Şemdinli İddianamesi/Değerlendirme

Vikikaynak, özgür kütüphane

DEĞERLENDİRME :


PKK/ KONGRA-GEL terör örgütünün şiddet eylemleri ve ROJ TV aracılığıyla gerçekleştirdiği provokasyonların Hakkâri yöresinde gerçekleştirenlerin kimliği meçhul birtakım eylemlerin meydana gelişinin zeminini hazırlamıştır. Terörle mücadele eden güvenlik güçleri açısından asıl dayanak noktası olan toplumsal desteği yok eden bu tür kuşkulu eylemleri gerçekleştirenlerin ortaya çıkartılması elzemdir. Üstelik bu tür eylemler devletin kendisi harekete geçilerek ortaya çıkartılamaması halinde örgüt mensupların eline şiddet eylemlerinin haklı gerekçeleri olarak kullanılabilecek argümanlar sunulmuş olacaktır. Şimdiden bazı sitelerde ( www.kerkuk kurdistan.com/pdf/semzinan1105_2.pdf-, ) Şemdinli olaylarının aslında bir provokasyon olduğu ve bazı üst düzey güvenlik görevlilerinin bizzat bu provokasyonları tertiplediği yönünde bilgiler yer almaya başlamıştır.

Ülkemizin 30 yıla yakın bir süredir terör örgütü ile mücadelesi ister istemez güvenlik güçlerinde de bir değişimin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Çatışma içerisinde şehit ve yaralı veren güvenlik güçlerinin örgütün arzu ettiği psikolojik kaos ortamından etkilenmemesi mümkün değildir. Ancak bu durum illegal uygulamaların gerekçesi olarak kabul edilemez. Üstelik illegalitenin sonu gelmez bir süreç olduğu ve kaos ortamından şahsi çıkar sağlamak isteyen kesimlerin işine yarayacağı da mücadele sürecinden çıkartılan tecrübelerden anlaşılmıştır. Bunun önünün kesilmesi ise ancak siyasî söylemlerden kendini arındıran idarî mekanizmalar çatışma içerisinde yıpranan unsurların rehabilitasyonu için gerekli düzenlemeleri yapması ile mümkündür. Güvenlik güçleri terörle mücadelede devletin ve siyasî mekanizmaların tüm varlığı ile yanında olduğunu hissetmelidir. Bu durum etkin bir denetim mekanizmasını da beraberinde getirecektir. Aksi taktirde sahada yalnız kalan unsurların kendi kurallarını koymaları ve hayata geçirmelerinin önüne geçilemez. Münferit kurallar kuralsızlığı ve çatışmaların derinleşerek yaygınlaşması sonucunu ortaya çıkartır. Çatışma ise bu topraklarda yaşayan vatandaşlarımızca binlerce yıldır üretilen ortak değerlerin yıkılması sonucunu doğuracaktır. Terör örgütünün gerçekten arzu ettiği bu durumun önüne geçilmesi ancak örgütün kitleye ulaşma imkânlarının elinden alınması ve izole edilerek atalete mahkûm edilmesi, şiddet eylemlerinin etkisiz kılınması ile mümkündür.

BU AÇIKLAMALARDAN SONRA GENEL BİR DEĞERLENDİRME :


İnsanlığın son tekamül noktası olarak kabul edilen demokratik sistemlerde yönetimde istikrarın yanı sıra yönetilenlerin huzur, güven ve refahı da gözetilir. Ancak oldukça tartışmalı olan bu kavramların toplumların kültür ve geleneklerine göre şekillendiği de bir gerçektir. Bu yüzdendir ki hâlen meşruti sistemin yürürlükte olduğu ve kraliyet ailesinin imtiyazlarının devam ettiği İngiltere’nin demokrasinin beşiği olduğu söylenmekte; buna rağmen serbest ve açık seçim ilkesinin kabul edilerek uygulandığı; yönetenlerin birçoğunun seçimler işbaşına geldiği kimi ülkeler ise antidemokratik kabul edilmektedir. Demokrasi esasta Batı’da Batı’nın kültürünü oluşturan çatışmalı tarihi içerisinde bulunup ortaya çıkartılmış bir sistemdir. Bu sebeple demokrasinin temel kavramlarının algılanışında medeniyetler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Temel kavramların algılanışında ve uygulamada ortaya çıkan sorun ise “Devlet” dediğimiz yönetim aygıtının devreye girmesi ile çözümlenmektedir. Ancak devlet denilen soyut kavramın görünür hali genelde en alt kademesinden en üst kademesine kadar idarecilerdir.

Vatandaşlara karşı keyfî uygulamalara engel olmak için idarecilerin uymaları gereken kurallar ve etik kaideler hukuk sistemi içerisinde vazedilmiştir. Buna rağmen bazı memurların devletin kendilerine tanıdığı yetki ve imkânları kullanarak menfaat temin etme arayışı içerisine girmeleri her demokratik sistemde görülür. Hatta bu tür şahıslar kendi faaliyetlerini haklı kılan ideolojiler de üreterek şebekeleşebilirler. Böylesi yapılar genelde çatışmalı dönemin ürünüdür. Zaten insanlık tarihine bakıldığında ideolojilerin çatışmalı dönemde ortaya çıktığı görülmektedir. Çatışmanın toz dumanı içerisinde ise çoğu zaman masum kavramlar anlamını yitirir. Kaos içerisinde kandan ve gözyaşından şahsi çıkar temin etmek arayışında olanların ortaya çıktığı görülür. Maalesef bu fırsatçı kişiler veya zihniyet ideoloji ile örgüledikleri şahsî menfaatlerini garanti altına almanın yolunu her dönem bulmuşlardır. Bu yüzdendir ki demokratik sistemler aslında bir ilkeler bütünüdür. Yine bu yüzdendir ki modern demokrasilerde etkin kamuoyu fırsatçı çevrelere imkân tanımayacak bir denetim sistemi olarak tesis edilmeye çalışılır.

