Selahattin Demirtaş'ın 24-25 Nisan 2019'daki savunması

Vikikaynak, özgür kütüphane

24 Nisan[değiştir]

1. Kısım[değiştir]

Kamuoyu açlık grevlerine duyarlı olmalı, annelerin gözyaşının rengi yoktur

Öncelikle eş genel başkanlarımı, milletvekilli arkadaşlarımı, avukat arkadaşları, izleyenleri, partili arkadaşlarımı selamlıyorum. Herkese günaydın, kolaylıklar diliyorum. Savunmama başlamadan önce milletvekili arkadaşlarımız açlık grevindeler. Onlara buradan selamlarımı gönderiyorum. Leyla Güven, Selma Irmak, Sebahat Tuncel, Tayip Temel, Dersim Dağ ve Murat Sarısaç milletvekillerimiz, kimi cezaevinde kimi cezaevi dışında Türkiye’nin barışı ve demokrasisinin güçlenmesi, sağduyunun diyaloğun hakim olabilmesi için duyarlılık eylemi yapıyorlar, bedenlerini ölüme yatırıyorlar. Bir gün önce, bir saat önce bu eylemleri bitirebilirsek bundan mutluluk duyacağız, ancak bunun yolunun da taleplerin başta hükûmet olmak üzere Parlamento tarafından duyulması ile mümkün olabileceğini biliyoruz.

Arkadaşlarıma selamlarımı gönderiyorum ve hem de kamuoyuna duyarlı olması ve bu talepler etrafında kenetlenmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Konuya dikkat çekmek için Gebze Cezaevi önünde eylem yapan annelerimize yönelik onur kırıcı işkence ve hakarete varan muameleleri asla kabul etmeyeceğimi, annelerin gözyaşının renginin olmadığını hatırlatarak, Türkiye’de evladını yitirmiş ya da yitirme tehlikesi olan her annenin hepimizin orta değeri olduğunu, annelere bu şekilde davranılmasının, zaten kutuplaşmış toplumu daha fazla kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını belirterek kınıyorum. Aralarında bizatihi dosyamı takip eden avukat arkadaşlarımızın da olduğu hak savunucularına yönelik Ankara Kızılay’da sert bir müdahale yapılmış ve işkenceye varan uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Hem avukat arkadaşlarımı selamlıyor hem de bu muameleyi kınayarak devam etmek istiyorum.

Savcı fezleke için 4,5 yıl beklemiş, 7 Haziran seçimleri biter bitmez Parlamento’ya göndermiş

Sıradaki savunmasını yapacağım fezleke 15 No’lu fezleke. Öncelikle hem mahkeme heyetinin hem de kamuoyuna açık olan bu yargılamada kamuoyunun hakkımdaki suçlamaları daha iyi anlayabilmesi için fezlekeyi okuyarak, fezlekeye ilişkin heyetinizin talep ettiği bilirkişi raporlarına değinerek önceki celselerdeki usulü devam ettireceğim. 15 No’lu fezlekeyi TBMM’ye gönderildiği hâliyle okuyarak başlamak istiyorum. 15 No’lu fezlekenin suç konusu, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve toplantı gösteri yasasına muhalefet etmek”. İddia olunan suçu 2011 8 Nisan'ında işlediğim belirtiliyor. Mahkemenin, avukatlarım ve kamuoyunun dikkatini çekmek istiyorum; 2011’in 8 Nisan’ında yapılan bir yürüyüş ile ilgili hazırlanmış bir fezleke. Peki bu fezleke söz konusu yürüyüşten sonra mı düzenlenmiş bir fezlekedir, hayır. 2015 7 Haziran seçimlerinden 3 ay sonra hazırlanmış. Yani suçlama konusu yapılan yürüyüş tarihinden tam 4-4,5 yıl sonra hazırlanmış bir fezlekedir. Fezlekenin hazırlanma tarihi 6.10.2015 tarihidir. Dolayısıyla Diyarbakır Cumhuriyet Savcı Vekili’nin bu fezlekeyi Parlamento’ya gönderme saiki başlı başına 7 Haziran seçimleriyle doğrudan bağlantılıdır. AKP’nin 7 Haziran’da tek başına Parlamento’daki çoğunluğu ve hükûmet olma kudretini yitirmesinden sonra bir grup savcının harekete geçmesi sonrasında hazırlanan fezlekelerden biridir. Çünkü AİHM çok sayıda kararında ve içtihatında özellikle kamusal düzenin bozulduğu ya da bozulacağı iddiası ile yapılan soruşturmaların etkili ve adil olabilmesi açısından soruşturmanın ne kadar hızlı yürütüldüğünü de esas almıştır. AYM’nin bazı kararlarında da bu söz konusudur. Her ne kadar AYM bu kararların arkasında durmasa da AYM içtihatlarında bunlar vardır. Yani savcı bir yurttaşın herhangi bir eylemi, konuşması nedeniyle kamu düzenin bozulduğu, gösteri yasasının ihlal edildiği ve örgüt propagandası yürütüldüğü iddiasında ise bu soruşturmayı etkili ve hızlı yapmak zorundadır. Bu hem kamu açısından hem de söz konusu şüpheli ve zanlı açısından adil yargılamanın gereğidir. Ama ne hikmetse bu savcı tam 4,5 yıl beklemiş 4,5 yıl sonra bu fezlekeyi 7 Haziran seçimleri biter bitmez Parlamento’ya göndermiş. Peki nedir bu fezleke?

