5 Ocak 1981 Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in Atatürk Yılı Açılış Konuşması
Büyük Türk Milleti, Sayın Konuklar,
Büyük kurtarıcımız, cumhuriyetimizin kurucusu, yarattığı siyasal, sosyal ve kültürel inkılaplarla Türk tarihinin ve dünya tarihinin akışına yeni bir yön veren, uygarlık ufuklarımızın ışığı, insanlığın seçkin evladı, millî kahraman ve büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı olan 1981 yılına girmiş olmanın engin gururu ve kıvancı içindeyiz.
Hepinizin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, büyük kurucusunun yüzüncü doğum yıl dönümünü ona layık bir şekilde kutlamak ve yüzyılımıza şeref ve övünç veren aziz hatırasını devletçe ve milletçe anmak üzere 1981 yılını Millî Güvenlik Konseyinin kabul ettiği bir kanunla Atatürk Yılı olarak kabul ve ilan etmiştir.
Biraz önce Ulu Önder'imizin kutsal vatan topraklarında sonsuzluğa doğru uzanan anıt kabrini ziyaret ederek onun manevi huzurunun sessizliğinde gönüller dolusu saygı ve şükran duygularımızı ifade etmiştim. Şimdi de ölümsüz Atatürk'ün milletine bıraktığı en büyük eser ve armağanı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinden aziz vatandaşlarıma ve onun bütün kalbiyle, düşünceleriyle ve hizmetleriyle içten bağlı bulunduğu insanlık âlemine seslenerek "1981 Atatürk Yılı"nı kutlamalara açıyorum.
Minnet ve şükran duygularının bir ifadesi olarak Ulu Önder'ine ithaf ettiği bu ilk yüzüncü yıl tüm ulusumuza kutlu olsun. Türklüğe ve insanlığa en güzel ve muhteşem düşünce ve hizmet örneklerini verebilmiş en büyük Türk olarak Atatürk'ü doğumunun yüzüncü yılında şükranla, sevinçle ve iftiharla anarken Türk milleti bu mutluluğu diğer uluslarla da bölüşmektedir. Son yüz yıl içinde insanlık ailesinin yetiştirdiği en büyük liderler arasında yer alan Atatürk için bütün dünya milletlerinin yürekten takdir, hayranlık ve saygı duygularıyla bizim heyecanımıza ortak olduklarını görmekten mutluluk duyuyoruz.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO'nun Genel Kurulunda oy birliğiyle aldığı bir kararda Atatürk'ün yüzüncü doğum yılı dolayısıyla onun kişiliğini ve eserlerinin çeşitli yönlerini belirtmek amacıyla toplantı düzenlenmesi kabul edilmiştir. Bu kararda Atatürk'ün:
— UNESCO'nun çalıştığı tüm alanlarda olağanüstü inkılapçı olduğu belirtilmiştir.
— Özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri olduğu vurgulanmıştır.
— Dünya milletleri arasında karşılıklı anlayışın ve devamlı barışın değerli öncüsü bulunduğu gerçeğine önemle işaret edilmiştir.
Nihayet bütün hayatı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve iş birliği çağının doğacağına inanmış olmasına da değinilmiştir.
Hiç şüphe yoktur ki Atatürk; felsefesi ile, düşünce, davranış ve uygulamaları ile insanlık dünyasının ender yetiştirdiği komutan, devlet adamı ve inkılapçılar arasında müstesna bir yer almaktadır.
Sevgili Yurttaşlarım, Değerli Konuklar,
Atatürk, kısa süren yaşamında, eşsiz dehası ve sınırsız azmi ile milletine güvenerek ve yalnız ona dayanarak yurdumuzu istiladan kurtarmakla kalmamış, aynı zamanda onu en ileri uygarlık düzeyine yükseltecek temelleri de atmıştır.