Demokratik Sistemlere Rağmen Bürokrasi Aygıtı Ele Geçirilebilir mi?


Kan ve gözyaşı üzerinden politika üreten ve menfaatlerini temin için devletin bütün mekanizmasını kullanmaktan çekinmeyen güçlerin birtakım üst makamlara gelmesi halinde ise Devletin bekası için son derece tehlikeli bir durum ortaya çıkabilir. Kendi ideolojik mantığı içerisinde makul sebeplerini zaten hazırlayan bu grup menfaatleri icabı kendilerini uluslar arası güç odaklarına pazarlamaktan çekinmez. Gerçekte ne olup bittiğini bilen ve sesi çok çıkan bu grup medyanın da etkisi ile kamuoyunda “kahramanlar” olarak algılanırken aşağıda ise bunların tetikçiliğini yapan bir takım kişiler Devletin bekasına hizmet ettikleri düşüncesindedirler. Uluslararası güçler, ülkedeki bu zihniyet ve aşağıdaki gruplar arasında irtibatı sağlayan bağlar ise akla gelmeyecek binlerce karmaşık labirentten ve irtibat mekanizmasından geçtiği için aşağı gruptan biri deşifre olsa dahi gerçek oyuncuların ortaya çıkartılması mümkün değildir. Hemen diğeri sahneye sürülür. Üstelik medyadan kültür ve sanata siyasetten ekonomiye kadar bütün figüranlar sahnede kendi rollerini oynamak için beklemektedirler. Bu fasit çarkın bozulması ancak bu zihniyetin oyununun sona erdirilmesi ile mümkündür. Bu oyunun sona erdirilmesi ise ancak açığa çıkartılıp deşifre edilmesi ve kamuoyu vicdanında mahkûm edilmesi ile mümkündür. Bu oyunda ast ve üst gruplar arasında ahengi sağlayan ise bir nevi senaryoları olan menfaatlerinin arkasına gizlendiği ideolojileridir. Bu zihniyetin operasyonunu sona erdirmek için ise güvenlik güçlerine düşen tahrik olmadan sabırla grup üyelerinin birer birer düşmesini beklemektir. Zaten tecrübeler göstermiştir ki birbirlerinin ne olduğunu gerçekte çok iyi bilen bu şebekeler menfaatleri icabı çatışmaya düştüklerinde kolayca sırlarını ifşa etmektedirler.

Devlet İstihbaratı; Operasyonlarda Etik Ölçü:

Her devletin kendi güvenliğine yönelik tehlikeleri bertaraf edecek istihbarat servisleri bulunur. Bu servislerin birtakım örtülü operasyonlar gerçekleştirdikleri de bir realitedir. Unutulmamalıdır ki kulağa hoş gelmese de istihbarat işleri içerisinde provokasyon, ajitasyon ve suikast gibi uygulamalar da bulunmaktadır. İstihbarat servislerinin operasyonları bazen uluslararası işbirliği içerisinde ve açıktan (Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanışı) bazen ise örtülü bir şekilde gerçekleştirilir. Ancak şu kabul edilmektedir ki açıktan gerçekleştirilen operasyonların ardında gerçekte görünenden öte bir niyet gizlidir. Bu tür operasyonlarda hedef ise genelde hedef ülke kamuoyunu manipüle (toplum mühendisliği) etmektir. Ancak hiçbir demokratik ülkede istihbarat servislerinin ülke vatandaşlarına yönelik operasyonları tasvip görmez. Bunun içindir ki demokratik ülkelerde olağanüstü yetkilerle donatılmış polis görevi yapan iç istihbarat servisleri bulundurulur ve ülke vatandaşlarına yönelik operasyonlar hukuk kuralları çerçevesinde sistemin tabii akışı içerisinde yürütülür. Ancak bunların bazı uygulamalarının ülke içerisine yönelmesi demokratik sistemi tehdit eder. Üstelik bunların –başta anlatılan kavramlar çerçevesinde- siyasî sistemi istikrarsız hale getirmek için kullanılmaları ihtimali de her zaman mevcuttur.

Devletin İstihbarat Geleneği; Tehdit Algısının Kaynağı Nedir?


Türkiye Cumhuriyeti Devleti zor şartlarda kurulmuş bir devlettir. Yokluk ve sefalet içerisinde milletin varlığı tek dayanak noktası olduğu için Devlet milleti bölüp parçalayacak akımlara ve odaklara karşı olağanüstü tedbirler geliştirmiştir. Bu durum dönemin gerekleri içerisinde makul gören bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. Ancak kabul edilmesi mümkün olmayan şey demokraside ve evrensel haklar sisteminde elde edilen bunca kazanıma ve güçlü bir devlet sistemine sahip olunmasına rağmen 20. yüzyılın başında Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında uygulanan olağanüstü güvenlik tedbirlerinin bugün de sürdürülmek istenmesidir. Üstelik şu bilinmektedir ki demokratik denetim mekanizmalarının her türlü kontrolünden azade olan odaklar olağanüstü güvenlik tedbirleri sayesinde bürokratik mekanizmaları kullanarak Devletin kılcal damarları içerisinde dolaşabilmekte ve kendileri oluşturdukları yapılanma içerisinde emellerini gerçekleştirebilmektedirler.

Bürokrasi mi, Demokrasi mi? Yoksa Her İkisi de Taktik Araçlar mı?