“8 Nisan 2011 tarihinde PKK-Kongre Gel terör örgütü güdümünde internet üzerinden yayın yapan ANF isimli sitenin yayınında yer alan ‘KCK İnanç Komitesi Müslümanları direnişe çağırdı’ başlıklı haberi üzerine BDP Diyarbakır İl Teşkilatı organizesinde Dağkapı Meydanı’nda demokratik çözüm çadırı kurulacağı ve sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında Cuma namazı kılınacağı haberleri alınması üzerine Dağkapı Meydanı’nda Emniyet birimlerince gerekli tedbirlerin alındığı ve yaklaşık 2 bin 600 kişinin Cuma namazına katıldığı, namazdan sonrAlana sokulmak istenen demir parçalarının güvenlik kuvvetlerince alınmak istenmesi üzerine demir parçalarını bırakmayan gruptan bazı şahısların yere düştüğü, akabinde şüpheli Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu grubun Valilik istikametine doğru yürüyüşe geçtiği esnada Özel Veni Vidi Hastanesi önünde güvenlik güçleri tarafından barikat kurulması üzerine durdurulduğu, bunun üzerine Dağkapı Meydanı’na geri dönüldüğü, oradan da Kıbrıs Caddesi üzerinden Valilik binası istikametine doğru tekrar yürüyüşe geçtikleri ve şüphelinin de bu yürüyüşe katıldığı tespit edilmiştir.

Yukarıda izah edildiği üzere, dosya içerisindeki olay tutanağından anlaşılacağı üzere BDP Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın da izin alınmadan ve örgüt çağrısı ile düzenlenen ve dağılma ihtarı yapılmasına rağmen dağılmayan ve bu şekilde yasadışı bölücü terör örgütünün propagandasına dönüşen mitinge katıldığı ve bu süre zarfında suçu işlediği değerlendirilmekte, dokunulmazlığının kaldırılmasına...".

Bu fezleke Parlamento’da tartışılmadan, Parlamento’da bu fezlekeye dair görüşlerimiz alınmadan Anayasa'ya aykırı bir şekilde ve AYM'ye götürme fırsatı tanınmadan dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Fezleke Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olduğu gibi kelimesi kelimesine iddianameye dönüştürüldü. Fezleke savcısı aradan geçen 4,5 yıla rağmen yeni tek bir araştırma yapmamış, inceleme ve soruşturma yapmamıştır. Tıpkı onun gibi fezlekeyi iddianameye dönüştüren savcı da bu konuda lehte, aleyhte delil toplama gereği duymadan 4,5 yıl önce hazırlanmış olan fezlekeyi maalesef ki 6 yıl sonra açılan davada olduğu gibi iddianameye koymuştur.

Bu fezlekeler bana ve milletvekili arkadaşlarıma yapılan büyük bir siyasi komplodur

Bu fezleke de diğer fezlekeler ve iddianamelerin genelinde olduğu gibi bana ve 4 Kasım akşamı evlerimize baskın yapılarak adeta kaçırılır gibi evlerinden alınan milletvekili arkadaşlarıma yapılan büyük bir siyasi komplodan, hukuk alet edilerek, yargı alet edilerek gerçekleştirilen çirkince, ahlaksızca bir komplodan başka bir şey değildir. Burada cumhuriyet savcısının derdi, işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle bozulduğu iddia edilen kamu güvenliğinin yeniden tesisi ya da incinen kamu vicdanının gereğinin yerine getirilmesi değildir. Ya da herhangi bir suçun failinin cezalandırılması konusunda hukuksal bir beklentiyi karşılama gibi bir derdi yoktur. Dönemin Cumhurbaşkanı Erdoğan, dönemin Başbakanı Davutoğlu tarafından kamuoyuna açık bir şekilde savcıların göreve davet edilmesi, bugün olduğu gibi yargının baskı altına alınması ve hükûmete yakın medya organları tarafından 24 saat bunun propagandasının yapılması neticesinde savcılar harekete geçmiştir. Savcıları tanımam bilmem, doğrudan siyasi bir bağlantıları var mı bilmem, bilsem bunu söylerim. Ama en azından oluşan siyasi baskıdan etkilenerek hareket ettikleri net bir şekilde ortadadır. Çünkü iddianame söz konusu suçlamadan 5-6 yıl sonra hazırlanıyor, fezleke de söz konusu suçlamadan 4,5 yıl sonra hazırlanıyor. Bakın iddianın zorlama olduğu nereden belli, fezlekenin ilk cümlesini okuyorum: “8 Nisan 2011 tarihinde KCK Kongre Gel Terör örgütü güdümlü, internet üzerinden yayın yapan ANF isimli sitenin yayınında yer alan “KCK İnanç Komitesi Müslümanları direnişe çağırdı” başlıklı haber üzerinden..." Yani savcı şunu diyor, 8 Nisan'da KCK inanç Komitesi bir çağrı yapmış BDP de bu çağrıyı alır almaz, ANF'de yayımlanır yayımlanmaz, aynı günde 2600 kişiyi toplayıp Dağkapı Meydanı’nda sivil cuma namazı kılmış. Keşke partim bu kadar hızlı organize olabilse her konuda. Bundan memnuniyet duyarım, ama o kadar zorlama ki o kadar uyduruk ki; günlerce haftalarca partim Diyarbakır İl Teşkilatım çağrılar yaptı, hazırlık yapıyordu, örgütleme çalışması yapıyordu. Emniyetle, valilikle görüşmeler yapıyordu. Dağkapı Meydanı’nda hem sivil cuma namazlarının kılınması, hem de demokratik çözüm çadırlarının kurulması etkinlikleri Genel Merkezimiz tarafından karara bağlanıp kamuoyuna duyurulmuş ve günlerce Diyarbakır’da resmî hazırlık faaliyeti yürütülmüştür. Bunun sonucunda o gün fezlekeye göre 2600 kişi ama orada en az 10 bin kişilik bir grup toplandı. Cuma namazını kıldık.

