Şemdinli İddianamesi/Terör Örgütü PKK/KONGRA-GEL ile Bölgenin Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine ve Terörün Sebeplerine İlişkin Değerlendirmeler

Vikikaynak, özgür kütüphane
Terör Örgütü PKK/KONGRA-GEL ile Bölgenin SosyoEkonomik Yapısı Üzerine ve Terörün Sebeplerine İlişkin Değerlendirmeler
Terör örgütünün temelleri Ankara’da 1973’den beri Abdullah ÖCALAN’ın

etrafında birleşen bir grup Doğu ve Güneydoğu kökenli şahıs tarafından atılmış ve 1978 yılında 1. Kongre ile PKK (Partiya Karkeran Kürdistan–Kürdistan İşçi Partisi) adı altında kurulmuştur. Abdullah ÖCALAN’da dahil olmak üzere bu şahısların büyük çoğunluğu geçmişte üniversite içerisinde devrimci hareketler içerisinde faaliyet yürütmüşlerdir. Bunun da etkisi ile örgüt Marksist düşünce ve Kürtçü fikirlerin bir harmanı olarak ideolojisini oluşturmuştur. Ancak kuruluşundan beri örgüt Marksizm’in klasik kavramlarını alarak kendine göre yorumlamakta ve kitlesine empoze etmektedir. Bu durum gerek örgüt içerisinde bir şahıs olmanın ötesinde stratejik ve taktik belirleyici olan ÖCALAN’ın tek adam olmasından gerekse örgütün kendine atfettiği orijinallikten kaynaklanmaktadır. Örgüt faaliyet metodu olarak Mahir ÇAYAN’ın PASS (Politikleşmiş Askerî Savaş Stratejisi) benimsemiş ve Türkiye geneli ile İran, Irak ve Suriye’nin Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı bölgelerinde kamu otoritesinin hakim olmadığı kurtarılmış “kızıl bölgeler” oluşturarak “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ı kurmayı hedeflemiştir. Örgütün kurulduğu dönem Türkiye’de “sol” ve “bölücü/ ayrılıkçı” birçok fraksiyonun kimi zaman çatışma kimi zaman ise uzlaşı içerisinde olduğu yıllardır. Bu dönemde terör örgütü PKK/KONGRA-GEL’in benimsediği “Kürdistan” hayalinin bölücü/ ayrılıkçı birçok terör örgütü tarafından benimsendiği ve “sol”daki kimi terör örgütlerinin de bu konuya “ulusal sorun” başlığı altında kendi doktrinlerinde yer verdiği bilinmektedir. Ancak PKK/KONGRA-GEL terör örgütü kuruluşundan beri diğer terör örgütlerine karşı işbirlikçi ve ajan oldukları gerekçesiyle saldırgan bir tavır sergilemiştir. 1979 yılında örgüt başta Öcalan olmak üzere kadrolarının önemli kısmını yurt dışına çıkarmayı becermiş ve böylece “1980 Hükümet Darbesi”nin etkilerinden kısmen kurtulmayı başarmıştır. 15 Ağustos 1984 ile Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli İlçelerine gerçekleştirdiği kırsal kaynaklı ilk silâhlı eylemler ile ise ülke gündemine ağırlıklı olarak oturmuştur. Örgüt Abdullah ÖCALAN’ın yakalandığı 15 Şubat 1999 tarihine kadar taktik rol atfettiği silâhlı faaliyetlerine kimi zaman yoğunlaştırarak kimi zaman ise azaltarak devam etmiştir. Ancak örgütün kuruluşundan beri benimsediği asıl amaç silâhlı faaliyetlerden siyasî faaliyetlere çıkış yolu bulmaktır. Bu itibarla dönemin konjonktürel gelişmelerine göre ilan edilen güya ateşkes kararı vb. siyasî çıkışlarda görüldüğü gibi örgütle ilişkisi mahkeme kararları ile ispatlanan DEP (Demokrasi Partisi) ve HADEP (Halkın Demokrasi Partisi) gibi partiler ve toplum içerisinde örgütlenen onlarca sivil toplum kuruluşu örgütün siyasî sözcüsü olmaktan öte gitmemiştir. Örgütün söylemlerindeki taktik değişimlere rağmen bu yaklaşım hâlen devam etmektedir. Bu bağlamda örgütün faaliyetleri iki ana grupta incelenebilir;