Türkiye geçmişten beri çokça sözü edilen ve bir dönem Susurluk; bugün ise Şemdinli olayları ile yeniden üzerine konuşulan bir gizli yapılanmanın varlığını tartışmaktadır. Hatta kimi yorumlarda bu yapının III. Selim’den beri Devlet mekanizması içerisinde faaliyette olduğundan ve kimi zaman Devletin emrinde kimi zaman ise uluslararası grupların emrinde olduğundan söz edilmektedir. İçerisindekilerin kendilerini Devletin gerçek sahipleri olarak gördükleri bu çevreler – geçmişte olduğu gibi- bugünde menfaatlerinin uzlaştığı noktalarda işbirliği içerisinde olmuşlardır. Günümüzde olduğu gibi menfaatlerin çatışmaya düştüğü dönemlerde ise farklı grupların kendilerine has üslupla birtakım operasyonlar gerçekleştirdikleri ve birbirlerini tasfiye etmeye uğraştıkları görülmektedir. Bu gruplardan kimisi bürokrasideki üstünlüğünü kullanırken kimisi de demokratik mekanizmaları kullanmaktadır.

Terör Nedir? Kim Ne İçin Terör Yapar?

Bu kavram ülkelerin ulusal güvenlik siyasetinin bir yansıması olarak gelişmiştir. Dolayısıyla evrensel bir tanımının bulunması mümkün değildir. 11 Eylül 2001 de Amerika’ya yapılan saldırılardan sonra kavram etrafında güvenlik siyasetinin reorganizasyonu için çabalar artmış olsa da ülkeler yine de birbirlerine karşı pragmatik bir tavır takınmaktadırlar. Her ülke kendi tehdit unsurunu “terör organizasyonu” olarak tanımlamakta buna rağmen işbirliği söylemleri uluslar arası müdahâlenin bir aracı olarak kullanılmaktadır. Yani bugün terör organizasyonları ve bizatiği kavramanı kendisi uluslar arası kamuoyunun manipilasyonu amacıyla kullanılmaktadır. Terör organizasyonları ise üzerlerinden işbirliğinin ve çatışmanın gerçekleştirildiği araçlar haline gelmişlerdir.

Terör kavramının –her ülkenin kendine göre yaptığı- çok değişik tanımları bulunmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini burada örnek verebiliriz;

“İçeriği ya da bağlamı bakımından bir nüfusu korkutmak ya da bir hükümet ya da uluslararası örgütü bir eylemde bulunmaya ya da bulunmamaya zorlama amacıyla sivilleri ya da savaşa taraf olmayan kimseleri öldürme ya da bu kimselere ciddi bedensel zarar verme niyetini güden eylemler.” (BM; 2004 Aralık Terörizm Raporu);

“Genellikle belirli bir kitle üzerinde etkili olabilmek için (meşru hükümetler olabilir) savaş dışı hedeflere yönelik gizli ajanlar tarafından gerçekleştirilen siyasî amaçlı şiddet olayı. ‘Terörist Grup’ ise terör eylemlerini gerçekleştiren ve destekleyen herhangi bir grup.” (ABD; FBI ve Hazine Bakanlığı) ve

“Cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet’in niteliklerini siyasî, hukuku, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemdir” (Terörle Mücadele Kanunu; madde 1) denilmektedir. Ayrıca maddenin 3. fıkrasında terör kavramının özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silâhlı cemiyet, çete ve silâhlı çete tanımlarını da kapsayacağı söylenmektedir.


Bu üç tanıma baktığımızda birtakım ortak noktaların olduğu görülmektedir;

  1. Her üç tanımda da şiddet öğesi ortaktır. (araç ortaklığı)
  2. Her üç tanımda da terörün meşru hükümetleri zorlamak amacıyla gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. (amaç ortaklığı)


Ayrıca ABD’nin tanımında terörün gizli ajanlar tarafından gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir. Türkiye’nin tanımı ise oldukça ayrıntılı olup genelde korunması gereken hedeflerden hareket edildiği görülmektedir. Buna rağmen “kişi veya kişiler” kavramları kullanılarak net bir sınırlama getirilmemiştir. Yani zımnen bilinen terör örgütü dışındaki şahıslar ve grupların da belli bir amaca yönelik terör eylemi gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir. Yukarıdaki tanımlardan hareketle şu sonuca ulaşabiliriz; terör organizasyonunun her zaman bilinen ve polisçe takip edilen bir yapı olması gerekmemektedir. Yukarıda yapılan tanımlardan ve tecrübelerden hareketle devlet dışı organizasyonların devleti hedef alarak terör eylemi gerçekleştirebilecekleri gibi devlet içerisindeki bir takım organizasyonların da terör eylemi gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir. Ancak bu noktada şu soru kritik önem kazanmaktadır? Devlet içerisindeki odaklar neden terör eylemi gerçekleştirmektedirler? Terör Siyasî Sistemi İstikrarsızlaştırmanın Aracıdır

Terör örgütleri genelde toplumsal krizlerin yaşandığı dönemlerde ideolojik altyapısı ile birlikte çatışmaların bir ürünü olarak ortaya çıkarlar. Bu itibarla bir terör örgütünün ortaya çıkarak varlığını ispatlaması uzun bir hazırlık sürecinin sonucudur. Bu yüzdendir ki güvenlik tedbirleri ile şiddet eylemlerinin önüne geçmek -kısmenmümkün olsa da bir terör organizasyonunu kökten çökertmek mümkün değildir. Terör örgütleri şiddet eylemleri ile hiçbir siyasî yapıyı değiştiremeyeceklerinin farkındadırlar. Üstelik tarihsel tecrübeler şiddet eylemlerin yaygınlaştığı dönemlerde idarenin daha da sertleştiğini göstermektedir. Ancak eylemlerde arzu edilen iki şey vardır; birincisi vatandaşın en temel görevi güvenlik olan devlete karşı güvensizlik hissederek toplumsal olaylar içinde yönlendirilmeye açık hale gelmesi; ikincisi ise toplumsal katmaların ve ideolojilerin kimliğin esas öğesini oluşturduğu ülkelerde vatandaşların devlet otoritesi ile karşı karşıya getirilerek çatışan unsurların kimliklerinin keskinleştirilmesidir.


