Demokratik Toplum Partisi'nin Temelli Kapatılması İstemine İlişkin Savcılık İddianamesi/V- Eylemlerin temelli kapatma nedenleri olarak yasal ölçütlere göre değerlendirilmesi: Revizyonlar arasındaki fark

Vikikaynak, özgür kütüphane
İçerik silindi İçerik eklendi
Eser şablonu eklendi
Kategori eklendi
477. satır: 477. satır:
beyanlarının Sözlesmenin 10. maddesinde yer alan “ifade özgürlügü” içinde
beyanlarının Sözlesmenin 10. maddesinde yer alan “ifade özgürlügü” içinde
degerlendirilemeyecegi açıkça ortaya çıkmaktadır.
degerlendirilemeyecegi açıkça ortaya çıkmaktadır.
[[Kategori:Yargı Kararları ve İçtihatları]]

12.55, 29 Eylül 2008 tarihindeki hâli

V-EYLEMLERİN TEMELLİ KAPATMA NEDENLERİ OLARAK YASAL ÖLÇÜTLERE GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ:

Anayasa’da öngörülen odaklık hali 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 103 ncü maddesinde; Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin siyasi partinin üyelerince yogun bir sekilde islendigi ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel baskan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendigi yahut bu fiiller dogrudan dogruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde islendigi takdirde, söz konusu fiillerin odagı haline gelmis sayılacagı seklinde belirlenmistir.

Davalı Parti’nin Genel Baskanı düzeyinden baslayıp, genel baskan yardımcıları, merkez yürütme kurulu üyeleri, il ve ilçe yöneticileri ve son dönemde milletvekilleri düzeylerinde Kürt kimliginin tanınması, terör örgütünün elebası Abdullah Öcalan’ın devlet tarafından muhatap alınması ve ölülerini “sehit” kabul ettikleri terör örgütü PKK mensubu teröristlerin affedilmesinin sorunların çözümü için gerekli oldugu yönündeki istikrar gösteren beyanları, geçmiste ve halen ülke içerisinde gerçeklestirdigi terör eylemleri ile ulusal güvenligi, kamu güvenligini, baskalarının hak ve özgürlüklerini tehdit edip, suç ve kargasa ortamı yaratmak amacında olan terör örgütünün himaye edilerek yasal hale getirilmesi talebi mahiyetindedir. Bu durum çok sayıda degisik gazete yazarı tarafından çesitli defalar yazılarında açıkça dile getirilmistir.

Davalı partinin Büyük Kongresi ve tüm teskilat kongreleri bölücü terör örgütü ve elebasısı lehine sürekli sloganlar atılması, yasa dısı pankartlar açılması, sözde örgüt bayrakları ve elebasının posterlerinin teshir edilmesi suretiyle bir anlamda PKKpropagandası havasında gerçeklestirilmistir.

Partinin simgesel figürü niteliginde olan genel baskanın siyasi veya hassas konularda yaptıgı açıklamaların kurumlar ve kamu oyu tarafından partinin görüsünü yansıttıgı seklinde yorumlanacagı bu itibarla partiye isnat edilebilecegi hususu tartısmasızdır. Bu itibarla DTP Genel Baskanı Ahmet Türk’ün “PKK’ya terörist örgüt diyemeyiz” beyanı ile PKK ve örgütün elebasını övme nedeniyle hakkındaki mahkumiyet kararı davalı partinin odaklıgı hususunda en önemli kanıtlardır. Siyasi partilerin kendi ilkeleri dogrultusunda Devletin hukuksal, anayasal ve yasal yapısını degistirmek için taciz edici, saldırgan, sarsıcı, sok ve rahatsız edici nitelik tasıyan ifadelerle dahi mücadele edebilmeleri çogulcu demokrasi ilkeleri geregidir. Ancak bu mücadelede hukuka uygun olan demokratik araçlara dayanılması zorunlu olup, siyasi partiler hedeflerine siddeti tesvik ederek degil mevcut yasal sistem içerisinde ulasmayı amaç edinmeleri gerekmektedir.

Belirtilen olaylardan açıkça anlasılabilecegi üzere Demokratik Toplum Partisi il, ilçe hatta belde teskilat binalarında terör örgütünü simgeleyen bayrakların ve örgütü elebasının resimlerinin asıldıgı, öldürülen örgüt elemanlarının resimlerinin “sehit resimleri” adı altında sergilendigi köselerin olusturuldugu, hemen hepsinde terör örgütünün örgütlenme ve izlenecek yol haritasına iliskin bilgilerin yer aldıgı yasaklanmıs kitap ve diger belgelerin yer aldıgı bir görünüm arz etmektedir. Terörist basının dogum günleri buralarda parti yöneticilerinin organizasyonunda kutlanmakta, öldürülen teröristler anısına anma toplantıları düzenlenmektedir. Terör örgütünü övücü görüntü kayıtlarının gösterilmek suretiyle açıkça PKK propagandaları yapılmaktadır. Parti yöneticileri öldürülen PKK elemanları için “Kürdistan sehidi” ibarelerini ısrarla kullanmaktadır. Teröristlerin ihtiyaçlarını karsılayacak paranın temini için fon olusturan parti yöneticileri bulunmaktadır. Hemen her konusmalarında parti yöneticilerinin kullandıkları PKK elemanlarını övücü ve ülkemizin bir bölgesinin adını “Kürdistan” olarak gösterme çabalarının asıl amacının halkı kin ve düsmanlıgı sevketme oldugu tartısmasızdır.