  1. Silâhlı faaliyetler; Terör örgütü silâhlı faaliyetlere siyasî faaliyetler önünde yol açıcı bir misyon yüklemektedir. Nitekim örgütün 1999 yılında Öcalan’ın yakalanması sonrasında formüle ettiği talepleri ilk etapta “Kopenhag Siyasî Kriterleri”nin karşılanması noktasında aynileştirilmiş daha sonra ise örgüt mensuplarına yönelik Genel Af (Terör örgütü tarafından bu talep “Demokratik Siyasî Yaşama Katılım Yasası” olarak ifade edilmektedir.) çıkartılması gibi ütopik hedefler haline getirilmiştir. Silâhlı faaliyetlerin sıklet merkezini Türkiye coğrafyası oluşturmaktadır. Bunun yanında Suriye, İran ve Irak’taki kamplar ise bu faaliyetlerin lojistiğine yönelik kullanılmaktadır.
  2. Siyasî faaliyetler; Terör örgütü kuruluş yıllarında etkin bir silâhlı gücün varlığını zorunlu kılan “kızıl kurtarılmış bölgeler” oluşturma ve bağımsız birleşik Kürdistan’ı kurma görevini üstlenmiş olmasına rağmen bu ütopik hedefinin siyasî birtakım faaliyetler olmaksızın gerçekleştirilemeyeceğini

düşünmüştür. Bu amaçla kısa sürede onlarca dernek, vakıf, sendika, siyasî parti, yayın organı vb. kuruluş oluşturulmuştur. Siyasî faaliyetlerde etkin bir şekilde yer alan bu kuruluşlar ya örgütün bizzat kendi imkânları ile kurulmaktadır; ya da mevcut olan bir sivil kuruluş örgütün etkin girişimi ile ele geçirilmektedir. Bu kuruluşlar aracılığıyla örgüt siyasî olarak kendi propagandasını gerçekleştirmekte ve birtakım sol fraksiyonlar ile ilişki geliştirerek ulusal ve uluslararası destek sağlayabilmektedir. Batı bölgelerindeki Kürt asıllı vatandaşlarımızın potansiyelinden yararlanmak amacıyla yapılan bu girişimlerde ana hedefin yine buraları silâhlı faaliyetlerin ihtiyaç duyduğu kadroları temini açısından kullanmakta olduğu yakalanan örgüt mensuplarının ifadelerinden ortaya çıkmıştır. Yine örgütün Kürt asıllı insanlardan özellikle Avrupa alanındaki diplomatik / siyasî girişimleri desteklemek ve lobi oluşturmak amacıyla yararlandığı ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin demokrasi anlayışı ve standartları örgüte ihtiyaç duyduğu propaganda imkânını tanımaktadır. Hâlen faaliyetlerini yürüten ROJ TV buradaki imkânlar ile vücuda getirilmiştir.

Terör örgütü kurulduğu günden beri gerek siyasî gerekse silâhlı olarak devlet otoritesini sorgulayan faaliyetler içerisinde olmuştur. Bu itibarla asıl hedefler kamu görevlileri ve örgütle işbirliği yapmayan sivil vatandaşlardır. Ancak Abdullah ÖCALAN’ın yakalanması sonrasında görüldüğü gibi sivil vatandaşların zarar gördüğü intihar eylemleri ve Mavi Çarşı Eylemi gibi kontrolsüz şiddet olayları gerçekleştirilmiştir. Yine örgütün faaliyetleri için ihtiyaç duyduğu finansmanın önemli bir bölümü de yurtdışında çalışan Türkiye kökenli insanlarımızdan korkutma ile zorla elde edilen gelirden karşılanmaktadır.

Türkiye’ye komşu ülkeler genelde silâhlı faaliyetlerin geri çekilme ve üstlenme alanı olarak kullanılmasına rağmen ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte örgütün buralarda da siyasî açılım noktası olarak kullanma cihetine gittiği görülmüştür. İşgal’in hemen öncesinde ilan edilen KADEK (Kongre Azadi Demokrasi a Kürdistan - Kürdistan Demokrasi ve Özgürlük Kongresi) bu amacın karşılanmasına yöneliktir. Kuşkusuz bu amacın ortaya konmasında asıl etken ABD’nin bölgeye müdahalesinin örgüt açısından yol açıcı bir etki gerçekleştireceği umududur. Ancak bunun gerçekleşmemesi üzerine ABD’liler ile ilişkileri geliştiren Osman ÖCALAN ve etrafındakiler örgütten tasfiye edilmişlerdir.

