet'e aittir.”…”Şimdi yarın bir başka mahkeme de, "5 vakit namazı 1 vakte indirdik, cuma namazlarını kaldırdık" dese. Böyle şey olur mu?” şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.101) 14) 2006 yılı Nisan ayında Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Kur’an-ı Kerim ve İstiklâl Marşı'nın okunmasıyla başlayan İlim Yayma Cemiyeti’nin 52. Genel Kurultayına Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreteri İdris Naim Şahin, Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul Milletvekilleri Burhan Kuzu, Hüseyin Kansu, Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz’ün katıldıkları, İlim Yayma Cemiyeti Genel Başkanı Hamza Akbulut’un yaptığı konuşmada, “Yasaklar sebebiyle İmam Hatip lisesi ve Kur’an Kursu öğrencileri çok azaldı. İlköğretim çağındaki çocukların dinini öğrenmeleri hâlâ mümkün değil. Hâlbuki AB ülkelerinde din eğitiminin okul öncesinden başladığını biliyoruz. Eğitimde fırsat eşitliği yok. Özellikle İHL öğrencilerine uygulanan haksızlık, hâlâ giderilemedi. İmam Hatip Lisesi öğrencilerine normal lise öğrencilerinin sahip olduğu haklar verilmeli. Öğrencilerin kılık kıyafetleriyle uğraşılmaya artık son verilmeli. Yabancı dil ile eğitim gün geçtikçe genişliyor. Eğitimin her kademesinde dine ihtiyaç vardır. Eğitimde gösterilen bir eksikliğin zararı, yıllar sonra da olsa çıkar. Bugün okullarda kötü alışkanlıkların faturasını ağır ödeyebiliriz. İlk ve ortaöğretimdeki din eğitimine önem verilmeli. Çocuklarımıza Peygamberimiz'i anlatmalıyız. Peygamberimiz, her genç için model olmalı” dediği, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreteri İdris Naim Şahin’in “Bizim kendimize göre stratejilerimiz var. Değişen Türkiye’de siyasetin yeni diliyle konuşmak gerekir. Konuşurken de geçmişten ders alarak yolumuza devam edeceğiz. Biz empati yaparak, olayları anlamak zorundayız. İktidar da bunu gerektiriyor. Herkesin kendisine göre bir yöntemi var. Bunlar da normaldir. Eleştirilerde insaflı davranmak gerekir” , Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın ise “Reformlar sancılı olur. Güle oynaya yapılmaz. Tarihte de bu reformlar gerçekleştirilirken birçoğu kanlı oldu. Bu konuda sabır ve zamana ihtiyacımız var. Önemli olan bir şeyi yaparken kırıp dökmemek ve bu da bizim hassasiyetimiz. Yolumuza da bu şekilde devam edeceğiz. Devam ederken de gerekenler yapılacak.” şeklinde konuştukları, (Ek.102) 15) Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Akif Gülle’nin 2006 yılı Şubat ayında, Danıştay 8. Dairesinin Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliğinin, imam-hatipliye çifte diploma olanağı veren ve böylece katsayı engeline takılmadan üniversiteye girme olanağı sağlayan hükmünün yürütmesini durdurma kararına tepki göstererek "Danıştay kararından öte, eşit yarışma şartlarında olmak isteyenlerin talebini YÖK'ün yargıya taşımasını olağanüstü yadırgıyorum. Yanlış buluyorum. Buradaki düzenleme sadece meslek liselerine eğitimde fırsat eşitliğinin tanınmasıdır. Bunlara bir tolerans gösterilmesi değildir. Bu düzenlemeyi yargıya götürme ihtiyacı hisseden YÖK, düşünülmesi gereken bir organ. Beni en çok üzen YÖK' ün bu konuyu yargıya götürmesi." dediği, (Ek.103) 16) TBMM'de gazetecilerle sohbet eden Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili İrfan Gündüz’ün, 8 yılık kesintisiz temel eğitimi eleştirerek, İmam hatiplerin önüne kesmek için çıkarılan kanun, gençliğin, mesleki eğitimin, hatta Türkiye'nin önünü kesti…”Misyonerlik faaliyetleri alabildiğine arz-ı endam ediyor. Misyonerlik faaliyetleri bu kadar cirit atarken toplum niye sessiz kalıyor? Bugün Türkiye'de din eğitimi, 15 yaşından önce yasak. 15 yaşından sonra hangi din eğitimini vereceksiniz? Tabiat boşluğu sevmez, sizin boş bıraktığınız alanı birileri gelir doldurur. Rahşan Hanım da geçenlerde (din elden gidiyor) diye feryat ediyordu. Fakat bunu kendileri yaptılar. Camilerde verilen yaz Kuran kurslarına 15 yaşından küçüklerin gönderilmesi yasak. Bu kanunu çıkaran da Ecevit’in başkanlığındaki hükümetti. Biz o zaman feryat ettik. Bu yasakların hepsini kaldırmak lazım. Misyonerliği yasaklayalım anlamında değil. Bunlar söylensin, toplumda tartışılsın. Türkiye artık şekille uğraşmak gibi bir yanılgıdan kurtulma olgunluğuna erişti diye düşünüyorum. Baş açma, kapatmak değil... İnsanların beyninin içi, eylemleri, icraatları önemli. şeklinde beyanda bulunduğu, Türban konusuyla ilgili olarak da “Sayın Başbakan eşiyle Beyaz Saray'a, Versay'a, Kremlin'e gidiyor sorun olmuyor. Ama bizim Çankaya’ya gitmesi büyük problem oluyor. Çankaya'nın uçağına binmesi bile problem oluyorsa Türkiye böyle küçülen bir dünyada böyle bir yanlışa ne kadar direnebilir? Ben gideceğini sanmıyorumZamanı gelirse adımlar atılır, birisi bu adımları atar”, Misyonerlik konusunda Türkiye'de herhangi bir verinin olmadığına işaret ederek; Türkiye'de köpekler serbest taşlar ise bağlı görünüyor. Akşam televizyonlarda gösterilen ayini Türkiye'deki yerli bir tarikat veya imam yapsa, kıyamet kopar. Ama Kanadalı göçmen yapıyor, fazla ses çıkmıyor. Türkiye'de Müslümanların önünün açılması lazım ki biz de kendi dinimizi savunalım, doğruları anlatalım. Bu, özgürlük ortamında çözülür. Türkiye'de sıkıntı, Müslümanların pek çok konuda bağlı olmasından kaynaklanıyor. Diyanet bile bu konuda üzerine düşeni yapamıyor”, Türkiye'de bazı meselelerde sistem gelip önümüzü tıkıyor. Zamanı geldiğinde bu adımlar atılacak. İktidarların görevi meseleleri çözmek. Biz toplumda gerilim ve gerginlik yaratacak hiçbir konuda, ekonomik istikrarı gölgeleyecek adım atmak istemiyoruz. Öncelikle bu sefaletin ortadan kaldırılması lazım. Amacımız, bu meseleleri, tek başına (dediğim dedik, çaldığım düdük) mantığıyla getirmek yerine, toplumda geniş konsensüs yaratarak çözmektir “Bunlarda toplumsal konsensüs olması gerekir. Konu her gündeme geldiğinde (imam hatiplerin önü açılıyor) diye saptırılıyor. İmam hatiplerin önünü kesmek için çıkarılan kanun, gençliğin, mesleki eğitimin, hatta Türkiye'nin önüne kesti, şeklinde görüşlerini ifade ettiği (Ek.104) 17) Eğitim özgürlüğünü kısıtlıyor gerekçesiyle İslami kesimde büyük tartışma yaratan, yeni TCK Tasarısının 263. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Kanuna aykırı eğitim kurumu” başlıklı "yasadışı eğitim kurumu açan ve işletenlere, bu kurumlarda kanuna aykırı olarak açıldığını bildiği halde öğretmenlik yapanlara yönelik 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngören" ve ikinci fıkrasında “yukarıdaki fıkrada gösterilen yerlerin kapatılmasına da karar verilir” şeklindeki düzenleme ile ilgili olarak, AKP'li Hasan Kara ve arkadaşları tarafından verilen ve teklife 29. madde olarak yerleştirilen "Kanuna aykırı eğitim kurumu açan veya işleten kişi 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası veya adli para cezası ile cezalandırılır" yönündeki değişiklik önergesi TBMM Genel Kurulunda 27.5.2005 tarihinde kabul edilerek “5357 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” olarak yasalaştığı, 765 sayılı TCK’nunda bu suçlar için 6 aydan 2 yıla, 1 Haziran'da yürürlüğe girecek 5237 sayılı yeni TCK'da ise 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngörüldüğü, yeni düzenleme ile üst sınırın 3 yıldan 1 yıla indirilerek hapis cezasının erteleme kapsamına alındığı, yalnızca adli para cezasıyla cezalandırılma olanağı getirildiği, kanuna aykırı olarak açılan eğitim kurumlarında (Kuran kurslarında) eğitim veren öğretmenlere ise herhangi bir ceza öngörülmediği, kapatma yaptırımının da kaldırıldığı, Cumhurbaşkanlığının 3.6.2005 gün ve 451 sayılı yazıları ile; “Düzenlemeyle yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesi özendirilmekte ya da çalışmalarını sürdürmesine olanak sağlanmaktadır. Mevcut yasalarda yer alan hükümlerin hedefi ise ayrılıkçı terör örgütlerinin, misyonerlik etkinlikleriyle uğraşanların ve din devleti yanlısı tarikatların, devletin ilgili kurumlarından izin almadan, yasadışı yollarla okul ya da kurs açmalarının önlenmesi; böylece, sapkın yöntemlerle gençlerin çağdışı, bölücü ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine aykırı biçimde eğitilmelerinin önlenmesi olduğu açıktır. Söz konusu düzenlemede ise bu hedefin korunmadığı görülmektedir.”…”Yeni düzenlemeye göre yasaya aykırı olarak açıldığı saptanan eğitim kurumunu açan ve işleten kişi ya da kişiler yargılanıp yalnızca adli para cezası ile cezalandırılabilecek; bu tür yerlerde öğretmenlik yapanlar ise cezalandırılmayacak, bu yerlerin kapatılabilmeleri de yönetimin takdirine kalacaktır.”…”Devletin görevi yasalara aykırı eğitim kurumlarını yaşatmak değil, temelli ortadan kaldırmaktır. Devlet, yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılmasını, yapacağı düzenlemelerle başından önlemek zorundadır.”…”Suç cezasız kalmamalı.”…”Tüm kurumlar için olduğu gibi, eğitim kurumlarının da açılıp işletilmesinin yasalara uygun olması zorunludur. Kurumlar, kurumları işletenler ve bu kurumlarda çalıştırılacakların yasal koşulları ve nitelikleri taşımaları kamu düzeninin zorunlu gereğidir. Bir eğitim kurumunun yasaya aykırı olarak açıldığının yargı yerince saptanması durumunda, bu suçun cezası mutlaka kapatma olmalı, suç, kurum yönünden cezasız kalmamalıdır.(…)”Yasaya aykırı eğitim kurumlarına kapatma cezası verilmeyerek, kapatma işleminin bir yönetsel işleme, yöneticilerin takdirine bırakılması, yasaya aykırılığa süreklilik kazandırabilecektir ki bu durumu hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.”…”Demokrasiyi ve çağdaş değerleri özümsemiş, cumhuriyetin temel niteliklerini benimsemiş, her türlü dogmadan uzak kalıp sorgulayabilen, özgür düşünceli bir gençlik yetiştirmenin ve ulusun aydınlık geleceğinin temel koşulu, bu amaçlara odaklanmış eğitim kurumları ve eğitim personeline sahip olmaktır. Bu da ancak anayasal ilke ve kurallar çerçevesinde çıkarılmış yasalarla sağlanabilir.”…”Devletin eğitim ve öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik ve bunun eğitimdeki yansıması olan öğretim birliği ilkesine aykırı etkinlik ve öğretim yapılmasına izin verilmemesi görevini de kapsamaktadır.”…” Anayasanın 1. maddesinde, cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin önerilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına alınmıştır. Anayasanın başlangıç bölümünde, hiçbir etkinliğin Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma göremeyeceği, laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı belirtilmiştir.”…”Anayasa, bireyin inanç alanında kaldığı sürece din ve inanç olgusuna sınırsız bir özgürlük tanımakta, buna karşın toplumsal yaşamı etkilediğinde, açığa vurulduğunda kamu düzenini koruma amacıyla bu özgürlük sınırlanabilmektedir. Bu bağlamda, devlet, dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini önleyecek önlemleri almakla yükümlü kılınmıştır.“…”İkili öğretim kaos yaratır.”…”Öğretim birliği ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır. İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime, öte yanda dinsel öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak, kaos ve karmaşa yaratacaktır.”…”Bir yandan eğitim kurumlarının, bu bağlamda Kuran kurslarının Atatürk ilke ve devrimleri ile çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim verip vermediği devletin gözetimi ve denetimine bırakılırken, öte yandan da Kuran kursu öğreticiliği gibi dini hizmetleri yerine getirebilecek elemanların yetiştirilmesi görevi devlet okullarına verilmektedir. Devlet gözetimi ve denetiminin olmadığı ya da sonuç vermediği ortamlarda dinsel ve bilimsel ikili eğitimin gelişip yerleşmesi kaçınılmazdır.”…”Açıklanan nedenlerle, incelenen yasanın 3 ve 29. maddelerindeki düzenlemeler; hukuk devleti, eşitlik, laiklik, ülke ve ulus birliği, öğretim birliği ilkeleriyle, cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla bağdaşmamakta, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmaktadır.” şeklindeki gerekçelerle veto edilen metin TBMM Genel Kurulunun 29.6.2005 günlü oturumda aynen kabul edilerek, 5377 sayılı Yasa olarak Resmi Gazete’nin 8.7.2005 tarihli sayısında yayımlandığı, Yasa’nın Anayasaya aykırı bulunduğu iddialarına karşı; Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu’nun; “Biraz olayı abartıyoruz. Bu laiklik, cumhuriyet, ceza 6 ay olunca kurtuluyor da, 5 ay olunca tehlikeye mi düşüyor? Kaçak Kuran kursu olmaz, Kuran kursu olur. Bu madde Kuran kurslarını kapsıyorsa bu maddedeki 3 ay ceza da yanlıştır, utanç vericidir. Hiç kimse dininin kitabını öğretiyor diye cezalandırılamaz. İzinli Kuran kurslarına öğrenci gitmiyor deniyor. Siz kalkıp da şu yaşa kadar Kuran öğretilemez diyemezsiniz..” dediği, (Ek.105) 18) TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun, Bahçeşehir Üniversitesi tarafından 2005 yılı Mayıs ayında Beşiktaş Yerleşkesi'nde düzenlenen 'Siyaset ve Liderlik Okulu' kapsamında 'Bağımsızlık ve Hürriyet' konulu yaptığı konuşma sonrasında, yeni TCK ve yasaya aykırı eğitim kurumlarına yönelik madde hakkındaki tartışmalarla ilgili bir soru üzerine, bu maddenin komisyonda da tartışıldığını, hapis cezasının önce 3 yıla, sonra 1 yıla indirildiğini, Yasada 'Kuran kursu' değil, 'izinsiz eğitim kurumu' denildiğini belirterek Neticede devletin valiliği, savcılık takip edecektir, yasadışı bir durum olursa gerekli şey yapılır. Sonuç itibariyle biz insanların özgürlüğünü savunalım. Ama bir boşluk olursa onu düzeltiriz” …Kuran kursunun yasağı mı olur? Hepimiz evde öğrendik. 