Türk ulusu için yeni bir devir açan ve bu devre adını veren Ulu Önder 1905 yılında 24 yaşında genç bir kurmay yüzbaşı olarak ordu saflarına katıldığında, memleketin o günkü kötü gidişini görmüş, bunları değerlendirmiş ve çareler aramaya başlamıştır. Daha bu genç yaşlarda iken farklı kişiliği, kültürü, çalışkanlığı ve enerjisi ile dikkatleri üzerine çekmeye başlamıştı. Çanakkale Muharebeleri'ndeki başarıları ve Anafartalar'da kazandığı efsanevi zafer, asker yönünün dünya çapında da üne ulaşan ilk pırıltıları olmuştur.
O, Çanakkale Muharebeleri'nden sonra Kafkas, Doğu ve Suriye Cepheleri'ndeki hizmetleri sonunda bütün yurtta ve dünyada artık bir kahraman olarak tanınmış bulunuyordu.
Özellikle İstiklal Savaşı'mızda yarattığı destanlar, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın askerî alandaki dehasının kanıtları olmuştur. Sakarya Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi, bu destanlar dizisinin son halkalarıdır.
Atatürk'e göre zafer başlı başına bir amaç değildir. O şöyle der: "Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden sonra daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için gerekli, en belli başlı bir vasıtadır. Gaye düşüncedir. Zafer, bir fikrin elde edilişine yardımı oranında değer kazanır. Bir fikrin elde edilmesine dayanmayan bir zafer sürekli olamaz. O boş bir gayrettir. Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayret olur."
Onun içindir ki Büyük Taarruz'la gerçekleştirilen zafer, Türkiye Cumhuriyeti'ni doğurmuştur.
Atatürk'ün askerî dehası; devlet kuruculuğu, devlet adamlığı ve inkılapçı yönüyle devam eder. Bu yönleri ile de Atatürk, Komutan Atatürk kadar ünlüdür. Çağdaş yazarlar ve düşünürler, Atatürk'ün devlet adamlığını ve bu arada onun köklü reformlarını hâlâ incelemekte ve değerlendirmektedirler.
Atatürk'ün meslek olarak askerliği seçmiş olduğu göz önünde tutulacak olursa onun devlet adamlığı ve inkılapçılığı daha da önem ve değer kazanır. Atatürk'ü bu alanda hazırlayan ve yetiştiren, o dönemdeki ortam ve bu ortamı hazırlayan sebeplerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde toplumda, devlet kuruluşlarında ve ekonomide meydana gelen büyük çöküş, doğal olarak devleti çok güçsüz bırakmıştı. Bu güçsüzlük sosyal hayatta dengesizliklere neden olduğu gibi siyasal egemenlik anlayışını da sarsmış bulunuyordu. Bu ortam içerisinde çıkış yolu arayanlar ve duruma çare bulmak isteyen çevreler ve hamiyetli kişiler de vardı. Bunlar da çeşitli düşünce akımlarına sarılmışlardı. Mustafa Kemal'in gençlik yılları işte Osmanlı İmparatorluğu'nun bu sarsıntılı döneminde oluşan olaylar arasında geçmiş ve o, bu olayların fikrî değerlendirmesiyle olgunlaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nda müttefikleri ile birlikte yenilmesi ve siyasal alanda parçalanma tehlikesi ile karşılaşması, bu imparatorluk içerisindeki ana unsur olan Türklerin bağımsızlık savaşı yapmalarını zorunlu hâle getirmiş ve bu zorunluluk Türk tarihinde "Atatürk Devrimi" adıyla ortaya çıkan köklü değişiklik hareketinin de başlangıcı olmuştu. Bir taraftan dış müstevliye ve diğer taraftan içeride onunla iş birliği yolunu seçen kişi ve müesseselere karşı sürdürülen Millî Mücadele de yeni bir Türkiye Devleti'nin kurulmasıyla hukuki ve yasal temellere dayalı bir güvence sağlanmıştır.
Anadolu'nun ortasında kurulan bu devlet, yeni meclisi ve düzenli ordusuyla Türk İstiklal Savaşı'nın hem karar vericisi, hem planlayıcısı ve hem de uygulayıcısı olmuştur.