Faaliyeti sona eren terör organizasyonları genelde sosyal değişim içinde toplumsal desteğini kaybetmiş yapılardır. Yani toplumsal katmanlar arasındaki temel çelişkiler (zengin/fakir, alevî/sünnî, sağcı/solcu vb.) sosyal değişim ile anlamını yitirmiştir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi kimi zaman toplumsal tabanı olmayan bazı kuşkulu terör eylemlerinin varlığına da rastlanır. (Yunanistan, 17 Kasım) Bu örgütlerin ortaya çıkartılması çok güç ve neredeyse imkânsız bir durumdur. Bunların varlıklarının sona erdirilmesi ise yine sistemin kendi içerisinde ve planlı bir operasyon sonucu olmaktadır. Yani bu tür yapılara yönelik operasyonların görünen yüzünün ötesinde bir amacı vardır ki bu genelde toplumsal dizayna yöneliktir. Yani hem terör organizasyonunun eylemi hem de buna karşı yürütülen operasyonun kendisi “toplumsal mühendislik” amacı taşımaktadır. Böyle bir ortamda istikrar adına atılacak adımların aslın da istikrarsızlığın bir aracı olduğu yönünde şüpheler mevcuttur. Yine de güvenlik güçlerine ve adlî mekanizmalara düşen yasaların uygulanmasıdır. Böylece kamu vicdanı tatmin edilecek ve görece istikrar ortamı sağlanmış olacaktır.


Provakatif Eylemlerin Amacı Nedir?


Anayasamızda “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğundan bahsedilmekte olduğunu” görürüz. Bu ilke Devletin yönetim şeklinin de temel esaslarını ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Yani yönetim tek ülke ve tek millet ilkesine göre düzenlenmiştir. Bu yönetim illerin idaresinin başında Devleti ve hükümeti temsil eden valilerin ve hizmetten sorumlu olan Belediye Başkanlarının olduğu ikili bir sistemin bulunması şeklinde tesis edilmiştir. Milletin tekliği ise doğrudan siyasî bir statü olan “T.C. vatandaşlığı”na atıf yapılmak suretiyle sağlanmıştır. Yani kendini T.C. vatandaşı kabul eden herkesin Türk kabul edilmesi ilkesinde aslında “Türk”ün kültürel değil siyasî tanımı yapılmaktadır. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı partilerin gerekçeli kararlarında ise vatandaşlarımızın farklı kültürel özelliklere sahip olduğu kabul edilmekte; buna rağmen kültürel çeşitliliğin ayrılık nedeni olarak kullanılmasının “bölücülük/ayrılıkçılık yasağı” ile önüne geçilmektedir.

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde ülkenin standart kültüründen farklı bir kültürel yapının olduğu söylenmektedir. Ancak doğrusu bu konuda yeterli araştırma yapılmış değildir. Yapılan araştırmaların birçoğu ise önyargılı kabullere dayanmaktadır. Üstelik araştırmaların amacının ortaklıkları değil de ayrılıkları hedeflemesi baştan sonucunu da hazırlamaktadır. Buna rağmen birçok sebepten ötürü bu bölgede sosyal ve kültürel yönden hassas bir yapının olduğu kabul edilmektedir. Bu durum bölge halkını provakasyonlara açık hale getirmektedir. Provakasyonlar ise kimi zaman örgüt mensuplarının doğrudan propagandası ile kimi zaman legal imkânlar kullanılarak bazı dernek ve kuruluşlar ile, kimi zaman yabancı şahısların temasları ile kimi zaman ise kimliğin bir öğesini ön plana çıkartan ve legal yolları tüketerek karşısındakine saldırıya kadar tahrik eden bir tetikleme ile olmaktadır. Şemdinli olaylarına bakıldığında bölgede yaşayan halkın kültürel farklılığının (Kürt kökenli vatandaşlarımızın bu yönü “EY KÜRT HALKI” bildirisi ile vurgulanmıştır) ve dinî hassasiyetlerinin (Bildiri metni içerisinde dinî duyarlılıklara da hakaret edilmiştir.) üzerine siyasî kimlik (PKK/KONGRA-GEL örgütü destekçisi olma durumu) bindirilerek toplumsal patlamanın yaşanması için gereken her şey yapılmıştır. Şunu kabul etmek gerekir ki bunu gerçekleştirenler kimlikler üzerindeki oyunların etkililiği ve bölge halkının duyarlılıkları üzerinde oldukça bilgi ve tecrübe sahibidirler. Eğer bu kadar provakasyon herhangi bir Batı yerleşim bölgesinde yapılmış olsa idi burada da sosyal patlama olacağından emin olunmalıdır. Bölgenin kimliğini oluşturan birçok öğeden oldukça hassas olan birkaçı duyarlı hale getirilerek sürekli kaşınıp tahrik edilmiş ve toplum patlamaya hazır hale getirilmiştir. Şemdinli’de Kitapevinin bombalanması ile birlikte ise arzu edilen patlama ve çatışma ortaya çıkmıştır. Bu eylemlerin Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef almasından öte bilinçli bir provakasyonun sonuçlarından yararlanmak istediği düşünülmektedir.

