Türk Şiiri (Ziya Paşa)

Vikikaynak, özgür kütüphane

Eslâfta Ahmet ü Necati,
Avare vü dilşikeste Zati,
Türki sühane temel komuşlar;
Gerçi temeli güzel komuşlar,
Etmekle lisanımız tagayyür
Ol şiveyi güç bize tasavvur.
Mazmunları gerçi pek metindir,
Elfazı da ol kadar çetindir.
Tarz-ı gazel ü kasidebazi
Nahoş o kadar ki vezn-i tazi.
Dan ile igen de ler dürür ler
Her beytte birbirin sürürler.
Ya haşv ü imale vü zihafât
Inşat edene belâ-yı âfât.
Belki o zaman için güzelmiş,
Lâkin sonra lisan düzelmiş.
Olmuş bu tebeddül-ü lisana
Bais iki husrev-i yegâne:
Sultan-ı cihan Selim-i Evvel,
Hakan-ı müeyyed ü mübeccel,
Etmiş o şehenşeh-i muzaffer
Mülk-ü sühani dahi müsahhar.
Ekser sözü farisidir anın,
Makbul ü müsellemi cihanın.
Yok, Rum aranır ise seraser,
Ol şivede farisi demiş er.
Olmakla şeh-i cihan-ı mana
Divanı durur cihanda hâlâ.
Oğlu dahi padişah-ı irfan,
Sahipkanun, Han Süleyman,
Görmüş idi terbiyet pederden,
Elbette çıkar güher güherden.
Tesis-i bina-yı devlet etti,
Tanzim-i lisana himmet etti.
Zâhirde vü âlem-i sühande
Kendisine halkı kıldı bende.
Surette değil fakat cihangir,
Mülk-ü hüneri de etti teshir.
Verdi bu iki şeh-i fazilet
Hem devlete hem lisana vüs'at.
Meclislerine nedim-i dahil
Olmuş idi zümre-i efazil.
Himmetleri ile oldu mevcut
Bir İbni Kemal, misli mefkut.
Hem etti Ebüssuut'u is'at
Ol iki şehenşeh-i melekzat.
Bu iki hünerver-i yegâne
Pek çok medet ettiler lisana.
Baki idi nice sayf ü kânun
Perverde-i has-ı Şah-ı Kanun.
Olmuştu o padişah-ı nekkat
Hem padişah ona hem de üstat.
Her şi'r verişte, Şah-ı zişan
Hem rütbe verirdi hem de ihsan.
Zahir görünür kasidesinden,
Tavr-ı gazel-i güzidesinden
Kim tarz-ı kadime kisve vermiş,
Şi'r onun eliyle şekle girmiş.
Baki'ye seza olunsa tayin
Tâbir-i müceddid-i nohustin.
Amma yine bazı köhne tâbir
Baki'de eder derunu tekdir.
Sonra edilip bu şive tecdit
Asar-ı acem olundu taklit.
Evzanda taharrüz-ü zihafât,
Teksir-i tetabu-u izafât,
Cümle edevat-ı vasf-ı terkip,
Tevsi-i teselsül-ü terakip,
Birden girdi bizim lisana,
Hep nameler oldu şairane.
En cay-ı taaccübü bu babın
Baisleridir şu inkılâbın:
Istanbul iken makarr-ı irfan,
İstanbul iken metaf-ı büldan,
Yaptı iki taşralı bu hali,
Van'lı birisi, biri Reha'lı.
Yani biri Nef'i-i sühanver
Hem diğeri Nabi-i muammer.
Bunlardır eden lisanı tevsi,
Bunlardır eden beyanı tenvi.
Bunlar verdi zebana zinet,
Bunlar verdi beyana suret.
Türki dili evvel idi yekta,
Etti onu farisi dübalâ.
Hem öyle yakıştı iki gevher,
Gûya ki karıştı şir ü şekker.
Yahut iki bahr-i ilm ü irfan
Birleşti beraber oldu umman.
Yok, üç deniz oldular ferahem,
Ondan çıktı bu bahr-i âzam.
Zira arabi lisanla evvel
olmuş idi farisi mükemmel.
Osmanlı lisanı bu lisandır,
Fikreyle, ne bahr-i bikerandır.
Osmanlı lisanını bilen zat
Bir bennadır ki hazır alât:
Birkaç türlü edata nail,
Birkaç nevi inkılâba kabil.
İmalde hiç külfet olmaz,
Teftişte tab'a zahmet olmaz.
Herhangi hayal ise musavver
Elfazı gelir onun beraber.
Sair lüsün-ü atikanın hep
Mâkulâtı olur mürettep;
Kat'a o huduttan çıkılmaz,
İnsan buna ya nasıl sıkılmaz!
Manzum ise bahusus o suret
Birkaç kat olur o demde külfet.
Tazyik-i aruz bir cihetten,
Hem kafiye vü redif rehzen.
Tahsine olur kati sezavar
Bir dilde güzel diyenler eş'ar.
Amma ki bizim lisanımızda
Her türlü edat yanımızda.
Efkâr-ı Arap, hayal-i İran,
Mahsul-ü memalik-i Horasan,
Her hangisine uzatsa desti
Mümkün dolmak kişiye testi.
Herhangi hayal gelse akla
Biz kadiriz onu lâfza nakle.
Böyle var iken lisanda vüs'at
Var der yine bazılar zaruret.
Mahreçte muhalif iken aslı
Eyler ayn'a çü hemze vaslı.
Met verdi kimi elifle nuna,
Verir hareke kimi sükûna.
Der okla akıl ibaretinde
Canı dahi çaaan suretinde.

Sorsan bu tekellüfata illet,
Der: Veznde çünkü var zaruret.
Lâyık mı ki şairim diyen zat
Farketmiye mahrec-i hurufat!
Kim eyler onu bu sehve icbar?
Mahdut mudur diyar-ı efkâr?
Eslafta gerçe var zihafât,
Yoktur böyle veli hurafât.
Sabit, Sami bu sehvi etmiş,
Ragıp, Asım o isre gitmiş.
Bunlardaki sehv sonra gûya
Sair şuaraya oldu fetva.
Çok şair-i ehl-i tab'ü maye
Taklit ile düştü bu hataya.