'Kaçak yapı' gibi söylüyorsunuz. Yasadışı dediğimiz izinsiz yapılan şeyler, ille de hapis vermek gibi bir şey olamaz... Bana sorarsanız hiç ceza vermemeniz gerekir... Şahsi kanaatim bu. İlgili soruşturma açılır, varsa bir suçu, para cezası mı olur, başka bir şey mi olur yaparsın. Orada yasadışı bir faaliyet varsa, örgüt anlamında, o zaten ayrı bir suç. Yasadışı örgüt kurma diye müstakil bir suç var zaten.' diye söylediği, (Ek.106) 19) TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki SHÇEK, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı'nın 2007 yılı bütçe görüşmelerinde söz alan Adalet ve Kalkınma Partisi Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın; “kızların istediği okula gidemediğini, gitse bile daha sonra kamu hizmetine katılamadığını, 3 binden fazla kız öğrencinin Viyana, İtalya, Almanya, ABD, Hollanda'ya gitmek zorunda kaldığını, YÖK’ün 20 küsur yıldır kızların iki kimlik taşımasını zorunlu hale getirdiğini, üniversiteye girişte ve üniversitede farklı kimlik kullanmak zorunda kaldığını, bunun kadının aşağılanması olduğunu, katı laiklik uygulamasının Fransa ve Türkiye'de söz konusu olduğunu… beyan ettiği, (Ek.107) 20) Plan ve Bütçe Komisyonu'nda, Başbakanlık ve bağlı kuruluşların 2006 yılı bütçeleri görüşülürken, CHP milletvekillerinin TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın türban konusunda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e yönelik sözlerini ve Ömer Dinçer'in görevde tutulmasını sert biçimde eleştirmeleri üzerine Adalet ve Kalkınma Partili Musa Uzunkaya’nın; Atatürk'ün eşi Latife Hanım, köşkteki toplantılara başörtüsüyle katılıyordu. İsmet İnönü'ye yurtdışı gezilerinde eşi kara çarşafla eşlik ediyordu. Bu da mı çağdışılık demiş, Ömer Dinçer'e yönelik eleştiriler üzerine Ben bu makalenin altına imzamı atarım diye konuştuğu, (Ek.108) 21) Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın; 2004 yılı Nisan ayında Almanya’da Frankfurter Allgemeine gazetesine verdiği demeçte “Eğer bir kadın kapanması gerektiğini düşünüyorsa, bu konuda bir demokrat olarak sadece şunu söyleyebilirim: buna hakkı var…Türban takılması, kamu kuruluşlarında mümkün olabilir…Bizim kadınlara kendi kurallarımızı zorlamaya hakkımız yok. Aksi halde bir yan konudan büyük sorun yaratırız.” dediği, (Ek.109) 22) Devlet Bakanı Güldal Akşit’in, 2005 yılı Ocak ayında ABD'de katıldığı Birleşmiş Milletler'e bağlı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) Komitesi'nin Türkiye konulu özel komite toplantısında; "Türkiye'de bir başörtüsü sorunu vardır. Genç kızlarımızın eğitim alması önünde engel teşkil etmektedir. Üniversitelerimize fiilen devam edemedikleri için eğitim almaları engellenmektedir" şeklinde konuştuğu, (Ek.110) 23) Hükümetin Leyla Şahin hakkındaki AİHM 4. Dairesi'nin kararının onaylanmasını istemesi üzerine 2005 yılı Mayıs ayında Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden: Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın; "Türban yasağı savunmasına katılamayız. Türban bireysel, inanç özgürlüğüne girer. Giyim kuşam özgürlüğü var. Hükümetin türban yasağını savunması Anayasa'ya aykırıdır. Anayasa'daki din ve vicdan hürriyeti ne olacak? Bu işi "mecburiyetten yaptık" anlayışı olmaz. İktidara bireysel özgürlükleri genişletmek için geldik. Bu unutulmamalı…”, Adıyaman Milletvekili Ahmet Faruk Ünsal’ın; “Eğer hükümet türban yasağını savunduysa bunun demokratik gerekçeye sığınarak yapılmasını doğru bulmam. Biz demokratiksek, o zaman Avrupa ülkeleri teokratiktir. Hükümet keşke farklı savunma yapsaydı. Avrupa'da bazı liselerde yasak var, üniversitede yok. Keşke hükümet, "Bizde alternatif eğitim kurumları yok" deseydi.”, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın: “Türban yasağı insan haklarına aykırıdır. Türban yasağı savunulamaz”, Ankara Milletvekili Eyüp Sanay’ın: “Türban yasağı gibi kısıtlamalar olmamalı. Hükümetin verdiği savunma siyasidir. Birtakım güçlerin etkisi altında kalarak verilen bir savunmadır. Asıl düşünceleri benim gibidir. Gizli güçlerin etkisi altında bu karar, verilmiştir. Başbakanın eşi başörtülü, kızları başörtüsü yüzünden yurtdışında okuyor, Dışişleri Bakanı'nın eşi okuyamadı. Yasağı savunmaları mümkün mü? Yürekleri sızlaya sızlaya savunmayı veriyorlar”, Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan’ın: “Hükümet olabilirsiniz, ancak şimdi olduğu gibi bazı konularda irade ortaya koyamayabilirsiniz. İçeride anayasal kurumların yarattığı bir "de facto" durum var...,” şeklinde beyanda bulundukları, (Ek.111) 24) Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekili Eyüp Sanay’ın 2005 yılı Kasım ayında, TBMM’de yaptığı açıklamada üniversitelerin yanı sıra kamu kurumlarında da çalışanlara türban serbestliği getirilmesi gerektiğini ileri sürerek; Her yerde, yapılan işe zarar verilmediği sürece kıyafet sınırlaması olmamalıdır. İsteyen başörtüsüyle isteyen başı açık, isteyen mini etek, isteyen maksi etek ile çalışabilmelidir dediği, (Ek.112) 25) Adalet ve Kalkınma Partisi Kocaeli Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün’ün divan başkanlığı yaptığı Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’ndaki Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Gençlik Kolları 2. Danışma Meclisi’nde, toplantıya katılan partili gençlerin boyunlarında parti amblemi bulunan turuncu renkli atkıların kendine Ukrayna’da yaşanan ‘Turuncu devrimi’ hatırlattığını belirten Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan’ın “Gençler devrim istiyor. Ben de bir romantik devrimci olarak elbette devrimden yanayım. Ama devrimin turuncusu olmaz. Ara renk olmaz devrimde. Devrim ya kırmızıdır, ya da yeşildir. Ben yeşilden yanayım”…“Bu devrimci ateşinizin asla sönmemesini diliyorum. Yaş 30’u geçtikten sonra ana kademeye geçince, devrimci ruhunuzun asla sönmemesini diliyorum. O ateş, her ne kadar cürümü kadar yeri yaksa da sizi mezara kadar götürecek bir ateştir. Ben yüreğinizdeki o ateşin mezara kadar devam etmesini diliyorum.” diye söylediği, Konuşmasının ardından DHA muhabirinin “Yeşil devrimden kastınız nedir?” sorusuna Abdullah Çalışkan’ın; “Gençlere yönelik duygulu bir konuşma yapmak istedim. Asıl olan ülkedeki mevcut gidişattır. Çünkü bugüne kadar ülkemizde bir takım yönetimler olmuş, bir takım iktidarlar gelmiş, ama köklü değişimler bir türlü gerçekleşmemiştir. Önemli olan burada toplumun talep ettiği köklü değişimlerdir. Siz onun adına ister devrim deyin, ister fetih deyin. Bir şekilde bu köklü değişimlerin yapılması lazım. Ben köklü değişimlerden yanayım, benim kastettiğim şey budur. Devrimlerin esası şudur, ara devrim olmaz. Bir şekilde ‘turuncu devrim’, ‘pembe devrim’, ‘sarı devrim’ gibi devrimler olmaz. Devrimlerin rengi ya ‘yeşildir’, ya da ‘kırmızıdır’ Kastettiğim köklü değişimlerdir. Devrimin darbe gibi farklı şekilde anlaşılması zaten mümkün değildir. Yeşil devrim zaten halkın