Bu komploları kuranlar 10 yıldır zaten ülkeyi bu noktaya getirenler

Meydanın küçük bir parka bakan kısmında çadır kurulma hazırlıkları yapılıyor. Bakın çadırın malzemeleri, direkleri, çadırın kendisi günler öncesinde getirilmiş oraya. Çünkü ancak kamyonla tanışabilecek kadar ağır malzemeler var. Fakat savcı, şansını zorlamak için veya şansını denemek için o gün bir haber ajansını da kriminalize ederek ANF’de çıkan yazıyla örgüt talimatı doğrultusuyla BDP bu etkinliği planladı diyerek aleni bir komplo kurmaya çalışıyor. Savcının yaptığı suç, bu komploları kuranlar 10 yıldır zaten ülkeyi bu noktaya getirenlerdir. Bu savcı Emniyet’in tuzağına mı düştü? Bildiğim kadarıyla kendisi hâlen görevde. İlle de ben komplo kurayım diye hareket etmemiş olabilir fakat 5 yıl sonra Emniyet’in kendisine getirdiği belgelere dayanarak tek bir hassas inceleme yapmadan, bir milletvekili bir eş genel başkan hakkında fezleke düzenleyen savcının hiç değilse hukuki kimliği sorgulanır. Niyetini bırakın artık ama hukuki kimliği sorgulanır. Veya aleyhine olan delilleri toplamadan, böyle bir şey var mıdır yok mudur orada nasıl bir suç oluşmuştur bunu en azından açığa çıkaracak tek bir soruşturma yapmadan bunu fezlekeye dönüştürüp göndermek ayrı bir özensizlik veya zihniyetsizlik, bunu iddianameye dönüştürmek ise başlı başına bir suçtur. Bu konuda sadece iddianameyi düzenleyen savcıyla hukuki husumetimiz devam ediyor, HSK’ye yaptığımız suç duyurularıyla bunun peşini bırakmayacağız. Çünkü cemaatle nasıl ilişkili olduğuna dair AKP milletvekilllerinin açıklaması vardı, biz bu konuda bir iddiada bulunmadık. Onlara dayanarak peşine verdik, bakalım hukuk ne yönde işleyecek göreceğiz.

Biz hiç kimseye yönelik şiddeti, hukuk dışı ahlak dışı hiçbir şiddeti asla kabul etmedik