Bu açıdan bakıldıgında ise davalı partinin genel baskanı ve diger birimlerinde görevli üyeleri tarafından partinin büyük kongresi dahil hemen her ortamda yasa dısı bölücü terör örgütünü ve elebası Abdullah ÖCALAN’ı himaye edip, genel af çıkarılmaması halinde ülkede yine silahlı eylemlerin olacagı seklideki tehditvari söylem üzerine dayandırdıkları siyasal faaliyetlerinin yukarıda bahsedilen hukuka uygun ve demokratik araçlarla gerçeklestirildiginden bahsedilmesi mümkün degildir. Aslında, terör örgütü elebasının cezaevinden verdigi talimatlarla kurulan ve yönetilen DTP.nin kurucu üyeleri arasında PKK örgüt üyeligi suçundan mahkumiyetleri bulunan kisilerin bulunması tesadüf degil, parti üzerindeki örgüt etkinliginin açık göstergesidir. Nitekim yabancı devlet adamlarınca da DTP-PKK iliskisi açık gizli sır olarak tanımlanmakta çesitli vesilelerle Avrupa ve Amerikalı devlet adamları tarafından DTP nin terör örgütü ile arasına mesafe koyması istenmektedir. (Ek-151)

Terör örgütü aleyhine bugüne kadar elestiri mahiyetinde de olsa bir tek söz sarfetmeyen davalı partinin yukarıda bahsedilen davranıslarının “örgütlenme özgürlügü” kapsamında degerlendirilmesi düsünülemez. Baska bir deyisle hedeflerine ulasmak için mevcut yasal sistem içerisinde demokratik araçlara dayanması gereken bir siyasi partinin devlete karsı silahlı eylemlerde bulunan terör örgütünü, elemanlarını, yayın organını ve elebasını savunmak degil tam tersine mahkum etmesi gerekmektedir.

Buna karsılık DTP Tüzügünün 3. maddesinin (c) bendinde mevcut “ Türkiye Cumhuriyetinin Türkler, Kürtler ve diger etnik aidiyetler tarafından kuruldugunu ve kardesligin temelinin tarihin derinliklerinde yattıgını beyan eder; halkların gelecegini ve Kürt sorununun çözümünü ortak vatanda özgür birliktelikte ve Demokratik Cumhuriyette görür.”

(e) bendinde mevcut “her kese ayrımsız,anadilinde egitim ve ögretim hakkının saglanması” seklinde,

B- Parti Programının

I. Bölümün “ Kürt Sorunu Barısçıl- Demokratik Temelde Çözülecektir” alt baslıgının 4,6,7,8,9 ve 11. paragraflarında mevcut

“Partimiz inkarcı ve ayrılıkçı yaklasımların sorunları çözmeyecegini, aksine çözümü daha da zorlastıracagına inanmaktadır. Bunun için Kürt ve Türklerin esit, özgür ve kardesçe birliginin kararlı savunucusu olacaktır.“

„Kürtlerin varlıgını ve kimligini kabule dayalı, soruna dogru bir bakıs açısı ile demokratik yönetim anlayısının ve insan haklarının gereklerine uygun politika ve yaklasımlar uygulamaya konulacaktır.“

„Kürt varlıgı ve kimligi her düzeyde tanınarak, anayasal güvenceye kavusturulacak, yasal hak esitlikleri için gerekli düzenlemeler yapılacaktır.

Dil,kültür hakları yasal güvenceye kavusturulacak,Radyo,Tv,ve basın üzerinde hiç bir kısıtlama olmayacaktır.Türkçe radyo,Tv hangi hukuki kurala baglıysa,Kürtçe ve diger dillerdeki yayınlar da aynı prosedüre baglı olarak faaliyet yürütecektir. Kültürel faaliyetler içinde aynı hukuki kurallar ve prosedür isleteceklerdir.

Kürtçe egitim ve ögretim dili olarak kullanılacaktır.

Çerçevesi,ilgili tüm çevreler ve kamuoyuyla birlikte belirlenmek üzere Toplumsal Barıs ve Demokratik Katılım Yasası düzenlenerek,silahlı çatısma dönemi nedeniyle tutuklanmıs bulunanların,yurtdısına çıkmak zorunda kalmıs tüm sürgünlerin,ve silahlı grupların demokratik siyasal yasama katılmaları saglanacaktır.