anlayacağı bir dildir. Ben renklerle ifade ettim, renklerin dilini kullandım, anlaşılmıştır.” yanıtını verdiği, (Ek.113) 26) Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün’ün , Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi'nde 2005 yılı Nisan ayında düzenlediği basın toplantısında; türban konusunda geleceğe dönük uyarılarda bulunarak Dindar bir kimlik ve görünümle modern hayata aktif şekilde katılmak isteyen bireylerin mağdur edildiğini …. Laikliğin sulandırılması da katılaştırılması da onu çağdaşlıktan, bilimsellikten ve rasyonellikten uzaklaştırmaktır. Çağdaş, bilimsel ve rasyonel laikliğin hem devlet hem de dinler ve dindarlar için sağlam bir güvence, demokrasinin ve sosyal barışın güçlenmesinde en etkili faktör olduğuna inancımız tamdır. dediği, (Ek.114) 27) Adalet ve Kalkınma Partisi Adıyaman İl Başkanlığı’na 2005 yılı Aralık ayında yaptığı ziyarette basın mensuplarının sorularını cevaplandıran Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli’nin; "Adalet ve Kalkınma Partisi olarak başörtüsüyle ilgili toplumsal mutabakat aradığımızı söylemiştik. Biz vatandaşlarımıza bu sorunu belli bir zaman içerisinde çözeceğiz sözünü vermedik. Fakat başörtüsünün bir sorun olduğunu ve başörtülü kızlarımızın üniversitede eğitim görememelerinin ciddi bir sorun olduğunu dile getirdik. Fakat bir mutabakat içersinde çözüleceğini söyledik. Bu konuda da epeyce mesafe alındığını düşünüyorum. Başörtüsü sorununun çözümü için belirli bir süre veremeyiz. Başörtüsünün insan hakları ihlali olduğu ortadadır. Başörtülü bir kızımızın eğitim görmemesi bizi de üzüyor, kamuoyunu da üzüyor. Kamuoyu araştırmalarında kızlarımızın başörtüsüyle eğitim görmesini isteyenlerin oranı yüzde 70-75’dir. Partimiz bu halkın tercihlerini göz önünde bulunduruyor. Bu sorunun çözülmesi için toplumun her kesimi muhataptır. Mutabakatın sağlanması olayı sosyal bir süreçtir. Kurumlar arasında mutabakat olmadığı için, başörtüsü sorun olmaya devam ediyor. Bu anlamda toplumsal mutabakat sağlanacaktır. Kurumlar arasında böyle bir mutabakat sağlanmadığı için sorun gündemde kalmaya devam ediyor” şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.115) 28) Adalet ve Kalkınma Partisi MKYK Üyesi ve Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İstanbul Milletvekili Egemen Bağış’ın, 2005 yılı Aralık ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Leyla Şahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; “Başörtüsü kullananların kullanma hakkına saygı duyuyorum. Aynı şekilde ben başörtüsünü savunduğum kadar mini eteği de savunuyorum. Çünkü ikisi de ifade özgürlüğünün gereğidir. İnsanlar ülkede istedikleri gibi yaşayabilmelidir, diye düşünüyorum… Leyla Şahin davasında karar verenler bu acıyı yaşayanlar değil, onların ülkesinde böyle bir sorun yok. Benim üniversiteye gidemeyen kardeşlerim, bacılarım arkadaşlarım var… Bu tamamen bir insan hakları ayıbıdır benim açımdan” dediği, (Ek.116) 29) AKP Tokat Milletvekili Resul Tosun’un, İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneğince 2005 yılı Mayıs ayında düzenlenen toplantıda AİHM’nin Leyla Şahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; ...Temyiz duruşmasında hükümet adına verilen savunmanın, milli iradeyi kesinlikle temsil etmediğini…” söylemiş, 3 Kasımdan sonra oluşan TBMM’de insan hakları konusunda hassas davrandıklarını, ideolojik bir tavır içine girmediklerini belirterek, Hükümetimizin de, Meclis grubumuzun da hassasiyete sahip olduğunun altını önemle çizmek istiyorum, (…) Siz Başbakanın eşini bir toplantıya götürememesinden, her gün yaşadığı bu sıkıntıdan bu meseleleri dert edinmediğini mi sanıyorsunuz…” demiş, salondan gelen tepkiler üzerine “…Bizim yanlış yaptığımız yerde sizin ikazınız, eleştirileriniz bize güç verir. Bu ikazların hükümetimize etki edeceğine inanıyorum. Hatırlat. Hatırlatmakta fayda var. Bazen susarak, bazen baldıran zehiri içerek bu sorunu çözmeyi hedeflemeliyiz…” ifadesini kullandığı, (Ek.117) 30) Tokat Milletvekili Resul Tosun’un, 2005 yılı Mayıs ayında, parti grup toplantısında AİHM’nin Leyla Şahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; Türban konusunda hükümetin kredisinin bitmediğini, sorun çözülmediği takdirde seçim sonuçlarına yansıyacağını belirterek; “O nedenle bir an önce halka gidilmesi ve referanduma sunulmasını savunuyorum' dediği, Referandum için Meclis'te gerekli çoğunlukları bulunduğunu hatırlatan Tosun’un, sözlerini 'Oligarşik kurumların direnci, toplumsal taleple kırılacaktır. Rusya bile ayakta duramadı. Ezici bir çoğunlukla halk bu yasakları kaldıracaktır. Eğer halk bizim savunduğumuzu yerinde görmezse, bunu halka doğru anlatamamışız derim. Bunu halka anlatmaya çalışırız. Hak bildiğimiz bir şeyden vazgeçecek değiliz” şeklinde devam ettiği, (Ek.118) 31) Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın, AİHM’nin Leyla Şahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; "Biz parlamenter demokratik bir cumhuriyetiz. Parlamenter demokrasilerde erkler ayrılığı vardır, yasama, yürütme ve yargı. Parlamenter rejimlerde kuralı koyan yasama organıdır. Bunun dışında yargının görevi önüne getirilen somut olayla ilgili hüküm vermektir. Kural koyması söz konusu değildir. Dolayısıyla AİHM’in veya başka bir mahkemenin türbanla ilgili veya benzeri konularla ilgili kural koymuş olduğu iddiaları hukuki temelden yoksundur. Karar konusu o kararın öznesi kimse onunla alakalıdır. Kimdir öznesi? Sayın Leyla Şahin. AİHM, Leyla Şahin ile ilgili işlemi hukuka aykırı bulunmamıştır. Karar bundan ibarettir.".. "O olay için bağlayıcıdır" "Düzenleyici işlemler farklı, yargısal işlemler farklıdır, düzenleyici işlemleri yasama organı koyar. Bizim Anayasamızda açıktır. Anayasa Mahkemesi düzenleyici işlem niteliğinde karar alamaz diye. Bu işlemde idare haklıdır, haksızdır, mahkeme bunu tespit eder. Somut olayın tarafları için sadece bağlayıcıdır. İddia edildiği gibi bu konu tamamen bitmiştir, burada kural konamaz. Hele hele bize hukuk dersi de vermiş hocaların bu anlama gelecek hocalarımızın beyanlarını ben hayretle karşıladım. Artık kural konamaz demek Türkiye’nin geleceğini veya bir ulusun geleceğini 16 yargıçtan oluşan bir ekibe havale etmek anlamına gelir. Geleceğe ipotek koymak anlamına gelir. Böyle bir şeyin demokrasilerde kabulü mümkün değil. Demokratik kurallarla bağdaşır olması da düşünülemez." diye konuştuğu, (Ek.119) 32) TBMM Başkan Vekili ve Adalet ve Kalkınma Partisi Kayseri Milletvekili Sadık Yakut’un Adalet ve Kalkınma Partisi İl Başkanlığı tarafından 2005 yılı Temmuz ayında düzenlenen basın toplantısında YÖK’ün meslek liseleri mezunlarına uygulanacak ÖSS katsayısının düşürülmesine ilişkin kararıyla ilgili bir soruya “Adalet ve Kalkınma Partisi seçimlerde yüzde 35 oranında oy alarak iktidar oldu. Partimiz milli iradenin temsilcisidir. Milli iradenin yargıya da yansıması gerekir. Kurum ve kuruluşlar milli iradenin bir parçasıdır.” şeklinde yanıt verdiği, (Ek.120) 33) 2005 yılı Nisan ayında ‘Başörtüsüne Özgürlük Diyarbakır Girişimi’ne mensup 20 kişi, Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır İl Başkanlığına giderek destek talebinde bulunmuş, Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır İl Başkanı (Halen AKP Diyarbakır Milletvekili) Abdurrahman Kurt’un; “Türkiye’de toplumun yüzde 75-80 civarında ittifak ettiği bir konuda, aynı şekilde mağduru olduğumuz bir konuda halkın iradesini topluma yansıtmakta ne kadar zorlandığımızı ve bunun ne denli acılara sebep olduğunu başörtüsü olayı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.