Fakat bir de olayın içeriğine bakalım. Yani binlerce kişi örgütün talimatıyla gelmiş Cuma namazı kılmış, örgütün talimatıyla orada çadır kurmaya çalışmış, örgütün talimatıyla yürüyüş yapmaya çalışmış, polis engellemiş vesaire. Bakalım öyle olmuş mu? Bunları da ancak mahkemenizin bilirkişiye gönderdiği CD tutanaklarından kısmen anlayabiliyoruz, onları da okuyacağım. Fakat yine fezlekede bu kısmı da okuyarak izahatta bulunma ihtiyacı duyuyorum. Diyor ki; “Portatif demir parçalarının güvenlik kuvvetlerince alınmak istenmesi üzerine demir parçalarını bırakmayan bazı şahısların yere düştüğü -bu grupta bazı şahıslar dediği dönemin BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız’dır- ve dizleri yerlerde sürüklendiği için parçalanmıştır. Pantolonu dahi paramparça olup, iki diz kapağı da yürümesini zorlaştıracak şekilde yaralanmıştır. Orada yaralanan yani bazı şahısların yere düştüğü akabinde şüpheli falan diye devam eden kısımda da kimin nasıl yere düştüğünü ne emniyet ne savcılık fezlekeye yazma gereği duymuştur, saklamışlar bunu. Görüntülerde var ama bilirkişi raporlarına yansıyan görüntülere de koymamışlar. Dağkapı Meydanı’nda o tarihte aleni bir şekilde benim gözlerimin önünde milletvekilim, grup başkanvekilim dövüldü, işkence yapıldı. Ha diyeceksiniz ki ne var canım yav ana muhalefet partisinin genel başkanı da dövülüyor, işkence yapılıyor, gayet hoş karşılanıyor. Doğru, bunu hoş karşılayanların kendi hukuk veya ahlak anlayışlarıdır. Biz hiç kimseye yönelik şiddeti, hukuk dışı ahlak dışı hiçbir şiddeti asla kabul etmedik. Hukuk içindeki mücadelemizi, demokrasi içindeki mücadelemizi yürütürken biz buna direndik, direnme hakkımızı da Anayasa’nın, demokrasinin meşruiyet sınırları çerçevesinde yürüttük. Bunun dışında kime yönelik ne şiddet olursa olsun her zaman karşısında durduk. Burada savcının gizlemeye çalıştığı şey o ortamda yapılan grup başkanvekilimize yapılan kötü muameleyi, işkenceyi, gizleme çabasından başka bir şey değildir. Şimdi dönüyorum söz konusu bilirkişi raporları ne diyor. 15. Olay diye bilirkişi raporu, kendi raporunu düzenlemiş oradan okuyorum şimdi çok sayıda CD temin etmişsiniz bilirkişiye, dolayısıyla her birini tekrara düşmeden anlaşılır şekilde öncelikle bir okumak istiyorum:

“CD 1: ‘Dağkapı çadır kurma girişimi’ isimli bir CD. Burada diyor K1 isimli 174 MB boyutundaki 4 dakikalık görüntü dosyası incelendiğinde Selahattin Demirtaş ile ilgili olarak herhangi bir görüntü veya ses kaydına rastlanılmamıştır.

K1 (2) isimli 25 dk görüntü dosyasında Selahattin Demirtaş’ın görüntüsünün 3. dakika 49. saniyede görüntüye girdiği görülmektedir. Selahattin Demirtaş görüntünün 04.12 saniyesinde görüntüye girdiği görülmektedir.

Selahattin Demirtaş görüntünün 10.29 görüntüye girdiği ve güvenlik güçlerine karşı ‘Bunu yaparsanız ve kameraya bakarak arkadaşım çekeceksiniz çekecekseniz’ şeklinde konuşması olduğu görülmüştür.

Selahattin Demirtaş’ın konuştuğu kişi de kameraya elini uzatarak ‘çekme’ dediği görülmüştür.

Selahattin Demirtaş 12.49 saniyede kamera görüntüsüne girmeden konuşmaya başlıyor.

Selahattin Demirtaş: ‘Şimdi biz her yerde demokratik çözüm çadırları kurup, bu ülkenin en önemli, en temel sorunlarının çözümü için sivil çözümler, siyasi çözümler ve demokratik çözümlerden yana olduğumuzda ısrarcı olduğumuzu göstermek istiyoruz, bu ciddi bir kararlılıktır. Çünkü halen bu ülkenin evlatlarının canı gidiyor, halen analar ağlıyor. Dolayısıyla bu sorunlar artık şiddetle değil, konuşarak, tartışarak, diyalogla çözülür. Bunu göstermek istiyoruz. Ve bu çerçevede bütün kentlerin meydanlarında demokratik çözüm çadırları kurmak istiyoruz. Bu demokratik bir haktır. Şimdi bugün Dağkapı Meydanı’nda da bir demokratik çözüm çadırı kurmak isteyen arkadaşlarımız ısrarla yasa engeliyle karşılaşıyorlar. Biz bunu doğru bulmuyoruz. Bu engelleme yanlış bir iştir. Halkın demokratik tepkisine, demokratik yollarla düşüncelerini açıklamasına müsaade edilmesi lazım. Bunu engellemek yanlış olur, şiddete davetiye çıkarmak olur ki biz asla böyle bir tarzdan yana olmayız. Ama biz sivil itaatsizlik tavrımızda da ısrarcıyız. Bakın bu yağmura rağmen burada yüzlerce insan bu çadırı kurmak için bekliyor. Ama çadırın malzemelerine bile yasadışı bir şekilde el konuluyor. Bu ülkede bir insanın malına, mülküne el koyabilmek için elinizde mahkeme kararı olmalı. Valinin kararı mala mülke el koymaya yetmez, yasadışıdır. Diyarbakır Sayın Valisi suç işlemiştir. Örneğin vali şöyle bir karar verebilir mi? Cep telefonlarına el koyun, getirin diye bir karar verebilir mi? Buna yetkisi varsa, çadıra da el koyabilir. Şimdi Valiliğe haber gönderdik. Şurada, Dağkapı’da uygun bir mekan var, arkadaşlarımız burada, bu bahçede çadır kuracaklar, eğer bu yasaksa bizim için ikinci bir seçenek valiliğin bahçesidir. Orası daha uygundur. Şimdi arkadaşlar eğer Sayın Vali bu kararını geri alır, “Evet bu demokratik bir haktır, çadırı orada uygun bir yere kurabilirler” kararını vermezse ben birazdan valiliğin bahçesine çadır kurmaya gidiyorum. Ve bu alandan çıkarken hukuki bir konu gereği en küçük bir disiplinsizlik, en küçük bir taşkınlık istemiyorum. Arkadaşlarımızla birlikte valiliğin bahçesine demokratik çözüm çadırı kurmaya gidiyoruz, hayırlı uğurlu olsun.’