Türk İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal'in devlet adamlığı bu yüce vazifeyle değil, gerçekte daha önceleri başlamıştı. O, Millî Mücadele içinde askerî harekâtla siyasal sevk ve idareyi birlikte yürütmüştü.
Atatürk'ün devlet adamlığı, onun Türkiye'nin sorunlarına eğilmesiyle, Türk halkının refahına yönelik karar ve uygulamalara başlamasıyla etkinlik kazanmıştı. Onun en yakın çalışma arkadaşı İnönü, "Atatürk'ün askerlik nitelikleri gerçekten yüksektir. Siyasi niteliklerinin daha da büyük olduğu görülür. Bu ikisi birleşince Atatürk'ün kişiliği müstesna bir ölçüye varmış oluyor." der.
Düşmanın denize dökülmesinden sonra çok çetin müzakereler sonucu imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nın gerçekleştirilmesi ve kapitülasyonların kaldırılarak Türk ulusuna yargıda, siyasette ve ekonomide tam bağımsızlık kazandırılması, incelik isteyen devlet adamı hasletlerindendir. Kuşkulu hedefler yerine maceradan uzak bir tutumla: "Biz yaşamak ve bağımsızlık isteyen bir milletiz. Yalnız ve ancak onun için canımızı feda ederiz." diyen Mustafa Kemal, mantığa dayalı ve akılcı bir devlet adamının örneğini vermişti.
Devlet adamlarında bulunması gereken vasıfların en önemlilerinden birisi de devlet işlerinin bir plan ve programa göre yürütülmesidir. Atatürk aynı zamanda plan ve program adamıydı. O, Türk inkılaplarının başlangıç yıllarında 1932'de Ankara'da yaptığı bir konuşmada, "Çalışmalarımız yıllarca takip ve tatbik edilecek bir programa dayanmadıkça başarısızlığa mahkûmdur. Objektif olduğu kadar milletimizin acil ihtiyaçlarına çare bulacak bir programa dayanmayan ıslahat teşebbüsleri, şahsi ve keyfi olmaktan kurtulamaz." diyen Atatürk, kalkınmanın bir plana göre düzenlenmesini ve halk tarafından benimsenmesini önemle işaret eder. O, gücünü daima halktan alan bir devlet adamıydı.
Atatürk; dünyada "Kemalizm", "Atatürkçülük" veya "Türk İnkılabı" olarak tanınmış sosyal ve siyasal hareketi yönlendirmede ortaya yeni ilkeler atmış ve kaynağını hayat gerçeğinden alan uygulamalarda bulunmuştur. Bu uygulamalardan bazıları onun sağlığında gerçekleşmiş, bazıları da bir amaç veya hedef olarak belirtilmiştir. Bunlar, "Atatürk İlkeleri" olarak yeni Türkiye Devleti'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini oluşturur.
Türk inkılabının başlangıcında, sürdürülen bağımsızlık savaşıyla Türk yurdunun düşman işgali altından kurtarılışını izleyen günlerde Atatürk, bundan sonra asıl içimizde bulunan düşmanla edilmesi gerektiğini belirtmişti. Bu düşman içimizde, düşünce tarzımızda, tutum ve davranışlarımızdaydı. Atatürk, düşmandan kurtarılmış bir toprak üzerinde, yoksulluk ve çaresizlik içerisinde kıvranan bir ulusu çağdaş uluslar düzeyine çıkarıp mutlu, zengin ve rahat bir yaşam şekline kavuşturmayı amaçlamıştı. Sosyal alanda hurafelerle ve gerçek dışı din anlayışıyla geri kalmış, sanayiden yoksun, ekonomisi mahvolmuş bir toplum ancak köklü reformlarla değiştirilebilirdi.
Türk milletinin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmesi, onun ilkelerinde belirtilen hedeflere varılabilmesi ancak inkılapçı bir ruh ve tutumla gerçekleştirilebilirdi.