2003 yılının Kasım ayında ise örgütün siyasî çizgisinin bir devamı olarak Kürdistan Halk Kongresi (KONGRA- GEL) kurulmuştur. Örgütün bu yeni yapılanmaya karar verişinde uluslararası kamuoyunda terör örgütü imajından kurtulamamasının etkin olduğu düşünülmektedir. 1 Haziran 2004 tarihinde ise ateşkes durumundan aktif meşru savunma (savaş) pozisyonuna geçilmiştir. Örgütün bu kararı almasında bölgedeki dengelerin yanı sıra silâhlı faaliyetler ile AB sürecinde siyasî otorite üzerinde baskı oluşturmak ve içerisindeki hizipleri bastırma kaygısının etkin olduğu değerlendirilmektedir. Bu karar sonrasında yurt içerisine bol miktarda patlayıcı aktarılmış ve şehirlerde ve kırsal bölgelerde güvenlik güçlerine yönelik bombalı saldırı eylemlerine başlanılmıştır. Buna rağmen asıl yoğun eylem dalgasının 2005 yılı içerisinde geliştiği görülmektedir. Bunun örgüt içerisindeki hizibin bastırılması, AB sürecinde hedeflerini güncelleştiren örgütün süreçten aradığını bulamaması ve aslında örgütün yönetimine hakim olan silâhlı faaliyetler yanlısı radikal şahısların demokrasinin değerlerine ve kurumlarına inanmaktan öte bunları bir araç olarak kullanmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Gelinen noktada örgüt hedefini “Demokratik- Ekolojik Toplumun İnşa Edilmesi” olarak açıklamaktadır. Güncel hedefleri ise “Kürt kültürel kimliğinin anayasal olarak tanınması ve Kürtlerin Cumhuriyet’in ortak kurucu öğesi olarak tescil edilmesi” noktasında birleşmektedir. Bununla ise ülkenin siyasî ve idarî yapısında değişiklik meydana getirecek bir durum arzu edilmektedir. Yine Abdullah ÖCALAN’a tecrit uygulandığı gerekçesiyle bu şahsın siyasî faaliyetlere katılması önündeki engellerin kaldırılması istenmektedir. Bu amaçla örgüt harekete geçirebildiği kitlesini her bahane ile çatışmaya çekmekte ve böylece gerek kamu görevlileri gerekse sağduyulu vatandaşlar ile kitlesini karşı karşıya getirmektedir.

Bu amacı gerçekleştirmek için örgüt yapısını KKK(Koma Komalen Kürdistan Kürdistan Demokratik Konfederalizmi), KONGRA-GEL ve PKK’dan oluşan üçlü bir sisteme göre yeniden düzenlemiştir. Sistemin merkezinde ve en üstünde önderlik kurumunu temsil eden Abdullah ÖCALAN bulunmaktadır. Öcalan yakalanmadan önce örgütün taktik ve stratejik belirleyicisi iken bugün şartların etkisi ile sadece ideolojik/ stratejik belirleyici konumunda bulunmaktadır. Öcalan örgütle olan irtibatını siyasî ve hukukî temsilcisi olduklarını ifade ettiği avukatları aracılığıyla sağlamaktadır. Bu yüzden birçok avukatı hakkında dava açılmıştır. Bu sistem içerisinde tabanda KKK (Koma Komalen Kürdistan- Kürdistan Demokratik Konfedaralizmi) bulunmaktadır. KKK’nın esasta faaliyet yürütülen her alanda halk meclisleri şeklinde örgütlenmesi ve kendini KONGRA-GEL içerisinde temsil etmesi öngörülmüştür. Bir yasama meclisi olması düşünülen KONGRA-GEL’in başkanı Zübeyir AYDAR’dır. Ancak bu şahsın işleyiş üzerinde bir etkinliği bulunmamaktadır. KONGRA-GEL içerisinde ise birçok siyasî komisyonun denetim görevi üstlenmesi öngörülmüştür. Ancak aşağıdan yukarıya doğru bir iradenin örgüt içerisinde hakim kılınmasını gerekli kılan bu yapı oldukça ütopiktir ve hayata geçirilmemiştir. Fiiliyatta faaliyetler faaliyet alanlarına ve faaliyetin şekline göre biçimlendirilen komiteler aracılığıyla yürütülmektedir. Örneğin kırsal kadrolar HPG’nin (Halk Savunma Güçleri) bağlı olduğu “Meşru Savunma Komitesi” aracılığıyla iş görmektedir. Yine örgütün “İç Siyasî Komitesi”ne bağlı olan Türkiye Koordinasyonu içerisinde yer alan örgüt mensupları kitleyi eyleme çekmek üzere provakasyon ve ajitasyon faaliyetleri içerisinde yer almaktadırlar. PKK ise ideolojik denetim organı ve belirleyici olarak çekirdeği oluşturmaktadır. Diğer organlar üzerinde söz sahibidir. PKK’nın örgüt içerisindeki karşılığı “Bilim ve Aydınlanma Komitesi”dir ve tecrit gerekçesiyle eyleme çekilen kitlenin bilinçlendirilmesinde etkin rol alan “Basın Yayın Komitesi” ile eşgüdüm içerisinde çalışır. Esasta komiteler örgüt içerisindeki güç dengelerine göre düzenlenmiştir.

Birçok ütopik hedef ortaya konulmuş olmasına rağmen örgütün kuruluşundan beri gerçekleştirilen faaliyetlerde çok fazla bir değişiklik ortaya çıkmamıştır.
Kuruluşundan beri örgütün gerçekleştirdiği eylemler sonucu;

  • 6000 civarında Güvenlik Görevlisi (Asker, Polis, Geçici Köy Korucusu),
  • 5200 civarında Sivil vatandaş,
  • 20 kadar Kamu görevlisi, hayatını kaybetmiştir.