Selahattin Demirtaş’ın görüntünün 18.16 dakikasında görüntüye girdiği ve güvenlik güçlerine: ‘İzin vermiyorsanız ne yapalım şuradan girelim ya devletin valisi kimin valisi? Ne devleti, halkın valisi, devletin valisi diye bir şey yok, hepsi halka hizmet için var, bu halk gidecek vali ile görüşecek, şikayetini iletecek, ona izin vermiyorsunuz, tamam tek tek gireceğiz, tek sıra halinde gireceğiz. İzin vermiyorlar, tek sıra halinde gireceğiz' şeklinde çok da kendi içinde mantıklı olmayan ama anlaşılır şekilde çözüm yapmaya çalışılmış.

Selahattin Demirtaş’ın görüntünün 23.26’da görüntüye girdiği görülmektedir. Etraftan “Vali istifa, vali istifa “ sloganları atıldığı duyulmaktadır.

K1 (3) isimli başka bir dosyada Selahattin Demirtaş ile ilgili olarak herhangi bir görüntü veya ses kaydına rastlanılmamıştır. K6 isimli dosyada 54. dakikada Selahattin Demirtaş’ın 36.02 görüntüye girdiği görülmektedir. Selahattin Demirtaş’ın görüntünün 39:54 dakikada görüntüye girdiği görülmektedir. Buralarda ses çözümleri yok sadece video çözümlerinden fotoğraflar dosyaya alınmış. Çünkü konuşma yok orada. Selahattin Demirtaş’ın görüntünün 43’üncü dakikasında ‘Arkadaşlar hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum’. Anlaşılmıyor diye bir çözüm var. Selhattin Demirtaş görüntünün 45’inci dakikasında görüntüye giriyor ve topluluğa konuştuğu görülüyor ancak konuşma görüntünün ses ayarlarından dolayı anlaşılmıyor. Fotoğrafta yine etrafımda 20-30 kişilik bir grup şemsiyeler açılmış, yağmur altında elimde mikrofon açıklama yaptığım görülüyor.

İkinci CD yine Dağkapı Meydanı’nda çadır kurma isimli bir klasör: burada diyor; 13’üncü dakikada da diyor “Selahattin Demirtaş’ın güvenlik güçleriyle yaptığı konuşma anlaşılmıyor”. Yine Selahattin Demirtaş 17:35 görüntüye giriyor ve güvenlik güçleriyle anlaşılmıyor”. Benim muhatabım bu ülkede Başbakan, ben partinin Genel Başkanıyım, vali bu konuda cevap versin, eğer vali benim karşıma polisi gönderiyorsa bu bir saygısızlıktır”.

Yine K5 isimli dosyada Selahattin Demirtaş şu dakikada, şu saniyede diyor, “Açın şurayı buranın müdürü kim? Müdür yardımcısı mısınız? Anlaşılmıyor.” kiminle görüşüyorum?”. “Hangi hukuka (...) “ etrafı sarmışsınız” Selahattin Demirtaş kameraya doğru bakarak “Arkadaşlar bir müsaade edin, sen de şu kameraları bir çek.” Selahattin Demirtaş görüntünün 33’üncü dakikasında “Arkadaşlar hukuki bir konumumuz gereği, peki alandan çıkıyoruz. En küçük bir disiplinsizlik” diye bitiyor.

Yine 3. CD’de, K2 (1) nolu isimli klasörde Selahattin Demirtaş ilgili herhangi bir görüntüye rastlanmamıştır. K2(2) isimli bir görüntüde yine Selahattin Demirtaş ile ilgili olarak herhangi bir görüntüye rastlanmamıştır.