“Demokratik Yönetim _çin Sivil Toplum Örgütlülügü” alt baslıgının 5. paragrafında mevcut

“Sivil toplumun gelisimi için etnik, kültürel, siyasi, ekonomik, sportif faaliyetlere dayalı yapılara özgür örgütlenme olanakları saglanacak..”

“Demokratik Toplum _çin Yeni Bir Anayasa” alt baslıgının 5 ve 6. paragraflarında mevcut

“Tek ırk, tek dil, tek din, tek kültür, cinsiyetçi roller mantıgının yerine toplumdaki etnik, kültürel ve inançsal farklılıklar kapsanacak sekilde, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaslıgı” üst kimligi anayasal olarak tanımlanacaktır.”

“Kürtler ve diger kültürel aidiyetlerin, ülkenin birligi içinde kendilerini kimlikleriyle

özgürce ifade edebilme, kültürlerini gelistirme, ana dillerini konusma ve gelistirme, egitim yapma, görsel, isitsel medya araçlarını kullanma hakları anayasal güvenceye alınacaktır.”.

III. Bölümün “ SOSYAL POLİTİKALAR ” , “ Egitim ” alt baslıgının 4,6 ve 7. paragraflarında mevcut

“…Her vatandasın etnik köken ve dil farklılıkları temelinde özgürce ve esit faydalanacagı, ezbercilikten uzak, bireyin yaratıcılıgını, yeteneklerini gelistiren ve yeteneklerine göre yönlendiren, bilimsel nitelikte olacaktır.”

“Anadil ile egitim önündeki tüm yasaklar kaldırılacaktır. Anadiller kültürel bir miras olarak ele alınacak, kullanan toplumun sanat, edebiyat ve egitimi gelistirilecek kosullar yaratılacak, anadil egitimi yönetim sekline göre ele alınmayacaktır. Yogun talebin oldugu Kürt dili ile egitim konuyla ilgili egitimcilerin önerileri ısıgında ve anadilde egitimin uygulandıgı ülkelerin tecrübelerinden de faydalanarak bir programa kavusturulacaktır. _htiyaç duyulan bölge, sehir ve mahallelerde Kürtçe anadili ile egitimin kosulları saglanacaktır.”

“_htiyaç ve talep kapsamında tüm anadillerin ögretimi çagdas ve insani bir sorumluluk olarak ele alınacak ve bu kapsamda degerlendirilecektir. Basta Kürtçe olmak üzere Türkiye’de kullanılan tüm anadillerde üniversitelerde kürsüler açılacaktır.” seklinde ve benzeri nitelikte, aynı hususları ifade eden düzenlemelerin gerek ayrı ayrı gerek bütün halinde degerlendirilmeleri sonucunda;

Ülkede (uluslararası antlasmalarda belirlenenlerin dısında) azınlıklar bulundugu, varsayılan azınlıkların Anayasa’da yer alması gerektigi, hatta “ortak vatanda özgür birliktelikte” tanımlaması ile 2820 sayılı yasanın 81/a bendine aykırı olarak ve Anayasanın “devletin tekligi” ilkesinin aksine yapılanmayı öngördügü, güdülen amacın devletin üniter yapısını bozarak federal bir yapılanmayı içerdigi, Türkçe dısında anadilde egitim ve ögretimi öngörmek suretiyle Türkiye Devleti’nin dilinin Türkçe ve Türk vatandaslarına Türkçe’den baska hiçbir dilin egitim ve ögretim kurumlarında ana dilleri olarak okutulamayacagı ve ögretilemeyecegine dair yukarıda bahsedilen Anayasa ve yasa hükümlerine açıkça aykırı mahiyette oldukları belirlenmis, bu itibarla bölücü terör örgütü PKK’nın temel amaçlarına tamamen uygunluk gösteren bu hususların davalı parti tarafından tüzük ve programında ısrarla vurgulanmasının davalı partinin asıl amacının terör örgütünün amaçlarıyla birebir örtüstügünün kanıtı olarak degerlendirilmesini gerektirmektedir. (Ek-152)

Terör örgütünün talimatlarının yayınladıgı internet sitelerinde 22 Temmuz 2007 Milletvekili seçimlerinde DTP’li bagımsız adayların desteklenmesi için açıkça çagrılar ( aslında tehdit) yer almıs, yol kesip çok sayıda aracı durduran örgüt mensupları seçimlerde DTP’nin gösterdigi adaylar dısında kimseye oy verilmemesi ve örgüte yardım edilmesi için propaganda yapmıslardır. Böylece terör örgütü güdümündeki DTP’nin demokratik toplum gereklerini yerine getiren, hukuksal platformda çalısmalarına devam eden bir siyasi parti oldugunun iddiası ve kabulü iyiniyetle açıklanması mümkün olmayan bir durumdur.