(…)Halkın ekseri çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede dinin gereği olan bir hali yaşama talebinde olan insanlarımız mağdur edilmeye devam edilmektedir. Biz hükümet partisi olarak bunun acısını çok açık bir şekilde hissetmekle beraber halkın iradesinin topluma yansıtılmasındaki zorlukları ciddi şekilde hissetmekteyiz. Allah’ın onlara hak olarak verdiği özellikleri, tavsiyeleri, yönlendirmeleri yaşamayı talep eden insanların önüne hangi gerekçeler sunulabilir diye düşünüyorum. Ve şahsen benim söyleyeceğim bir gerekçem yok. Söyleyecek bir savunmam yok. Şunu söylüyorum: Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun, ama inşallah ve inanıyorum ki bu süreç bütün mağdur kardeşlerimizin onurlu tavırları ve direnişiyle hayra vesile olacak vebir sonuç getirecektir…) biçiminde beyanda bulunduğu, (Ek.121) 34) Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a ilişkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak; Adalet ve Kalkınma Partisi Çorum Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu Üyesi Muzaffer Külcü’nün, “Bu çok önceden planlanmış, tek tip toplum oluşturma projesinin bir tezahürüdür” …“Bu karar tek kelime ile ‘ayıp’ olarak özetlenebilir” …“Zaten Danıştay, kendi kafasında kurguladığı bazı gerekçeler üzerinden karar alıyor. Danıştay kararlarında Anayasa, yasa, evrensel hukuk ilkelerinin gereklerini görmek çok zordur”, Adalet ve Kalkınma Partisi Sivas Milletvekili Selami Uzun’un; Danıştay'ın verdiği bu karara “ancak dehşet denebilir” şeklindeki sözleri ile tepki göstererek “Bu kararı verenler önce dünyaya baksınlar. Dünya istikrar ararken Türkiye yargının eliyle kaosa sürükleniyor” Adalet ve Kalkınma Partisi Kilis Milletvekili Hasan Kara’nın; “Danıştay başörtüsü konusundaki yorumu çok genişletiyor. Bu karar artık kamusal alan olayını da geçti. Bunu sokaklara yaymak istiyorlar. Böyle bir karar toplumda infiale neden olur ve vatandaşlarımız üzerinde sıkıntıya yol açar. Peygamberimize yapılan hareket tüm dünya Müslümanlarında tepki oluştururken kendi içimizde birlik olamamak çok acı”,

şeklinde beyanda bulundukları, (Ek.122)

35) 2007 yılı Aralık ayında gazetecilerle sabah kahvaltısında bir araya gelen AKP Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar Göksel’in; "Bunu biz ilk günden beri söylüyoruz. Buna bir sorun da denmez. Özellikle eğitimde kızlarımız için bir engel. Bu engelin kaldırılması da ancak bir toplumsal mutabakatla sağlanabilir. Bu herkesin sorunu olmalı. Herkes bunun kaygısını taşımalı. Taşıyabildiği ölçüde de toplumsal bir mutabakatla bu soruna bir çözüm getirilmeli"…"Somut bir şeyimiz yok. Ama anayasa olabilir, ama yönetmelikler olabilir. Ama insanlar bu konuda bilinç oluşturur, öyle de olabilir. Bütün partiler bir araya gelip bu konuda bir çalışma yapabilir. Bunların her biri bir alternatiftir, bir şıktır. Şekli buralardan herhangi biri de olabilir, hepsi de olabilir. Ama biz temel olarak özellikle eğitimde her türlü yasağın kalkmasından yanayız"…diye söylediği, "Eğitim derken ilköğretimi mi, ortaöğretimi mi, yükseköğretimi mi kastediyorsunuz" sorusunu "Tabii öncelikle yükseköğretim" şeklinde yanıtladığı, yeni anayasa taslağında bu konuda nasıl bir düzenleme olacağı yönündeki soru üzerine ise, "yükseköğretim kurumlarında eğitim hakkı herhangi bir şekilde kısıtlanamaz gibi bir ifade olabileceğini, başka seçenekler üzerinde de durulduğunu” söylediği, (Ek.123) 36) AKP İstanbul İl Kadın Kollarınca Muammer Karaca Tiyatrosu'nda 2007 yılı Aralık ayında düzenlenen "5. Pera Buluşması"nda, "Türk Kadınının Seçme ve Seçilme Hakkının 73. Yılı" dolayısıyla "Yerel Siyaset" konulu panelde konuşan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun, "Başörtülü kadınların siyaset yapma engeli kalkar diyemem ama başörtülü kızların üniversitede okumalarının önündeki engelin kalkması için yeni anayasada açık düzenleme olacak" şeklinde beyanda bulunduğu, başörtülü bir öğrencinin ödül almasının engellenmesi olayını da "insanlık ayıbı" olarak nitelendirdiği, (Ek.124) 37) Show TV’ de yayınlanan 17.01.2008 tarihli " Siyaset Meydanı" isimli programda AKP'nin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyesi Ayşe Böhürler ile Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu arasında geçen konuşmada, Ayşe Böhürler’in türbanlı olarak hukuk öğrenimini bitirmiş bir kadının yargıçlık yapmasını savunduğu, bu doğrultudaki önerilerini Burhan Kuzu’nun, "Acele etmeyin ona da sıra gelecek " diye yanıtladığı, (Ek.125) 38) AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın 2007 yılı Kasım ayında Anayasa taslağı üzerindeki çalışmalarda sona yaklaştıklarını söylediği ve "Başörtüsü inanç özgürlüğünün kullanılması nedeniyle bir insanın hakkı. Başörtüsüyle ilgili yasalarda, Anayasa da dahil olmak üzere herhangi bir yasaklama yok. O zaman Türkiye'de eksik olan başka bir şey var. Türkiye'de sistemin tam demokratikleşmediği, tam bir hukuk devleti oluşmadığı ve kişi özgürlüklerine karşı büyük bir saygının oluşmadığı sonucu ortaya çıkıyor. Tartışma başörtüsüyle ilgili değildir, problem de başörtüsü değildir. Aslında birileri genç kızlarımızın, kadınlarımızın başında olan örtüyü aldılar, kendi yüzlerine örttüler. Aslında tartışma konusu olan şey, egemenliğin kime ait olduğu ve bu egemenliğin kimin eliyle kullanılacağı tartışmasıdır. Cevaplanması gereken iki soru var. Cumhuriyetçi misin, demokrat mısın? Kavga bunun üstünedir." dediği, 2008 Yılı Şubat ayında yaptığı bir konuşmada ise; Üniversitelerde uygulanan türban yasağının Anayasa ihlali olduğunu ileri sürerek, “ Çünkü beğensek de, beğenmesek de 1982 Anayasası yürürlüktedir. Herkes bu Anayasaya uymak mecburiyetinden. 