Bugüne kadar PKK’nın yol açtığı terör olayları ile mücadelede önemli bir ulusal kaynağın harcandığı bilinmektedir. Ancak bu miktarın tam olarak ne olduğunu belirlemek mümkün değildir. Buna rağmen 100 milyar dolar civarında birtakım rakamlar telaffuz edilmektedir. Bu kaynak içerisinde bölgede görev yapan güvenlik güçlerine batıdakilerden farklı olarak ekstra ödenen birtakım ücretler, terörle mücadele eden güvenlik görevlilerinin ihtiyaç duyduğu silâh, teçhizat ve malzemenin gideri vb legal kalemler olduğu gibi maalesef bölgedeki hassas durumu istismar eden odakların usulsüz ve kanuna aykırı olarak elde ettikleri illegal teşvikler de dahildir. Yani bu ödemelerden legal ve illegal herkes faydalanmıştır. Üstelik bu durum bölgenin maddi gönencinin sağlanmasında bir politika olarak da benimsenmiştir. Zamanla yanlışlığının farkına varılmasına rağmen bu politika kendi taraftar kitlesini oluşturduğundan geri dönüş mümkün olmamıştır. Devlet hâlen kendi eliyle bölgede görev yapan kamu görevlilerine aralarında uçurumlar olan farklı ödemeler yapmakta ve bölgede bir nevi pozitif ayrımcılık politikaları uygulamaktadır. Buna rağmen devlet güvenlik güçleri ve yerel memurların dışında altyapı ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere bazı konularda bölgede görev yapacak kamu görevlisi bulmakta zorlanmaktadır.

Bu kaynakların bir kısmının dolaylı olarak (Batı bölgelerindeki kaynağı belli olmayan ekonomik yatırımlar, bölgedeki vatandaşlarımızın genel refah seviyesinde göreceli bir artış, güvenlik güçlerinin terörle mücadele içerisinde kazandığı tecrübeler, Türkiye’nin bölgede kurduğu etkinlik vb.) sistem içerisine döndüğü düşünülmektedir. Ancak asıl önemli olan harcanan paranın miktarından çok uygulamaların toplumun genelinde ortaya çıkarttığı ahlaki erozyondur. Türkiye’de terörün liberal ekonomiye geçiş sürecinde yaygınlaşması toplum içerisinde, bürokraside ve siyasette “köşeyi dönme mantığı”nın yaygınlaşması ile birlikte olmuştur. Liberal ekonomik sistem içerisinde bazı şahısların ve odakların rantçı yaklaşımlar içerisinde olması gayet tabidir. Önemli olan bu odakların deşifre edilip sistem içerisinde adaletin karşısına çıkartılmasıdır. Ancak geçmişte bu tür girişimler hep siyasî, ideolojik, bürokratik koruma duvarları ile karşılaşmıştır. Bu sebeple ülkenin terörle mücadele edebilmesi için gerekli olan asıl unsur maddi kaynaklardan çok namuslu kamu görevlileridir.

Yine terörle mücadelede 30 yılı aşkın geçirilen bir sürede siyasî otoritenin sorumluluk almaksızın salt güvenlik güçlerini sorumlu kılma anlayışının sivil otoritenin dışındaki bazı odaklara siyasî güç sağladığı da bir gerçektir. Ancak bölgede terör ve asayiş bozukluğu PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile başlamadığı gibi bu durum devletin bölgeye yönelik bilinçli bir tercihi de değildir. Bölgedeki siyasî karışıklıkların geçmişine bakıldığında Cumhuriyet’ten önce ekonomik ve sosyal imtiyazlarını kaybeden aşiret reislerinin ve beylerin isyan dalgalarına önderlik ettiği görülmektedir. Arazinin sarp yapısı ve aslında coğrafi olarak Suriye, İran ve Irak ile Türkiye arasında hiçbir sınırın bulunmaması, sosyal ve demografik yapının türdeşlik göstermesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında patlak veren isyan dalgalarının bu ülkelerin dağlık coğrafyasını geri beslenme alanı olarak kullanması, terör olayları ve Türkiye’nin sanayileşmesi ile birlikte batıya göçün sosyal dokuyu bozması buraları terör örgütlerinin barınması, eleman kazanması ve sorunların istismarı açısından çok elverişli hale getirmiştir. PKK’dan önce ortaya çıkan bazı ayrılıkçı/ bölücü örgütler Cumhuriyet’ten çok önce ortaya çıkan bu sorunları istismar etmiştir. Bu yapıların referansı ise İran ve Irak’taki bazı siyasî partiler ve feodal yapılardır. PKK/KONGRA-GEL terör örgütü bunların açtığı yolda ilerleyerek etkinlik kazanmıştır. Irak’ın işgali ile birlikte ise bu örgütler kendi durumlarını iyileştirmede ABD’ye bel bağlamışlardır.