DTP, Genel Baskanından, çesitli kademelerindeki yöneticilerine kadar genis bir yelpazede, ülkeyi bölmeyi amaçlayan yasa dısı terör örgütünün (PKK) propagandacısı, yardım ve yatakçısı ve sair efradının kümelendigi bir olusum halini almıstır. Belirtilen nitelikteki eylemler yeterli yogunluga ulastıgı gibi, davalı partinin de bu eylemleri kararlılıkla destekledigi tartısmasız bir hal almıstır. Mevcut odaklık hali nedeniyle olusan bu durum karsısında, gelecege yönelik olası sonuçlar da gözetildiginde, davalı partinin “siyasi parti örgütlenme özgürlügünden” yararlanarak faaliyette bulunması, toplumda yaratılmaya çalısılan kin ve düsmanlıgın boyutları nazara alındıgında son derece vahim sonuçlar yaratacaktır. 28.10.2007 tarihinde Diyarbakır’da “Demokratik Toplum Kongresi” adı altında gerçeklestirilen toplantı ve sonuç bildirisi ile DTP’nin 2. Olaganüstü Büyük Kongresinin 08.11.2007 tarihinde yapıldıgına ve Genel Baskanlıga Nurettin Demirtas’ın seçıldigine dair yazılı ve görsel basında bilgiler yer almıs, davalı parti tarafından Cumhuriyet Bassavcılıgımıza bu konularda henüz belgeler intikal etmemis olup, geldiginde iddianamemize eklenmek üzere gönderilecektir. Ancak; İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin 11.10.1995 gün ve 1993/134 esas, 1995/178 sayılı kararı ile terör örgütü yöneticisi olmak suçu nedeniyle 18 yıl 9 ay agır hapis cezası ile cezalandırıldıgı, söz konusu mahkumiyetinin 5237 sayılı yasa yönünden İzmir 8. Agır Ceza Mahkemesinin 30.06.2005 tarihli kararıyla 5237 sayılı yasanın 314/1. maddesi geregince 12 yıl 6 ay hapis cezasına indirilmesi sonucu 01.06.2005 tarihinde sartla tahliye edildigi anlasılmıstır. (Söz konusu mahkumiyete iliskin adli sicil kaydının Cumhuriyet Bassavcılıgımıza yeni intikal etmis olması nedeniyle ilgili hakkında 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 11. maddesi geregince ihracı için ilgili partiye yazı yazılmıstır.) Terör örgütü yöneticiligi suçundan mahkum olup, cezaevinden çıktıktan hemen sonra davalı parti saflarına katılan Nurettin Demirtas’ın söz konusu kariyerinin Demokratik Toplum Partisi Genel Baskanlıgına seçilmesinde en büyük etken oldugu, partinin terör örgütü ile ne derece yakın oldugunu göstermesi açısından kesin kanıt niteligindedir. (Ek-153)

“ÇOK DAHA AÇIK SÖYLEMEK GEREKİRSE TERÖR ÖRGÜTÜNÜ KINAMA VEYA EYLEMLERİNİN YANLISLIGINI, ÇOCUK YASLI KADIN AYRIMI GÖZETMEDEN İNSANLARI TERÖRİST YÖNTEMLERLE KATLETMENİN BİR İNSANLIK SUÇU OLDUGUNU SÖYLEYEMEME DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİNİN HİÇBİR İLKESİ İLE AÇIKLANAMAZ. BU DURUM ANCAK KİSİLER_N ASLINDA DEMOKRASİ İLE İLGİLERİNİN OLMAYIP, ÖRGÜT TARAFINDAN VERİLEN GÖREVİ YERİNE GETİRMEK İÇİN DEMOKRASİYİ ZORLAMAK VE TOPLUMDA KİN VE DÜSMANLIK DUYGULARI OLUSTURMAK ÜZERE SİYASİ PARTİ BÜNYESİNDE TOPLANMASI BİÇİMİNDE İZAH EDİLEBİLİR. TERÖRE TERÖR DİYEMEYEN BİR MANTIK YA TERÖRİSTTİR YA DA KENDİSİNİ GÖREVLENDİREN ÖRGÜTTEN ÖLESİYE KORKANDIR! BU DAVRANISLARA İLİSKİN GÜNCEL DEGERLENDİRMELER NASIL OLURSA OLSUN, SONRAKİ ONYILLAR HATTA YÜZYILLARDA DAHİ BU DAVRANISLARI SERGİLEYENLER VE ÇESİTLİ ÇIKARLARI UGRUNA GÖRÜNÜSTE KINADIKLARI TERÖRÜ EL ALTINDAN DESTEKLEYEN ODAKLAR TOPLUMSAL YARGILARA KONU OLACAKTIR. ZİRA TERÖR İNSANIN İNSAN OLMA NİTELİKLERİNE AYKIRI BİR DAVRANIS BİÇİMİDİR.”