Eylemlerin gerçekleştirmesinde dört amaç güdülmüş olabilir;

  1. Kültürel kimliğin üzerine inşa edilen siyasî kimliğin duyarlı hale getirilmesi, böylece toplumun rahatlıkla eyleme çekilebileceği ortamın sağlanması,
  2. Birinci halde duyarlı hale gelen siyasî kimliğin tehdit algısı –gerçekte olduğundan daha fazla- abartılarak devletin şiddetli önlemlere başvurmasının yolunun açılması, bölgedeki idarî sisteme olağanüstü yönetim araçlarının hakim olmasının sağlanması,
  3. Birinci ve ikinci halde bölgedeki güvenlik kaosunun siyasî otorite üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmasının yolunun açılması,
  4. Son olarak ise bütün bu sayılanların üzerinde Türkiye’nin temel politik yönelimlerinin (modernlik projesi, AB süreci) akamete uğratılması ve merkezdeki siyasî/bürokratik yönetim elitinin güç ve yerlerini muhafaza etmesi,

Olayların gelişimine ve olup bitenlere bakıldığında iç içe halkalardan oluşan bir zincirleme reaksiyon mekanizmasının – yasadışı yapılanmanın – medyada ifade ediliş şekliyle çetenin kurulduğu anlaşılmaktadır.

Bu tür yapılanmalarda her zaman için operasyonun arkasındaki isimlerin gizli tutulmaya çalışıldığı, kendilerine ulaşılamadığı, bu durumun yukarıda açıklandığı gibi Dönemin yargı ve devlet otoritelerinin, çoğu zaman bu tür yapılanma ve oluşumlar hakkında etkin bir soruşturma yapamadığı bu durumun basına yansıyan yukarıdaki açıklamalara göre yakınmalara sebep olduğu, içte ve dışta var ise bu tür yapılanmaların ortaya çıkarılması ve hukuk devleti gereklerinin tesisi beklentilerinin yoğunlaştığı, bu nedenle halkanın ilk zincirinde olanlar yani Astsubaylar Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ ile eski PKK'lı Veysel ATEŞ’in yanı sıra yapılanmanın perde arkasındakilerin de deşifre edilmesi ve bu yönlü niyetlerin akamete uğratılması Devletin bekası ve siyasî istikrar için elzemdir.


Yukarıda anlatılan genel ve sonuç değerlendirme ışığı altında toplanan tüm dosya kapsamına göre kamu görevlileri olan şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in Terörle Mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde yasadışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarında kamu görevlisi olmayan eski bir PKK üyesi şüpheli Veysel ATEŞ’i de yanlarına alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içerisinde hareket edip Seferi YILMAZ isimli şahsa zarar vermek veya bu şahsı öldürmek amacıyla suç tarihinde mezkur olayı gerçekleştirdikleri, Anayasamızın 6. maddesindeki “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne karşın şüphelilerin aralarında suç işlemek için anlaştıkları, bunun ise kamu görevlileri olan iki şüphelinin mevcut konumları itibariyle yapmış oldukları eylemin hukuk devleti kuralları içerisinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa hukuk dışı bir yapılanma ve anlaşma ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullardan da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir Anayasa veya Yasa ihlalinin ötesinde bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünü ile ortadan kalkması sonucunu doğuracağı, terör örgütü mensupları, teröre yardım ve yataklık edenler veya terör sempatizanları ile kısaca terörle mücadelenin olmazsa olmaz kuralının hukuk devleti içerisinde hukukî kurallar çerçevesinde olmasının gerektiği,


Bütün bu değerlendirmeler ışığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır;

  1. Evrensel olarak kabul görmüş demokratik değerler olmakla birlikte bu değerlerin toplumsal yaşama aktaracak üzerinde mutabakat sağlanmış standart kurallar ve kavramlar bulunmamaktadır. Demokrasinin standardı ve kavramların anlaşılması toplumsal kültüre göre değişmektedir.
  2. Temelde Devlet denilen bürokratik aygıt ile seçilerek gelen siyasî hükümetler arasında bir gerilim mevcuttur. Bu gerilim zaman zaman gizli ve açık çatışmaya dönüşebilmektedir.
  3. Devletin bekasını korumak ve temsil etmekle görevli olan bürokratik aygıt içerisine sızmalar olması halinde bürokrasinin bizzat kendisi Devletin bekasını tehdit eder noktaya gelebilir.
  4. Her ülke istihbarat servisi ülke içinde ve dışında birtakım operasyonlar gerçekleştirir. Ancak kimi zaman kendinden menkul ideolojileri ile Devletin bekasını önceleyen ve kontrolsüz hareket eden gruplar ülke içerisindeki birtakım operasyonlara girişebilirler. Ancak vatandaşın hak ve özgürlüklerini tehdit eden bu tür operasyonların tasvip edilmesi mümkün değildir. Üstelik bu tür grupların lokal operasyonlarının üst politik emeller için kurgulanan büyük bir operasyonun parçası olma ihtimali de her zaman mevcuttur.
  5. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet’in ilanında da kabul edilerek devam ettirilen modernlik projesi Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını temel tehdit unsurları

olarak belirlemiştir. Bugün kimi çevrelere göre siyasetin gizli ajandası bu iki temel tehdidi içermektedir. Ayrıca çevreden gelerek merkezi ele geçirme çabası içerisinde olan unsurlar modernlik projesinin sahibi olan sivil/askerî bürokratik eliti oldukça rahatsız etmektedir. O halde devlet içerisinden kimi ideolojik gruplaşmaların çıkar çevreleri ile işbirliği içerisinde temel risk faktörü olarak gördükleri siyasî iktidara karşı tavır geliştirmesi beklenmeyen bir durum olmamalıdır.