13’cü maddesi açık ve seçiktir. Özgürlükler yasa ile sınırlandırılabilir. Hiçbir makam, hiçbir organın emri ile, karıyla sınırlandırılamaz. Bunun aksini yapan Anayasayı ihlal eder. Bunu uygulayan her kişi de kanunsuz emri uygulamış olur. Kanunsuz emri uygulamak, emir verilmiş olsa dahi uygulayanı cezadan kurtarmaz.” şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.126) 39) TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ve AKP’li Prof. Dr. Mehmet Zafer Üskül’ün, seçim bölgesi Mersin’de 2007 yılı Kasım ayında yaptığı açıklamada; türbanlı öğrencilerin de üniversiteye girmesi gerektiğini, başkalarının da haklarının bulunmasından ötürü insan haklarının sınırsız olmadığını, insan haklarının, olması gerekenin dışında sınırlandırılmaması gerektiğini belirterek, “aynı zamanda kamusal düzenin oluşturulması insan haklarının sınırlandırılmasını beraberinde getirir. Anayasalar da bu sınırlamanın nasıl yapılabileceğini öngörürken sınırlamaya da bir sınır getirir. Mesela hakkın özüne dokunmamak, ölçülü olmak ve demokratik haklara karışmamak gibi zorunluluklar vardır”… “Ancak türbanlı öğrencilerimiz şu anda bu haklarını üniversitelerimizde kullanamıyor. Ama bu doğru mudur? Getirilen bu sınırlamalar bana göre doğru değildir. Sonuç olarak öğrenci yurttaştır ve hizmet alandır. Bir öğrenci tapu dairesindeki işini yapabiliyor, suç işlerse karakola götürülebiliyor ve mahkemeye çıkarılabiliyor. Buralar da devletin kurumları. Ama devletin üniversitelerine alınmıyor. Burada bir çelişki var, bunun ortadan kaldırılması gerekir. Ama hukuken üniversitelerimiz başka bir şey yapamaz. Çünkü Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararı var. Dolayısıyla bu sorunu başka bir biçimde çözmeye çalışmak gerekiyor….” şeklinde konuştuğu, (Ek.127) 40) AKP Kütahya Milletvekili Hüseyin Tuğcu’nun, 2008 yılı Ocak ayında "Cemevleri resmi statüde camiler gibi birer ibadethane olamaz. Bu durum, Müslüman Türk toplumunun ayrışmasında ve birbirlerine karşı bakış açılarının sertleşmesinde etkin rol oynayabilir", ne Osmanlı ne de Cumhuriyet döneminde cemevi kavramının olduğunu, Alevi-Bektaşi Türk kültüründe toplantı mekânı olarak geçmişte 'dedeevi' tabiri kullanılırken günümüzde cemevi kavramı ön plana çıkmıştır, ... Nakşi, Rufai, Kadiri, Nurcular, Süleymancılar, Fethullahçılar gibi grupların toplantı yaptıkları özel mekânlar ile Alevi-Bektaşi toplumunun toplantı mekânları da özel mekânlardır" diye söylediği, bu kapsamda bir dönem zorunluluktan dolayı kaldırılan tekke ve zaviyelere ilişkin yasanın sosyal gereksinimler çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini savunan Tuğcu, "Zaten bu dini sosyal gruplar varlıklarını yıllardır sürdürüyorlar. Devleti millete, milleti devlete küstürmenin ne gereği ne de anlamı vardır" görüşünü dile getirdiği, (Ek.128) 41) Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin Türbanın Yükseköğretimde serbest bırakılmasına yönelik Anayasa ve yasa değişiklikleri önerilerini müzakereye başladıkları süreçte bazı AKP milletvekilleri ve partililer, konuya ilişkin görüşlerini açıkladıkları ve hatta serbestliğin sadece yükseköğretimle sınırlı kalmayacağını da içeren beyanlar verdikleri, AKP Balıkesir Milletvekili Mehmet Cemal Öztaylan’ın Burhaniye AKP Kadın Kolları Kongresinde yaptığı konuşmada; “…Yasalara göre bize zulüm Cumhuriyet Yürüyüşleri yapacaksın, bizlere küfür edeceksin, Cumhuriyet Yürüyüşleri yapanlar ‘Cumhuriyet Çocuğu’ da biz ‘Patagonya Çocuğu muyuz?’(…) Ulan biz neyiz, ağaç kökü müyüz?(…) Birçok şeyin olduğu gibi AKP’nin de simgesi var…” şeklinde beyanda bulunduğu, AKP Konya Milletvekili Hüsnü Tuna’nın Konya Gazeteciler Cemiyetini ziyareti sırasında; “…Üniversitelerde kılık kıyafet serbest olursa, kamu hizmetinde yasak devam eder mi? İnşallah hedefimiz kamu hizmetlerinde de, yani kamu hizmeti veren personellerde de böyle bir yasağın olmamasıdır. Bu utanç verici bir şey diye düşünüyorum ben. Ama bunun yeri 42 nci madde değil. Çünkü 42 nci madde eğitim hakkıyla ilgili madde olduğu için. Orada çalışma hakkını düzenleyemiyoruz. Zamanı gelince inşallah o çerçevede düzenlemelerde gündeme gelecektir….” dediği, AKP’nin Kurucu ve halen Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi olup Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın danışmanlığı görevini yürüten Hasan Cüneyt Zapsu’nun, Dünya Ekonomik Forumu için gittiği İsviçre’nin Davos kentinde gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında “…Yok efendim şu kanun.. Bana ne kanundan? İnsan yapmış kanunu, değiştirirsin kanunu..” şeklinde konuştuğu, türbanın liseye, ilkokula ineceğine dair korkular olduğunu belirten Zapsu sözlerine devamla “…Kamuda da oldu diyelim. Sonunda ne olacak? Korkulan nedir? Şeriat… Türkiye’ye hiçbir şey olmaz. İsterse kamuda da olsun, bana ne? 700 sene Osmanlı şeriat ile idare edilmiştir. Türk halkı Yunus Emre ve Mevlana ile büyümüştür. ‘şeriat gelecek, Türkiye işte İran gibi olacak’ gibi şeyler… Bunlar tarih okumuyorlar..” biçiminde konuştuğu, AKP Gaziantep Milletvekili ve Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin’in “….Bizim önceliğimiz eğitim hakkının verilmesidir.(…) Anayasada hizmet alan, hizmet veren diye bir düzenleme yaparsanız ihtiyaca cevap vermez. Kamuda çalışanların türban takması konusunu bugünden konuşmak yanlış olur. Bir gün gelir, kurumsal mutabakat sağlanır, ‘tüm yasakları kaldıralım’ noktasına gelinirse o gün kamuda çalışanların türban takması konuşulabilir.(…) Adım adım gitmek lazım…” şeklinde beyanda bulunduğu, Adalet ve Kalkınma Partisi Erzurum İl Başkanlığı Danışma Meclisinin 3 şubat 2008 tarihli toplantısına katılan Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt’un öğretim üyelerinin cübbeleriyle yürüyüş yapmalarını eleştirerek, “Kutsal cübbeyi giyip başörtüsüne karşı yürüyenler gidip proje üretsinler. Birçok hoca akşama kadar oturup para hesabı yapıyor. Ondan sonra da ‘başörtülüleri okula almayız’ diyorlar. Bu böyle olmaz. Bu zulümdür,” dediği, Adalet ve Kalkınma Partisi Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak’ın “Artık kimse haydi kızlar dışarı diyemeyecek. Önümüzdeki hafta bu ülkenin bütün gençleri okula rahatça gidebilecek. İnşallah bu beladan hep beraber kurtulacağız.” diye konuştuğu, Yukarıdaki sözlerinden dolayı AKP Konya Milletvekili Hüsnü Tuna’nın ‘uyarı’ istemiyle Müşterek Disiplin Kurulu’na sevkedildiği, Gaziantep Milletvekili ve Kadın Kolları Başkanı Fatma ŞAHİN hakkında AKP Grup Yönetim Kurulunun bir işlem yapılmamasının kararlaştırdığı,(Ek.129) 42) Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu ve MKYK Üyesi olan İstanbul Milletvekili Egemen Bağış’ın 2008 Ocak ayı içinde Konrad Adaneur Vakfı’nı davetlisi olarak gittiği Berlin’de bir gazetecinin türban konusundaki sorusu üzerine: “MHP Milletvekilleri Meclis kapısına kadar başörtüsü ile gelip, kapıda başını açıp giriyorlardı. Böyle çifte bir hayat yaşamanın kime ne faydası olabilir. Ben bunu insanlık adına çok daha utanç verici buluyorum. Kapıya kadar gelecek bir milletvekili ve kapının ağzında açacak ve çıkınca bağlayacak. Bu daha saçma. Ama insanları bunu yapmak durumunda bıraktık Türkiye’de”, dediği, gazetecinin, ‘Bu durumda siz Meclis çatısı altında başörtülü vekiller de bulunabilirler mi diyorsunuz?’ şeklindeki sorusunu ise “Mecliste görev yapan kimlerdir? Milletvekilleri, Kimin vekil, milletin vekili. O zaman millet neyse, vekil de o olmalıdır. Farklı olmamalı. Bu benim düşüncem. Partimin düşüncesini soruyorsanız, henüz bu konuyu konuşmadık“ diye yanıtladığı, (Ek.130) 43) Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu üyesi ve Kütahya Milletvekili Hüseyin Tuğcu’nun 2007 yılı Eylül ayında bir gazetecinin, “Son dönemde, devletten iş alacak müteahhitlerin eşlerinin örtünmeye başladığı, hükümetin bu tür uygulamalarında da söz edilen iddialar var, bunlara ne diyorsunuz” şeklindeki sorusunu “Evet tabiî ki bunlar olabilir, insanın olduğu her yerde her şey mümkün… Elbette iş alacaksa kendine çeki düzen verecektir insan. Bu yönetimin durumuna göre şekillenecektir…” biçiminde yanıtladığı, (Ek.131) 44) 2008 yılı şubat ayı içersinde, AKP Trabzon milletvekili Cevdet Erdöl’ün “başörtülü olarak okula alınmayan kız çocuklarının önündeki engellerin kaldırılması da ‘ haydi kızlar okula’ kampanyasının bir tamamlayıcı ayağı olacaktır. Ebeveynler kız çocuklarını okula göndermede daha istekli davranacaklardır.” dediği, bu beyanıyla; ilköğretim ve ortaöğretim çağındaki kız öğrencilere de türban serbestisi sağlanacağının işaretini verdiği, ( Ek.167 ) 45) 2007 yılının Aralık ayında başlayıp 2008 yılının 14 Ocak’ında Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın İspanya’da yaptığı konuşmada türbanı dinsel ve siyasal bir simge olarak tanımlaması ve üniversitelerde türbana serbesti tanınacağını açıklaması ve bundan sonra yaşanan tartışmalar sürecinde 17.02.2008 tarihinde Kayseri’de AKP Gençlik Kolları İl Kongresinde bir konuşma yapan Genel Başkan Yardımcısı ve Manisa Milletvekili Hüseyin TANRIVERDİ’nin, basında çıkan haberlere tepki göstererek “Tepkilerin dozunu öylesine yükselttiler ki, ağızlarından akan salyalarıyla ‘TBMM’de kaosa kalkan 411 el’ diye manşet attılar. Yazıklar olsun onlara. Bunlar kendi kişisel menfaat ve çıkarlarını düşündükleri için böylesi manşet attılar. Buradan ifade ediyorum, milletvekili arkadaşlarımla birlikte biz ellerimizi kaos için kaldırmadık. Türkiye’nin geleceği için kaldırdık ve bilesiniz ki sayın genel başkanımız başbakanımız ERDOĞAN ifade etti. Biz beyaz çarşaflarımızla meclise geldik. Onun için siz varın, ağzınızdan akan salyalarla manşetler oluşturun. Bunlar bizim için vız gelir, tırıs gider.” dediği, (Ek. 168) 46) AKP Grup Başkan vekili Sadullah ERGİN ile MHP Genel Sekreteri Cihan PAÇACI’nın 17 Şubat 2008 tarihinde Kanal 24’ün Ankara Masası programında gazeteci Şamil TAYYAR ile Taşkın KOÇ’un gündeme ilişkin sorularını yanıtlarken Sadullah ERGİN’in iki parti arasında gizli mutabakat imzalandığı ve mutabakatta çatlak olduğu yönündeki iddiaları yalanladığı,söz konusu mutabakatın başörtüsü yasağını kaldıran anayasanın 10. ve 42. maddeleri ile YÖK yasasının ek 17. maddesinin değişikliğine ilişkin metne atılan imzadan ibaret olduğunu söylediği, devamla “mutabakatın arkasındayız. Gizli hiçbir şeyimiz yok. Ek 17, anayasa değişiklikleri üzerine bina edilecek bir maddedir. Ne yapacağımız teknik bir konudur. Zamanlamasını beraber ayarlayacağız.” dediği, ( Ek. 169 ) 47) AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın, Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliğin henüz Cumhurbaşkanı tarafından imzalanıp yürürlüğe girmesinden önce 20.02.2008 tarihinde basına verdiği demeçte “Anayasanın 10. ve 42. maddelerinin değiştirilerek Yükseköğretimde türbanın önünü açan düzenlemenin yürürlüğe girmesi halinde buna uymayan rektör dâhil tüm yöneticilerin cezalandırılması için TCK’ya bir madde eklenmesi gerektiğini” ifade ettiği, (Ek.170) 48) Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapan yasayı onaylaması ve bahse konu yasanın 22 Ocak 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesinden sonra, 2008 yılı şubat ayı içersinde TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan KUZU’nun; “Uygulamaya üniversite yönetimleri ve YÖK karar verecek. (…). Derlerse ki ‘Anayasa değişikliği yeterli’, uygulamayı hemen başlatabilirler. ‘Bekleyelim’ derlerse ek 17. maddenin çıkmasını da bekleyebilirler.” dediği, AKP Grup Başkan Vekili Sadulah ERGİN’ in de aynı konu ile ilgili olarak; “Hukuk devletinde hukuka saygılı olmak lazım. Artık uygulayıcıların da bu düzenlemeye uygun hareket etmesini umuyoruz. (…). YÖK Kanununun ek 17. maddesi konusunda MHP ile birlikte karar vereceğiz.” diye söylediği, (Ek.171) 49) YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya ÖZCAN’ ın 24.02.2008 gün ve 225 sayı ile üniversite rektörlerine gönderdiği bir yazıda, üniversitelerde türban serbestîsini getirmeyi amaçlayan Anayasanın 10. ve 42. maddelerine göre uygulama yapılabilmesi için ayrıca kanuni düzenlemeye ihtiyaç olmadığını bildirdiği, bir örneği İçişleri Bakanlığı ve valiliklere de gönderilen yazıda Anayasa değişikliği yapan kanun teklifindeki genel gerekçede “Yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir.“ ifadesi kullanıldığı , YÖK Başkanı Yusuf Ziya ÖZCAN’ın bahse konu genelgesinden sonra bazı üniversitelerde türbanlı öğrencilerin derslere alınmadığı, bunun üzerine YÖK Başkanı bir basın açıklaması yaparak türbana izin vermeyen rektörlerin kişi hak ve hürriyetleri açısından çifte suç işlediklerini; TCK’nın 106. maddesinde tanımlanan tehdit suçunu ve 112. maddesinde tanımlanan eğitim ve öğretimin engellenmesi suçunu işlediklerini iddia ettiği, Bu gelişmelerden sonra 28.02.2008 tarihinde toplanan Üniversitelerarası Kurul’un (ÜAK) yayınladığı bildiride; YÖK Başkanının üniversitelerde gerilimi tırmandırdığı belirtilerek, “Cumhuriyetin temel nitelikleri, kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılmasına gerekçe gösterilemez. “ gibi sözlerle kişi hak ve özgürlüklerine sanki Cumhuriyetin temel nitelikleri engelmiş gibi asla kabul edilemeyecek ifadeler kullanması nedeniyle Türk üniversitelerini temsil edemez konuma geldiği için istifaya davet ediyoruz, denildiği, Türban konusunda yaşanan kargaşalar üzerine AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın, yasağı devam ettiren rektörlerin suç işlediğini ileri sürerek savcıların harekete geçmesini, “Anayasa, kanunlar ve evrensel hukuk kaideleri ihlal edilerek genç kızlar giyim kuşamlarından dolayı üniversitelerde eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılıyor”(…) hukuk tanımazlık, aymazlık ve ceberut anlayışın bir sonucu anayasayı ihlal suçu dahil, TCK’nın birçok maddesinin ihlali anlamına geldiğini, söylediği, Anayasa Taslağının tanıtımı için Fetullah Gülen’in himayesindeki bir kuruluşun düzenlediği konferanslara katılmak üzere