Atatürk'ün koyduğu ilkeler; belli bir kalıba sokulmaya veya dondurulmaya tabi tutulmadan, hayat gerçeğinden alınmış ve zamanın gerçeklerine göre yine inkılapçı bir anlayışla kendi yönlerinde geliştirilmesi gereken prensiplerdir. Ulusal bağımsızlık, ulusal egemenlik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, çağdaşlaşma, inkılapçılık gibi ana ilkeler Türk inkılabının temelleridir.
Uluslar, dünya ulusları arasında kendilerini, devletler hukukunun verdiği hak ve yetkiyle, siyasal yönden bağımsızlık sahibi olmakla kanıtlarlar. Atatürk bu durumu daha 1919'da Samsun'a çıktığında, "ulusal egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türkiye Devleti kurmak" parolası ile açıklamış ve bu yolda milleti seferber ederek bunu azimle yerine getirmiştir. Atatürk'ün millî egemenlik ve halkçılık ilkeleriyle bağlantılı olan cumhuriyetçilik ilkesi, Türk siyasal yaşamında demokrasiye yönelişin ve hazırlanışın bir işaretidir. Atatürk şöyle der: "Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükûmet şekli cumhuriyettir."
Atatürk bir milliyetçiydi. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı bencil değildir. Irkçı değildir. Dağıtıcı değil, toplayıcı ve bütünleştiricidir. Onun milliyetçiliği; kederde, kıvançta, tasada bir olmanın mutluluğundan doğan yepyeni ve gerçekçi Türk milliyetçiliğidir.
Atatürk'ün halkçılık ilkesini de bu görüş açısından ele almak lazımdır. Çünkü o, halkı, ne ulus içinde ayrı ayrı sınıf ve gruplar ne de egemen bir gücün yönettiği kitle olarak kabul etmiştir. Halk, büyük kurtarıcımızın, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir." sözü ile belirlediği gibi ulusumuzun doğrudan doğruya kendisi, sınıfsız ve ayrıcalıksız, kaynaşmış bir kitle olarak tümüdür. Halkçılık ilkesi de her şey halk için, halkla beraber anlayışı ile bu bütüne yönelik bulunmaktadır.
Atatürk'ün devletçilik ilkesi, Türkiye'nin gerçeklerinden esinlenen bir tutumun ifadesi olarak kabul edilebilir. Bu ilke, ekonomide Türkiye'nin koşullarına uygun bir ekonomi politikası olarak anlaşılmalıdır. Türk halkının ihtiyaçlarını karşılamayı esas alan bu ilkede Atatürk az zamanda milleti refaha, ülkeyi bayındırlığa götürecek seçmeler yapmış ve sosyal adalete yer vermiştir.
Atatürk, Türk inkılabını laik temeller üzerine oturtmayı amaçlamıştı. Türk toplumu çağdaş uygarlığa ulaşmak için atılımlar yapmak zorundaydı. Bu nedenle laikliği temel ilkeler arasına özenle oturtmuştu. Laikliğin düşünce ve tutumda yerleşmesi hem ilericilik hem de demokratik yaşam felsefesine uygundur. Atatürk 1925'te, "Efendiler ve Ey Millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin emir ve istediğini yapmak, insan olmak için yeter." demişti.
Laiklik, dinsizlik demek değildir. Laiklik vicdan özgürlüğüdür. Laiklik, dinin devlet işlerindeki sınırının çizilmesidir. Atatürk'e göre İslam dini akla, bilime ve fenne uygundur. Atatürk 1923'lerde, "Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, fenne, bilime, mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uyar." demiştir.
Atatürk'ün laiklik ilkesinde dinin siyaset aracı olarak kullanılması akıl ve mantık dışıdır.
Atatürk, inkılapçılık ilkesini de katmakla felsefesini, bazı dinî, siyasi ve felsefi kuramlarda olduğu gibi katı ve dar bir çerçeve içinde kalmaktan kurtarmış, değişme ve gelişmeyi reddeden tutucu komünizm, faşizm, Nazizm gibi rejimlerin aksine olumlu ve sosyal yapıya uygun her türlü yeniliğe açık bırakmıştır.