Maalesef bölgeye aktarılan ancak gerektiği şekilde kullanılmayan kaynaklar aslında Batı bölgeleri aleyhine eşitsiz bir durum ortaya çıkartmış ve devletin kendi eli ile bütün dünyada sadece bazı ülkelerde azınlık grupları için öngörülen “pozitif ayrımcılık” yaklaşımını vatandaşları için uygulamasına sebep olmuştur. Yine aktartılan kaynakların önemli bir bölümünün aslında bölgede etkin olan ağaların ve beylerin eline geçtiği bilinen bir gerçektir. Bu durum bölgeye has olmaktan çok Türkiye’nin genelinde yaygın olan kamu kaynaklarının denetlenememesinden kaynaklanmaktadır. Yine bölgede vatandaşlarımızın yüzyıllardır altında yaşamak zorunda kaldıkları şartların etkisi ile demokratik standartları ve kurumları bilmemesi, benimseyememesi ve demokratik kültürel olgunluğa ulaşamaması bir sebep olarak belirtilebilir. Yüzyıllardır baskı altında kalan vatandaşlarımız bölgedeki aşiret yapısının çözülmesi ile birlikte kendilerini ve demokratik haklarını ifade etmeye başlamış ancak bu kez de terör örgütünün etkisi altına girmişlerdir. Bölgedeki ortamdan siyasî/ekonomik olarak herkes faydalanmıştır ve faydalanmaktadır. Ancak bu durum salt bölgede görev yapan bürokratlara ve güvenlik güçlerine has bir durum değildir. Üstelik dünya üzerindeki diğer terör örgütleri ve terörle mücadele eden devletlerle karşılaştırıldığında bölgedeki ortamdan illegal fayda uman güvenlik güçlerinin faaliyetlerinin oldukça sınırlı kaldığı değerlendirilmektedir.

Bu değerlendirmeler ışığında bölgede yaşanmakta olan terör olaylarının ancak bölgenin siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel yapısının ıslah edilmesi ile birlikte olacağı düşünülmektedir. Bu yapının ıslah edilmesi halinde örgütün tüm gücüne rağmen terörün sona erdirilmesi çok kolay bir iş haline gelecektir. Yine belirtildiği üzere yüzyıllardır akrabalık ilişkileri içerisinde harmanlanan Suriye, İran ve Irak’taki yapılar büyük ölçüde Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu ile benzerlik taşımaktadır ve etkileşim içerisindedir. Dolayısıyla bölgeye yönelik çözümlerin buraları da içine alacak bütüncül projeler üretmeksizin mümkün olamayacağı düşünülmektedir. Bu ise ancak devletin en üst organları tarafından alınacak kararlar ve uzun vadeli stratejiler ile mümkündür. Oysa ki küresel ve ulusal güçlerin farklı yaklaşımları sebebiyle bu politikaları oluşturmak çok da mümkün olamamaktadır.

Bölgedeki sosyal doku bozukluğu uluslar arası güçler tarafından birçok kez istismar edilmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşunda patlak veren isyan dalgasının Türkiye’nin İngilizler ile Musul sorunu konusunda çatıştığı bir döneme denk geldiği bilinmektedir. Yine Suriye Devleti Abdullah ÖCALAN’ı yıllarca ülkesinde barındırarak Türkiye üzerinde baskı kurmaya çalışmıştır. Yurt içerisinde ise kısmen bahsedildiği üzere politik, bürokratik veya ekonomik bazı odakların bozulan sosyal dokuyu istismar ederek güç sahibi oldukları görülmektedir.

1990’lı yıllarda JİTEM adına faaliyet gösteren bazı güvenlik görevlilerinin terörle mücadele kapsamında sadece yer gösterme ve bilgi verme ile sorumlu olması gereken şahıslar ile ortak operasyon geliştirme vb. faaliyetler içerisinde olduğu bilinmektedir. İtirafçı olarak örgütten ayrılan ve şahıslar içerisine düştükleri bunalımın, ekonomik kaygıların ve can korkusunun sebebiyle kamu görevlileri ile ortak işler içerisinde yer almışlar ve menfaat çeteleri ortaya çıkmıştır. Bunun en güzel örneği Abdulkadir AYGAN’ın basına yansıyan itiraflarıdır[1]. Üstelik geçmişte terör organizasyonu içerisinde yer aldıklarından illegal olayları gerçekleştirme konusunda yetenek sahibi ve buna meyilli insanlardır. Bu şahısların yine maddî menfaat veya şantaj ve korkutma ile illegal eylemler içerisine çekilmesi mümkündür. Bu şahısların[2] kapsamlı “Tanık Koruma Programları” ile disipline edilmesi ve her zaman kontrol altında bulundurulması şarttır.