  1. Bölgede kimlikler üzerine açıktan ve gizli gerçekleştirilen operasyonlar vatandaşlarımızda Devlete ve siyasî iktidara karşı güvensizlik duygusu ortaya çıkartmaktadır. Bu tür operasyonlar küreselleşen dünyada ancak dış tehdit unsurlarının amaçlarına hizmet eder. Devletine bağlı huzur ve güveni yakalamış bir toplum Türkiye’nin esas koruyucu kalkanıdır. Bu operasyonların süratle deşifre edilerek kamuoyuna afişe edilmesi gerekmektedir. Bundan sonraki operasyonların karşısına ancak siyasî olarak bilinçlenmiş bir toplum ile çıkılabilir. Her kim gerçekleştirirse gerçekleştirsin terör eylemleri sonuç getirmeyecektir. Üstelik bu tür olaylar Türkiye’nin karşısına uluslararası her zeminde bir utanç tablosu olarak çıkartılmakta ve böylece ülkemiz tecrit edilmektedir.
BU DEĞERLENDİRMEDEN ve GENEL AÇIKLAMADAN ÇIKAN SONUÇ :


Bu değerlendirmeler ışığında Şemdinli’de ortaya çıkan olayda terör eylemi kullanılmıştır. Yani terör örgütlerinin yapmış olduğu eylemlerin bir benzeri kamu görevlileri tarafından yapılmış ve sonuçta Hakkâri, Yüksekova, Şemdinli, Van, Muş, İstanbul gibi yerlerde bu olayları protesto etmek için bir çok gösteri yapılmış, ölümler ve yaralanmalar meydana gelmiş, bina, araç ve gereç hasarları oluşmuştur. Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü (JİT) görevlileridir. Her ne kadar görüntü itibariyle bu şüpheliler PKK terör örgütü ile ilişkisi ve irtibatı olduğunu değerlendirdikleri Seferi YILMAZ isimli şahsa bir şekilde zarar vermek suretiyle PKK terör örgütü ile mücadele etme şeklindeki eylemleri yasal değildir. Güvenlik kuvvetlerimizin hangi şartlarda silâh ve şiddet kullanacağı yasalarımızda ve yönetmeliklerimizde detayı ile açıklanmıştır. PKK veya her hangi bir terör örgütü ile mücadele hukukî yollarla ve gerektiğinde silâh ve şiddet kullanarak yapılacaktır. Terör örgütleri ile hukukî olmayan bir yöntem ile mücadelede halkın devlete olan güveni zamanla sarsılabilir. Bu şekilde mücadele yöntemini benimseyen bir takım oluşumlar zamanla devlet kademesinde yer bulmakta ve yasaların kendilerine tanımadığı yetki ve görevlerle keyfî bir takım eylem ve işlem gerçekleştirmek suretiyle kamuoyunun devlete karşı olan güvenini ve inancını yitirmesine de neden olabilecektir. Sonuçta devlete karşı güvenini ve inancını yitiren halkın görev ve yetkinin yasadışı olarak kullanılması sonucu meydana gelen ihlalleri fiilî olarak protesto ederek sokaklarda gösteriler yapılacak ve kamu düzeni bu şekilde bozulacaktır. Devleti oluşturan unsurlar halk ve bireydir. Kamu düzeninin bu şekilde bozulması şeklen terörle mücadele eder gibi görünen yasadışı bu oluşumların eylemleri sonucu gerçekleşecektir. Kamu görevlilerinin yasaya aykırı olarak yaptığı şiddet ve silâh (bomba) kullanma eylemi açıkladığımız gibi devletin birliğini sağlamaya yönelik bir eylem olmayıp kamu düzeninin bozulmasına, karmaşaya, güvensizliğe neden olarak devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir. Bu bombalama eylemi ile Şemdinli halkını provake eden bölücü örgüt yandaşlarının halkı yönlendirdiği, özellikle Bayrağımıza ve Atatürk Büstü’ne saldırıların da gerçekleştiği, gerek ilçede gerekse ülke genelinde tansiyonu yükseltmeyi amaçlayan terör örgütü ve yandaşlarının pek çok yerde toplumsal çatışma yaratmayı hedefledikleri, devamında güvenlik birimlerini tahrik etmek suretiyle özellikle son dönemde insan hakları ve kişisel özgürlüklerin geliştirilmeye çalışıldığı ve güvenlik güçlerimizin bu konularda gerekli hassasiyeti göstermek için çaba harcadığı, bu ortamı bozdurmak ve devletimizi bazı uluslar arası platformlarda sıkıntıya sokmak eyleminde oldukları, bu şekilde terör örgütü PKK.ya adeta fırsat ve imkân tanınarak prim verilmiş ve bir takım eylemlerin yapılmasına zemin hazırlanmıştır. Bu bombalama olayına ilgili kurum ve kuruluşların müdahale etmesi ve gereğinin yapılmasına fırsat tanınmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurum ve kuruluşlarını hedef alan, mevzuata göre açıkça suç teşkil eden toplumsal eylemlerin ardı ardına işlendiği, bunları yönlendiren ve büyük ihtimalle terör örgütü PKK.nın uzantısı konumundaki kişilere müdahale edilememesi, bu konudaki zafiyeti gösterir şekilde yerel bazı kişilerle irtibata girilerek yardım istenilmesi, belli bir alanın tamamen boşaltılması ve burayı bombalama olayından sonra göstericilerin işgâl etmesi, söz vermelere ve iyi niyetlere bağlı olarak resmî işlemlerin yapılması gibi bir sürece girilmesi, aslında güvenlik güçlerinin alması gereken bazı tedbirleri vatandaşların veya Belediye Başkanına bağlı olduğu söylenen bazı kişilerin alması ve bunlardan yarar umulması terör örgütünün bölgedeki yeni stratejisine yardımcı olmasına katkıda bulunacak bir anlayıştır. Bu olaylar göstermiştir ki bölgedeki halkın kışkırtılması ve galeyana getirilmesi halinde müdahale etmesi gereken devlet kuruluşları değil yöredeki politikacıların ve örgütün milis güçlerinin sözleri ve talimatları etkili olacaktır. Bu açıdan açıkladığımız gerekçelerle 09.11.2005 tarihindeki patlama olayı ve sonrasında gelişen toplumsal olaylar sonucu ülkenin kamu düzeni ve istikrarı bozulmuştur. Bu gerekçelerle 09.11.2005 günü Şemdinli’de gerçekleştirilen bomba eylemi devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir. Bu bombalama olayı ve akabinde yaşanan olaylar bir arada değerlendirildiğinde terör örgütü PKK.nın halk üzerindeki etkinliğinin artmasına, örgütün kısa sürede olayları protesto etmek için binlerce insanı bir araya toplayabilme gücüne kavuşmuş olması gibi imkânlara zemin hazırlanarak terör örgütünün lehine ve istediği sonuçları elde etmesine yönelik bir ortam meydana getirilmiştir.

Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinde tanımlanan Devletin Birliğini Bozmaya Yönelik eylem ile tanımlanan Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak şeklindeki suçun oluşabilmesi için belli amaca yönelik fiillerin işlenmesi gerekmektedir. Bu fiiller şunlardır;
  1. Devletin Topraklarının Tamamını Veya Bir Kısmını Yabancı Bir Devletin Egemenliği Altına Koymak,
  2. Devletin Birliğini Bozmak,
  3. Devletin Egemenliği Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmın Devlet İdaresinden Ayırmak,
  4. Devletin Bağımsızlığını Zayıflatmak.

Bu suç serbest hareketli bir suçtur. Bu eylemlerden her hangi birinin gerçekleşmesi hâlinde müsnet suç oluşur. Suçun oluşabilmesi için maddede yazılı hedeflerin gerçekleşmiş bulunmasına ihtiyaç yoktur. Belirtilen amaçlara yönelik fiillerin işlenmiş bulunması yeterlidir. Bu fiillerin cebrî nitelikte olması gerekir. Ayrıca bu suçun işlenmesi sırasında kişiler öldürülmüş veya yaralanmış ise bu suçlardan da cezaya hükmolunacaktır.

Somut olayımızda Mehmet Zahir KORKMAZ isimli kişi ölmüş, Seferi YILMAZ ve Metin KORKMAZ isimli kişiler ise öldürülmeye teşebbüs edilmiştir. Her ne kadar şüphelilerin hedefi Seferi YILMAZ ise de olay anında ölen Mehmet Zahir KORKMAZ ve yaralı Metin KORKMAZ’da Seferi YILMAZ ile birliktedirler.

Türk Ceza Kanunu’nun 316. maddesinde; Devletin ülkesine, egemenliğine, birliğine ve Anayasa düzenine karşı suçlardan herhangi birini işlemek üzere gerçekleştirilecek birleşmeleri önlemek maksadıyla caydırıcı bir tehlike suçunu meydana getirmiş bulunmaktadır. Bu maddede yer alan suç, sadece bir anlaşmanın gerçekleştirilmesiyle oluşmaktadır.

Anlaşmadan maksat, iki veya daha fazla kişinin madde metninde gösterildiği üzere, maddî olgularla belirlenen bir biçimde, bir irade birleşmesine varmış olmalarıdır. Suçun işlenmesinde kullanılacak vasıtalar hakkında da anlaşmanın gerçekleşmesi gereklidir. Şüpheliler suçun işlenmesinde patlayıcı madde olan bomba kullanma üzerinde anlaşmaya varmışlardır.

Şüpheliler, eski PKK.lı Seferi YILMAZ’ı öldürmek veya ona zarar vermek amacıyla, yani suç işlemek için aralarında anlaşma sağlamışlardır. Seferi YILMAZ’ın öldürülmesi veya ona zarar verilmesi eylemi, yukarıda belirttiğimiz gibi terör yöntemleri uygulanarak meydana getirilmiştir. Şüphelilerin, Seferi YILMAZ’ı öldürmeye çalışmak şeklinde ortaya çıkan görüntünün ötesindeki asıl amaçları ise; bu tür provake terör eylemleri gerçekleştirmek suretiyle ülkede karışıklık yaratmak, kamu düzenini bozmak ve nihayetinde Devletin birliğini bozmaktır. Çünkü bölgede yıllardan beri terör süregelmiştir. Halk uzun yıllar terörle iç içe yaşamaktadır. Bu bölgelerimizde her an terör örgütüne müzahir olan kişilerin provakatif eylemlerine rastlamak olasıdır. Böyle bir durum ise ülkemizde her an karmaşa ve karışıklık yaşanabileceği sonucunu doğurmaktadır. Bu karmaşa ve karışıklık ile Devletin birliği de bozulmak istenmektedir. Böylece şüpheliler suç işlemek için anlaşmışlar ve terör yöntemlerini kullanarak söz konusu eylemi gerçekleştirmişler ve bu eylem yukarıda açıkladığımız gerekçelerle devletin birliğini bozmak için gerçekleştirilen bir eylem olma özelliğine dönüşmüştür.


Hakkâri Merkez, Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde 15 Temmuz – 10 Kasım TARİHLERİ ARASINDA 18 bombalama olayı yaşandığı, ilk günlerden itibaren medyanın da yansıttığı gibi gittikçe tırmanan olayların yörede büyük huzursuzluğa, alk üzerinde endişe ve korkuya yol açtığı, kamuoyu vicdanını rahatsız ettiği anlaşılmıştır.