Bununla beraber bu özelliğinden yararlanarak onu aşırı sağa veya sola çekebilmek, ilkeleri arasında kurulmuş çok hassas denge dolayısıyla asla mümkün değildir. Böyle bir girişim, Atatürkçülüğü ya hiç anlamamak veya basit çıkarlar uğruna bilerek saptırmaya çalışmak ve sömürmek olur.
Atatürk çağdaşlaşmayı Türk inkılabının baş amacı olarak ele almıştır. Temelsiz tutum ve davranışlardan uzak, rastlantılara yer vermeyen ve yaşam felsefesini bilime ve bilimin uygulaması olan teknolojiye dayanan bu ilke, çağdaşlaşmanın esası ve özüdür. Türk milleti ancak bu yolla çağdaş uluslar arasında saygın bir yere sahip olabilir. Atatürk'ün özlemi böyle bir tutumdur. O, bütün icraatında bilimi öncü ve yol gösterici kabul etmiştir. Türk milleti için kurtuluş yolu, geri kalmışlıktan kurtulma ancak bilim ve teknik yolu olabilir.
Atatürk'ü evrenselleştiren en önemli görüş onun insan sevgisi ve insanlık ülküsüdür. Atatürk, milleti ile övünür, ona gurur ve güvenle bakar. Diğer yandan, "Bizimle iş birliği eden bütün milletlere saygı ve ilgi gösterileceğini, onların milliyetçiliğinin bütün gereklerinin tanınacağını" ifade ederek, "Bizim milliyetçiliğimiz bencilce ve mağrurca bir milliyetçilik değildir." der.
Atatürk, dünya insanlığını bir bütün olarak görür ve Türk milletinin varlığı ve mutluluğu kadar bütün dünya milletlerinin barış içinde mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmıştır.
Sevgili Vatandaşlarım,
Türk ulusu, yaşamının en büyük talihini Ulu Önder Atatürk'ü kendisine bahşeden Tanrı lütfuna borçludur.
Karanlık günlerinin acıları içinde özlemle beklediği aydınlığı o getirmiş, gelişme ve güçlenmesi için en doğru yolu o göstermiştir.
Onun, uygarlığa açık, pratik ve gerçekçi yapılarıyla sonsuza kadar uygulanabilme yeteneğine sahip ilkeleri, bizleri bugün de her türlü bunalım ve engeli aşarak zafere ve Atatürk idealine götürecek güçtedir.
Bu nedenledir ki ulusumuz onun çizdiği yoldan asla ayrılmayacak, ondan başkasına inanmayacak, ilkelerini ve eserlerini daima bu azim ve inançla yaşatacak ve koruyacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini kişisel çıkarlarına feda etmeye kalkışan bir kısım vatan hainleriyle aldatılmış zavallıların dışında, tüm ulusumuzun yürekten katıldığı ve desteklediği 12 Eylül 1980 Harekâtı'nı da bu anlayıştan aldığı güçle gerçekleştirmiştir.
Devlet ve yasaların egemenliğini yeniden tesis etmek, anarşi ve terörle etkisiz hâle getirilen demokrasiye ve kurumlarına tekrar işlerlik kazandırmak, ulusuna hakkı olan güven ve mutluluğu verebilmekten başka bir amacı olmayan bu tarihî görevini de aynı anlayışın bilinci içinde, yalnızca beklenen gaye elde edilinceye kadar, hiçbir iç ve dış baskıya boyun eğmeden sürdürecektir.Çünkü gerçek demokrasi, herkesin istediğini yapması değil, halk adına, halkın mutluluğu için halkın istediği ve güvendiği yönetimin uygulanmasıdır.
Millî Güvenlik Konseyi Yönetimi, devletin mevcudiyetinin ve cumhuriyet yönetiminin gereği olduğu hâlde bugüne kadar yapılmamış iş ve işlerle alınmamış önlemleri ve bu maksatla zaruri görülen yasal düzenlemeleri süratle tamamlayabilmeye çalışmaktadır. Ülkemiz, yılların birikimi olan aksaklık ve eksikliklerin hiçbir çıkar ve yan gözetilmeden giderilmesini müteakip cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine sadık bir yönetime devir ve emanet edilecektir.