Anayasa’nın 68/4. maddesine aykırı eylemlerin yogunlugu ve bu eylemlerin parti genel baskanı ve merkez organlarınca da zımnenin ötesinde açıkça benimsenmesi ve kararlılıkla da islenmesi karsısında, davalı siyasi parti Anayasa’nın 69/6. maddesinde vurgulandıgı üzere belirtilen eylemlerin odagı haline gelmistir. Davalı partinin hedeflerine ulasmada bölücü terör örgütü yolu ile siddet unsurunu kullanma ve savunmada kararlı oldugu görülmekte, bu durumda toplumun huzur ve güvenligi için temelli kapatılma istemi ile dava açılması sosyal, siyasal ve hukuksal yönlerden bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Zira DTP demokratik sistemin öngördügü bir siyasi partiden ziyade bölücü terör örgütü ve elebasısı tarafından yönlendirilen ve her platformda örgüt amaçlarına hizmeti görev edinen bir olusum vasfındadır. Geçmiste de aynı vasıftaki partilerin kapatılmıs olmasına ragmen davalı partinin ısrarla geçmisin takipçisi olması, terör örgütü ve elebasısının yönlendirmesi ile faaliyetlerde bulunması temelli kapatma yaptırımını zorunlu, mesru ve orantılı kılmaktadır. Aksi düsünce toplumdaki kin ve düsmanlıgın çok daha fazla beslenerek iç çatısmayı dahi yaratabilecek düzeye gelmesini saglayacaktır. Demokratik Toplum Partisi Genel Baskanı baskan yardımcıları ,diger yöneticileri ve partili belediye baskanlarının terör örgütünü savunur sekildeki açıklamalarının Avrupa _nsan Hakları Sözlesmesi’nin 10. maddesinde yer alan “ifade özgürlügü” kapsamında degerlendirilip degerlendirilemeyecegi hususunda en kesin yanıt Avrupa _nsan Hakları Mahkemesinin 25 kasım 1997 tarihli “Zana-Türkiye” davasında verdigi kararında mevcuttur. Söz konusu kararda aynen;

KARAR


I. SÖZLESMENİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI


38. Bay Zana, gazetecilere yaptıgı açıklama nedeniyle Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından mahkum edilmesinin ifade özgürlügünü ihlâl ettigini ileri sürmüstür. Bay Zana, Sözlesmenin 10. maddesine dayanmıstır. Bu hükme göre, “1. Herkes ifade özgürlügü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlara bakılmaksızın, bir görüse sahip olma, haber ve düsünceleri elde etme ve bunları ulastırma özgürlügünü de içerir. Bu madde Devletin radyo yayıncılıgını, televizyon ve sinema isletmeciligini izne baglamasına engel degildir.

2. Bu özgürlükler ödev ve sorumlulukla birlikte kullanılabildiginden, ulusal güvenlik, ülke bütünlügü ve kamu güvenligi, suçun ya da düzensizligin önlenmesi, genel saglık ve genel ahlakın korunması, baskalarının seref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açıga vurulmasının önlenmesi, yargılama organının otorite ve tarafsızlıgının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda zorunlu olan ve hukukun öngördügü formalitelere, sartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir.”

39. Bay Zana ayrıca Sözlesmenin 9. maddesiyle garanti altına alınan düsünce özgürlügüne (hakkına) müdahale edildiginden sikâyetçi olmustur. Komisyon gibi Divan da bu sikâyetin 10. maddeye göre yapılan sikâyetle baglantılı oldugunu kabul eder.

A. Hükümetin İlk İtirazları

40. Hükümet iki ilk itiraz ileri sürmüstür; bunların birincisi zaman bakımından yetkisizlige, ikincisi de iç hukuk yollarının tüketilmemis olduguna dayanmaktadır. 1. Zaman Bakımından Yetkisizlik İtirazı

41. Hükümet, ilk dilekçelerinde ifade edildigi gibi, Divan’ın basvurucunun Sözlesmenin 10. maddesine göre yaptıgı sikâyeti incelemeye zaman bakımından yetkisiz oldugunu çünkü esas olarak olayı basvurucunun Agustos 1987’de gazetecilere yaptıgı açıklamanın (bkz. yukarıda paragraf 12) olusturdugunu, bunun da olayın Türkiye’nin Divan’ın zorunlu yargı yetkisini tanımasından önce meydana geldigini gösterdigini ileri sürmüstür. Hükümete göre Türkiye, 22 Ocak 1990’da Divan’ın zorunlu yargı yetkisini bu tarihten “sonra ortaya çıkan olaylara ve böyle olaylara iliskin mahkeme kararlarına samil” olarak tanırken, Sözlesmenin 46. maddesinde öngörülen bildirimi yaptıgı tarihten önce meydana gelen olayların ve bu tarihten sonra verilse bile bu olaylarla ilgili mahkeme kararlarının Divan’ın denetimi dısında tutulmasını amaçlamıstır.