Örgütün Güncel Hedefleri

Abdullah ÖCALAN yakalanmasının ardından örgütün hedefini “Kürt kültürel kimliğinin anayasal olarak tanınması” olarak revize etmiştir. Günümüzde ise örgüt Kongre-Gel olarak ismini değiştirdiği 2003 yılı Kasım ayından itibaren hedefini “Kürt sorununun çözümü için ayrı bir devlet kurmaksızın doğrudan demokrasinin egemen olduğu ekolojik toplumun inşa edilmesi” olarak açıklamıştır.

Örgütün Stratejisi

Terör örgütü kuruluşunda uzun süreli halk savaşı olarak stratejisini açıklamış ve bu amacı gerçekleştirmek üzere sözde gerilla savaşını temel faaliyet metodu olarak açıklamıştır. Ancak bu faaliyet metodunun uluslar arası desteğinin olmaması, kitle desteğinin sağlanamaması ve güvenlik güçlerinin etkin mücadelesi sonucu başarılı olamamıştır. VIII. Kongre ile gidilen strateji değişikliği sonrasında Kürt kültürel kimliğini yasal olarak kabul ettirmek için serhildan (sivil itaatsizlik) eylemlerine yönelinmiştir. Belirtilen stratejide nihai olarak “Demokratik Ortadoğu Federasyonu”nun kurulması hedeflenmektedir.

Örgütün Organizasyon Yapısı

Marksist/Leninist ideolojiyi benimseyen PKK/KONGRA-GEL terör örgütü kuruluşunda Part- Cephe- Ordu modelini esas almıştır. Ancak günümüzde KONGRAGEL bir çatı örgütü görünümündedir. İşleyişe Genel Kurul, Yürütme Kurulu, Genel Başkanlık vb. organlar pratik kazandırmaktadır. Üst seviyede bu organlar yer alırken sahada işlerin komiteler aracılığıyla yürütülmesi öngörülmüştür. Bu amaçla Siyasî Komite (iç- dış), Ekonomi ve Yerel Yönetimler Komitesi, Basın- Yayın Komitesi, Meşru Savunma Komitesi vb. yapılar bulunmaktadır. Örgütün kuruluşunda benimsediği tek lider olgusu hâlen devam etmektedir. Abdullah ÖCALAN örgüt içerisinde tek başına “önderlik” kurumunu temsil etmektedir.

  1. JİTEM NASIL KURULDU? Cem ERSEVER biyografisinde bu konu şu şekilde özetlenmektedir. “Eylül sonrasında Güneydoğu'da yaşanan terör olaylarına karşı mücadele etmek amacı ile istihbarat toplamak ve toplanan istihbarat ile operasyonlar düzenlemek amacıyla Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilâtı (JİTEM) adı altında faaliyet gösteren merkezî bir örgütlenmenin fikir babalığını yaptığı ve doğrudan Jandarma Genel Komutanına bağlı olarak çalışacak olan JİTEM'in başına geçtiği” bilinmektedir. Medyada çıkan haber ve araştırmalarda ise ; “Susurluk'ta 3 Kasım 1996'da meydana gelen kazadan itibaren varlığı sürekli tartışılan ve resmiyette var olmadığı belirtilen JİTEM, ilk defa Diyarbakır'da bir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmıştır. Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilâtı anlamına gelen JİTEM'in sivil görevlileri olan eski PKK itirafçıları, işledikleri öne sürülen faili meçhul cinayetler sebebiyle Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmışlardır. Dosyamız içerisinde iddianamesi bulunan davada, 1996'dan itibaren çeşitli faili meçhul cinayetler işledikleri belirtilen sanıklar : PKK itirafçıları Adil TİMURTAŞ, Recep TİRİL, İbrahim BABAT, Jandarma İstihbarat elemanları Mehmet Zahir KARADENİZ, Lokman GÜNDÜZ ve korucu Faysal ŞANLI’dır. İddianamede, itirafçıların bu eylemleri o tarihte Diyarbakır'da Jandarma İstihbarat Komutanı olarak görev yapan Binbaşı Ahmet Cem ERSEVER'in "komutasında" yaptıkları vurgulanmıştır. “JİTEM fikri, 1990 yılında Siirt'te görev yapan yüzbaşı Cem ERSEVER'in fikridir. Emirleri bölgedeki komutanlardan değil direkt Ankara'dan alıp operasyonlarını yürütecek bir tim olduğu bilinmektedir. Susurluk kazasından sonra JİTEM hakkında dile getirilenler ortaya çıkınca Jandarma İstihbarat Grup Komutanlıkları, Jandarma Bölge Komutanlığı ya da Alay Komutanlığı'na bağlanarak dolaysız Ankara ilişkisi kesilmiştir. Daha önce JİTEM.de çalışan İtirafçı Abdulkadir AYGAN; Orgeneral Eşref BİTLİS'den Uğur MUMCU'ya birçok faili meçhul kalmış cinayet hakkında önemli bilgiler aktarmıştır. Ayrıca, her ne kadar meydana gelişini takip eden süreçte Hizbullah isimli silâhlı çete tarafından yapıldığı şeklinde
  2. değerlendirmeler yapılmış ise de; Gaffar OKKAN'ın öldürülüşünü de Diyarbakır Emniyet Müdürü olduktan sonra JİTEM ve karanlık operasyonlarına göz açtırmayarak rahatsız ettiği bu illegal yapılanmanın hedefi haline gelmesi olarak açıklamıştır.. Abdulkadir AYGAN’ın bir süre PKK terör örgütüne katılıp daha sonra yakalandıktan sonra itirafçı olarak JİTEM içerisinde çalıştırıldığı son günlerde basına ve kamuoyuna yansıyan bilgilerden ve haberlerden öğrenilmiştir. Abdulkadir AYGAN isimli şahıs Aram Yayıncılık isimli Kitapevi tarafından yayınlanan “İTİRAFÇI – ‘Bir JİTEMCİ Anlattı’” isimli kitabın III. baskısında JİTEM ve yaptığı faaliyetler ile ilgili bilgiler vermektedir. Bu kitabın tamamının bir fotokopisi soruşturma dosyamız içerisine alınmıştır. Kitapta bahsi geçen JİTEM’in işlediği iddia edilen faili meçhul cinayetler ile ilgili olarak gereğinin taktir ve ifası için kitaptan çekilen bir fotokopi eklenerek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştur. JİTEM ve JİT olarak ifade edilen istihbarat birimi; merkezde Jandarma Genel Komutanı’na bağlı Tuğgenerallik seviyesinde Daire Başkanlığı, 1997 yılına kadar Bölge Komutanlıkları ile bunlara bağlı Tim Komutanlıkları şeklinde bir yapılanmasının olduğu değerlendirilmektedir. Ancak bu yapılanma hiçbir şekilde resmî makamlar tarafından kamuoyu ile paylaşılmamıştır. 5397 Sayılı Yasa, istihbarat ihtiyaçlarını karşılamak için meydana getirilmiş sistemi, sistemin işlemesini, bu hususta hukuka uygun işlemlerin ne suretle gerçekleştirileceğini, kararların hangi makamlar tarafından ve ne gibi koşullara uyulması suretiyle alınacağını, bu husustaki denetim kurallarını ve usullerini, İstihbarat ihtiyacının milletlerarası hak bildirileri ve anayasanın güvencelerine uygun olarak nasıl giderileceğini göstermektedir.