Atatürk Yılı, bu konuda büyük bir inanç ve heyecanla sarf edilmekte olan çabalara, bu müstesna rastlantı, yeni bir anlam ve ayrı bir güç katacak, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğine uzanan hızlı bir kalkınma köprüsü ve yaşamında yepyeni ve mutlu bir çağın müjdecisi olacaktır.
Türk ulusu böylece, kökeni nerede olursa olsun, yoluna çıkarılacak tüm engelleri süratle aşarak Yüce Atatürk'ün gösterdiği doğrultuda ilerlemesine devam ederek çağdaş uygarlık düzeyindeki yerini başarıyla koruyacaktır.
Aziz Vatandaşlarım, Değerli Konuklar,
Atatürk'ün yüzyılında yaşamak mazhariyetine sahip bulunan kuşağımız, onun ilk yüzüncü doğum yılını bu mazhariyetin gururu ile kutlamaya hazırlanmaktadır.
1981 yılında o en büyük Türk'ü bugünün dünyasına anlatmak; ilkelerini, devrimlerini ve eserlerini tanıtmak üzere yurt içinde ve dışında yoğun kültür ve sanat hareketleri, sportif temaslar, basın ve yayın faaliyeti planlanmış bulunmaktadır.
Atatürk Yılı, aynı zamanda, Atatürk sevgisine yönelik ve ülkenin gelişmesine yararlı birçok bilimsel faaliyet ve yatırımların da başlatıldığı hareketli bir yıl olacak ve bundan sonraki yılların atılımlarına yeni bir hız ve taze bir kuvvet katacaktır.
Özellikle gelişme yolunda gerçekleştirilecek bu kararlı ve geniş adımlar, ülkesi için en büyük emeli "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" olan ve ulusu için yüreğinde daima bu sarsılmaz inancı taşımış bulunan Aziz Atatürk'ün ruhunu şad edecek en değerli armağanlar olacaktır.
O, bugüne kadar her zaman bizlerle oldu; gelişen, kalkınan, yükselen Türkiye'nin gurur ve kıvancında da yine daima bizlerle olacak ve engin yurt sevgisinin meşalesi ile yolumuzu aydınlık tutacaktır.
Ülkemiz Atatürk'ün vatanı, toplumumuz Atatürk'ün ulusu olmanın onurunu taşımaktadır. Her atılımda onun ilkeleri, yurdun her köşesinde onun eserleri vardır. Bu mazhariyet, varlığımız için her türlü tehdidin karşısında en kudretli silahımız, uygarlık yolunda en güvenilir rehberimiz olacaktır.
Yeniden hayat verdiği bu asil ve kahraman ulus, onu hiçbir zaman ve asla unutmayacak, eserlerine yenilerini katarak ve ilkelerini amacına götürerek kalplerde yanan sevgisini engin minnet ve şükran duygularıyla sonsuza kadar yaşatacaktır.
Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılını bütün Türk milleti ve tüm insanlıkla beraber kutlarken onu, geçmişten geleceğe uzanan iftihar ve şükran duyguları ile bugünün sevinç ve heyecanı içinde ve nihayet yarınlar için beslediğimiz ümit ve güven hisleriyle anıyoruz. Türk milleti olarak sonsuzluğa doğru akıp gidecek yüzyıllar boyunca ülkemizi ve milletimizi gittikçe daha güçlü, daha mutlu ve onun ülkü ve inançlarına daha layık olabilme şartları içinde görmenin, eserlerini ebediyen yaşatmanın sarsılmaz azim ve kararı içindeyiz.
Atatürk Yılı'nın ülkemize ve dünyaya barış ve mutluluk getirmesini tekrar dilerken Aziz ve Ulu Önder'imizin manevi huzurunda saygı ile eğilir, hepinizi sevgi ile selamlarım.
Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in Söylev ve Demeçleri 12 Eylül 1980 - 12 Eylül 1981. Ankara: Başbakanlık Basımevi
|