42. Divan, Türkiye’nin yalnızca bildirimde bulundugu (bkz. yukarıda paragraf 33) 22 Ocak 1990’dan sonraki olaylar bakımından Divan’ın yargı yetkisini kabul ettigine isaret eder. Bununla birlikte bu davada Divan, Komisyon Temsilcisi gibi, esas olayı olusturanın Bay Zana’nın gazetecilere yaptıgı açıklama degil, basvurucuyu Türk yasalarına göre (bkz. yukarıda paragraf 26) “yasanın cürüm saydıgı fiili övdügü” gerekçesiyle on iki ay hapis cezasına mahkum eden ve Yargıtay tarafından 26 Haziran 1991’de onanan (bkz. yukarıda paragraf 28), Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin 26 Mart 1991 tarihli kararı oldugunu kabul eder. Sözlesmenin 10. maddesi anlamında “müdahale”yi olusturan ve Divan’ın bu maddeye göre haklı olup olmadıgına karar vermesi gereken, Türkiye’nin Divan’ın zorunlu yargı yetkisini tanımasından sonra ortaya çıkan bu mahkumiyet ve hapis cezasıdır. Dolayısıyla bu ilk itiraz reddedilmelidir. Hükümetin, davayı Divan önüne getiris biçimi ısıgında (bkz. yukarıda paragraf 1), bu sikâyeti zaman bakımından uygun olmaması nedeniyle (Divan’ın yargı yetkisi) dısında bırakmak için 22 Ocak 1990 tarihli bildirimine dayanmaktan vaz geçmis sayılıp sayılmayacagı sorunu Divan önünde dile getirilmemistir ve Divan, bu kosullarda, bu sorunu karara baglamayı gerekli görmemektedir.

2. İç Hukuk Yollarının Tüketilmedigi İddiası

43. Alternatif olarak Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmedigini ileri sürmüstür. Hükümetin ifadesine göre Bay Zana, Sözlesmenin 10. maddesine iliskin sikâyetini, esas olarak Türk mahkemeleri önünde ileri sürmemistir.

44. Divan, Komisyon Temsilcisi gibi, bu itirazın basvurunun kabul edilebilir olup olmadıgı degerlendirilirken ileri sürülmedigini ve bu nedenle Hükümetin bu itiraza dayanmaktan vazgeçmis sayıldıgını belirtir.

B. Şikâyetin Esası

45. Divan’ın daha önce belirtmis oldugu gibi (bkz. yukarıda paragraf 42), basvurucunun gazetecilere yaptıgı açıklamalar nedeniyle Türk mahkemeleri tarafından yargılanması ve hapis cezası almasının ifade özgürlügüne bir “müdahale” olusturdugu tartısmasızdır. Gerçekten, bu hususa itiraz edilmemistir.

46. Bu müdahale; “hukuk tarafından öngörülmemisse”, 10. maddenin 2. fıkrasında anılan mesru amaçların birine ya da birkaçına yönelik degilse ve bu amaç ya da amaçları gerçeklestirmek için “demokratik bir toplumda zorunlu” degilse 10. maddeye aykırı olacaktır.

1. “Hukuk Tarafından Öngörülme” Kosulu

47. Divan, basvurucunun mahkumiyetinin ve cezasının Türk Ceza Yasasının 168 ve 312. maddelerine (bkz. yukarıda paragraf 31) dayandıgını belirterek itiraz edilen müdahalenin “hukuk tarafından öngörüldügünü” kabul eder. Bu husus da aynı biçimde tartısmasızdır.

2. İzlenen Amacın Meşruluğu

48. Hükümet müdahalenin, ulusal güvenligin ve kamu güvenliginin saglanmasını, ülke bütünlügünün korunmasını ve suçun önlenmesini gerçeklestirmeye yönelik olması nedeniyle mesru amaçlara dayandıgını ileri sürmüstür. PKK yasadısı bir terör örgütü oldugu için bu davada ulusal mahkemeler tarafından Türk Ceza Yasasının 312. maddesinin uygulanması, bu tür örgütleri desteklemek olarak degerlendirilen davranısların cezalandırılması amacına yöneliktir.

49. Komisyona göre, siyasal kisiligi olan birinin -basvurucu eski Diyarbakır belediye baskanıdır- böyle bir ifadesinin, ulusal makamları ülke içindeki terörist faaliyetlerin artmasından korkmaya yöneltmesi akla yatkındır. Bu nedenle (ulusal) makamlar, ulusal güvenlige ve kamu güvenligine yönelik bir tehdit oldugunu ve ülkenin toprak bütünlügünü korumak ve suçu önlemek için önlemler alınması gerektigini düsünmekte haklıdırlar.

50. Divan, gazetecilerle yaptıgı röportajda basvurucunun “PKK ulusal kurtulus hareketini” destekledigini açıkça gösterdigini (bkz. yukarıda paragraf 12) ve Komisyonun da belirttigi gibi, basvurucunun ifadesinin PKK militanları tarafından sivillerin öldürülmesiyle aynı zamana denk düstügünü belirtir.