    YUKARIDA ADI GEÇEN ESKİ JİTEM MENSUBU OLARAK BİLİNE ABDULKADİR AYGAN’IN KONUYA İLİŞKİN MEDYAYA YANSIYAN RÖPORTAJI AŞAĞIDADIR:

    JİTEM adına çalıştığını ileri süren PKK itirafçısı 45 yaşındaki Abdülkadir Aygan, yazdığı kitapta, yazar Musa Anter'i öldüren timde yer aldığını iddia etti. PKK itirafçısı: Musa Anter'i biz öldürdük. Yaptığı itiraflarda Diyarbakır'da 10 yıl önce kaybolan Murat Aslan'ın Silopi'de gömüldüğü yeri tarif eden ve cesedinin bulunmasına sağlayan Abdülkadir Aygan, "en büyük eylemimiz Musa Anter cinayetiydi dedi. Timur Şahan ve Uğur Balık tarafından kaleme alınan 'İtirafçı' adlı kitapta, başından geçenleri anlatan Abdülkadir Aygan'ın itirafları bir döneme ışık tutuyor. "JİTEM'DE ÇALIŞTIM:"PKK örgütü içinde Sason, Mutki ve Şirvan'da faaliyet gösterirken 1985 yılında örgütten kaçarak teslim olan ve 'Pişmanlık Yasası'ndan yararlanıp 1990 yılında tahliye edilen Suruç doğumlu Abdülkadir Aygan, bir süre sonra Cem Ersever'in girişimiyle JİTEM içinde çalışmalarda bulunduğunu açıkladı. JİTEM'de çalışırken Malatya doğumlu Aziz Turan kimliğini kullandığını anlatan Aygan, 1 Eylül 1991 tarihinde, Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanı Kurmay Albay Nurettin Çakır'ın 4313-119- 92/kd. scl. sayılı yazısı ile 'genel idari hizmetler, istihbarat elemanı' sınıfından devlet memurluğuna alındığını belirtti. Aygan, yeni kimliği ile Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) iştirakçisi de oldu. "BEN TUTTUM, YEŞİL VURDU" :20 Ocak 1992'de Halkın Emek Partisi (HEP) Muş Malazgirt İlçe Başkanı Harbi Arman'ın bir duruşma için Diyarbakır'a geldiğini belirten Aygan, Arman'ı Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın talimatıyla kaçırıp öldürmeleriyle ilgili şu iddiada bulundu: "Mahmut Yıldırım'ın bu şahsı istemesi üzerine, Harbi Arman'a, 'Bir ifade için bizimle geleceksin' dedik. Bir araca bindirdik. Gözlerini atkısıyla bağladık. 'Askeri birliğe götüreceğiz' bahanesiyle kent dışında bir köprünün altına getirdik. Uzman Çavuş da Kalaşinkof ile tarayacaktı. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, 'Dur onunla değil' dedi. Ben tuttum Yeşil tabancasıyla vurdu. Köprü altına gözleri bağlı öyle bıraktık. ( Adı geçen ’Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım kimdir; 7’nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde de müebbet hapis istemiyle yargılanıyor. Mahkeme, 27 Ocak’ta Solhan İlçe Jandarma Komutanlığı’na yazı yazarak Mahmut Yıldırım’ın açık adresinin tespit edilerek mahkemeye gönderilmesini istemişti. 7’nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, emekli Binbaşı Abdulkerim Kırca, Uzman çavuş Yüksel Uğur, PKK itirafçıları Muhsin Gül, Fethi Çetin, Abdulkadir Aygan, Saniye Emlük, Kemal Emlük ömür boyu hapis istemiyle tutuksuz yargılanıyor. Suç dosyası kabarık İddianamede, sanıkların JİTEM adı altında oluşmuş sözde devlet adına yasadışı yollarla birçok adam öldürme, adam kaçırma ve PKK yandaşı olduklarına inandıkları kişiler aleyhine kendi çıkarlarına yönelik eylemlerde bulundukları, binbaşı Abdulkerim Kırca’nın eylemlerle ilgili verdiği talimatlar nedeniyle çetenin yöneticisi konumunda olduğu belirtiliyor. Hürriyet 15.Şubat 2006 ) "EN BÜYÜK EYLEM MUSA ANTER CİNAYETİYDİ":Gazeteci yazar Musa Anter'i öldüren timde yeraldığını iddia eden Aygan, bu timde Yeşil, Mustafa Deniz ve yine PKK itirafçısı olan 'Hogir' kod adlı Cemil Işık ile 'Şırnaklı Hamid'in yer aldığını öne sürdü. Cemil Işık'ın önceden Musa Anter'i tanıdığını belirten Abdülkadir Aygan olayı şöyle anlattı: "Hamit, Musa Anter'in kaldığı otele gönderilerek, 'Hogir sizi bir evde bekliyor' diyerek otelden çıkarttı. Ben ve Hogir, Seyrantepe'de bekliyordum. Yeşil ve Mustafa Deniz, bizden biraz ileride bekliyordu. Hamit Musa Anter'i getirecekti, Hogir de öldürecekti. Ancak, bir süre sonra siren sesleri gelince aracımıza binerek JİTEM'e gittik. Bir süre sonra Hamit gelince, 'İş tamam' dedi. 'Neden yanımıza getirmedin' deyince, 'benden şüphelenince yolda indirdim 'öldürdüm' diye cevapladı. ÖLÜM TARLASI:PKK İtirafçısı Abdülkadir Aygan, daha önce öldürülen HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın amcasının oğlu olan Sağlık-Sen Şube Başkanı Necati Aydın ile Ramazan Keskin ve Mehmet Aydın'ın öldürülmesi olayını da şöyle anlattı: "Bir olay nedeniyle DGM'ye düşmüşlerdi. Mahkemeden çıktıktan sonra 'Emniyete gideceğiz, bir ifadeniz unutulmuş' diyerek polisin gözü önünde tekrar arabaya aldık. İki araçla Silvan- Diyarbakır arasındaki Kağıtlı Karakolu'nu geçtik. Köprü yakınında ayrılarak tarlanın içerisine girdik. Binbaşı Abdulkerim Kırcı tarafından kurşun sıkılarak öldürüldüler. Bu olayda Uzman Çavuş Uğur Yüksel, 'Adıyamanlı Apo' kod adlı Uzman Çavuş Abdülkadir Uğur, ben, Kemül Emlük, Diyarbakır İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Tuncay Yanardağ ve Binbaşı Abdulkerim Kırcı vardı. "OKKAN GÖZ AÇTIRMIYORDU: "Aygan, Gaffar Okkan'ın Diyarbakır Emniyet Müdürü olmasıyla JİTEM elemanlarının çalışmasının güçleştiğini ileri sürerek, bu konuda da şu iddialarda bulundu: "Gaffar Okkan'ın gelmesiyle Asayiş Şube Müdürlüğü kendi prensibiyle çalışmaya başladı. Bunlar, JİTEM elemanlarına göz açtırmıyordu. Daha önce itirafçılar, korucular, JİTEM elemanları kent içinde başına buyruk hareket edebiliyordu. İstedikleri kişileri yakalayıp 'Emniyet'e götürüyoruz' diyebiliyordu. Okkan döneminde faili meçhul cinayetler büyük oranda azaldı.' ( Faruk BALIKÇI DİYARBAKIR/DHA Hürriyet - 04.02.2005