Yukarıda da açıkladığımız üzere şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in savunmalarının kabul edilmesi halinde söz konusu bombalama olayını terör örgütü PKK gerçekleştirdiği varsayımından hareket ettiğimizde; terör örgütünün aynı tipte Alman yapımı dört adet el bombasını temin ettikten sonra iki tanesini kitapevi’ne attırması gerektiği, diğer iki tanesini de Jandarma’ya ait aracın ilçeye geleceğini, araçta MKE yapımı el bombası bulunabileceğini varsayarak bunları değiştirmek amacıyla muhafaza etmesi gerekeceği ve patlamanın gerçekleşmesine müteakip şüpheli Ali KAYA’nın savunduğu şekilde MKE yapımı el bombalarının araç içerisinden karmaşa ve karışıklık ortamında terör örgütü mensupları veya yandaşlarınca değiştirmeleri gerekeceği, bu varsayımın ise dosyadaki delil kapsamına göre gerçekleşmesinin mümkün olmadığı, Böylece yapılan soruşturma sonunda toplanan delillerden yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmakla; Şüphelilerin yargılamalarının CMK.nun 250. ve devamı maddeleri gereğince mahkemenizce yapılarak eylemlerine uyan yukarıda gösterilen sevk maddeleri gereğince CEZALANDIRILMALARINA,

Adlî Emanetimizin 2005/236 Sırasına kayıtlı ;

  1. Kalashnikov marka silâhlara ait 11 adet şarjör ve 361 adet merminin şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in görev yaptıkları Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanlığı’na İADESİNE ,
  2. 2 adet not defteri ve ortadan kırılmış vaziyette olan bir adet plakanın (30 AK 933) DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
  3. Şüpheli Veysel ATEŞ’e ait bir adet Nokia marka 3310 model 351534/00/39716/0 imei numaralı cep telefonunun suçun işlenmesinde iletişim aracı olarak kullanıldığı anlaşıldığından TCK.nun 54/1. Maddesi Gereğince MÜSADERESİNE,
  4. Bir adet cep telefonu kulaklığının şüpheli Veysel ATEŞ’e İADESİNE,
  5. Şüpheli Veysel ATEŞ’e ait bir adet montun DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
  6. Hakkâri İl Jandarma Komutanlığının 18.11.2005 tarih ve 9582 sayılı yazıları ile ekindeki 6 adet görüşme kayıt CD'sinin, 15 adet tutanak ile dinleme kararının tasdikli fotokopisinin ve Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğünün 20.11.2005 tarih 329 sayılı yazıları ile ekindeki zarf içerisindeki Ali KAYA’ya ait Görüşme Kayıt TAPE.lerinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
  7. Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in istihbarat çalışmalarında kullandıkları evrakların (harita, krokiler, isim listeleri, Seferi YILMAZ’a ait Biyografik Bilgi Formu, İfade Tutanağı, çeşitli resimler, Seferi YILMAZ’a ait bilgi notu vs.) DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,

Adlî Emanetimizin 2005/239 Sırasında kayıtlı :

  1. İki adet ateşleme tertibatı sökülmüş el bombasının suçta kullanılmak üzere şüphelilerin yanında bulunduğu anlaşıldığından TCK.nun 54/1. maddesi gereğince MÜSADERESİNE,
  2. İki adet patlamış el bombası maşası, patlamış el bombası metal parçaları, Mehmet Zahir KORKMAZ'ın otopsisinde çıkarılan metal parçaları ve olay yerinden elde edilen ufalanmış beton parçalarının DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,


Adlî Emanetimizin 2005/241 Sırasında Kayıtlı; Üç (3) adet; 7,62 mm çapında 56-1 27148588 Seri Numaralı, 7,62 mm çapında 78 GH 0235 Seri Numaralı ve 7,62 mm çapında 68 K 7843 Seri Numaralı kaleşnikov marka tüfeğin Ankara Polis Kriminal laboratuarı kayıtlarında her hangi bir faili meçhul olaylarda kullanıldığı yönünde bir bilgi olmadığı ancak bu tüfeklerden elde edilen mukayeseye elverişli fişeklerin Türkiye genelinde Polis ve Jandarma Kriminal laboratuarlarına gönderildiği ancak raporların henüz dosyamıza gelmediği, ayrıca söz konusu tüfeklerin namlularının orijinal namlu olup olmadığı veya sonradan değiştirilip değiştirilmediği hususunda Ankara Polis Kriminal Laboratuarına yazılan yazı cevabının da henüz gelmediği,


Soruşturmanın tutuklu iş olduğu ve raporlarının dönmesinin uzun zaman alabileceği nazara alınarak Türkiye genelindeki Polis ve Jandarma Kriminal Laboratuarından gelecek ekspertiz raporlarına göre emanetimize kayıtlı 3 adet kalashnikov marka tüfek hakkında GEREĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNE,

Adlî Emanetimizin 2005/249 Sırasında Kayıtlı,

Olay yeri görüntülerini içeren 2 adet CD ve bir adet disketin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,

Adlî Emanetimizin 2005/258 Sırasında Kayıtlı;

Patlama olayı ile ilgili olay yeri fotoğrafları (32 adet) ile olay yeri görüntülerini içeren bir adet VHS video kasetinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,

Adlî Emanetimizin 2005/273 Sırasında Kayıtlı;

09.11.2005 günü Şemdinli İlçesinde meydana gelen patlama olayı görüntülerini içerir üç (3) Adet CD.nin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,

Adlî Emanetimizin 2006/8 Sırasında Kayıtlı;

0532 276 83 73, 0532 564 28 98 ve 505 235 63 98 numaralı telefonlar ait ses kayıtlarının bulunduğu üç adet CD.nin ve bir adet 250 GB'lik WCAL73573903S/N'lu WESTREN DIGITAL marka bilgisayar diski içinde bulunan 7 bilgisayara ait 185 GB'lık image (birebir kopya) bilgisayar diskinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,

Adlî Emanetimizin 2006/11 Sırasında Kayıtlı;

Görüntü ve ses kayıtları içerir yedi (7) adet CD.nin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA karar verilmesi;

Adlî Emanetimizin 2006/48 Sırasında Kayıtlı;

Üzerinde Anadolu Finans yazılı haki yeşil renkli ajanda ve ajandanın içerisindeki İran ülkesine ait olabileceği düşünülen Farsça yazılı kimlik ile iki adet boş zarf ve kargo gönderi poşetinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA karar verilmesi;

Kamu adına talep ve iddia olunur. 03.03.2006

Ferhat SARIKAYA
Van Cumhuriyet Savcısı
36822