Profesör Dr. Ergun ÖZBUDUN, AKP milletvekili Cüneyt YÜKSEL ile birlikte ABD’de bulunan Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın, 5 Mart 2008 günü ‘Voice of America’ radyosuna verdiği mülakatta ‘türbanın serbest bırakılması ters tepkiler yaratabilir ya da başını örtmeyenler üzerinde baskılara neden olabileceği yolundaki kaygılar’la ilgili bir soru üzerine; “… Benim tavsiyem bu nevi korkular ile hayatını zehredenlerin, başkalarının hayatını zehretmelerinin ötesinde bir doktora başvurarak, bu fobilerinden kurtulmalarıdır. Yani başını örterek ne rejimin tehlikeye gireceğini, kendisinin yaşam tarzının tehlikeye girmeyeceğini, ben inanıyorum ki bir psiyaktr kendilerine çok daha makul bir şekilde anlatır” dediği, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, ABD’deki konferans programı çerçevesinde 04.03.2008 günü Colombia Üniversitesin’nde yaptığı konuşmada; “türbanlı öğrencilerin üniversitelere alınmaması ile ilgili akılların karışmaması gerektiğini belirterek, şu andaki yasalar çerçevesinde üniversitelere ‘çırılçıplak’ bile girilebilir,” demiş, devamla,(…)” Rektörlerin türbanlı öğrencilere üniversiteye almamakla anayasayı ihlal etmişlerdir.(…) ihbarlara rağmen savcılar görevlerini yapmıyorlar.(…) anayasa ihlali ağır bir suçtur, Türk Ceza Kanununa göre bundan dolayı insan idam edilmiştir, bir başbakan idam edilmiştir, iki bakan idam edilmiştir, “ diye söylediği, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliğini Anayasa Mahkemesinin esastan inceleyeceği yorumlarını yapanlar için, “… böyle bir yorum yapmak beyinsizliktir, densizliktir…” dediği, AKP’nin kurucu üyesi Cüneyt ZAPSU’nun 5 Mart 2008 günü Almanya dönüşü uçakta gazetecilerin türbanla ilgili gelişmeleri sormaları üzerine; “…Türban takanların sadece yüzde 50’si inancı yüzünden takıyor deseniz bile, bu yüzde 50’ye ‘türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar’ demekten farksızdır” demiş, devamla “…Türkiye de türban nedeniyle şişmiş bir balon oluştu. Erdoğan, üniversitelerde türbana izin vererek bu balonun patlamasını önledi, (…) Türkiye’de her zaman din istismarı yapan partiler olmuştur. ‘hatta bizimkiler bile yapmıştır, Ama dini öcü olarak göstermeye çalışarak siyasi prim yapmaya uğraşan partiler de var.” biçiminde beyanda bulunduğu, YÖK Başkanlığının yasal değişiklik beklenmeksizin üniversitelere türbanlı öğrencilerin alınmasına dair talimatı ve bazı üniversite rektörlerinin söz konusu talimatın konusunun suç teşkil ettiğinden bahisle uygulamamaları karşısında, bazı siyasetçiler basına verdikleri demeçlerle türbana izin vermeyen üniversite rektörlerini eleştirdikleri, AKP Grup Başkan Vekili Bekir BOZDAĞ’ın “Anayasa değişiklikleri uygulama kabiliyeti olan düzenlemelerdir. ‘Uygulamam’ deme hakkı hiç kimsede yoktur. Ek 17 sadece sınırlama getiriyor. “ dediği, (Ek. 174) 50) Üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasının yolunu açacak Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden önce ve sonra tartışmalar sürerken yurdun muhtelif yerlerinde, ortaöğretim kurumlarında, devlet hastanelerinde ve bazı kamu kurumlarında yasağa rağmen türbanlı öğrencilerin serbestçe okullara girdikleri, hastaneler ve kamu kurumlarında memurlar, doktor ve hemşirelerin türbanlarıyla görev yaptıkları basına yansıyan haberlerden izlenmiştir. Bu cümleden olarak; Ankara’da Cebeci Eğitim ve Araştırma Hastanesinin başhekimlik binasındaki mutemetlik ve matbu evrak deposu odalarında türbanlı personelin görev yaptığı, Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürü Eyüp ATASOY’un izinli olan sekreterinin yerine türbanlı bir kamu personeli çalıştırdığı, İstanbul’da Haseki Ulviye Aygüler Çocuk Polikliniğinde İstanbul Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Vakıf Gureba Hastanesinde çok sayıda sağlık personelinin türbanlarıyla görev yaptıkları, Edirne Ayşe Kadın Sağlık Ocağında Zeynep MAHMUT isimli bir doktorun türbanıyla görev yaptığı, İstanbul Güngören’deki İzzet Ünver Lisesi’nde çok sayıda türbanlı öğrencinin okula ve derslere girdiği ve öğretmenlerin müdahale etmedikleri, Bolu’da Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi ile İzzet Baysal Sağlık Meslek Lisesi’nde çok sayıda kız öğrencinin okula ve derse türbanlarıyla girdikleri, Görülmüştür. Kamu kurumlarında türbanlı çok sayıda personelin görev yapması ve bazı liselerde de türbanlı öğrencilerin derslere girdiğinin tespiti üzerine basına demeç veren AKP Grup Başkan Vekili Bekir BOZDAĞ’ın “Kamu kurumları ve ortaöğretime yönelik bir çalışmamız, böyle bir niyetimiz yok. Anayasaya açık açık yazdık. Buna rağmen hala bu noktada sorgulama yapanlar var. Görüntülerin çoğunun yalan çıktığı, başka haberlerden de anlaşılıyor. Bu konuda süreci tıkamak isteyenlerin, iyi niyetten uzak gayretlerinin ürünü diye düşünüyorum.” dediği, gazetecilerin basında yer alan fotoğrafları görüp görmediğini sormaları üzerine Bekir BOZDAĞ, “ Gördüm. Daha önce de gördüm. Hepsi yalan çıktı.” diye yanıtladığı, Çok sayıda sağlık personelinin türbanla görev yaptıkları hususunun basına yansımasından sonra TBMM’de bu konuyla ilgili olarak verilen bir soru önergesine yanıt veren Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ’ın, basına yansıyan fotoğrafları kendisinin de gördüğünü, yerel yönetimlerin, vali ve kaymakamların görevlerinin bilincinde olduklarını, Anayasa değişikliği sonrasında farklı bir hava estirilmeye çalışıldığını söyleyerek “Türkiye’de son zamanlarda Anayasa değişikliği ile nerede, nasıl çekildiği belli olmayan, mekanı bile anlaşılmayan birtakım haberler yer alıyor. Devlet gazete haberleri ile yönetilmez. Bizim kamuyla ilgili tavrımız açık ve nettir. Ülkeyi yönetirken birtakım provokasyonlara gelmeyiz. Hiç kimsenin de provokasyonlara gelmemesini söylüyorum” diye açıklama yaptığı, Yurdun muhtelif yerlerindeki çok sayıda sağlık kuruluşunda doktor, hemşire vb, kamu görevlilerinin türbanlarıyla görev yaptıklarının basına yansımasından sonra Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Orhan Gümrükçüoğlu imzasıyla 7 Şubat 2008 tarihinde bir genelge yayınlandığı, bahse konu genelgede; “…Sağlık kurum ve kuruluşlarımızın huzur ve sükunet içersinde hizmet verebilmesi ve mahremiyet haklarının korunması için kurum/kuruluş sahasında fotoğraf ya da kamera çekimi yapılmaması, kurum/kuruluş amirinin onayı ve geçerli bir gerekçe olmadan bu tür faaliyetlere izin verilmemesi….” talimatı verilerek, sağlık kurumlarındaki yasadışı uygulamaların gizlenmesine çalışıldığı, Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ’ın Anayasa ve Yüksek Öğretim Kanununun ek 17. maddesinde yapılacak değişiklikten sonra, tıp fakültelerinin 6. sınıfında okuyan ‘intern’ denilen stajyer doktorların da başörtüsü takabileceklerini söylediği, (Ek. 175) Belirlenmiştir.