Bu durumda Divan, Türkiye’nin Güneydogu bölgesinde ciddi çatısmaların sürdügü bir dönemde -bölgede iyi tanınan siyasal bir kisilikten gelen- böyle bir ifadenin ulusal makamların ulusal güvenligin ve kamu güvenliginin sürdürülmesine yönelik olarak önlem almasını haklı kılan bir etkiye sahip oldugunu kabul eder. Bu nedenlerle sikâyet konusu edilen müdahale 10. maddenin 2. fıkrasında yer alan mesru amaçları saglamaya yöneliktir.

1. Müdahalenin Zorunluluğu

(a). Genel İlkeler

51. Divan, 10. maddeye iliskin kararlarında ortaya koydugu temel ilkeleri tekrar eder:

(i) _fade özgürlügü, demokratik bir toplumun vazgeçilmez esasını ve toplumun gelisimi ve her bireyin kendini gerçeklestirmesinin temel kosulunu olusturmaktadır. Bu, 2. fıkraya uygun olarak, yalnızca onaylanan, zararsız oldugu kabul edilen ya da nasıl olursa olsun farketmeyen “bilgi” ya da “düsünceler” için degil; hosa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, “demokratik toplum”un onlarsız olamayacagı çogulculugun, hosgörünün ve açık fikirliligin geregidir. 10. maddede açıklandıgı gibi bu özgürlük, her halde dar yorumlanması ve herhangi bir sınırlama gereksiniminin ikna edici bir biçimde ortaya koyulması gereken istisnalara tabidir (su kararlara bakınız: Handyside / Birlesik Krallık, 7 Aralık 1976, Seri A no. 24, s. 23, § 49; Lingens / Avusturya, 8 Temmuz 1986, Seri A no. 103, s. 26, §41; ve Jersild / Danimarka, 23 Eylül 1994, Seri A no. 298, s. 26, § 37).

(ii) 10 maddenin 2. fıkrası anlamında “zorunlu” sıfatı, “zorlayıcı bir toplumsal gereksinim”in varlıgını ifade etmektedir. Sözlesmeci Devletler böyle bir gereksinimin var olup olmadıgını degerlendirmede belli bir takdir yetkisine sahiptirler. Ancak bu, mevzuatı ve bagımsız bir mahkeme tarafından verilse bile mevzuatı uygulayan mahkeme kararlarını da kapsayacak biçimde Avrupa denetim mekanizmasıyla uyumlu bir biçimde olabilir. Bu nedenle Divan, bir “sınırlamanın” 10. maddeyle korunan ifade özgürlügüyle bagdasıp bagdasmadıgı konusunda nihai kararı verme yetkisine sahiptir (bkz. yukarıda anılan Lingens kararı, s. 25, § 30).

(iii) Divan, denetleyici yargı yetkisini kullanırken itiraz edilen müdahaleye, basvurucunun sorumlu tutuldugu sözlerinin özü ve bunları hangi baglamda söyledigini de kapsayacak biçimde, davanın bütünün ısıgında bakmalıdır. Divan özellikle dava konusu müdahalenin “izlenen mesru amaçlarla orantılı” olup olmadıgını ve ulusal makamların bu müdahaleyi haklılastırmak için ileri sürdükleri nedenlerin “uygun ve yeterli” olup olmadıgını saptamalıdır (bkz. yukarıda anılan Lingens kararı, s. 25-26, § 40; ve 22 Subat 1989 tarihli Barfod / Danimarka kararı, Seri A no. 149, s. 12, § 28). Bunu yaparken Divan, ulusal makamların 10. maddede somutlastırılan ilkelere uygun standartları uyguladıklarına ve bundan baska, ilgili olayların kabul edilebilir bir nitelendirmesine dayandıklarına ikna olmalıdır (bkz. yukarıda anılan Jersild kararı, s. 26, § 31).

(b) Yukarıdaki İlkelerin Eldeki Davaya Uygulanması

52. Bay Zana mahkumiyetinin ve cezasının tamamen haksız oldugunu ileri sürmüstür. 1960’lardan beri Kürt davasının aktif bir savunucusu olarak her zaman için siddete karsı oldugunu söylemistir. Bay Zana Hükümetin, PKK’nın silahlı mücadelesini destekledigini ileri sürmekle sözlerini yanlıs yorumlamıs oldugunu savunmustur. Aslında gazetecilere ulusal kurtulus hareketini destekledigini ancak siddete karsı oldugunu söylemis ve kadın ve çocukların katledilmesini kınamıstır. Her halde, PKK üyesi degildir ve siddete basvurmayan eylemi savunan “Özgürlük Yolu” örgütüne üye olmaktan hapis cezası almıstır.

53. Öte yandan Hükümet, basvurucunun mahkumiyetinin ve cezasının 10. maddenin 2. fıkrasına göre tamamen haklı oldugunu ileri sürmüstür. Hükümet, PKK’nın Güneydoguda kanlı saldırılarını sürdürdügü bir sırada basvurucunun söylediklerinin ciddiyetini vurgulamıstır. Sunuslarında, toprak bütünlügünü tehdit eden bir terör ortamıyla karsı karsıya kalan bir Devletin, böyle bir durumun yalnızca bireylere yönelik olmasına göre daha genis bir takdir yetkisine sahip olması gerektigini belirtmislerdir.