4. CD çözümünde K2(3) nolu görüntü de yine 9’uncu dakikada kameraya doğru "Basını da çağırayım mı çektiriyorsunuz, basını da çağırayım mı" şeklinde konuşma yaptığı, ayrıca Selahattin Demirtaş görüntünün görüntüye girmeyen kısmında “Bu ülkenin en önemli en temel sorunu için sivil çözümden, siyasi çözümden, demokratik çözümden yana olduğumuzu ısrarlı olduğumuzu göstermek istiyoruz. Bu ciddi bir kararlılıktır. Maalesef halen bu ülkenin evlatlarının canı gidiyor, halen analar ağlıyor. Dolayısıyla bu sorunu artık şiddetle değil, konuşarak, tartışarak ve diyalogla çözün. Bunu göstermek istiyoruz. Bu çerçevede bu ülkenin bütün meydanlarında demokratik çözüm çadırları meydanları kurmak istiyoruz. Bu demokratik bir haktır. Şimdi bugün Bağdat Meydanı’nda da bir demokratik çözüm çadırı kurmak isteyen arkadaşlarımız ısrarla...” diye bitiyor. Yine 16.15 saniyede görüntüye girdiği, bu görüntüde bahsettiğim gibi etrafımda 20-30 kişilik parti yöneticisi ile birlikte ya bekliyor konumdayız ya da elimde mikrofonla konuşuyorum.

Yine alttaki görüntü aynı şekilde, 16 dakika 17 saniye.

Ek CD 1: Burada da yine Fox Haber, Samanyolu Haber, Roj Haber. Bu TV’lerde çıkan haberlerden ekran görüntüleri alınmış. Fox Haber 1 dakika 45 saniye uzunluğundaki görüntü dosyası incelendiğinde hangi sözlerim alınmış Fox Haberden şu alınmış. Selahattin Demirtaş: “Bu devletçi, ırkçı, Fetullahçı imamların arkasında saf tutmasınlar” demişim. Emniyet bunu suç telakki edip delil olarak dosyaya koymuş Samanyolu Haber’den. Cemaatin televizyonu, oradan almışlar. Ne demişim oradaki iddia ne? “Diyanet’in imamlarına uymaması çağrısı yaptığı görülmektedir” denilmiş bu görüntü dosyası incelendiğinde. Bilirkişi bunun çözümünü yapmamış sadece yorum yapmış. Demiş ki görüntü dosyası incelendiğinde haberin içeriğinde “Selahattin Demirtaş’ın Diyanet’in imamlarına uyulmaması çağrısı yaptığı yer almaktadır”. Cemaatin televizyonu olduğu için Fetullahçı imamlar dediğimi yazmamışlar tabii. Roj Haber’den alıntı yapmış. Fakat bu 4 Mart yani söz konusu eylem ve etkinlikten bir ay önceki televizyon çıktısı. Niye almışlar onu da bilmiyorum. “Demirtaş ile ilgili olarak herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanamadı” denilmiş. Ama ona rağmen emniyet dosyaya almış kabarık gözüksün diye. Roj Haber 5 Nisan 2001. Benim kamuoyuna yönelik açıklamalarım Roj Haberde de yer almış, Roj TV haberlerinde de yer almış, oradan alıntı yapmış. Muhtemelen bütün kanallarda çıkmış ama oradan ekran görüntüsü alınmış. Ne demişim? “Zihniyet aynı zihniyet." Bakın bu eylem günü yaptığım ya da eylem sırasında yaptığım bir açıklama değil. Ondan yaklaşık 1 hafta önce kamuoyuna yaptığım bir açıklama. “Zihniyet aynı zihniyet. Sadece savaş araçlarını kendilerince zenginleştirip zenginleştiriyorlar. Dolayısıyla AKP’nin ortaya koyduğu politikaların Millî Güvenlik Kurulunda onaylandığını bir başka deyişle AKP’nin MGK dahil bütün devlet mekanizmalarını ele geçirdiğini ve kendi çıkarları doğrultusunda kullandığının göstergesidir. Yıl 2011 4 Mart. Bu açıklamayı yapıyorum. Devam ediyor. “Seçim döneminde MGK ve bağlı kuruluşların hatta ordunun bölgede AKP lehine çalışacağının ipuçlarıdır bunlar. Diyebiliriz ki bölgede BDP’ye karşı MGK seçime girecektir. MGK’nin içinde AKP, MHP ve CHP de vardır. Başbakanın sivil itaatsizlik eylemlerimize küçük düşürücü bir dil kullanması da MGK projelerinin hayata geçirilmesindeki zorlukların gölgesinden ve bu konudaki tedirginliklerinden kaynaklanıyor. İslamiyeti bugüne kadar koçbaşı olarak kullanan bir parti halkımızın kendi inisiyatifi ile meydanlarda kıldığı Cuma namazlarına hakaret edecek kadar pervasızlaşabiliyor. Camilerde Kürtçe hutbe okutmak neden yasaktır bunu açıklamıyor. Diyanet eliyle ırkçılığı ve Türkçülüğü yaymanın üstünü örtmek için halkın meydandaki kendi dili ile verdiği Cuma hutbelerini küçümseyerek hakaret ediyorlar. Buna karşın halkımız şunu yapmalıdır. Diyanetin gönderdiği Kürtçe devletçi Fetullahçı bütün imamları reddederek kendi içindeki imamın arkasında namaz kılmaya devam etmelidir. Başbakan PKK’nin eylemsizlik kararına rağmen hâlen PKK gerillalarının neden öldürüldüğünü, neden askerî operasyonlar yapıldığını ve ölümlerde ısrar edildiğini anlatmış değildir. Türkiye toplumu bunu sorgulamasın diye gündemi sürekli saptırmaya çalışıyor. Halkımız taleplerini daha görünür kılmalı ve taleplerinin arkasında daha güçlü durmalıdır.”

Roj Haber'in “Sivil Cuma Namazı” isimli başka bir dosyasında incelendiğinde Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanmamıştır. Yani fezlekenin komplovari zihniyetini izah etmeye çalışırken de belirtmiştim, ANF'de aynı gün yapılan çağrı üzerinden koşup Dağkapı'da toplandılar Cuma namazı kıldılar diye uydurmaya çalışan savcı suçlama konusu eylemden bir hafta önce bizatihi benim yaptığım çağrı ve açıklamayı yine dosyaya da koymuş. Ama görmezden gelinmiş. Fezlekeye ve iddianameye bunları yazmamış. Niyeti başka.

Ek CD 2; bunun içeriği incelendiğinde diyor, Amed Haber, sivil cuma ile ilgili haber, Can Haber, Gün Haber sivil cuma ile ilgili haber; bunlar Diyarbakır’ın yerel televizyon kanalları. Gün Haber Analiz sivil cuma namazı, TV21 Haber “Cuma namazı sonrası olaylar” isimli 5 adet görüntü dosyası olduğu görülmüştür. Haber içerikleri incelendiğinde yukarıda çözümleri yapılan ek CD 3 ve ek CD 4 isimli görüntülerden farklı bir görüntüye rastlanılmamıştır.

Ek CD 3; bunun içeriği incelendiğinde bir adet görüntü dosyası olduğu görülmüştür. Görüntünün 13. dakikasında Selahattin Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir. Selahattin Demirtaş: "Ne yasağı var şimdi. Biz valiliğe başvurmaya gideceğiz şimdi, ne olacak? - Emniyet yetkilisinin 2918 numaralı kanun hatırlatması üzerine - zannedersem 2911'i kastediyor - Yolu siz mi kestiniz biz mi kestik? Bıraksanız valiliğe dilekçe vereceğiz. Dilekçe yasak mı? Anayasal haktır dilekçe. Tamam o zaman siz kapattıysanız burayı yapacak bir şey yok. Arkadaşlar izin vermiyorlar, yolu tutmuşlar, kapatmışlar."

Başka bir tarafa doğru yöneldikleri ve burada da polis barikatının olduğu görülmektedir. Selahattin Demirtaş: "Bakın arkadaşlar bu sabaha kadar sürer. Oradan çıkıyoruz arkadaşlar. Suç oluşturan emri uygulamayın arkadaşlar, devlet memurları kanununa aykırı davranıyorsunuz. Size suç oluşturan bir emir veriyorsa amiriniz, uygulamayın. Vali bize cevap versin. Muhatabım değil. Bu ülkede benim muhatabım başbakandır. Eğer vali benim karşıma polisi gönderiyorsa bu saygısızlıktır. Siz iletin bunu. Çocuk oyuncağı değil bu. Böyle yapmayın bu şekilde bitmez."

Görüntünün 20. dakikasında Selahattin Demirtaş'ın telefonla konuştuğu görülmektedir. Çadırı nereye kuracakları ile ilgili konuştukları görülmektedir.

Dosyada delil karartma var

Şimdi öncelikle bütün raporları çözümleyen aynı bilirkişi mi bakmadım, fakat bu bilirkişi raporunda eksikler var. Bu hali ile de zaten suç oluşturan bir şey yok. İtirazım olduğundan değil, fakat örneğin ben sanki orada tek başıma konuşmuşum, herkes susmuş ben konuşmuşum. Polis müdürleri ne demiş, emniyet ne demiş, bu muhataplı konuşmada ne geçmiş, en küçük bir bilgi göremiyorsunuz. Ben tek başıma konuşmuşum. 100-150 kişi etrafımızda 500 kişilik polis koridoru sürekli Emniyet Müdür Yardımcısı’yla muhatap oluyorum, fakat ilginçtir ki kendi kendime konuşmuşum bilirkişiye göre. Neler yaşanmış, milletvekilimiz nasıl yere düşmüş, nasıl yaralanmış, bilirkişi raporunda yok. Eğer CD’de benim ses kaydım ayıklanmış, diğerleri imha edilmişse delil karartma vardır. Dolayısıyla mahkemenin suç duyurusunda bulunması lazım. Çünkü bu fezlekeden, bu bilirkişi raporundan o gün orada tam olarak ne olduğu anlaşılmıyor. Ben anlatayım mahkemenize ve yeniden Diyarbakır Emniyeti’nden daha geniş görüntü içeren CD istemenizi talep edeceğiz duruşma sonunda ve o CD’ler geldikten sonra yeniden çözüme göndermenizi isteyeceğiz.