54. Komisyon, Hükümetin görüslerinin büyük çogunlugunu benimsemis ve 10. maddenin ihlâl edilmedigi düsüncesini beyan etmistir.

55. Divan, yukarıda 51. paragrafta ortaya koyulan ilkelerin terörizme karsı mücadelede ulusal güvenlik ve kamu güvenliginin sürdürülmesi için alınan önlemler açısından da geçerli oldugunu düsünmektedir. Bu baglamda Divan, her olayın özel kosullarını ve Devletin takdir yetkisini özenle göz önünde tutarak, bireylerin ifade özgürlügüne iliskin temel haklarıyla demokratik bir toplumun mesru hakkı olan kendini terörist örgütlerin eylemlerine karsı korumak arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadıgını arastırmalıdır.

56. Sonuç olarak Divan eldeki davada, Bay Zana’nın mahkumiyetinin ve cezasının “zorlayıcı bir toplumsal gereksinim”e yanıt verip vermedigini ve bunların “izlenen mesru amaçlarla orantılı” olup olmadıgını degerlendirmelidir. Bu amaçla Divan, basvurucunun sözlerinin içerigini o dönemde Türkiye’nin Güneydogu bölgesinde hüküm süren durumun ısıgında çözümlemenin önemli oldugu görüsündedir.

57. Divan basvurucunun açıklamasını, kendisinin de esas olarak reddetmedigi, 30 Agustos 1987’de günlük ulusal gazete Cumhuriyet’te yayınlandıgı biçimiyle (bkz. yukarıda paragraf 12) temel alacaktır. Açıklama iki cümleden olusmaktadır. Birinci cümlede basvurucu, “katliamlardan yana” olmadıgını söylerken “PKK ulusal kurtulus hareketi”ni destekledigini belirtmektedir. İkinci cümlede sunu söylemektedir: “herkes hata yapar, PKK, kadın ve çocukları yanlıslıkla öldürüyor.”

58. Bu sözcükler çesitli biçimlerde yorumlanabilir ancak, her halde, bunlar çeliskili ve anlamı belirsizdir. Bunlar çeliskilidir çünkü aynı zamanda hem amaçlarına ulasmak için siddet kullanan bir terörist örgüt olan PKK’yı desteklemek hem de kendisinin katliamlara karsı oldugunu açıklamak zor görünmektedir. Bunların anlamı belirsizdir çünkü Bay Zana kadın ve çocukların katledilmesini uygun bulmazken aynı zamanda bunu herkesin yapabilecegi bir “hata” olarak tanımlamaktadır.

59. Bununla birlikte, bu açıklamaya tek basına bakılmamalıdır. (Bu açıklamanın) basvurucunun da farkında olması gereken, olayın somut kosulları içinde özel bir anlamı vardır. Divanın daha önce belirttigi gibi (bkz. yukarıda paragraf 50) bu röportaj, o tarihte gerginligin dorukta oldugu Türkiye’nin Güneydogu bölgesinde PKK’nın sivillere yönelik kanlı saldırılarıyla aynı zamana denk düsmüstür.

60. Bu kosullar altında büyük bir ulusal günlük gazetede yayınlanan röportajda, Güneydogunun en önemli kenti olan Diyarbakır’ın eski belediye baskanının -”ulusal kurtulus hareketi” olarak tanımladıgı- PKK’ya verdigi destegin, bu bölgedeki patlamaya hazır havayı daha da agırlastıracagı düsünülebilir.

61. Bu nedenle Divan, basvurucuya verilen cezanın “zorlayıcı bir toplumsal gereksinime” yanıt verdiginin kabul edilmesinin uygun oldugunu ve ulusal makamların ileri sürdügü nedenlerin “uygun ve yeterli” oldugunu düsünmektedir; her halde, basvurucu cezasının yalnızca beste birini hapiste geçirmistir (bkz. yukarıda paragraf 26).

62. Bütün bu etkenleri ve böyle bir davada ulusal makamların sahip oldugu takdir yetkisinin sınırlarını göz önünde tutarak Divan, incelenen müdahalenin izlenen mesru amaçlarla orantılı oldugunu düsünmektedir.

Sonuç olarak, Sözlesmenin 10. maddesi ihlâl edilmemistir. (EK-154)

Denilmektedir. Bu itibarla söz konusu karardaki kıstaslar ve ülkemizin maruz kaldıgı yogun terör olayları sırasında gerçeklesen davalı partiye mensup kisilerin beyanlarının Sözlesmenin 10. maddesinde yer alan “ifade özgürlügü” içinde degerlendirilemeyecegi açıkça ortaya çıkmaktadır.