Fezleke konusu edilen sivil cuma namazı ve çadır kurma etkinliğinde yaşananlar

Bakın şöyle ki, o günü şöyle anlatayım size söz konusu Cuma namazı ve çadır kurma etkinliğini planlaması grup başkanvekillerimiz üzerinden yapıldığı etkinlikte ben yoktum, planlamaya da dahil değildim, aynı gün Diyarbakır’da başka bir konferansta ve toplantıda konuşmacı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konferans Salonu’nda olduğumu hatırlıyorum. Söz konusu eylem ve etkinlik Genel Merkezimiz tarafından karar altına alındıktan sonra Diyarbakır’da bunu gerçekleştirmek üzere grup başkanvekillerimiz görevlendirildi, daha önceden benim planlanmış başka bir çalışmam olduğu için ben de oraya katıldım. Söz konusu cuma namazının kılındığı Dağkapı Meydanı ile Diyarbakır Belediyesi arasındaki mesafe de en fazla 600-700 metredir, söz konusu cuma namazının kılındığı Dağkapı Meydanı ile Diyarbakır Belediyesi arasındaki mesafe de en fazla 600-700 metredir. Çok yakınındaydım yani. Cuma namazından sonra arkadaşlarım beni aradılar dediler ki “Burada polis milletvekili grubumuzu ablukaya almış durumda, çembere almış durumda. Ne kimse çıkabiliyor çemberden, ne de girebiliyor, buraya gelebilir misin?” dediler. Çünkü “Polis sürekli gerilim yaratıyor” dediler. Ben de hemen toplantıya ara verdim ve Dağkapı Meydanı’na geçtim. Zaten araçtan indim, meydana girer girmez de Emniyet yetkilileri karşıladı beni. Ben de “Hayırdır ne oluyor?” dedim. Bakın şuradaki diyalog odur. Bu diyaloğu okuyacağım size. “Açın, şurayı açın bakalım, şurayı.” Önümüzü kesmiş polisler benim de milletvekili arkadaşlarıma ulaşmamı engelliyorlar, “Ya buranın müdürü kim, yetkili kim, müdür yardımcısı mısınız, yetkiniz ne açın şurayı, açın bakalım şurayı”. Önümüzü kesmiş polisler, benim de milletvekili arkadaşlarıma ulaşmamı engelliyorlar. “Ya buranın müdürü kim, yetkili kim, müdür yardımcısı mısınız, yetkiniz ne?” Sivil bir memur karşımda, genel başkan var karşısında diyor ki “Ne fark eder?”. Mesela bunun çözümünü yapsa ve siz izleseniz...

Polis telsizini kaybettiği için milletvekillerimize fiili gözaltı uygulandı

Karşımda sivil biri, ben diyorum ki “kimsiniz, yetkili kim?”, o “ne fark eder” diyor. Ben de diyorum ki “Ne demek ne fark eder, kiminle görüşüyorum, hangi hukukla gözaltına almışsınız insanları” diyorum. Çünkü Dağkapı meydanı gibi bir meydanın tam ortasında 20-30 kişilik milletvekili grubu, il başkanı, PM ve MYK üyeleri çevik kuvvet tarafından tam bir çembere alınmış. Oradan çıkmak isteyene izin verilmiyor, yürümek isteyene de izin verilmiyor, fiili gözaltı yapılıyor. Arkadaşlarım diyor ki “Tamam madem izin vermiyorsunuz bırakın gidelim.” Şimdi burada anlamaya çalışıyorum. Polis kamerası gelmiş burnumun dibinde çekim yapıyor. Emniyet müdür yardımcısı ile görüşürken arada da diyorum ki “Kardeşim çekme bir görüşeyim, uzaklaş” diyorum. Hatta emniyet müdür yardımcısı da “Biraz uzaktan çek” diyor, rahat konuşalım. Buraya yazmıyorlar. Kamerayı getirip gözüme sokmaya çalışıyor, gerilim çıkarmaya çalışıyorlar sürekli. Buraya yansımıyor ama konuşmalarda şu geçiyor; diyor ki Emniyet Yardımcısı bana, “Biz burayı ablukaya alalım çünkü polislerimizden biri telsizini kaybetmiş. Telsizi bulana kadar da bırakmayacağız buradakileri” diyor. Aynen bunu söyledi bana. “Öyle şey mi olur” dedim. “Siz milletvekillerini Dağkapı Meydanı’nda fiili olarak gözaltında tutuyorsunuz” dedim. “Hürriyetlerini kısıtlayamazsınız" ama o telsiz bulunana kadar bırakmam” diyor. Bizim için çok önemli, polis telsizi bulunacak, yani arkadaşlarımın hepsini hırsızlıkla suçluyor, polis de telsizini nerede düşürmüş Allah bilir. Sivil bir polis telsizini düşürmüş kalabalığın içinde, Emniyet Müdür Yardımcısı da “hemen etrafı çevirin” demiş “kimse çıkamasın dışarı” bunlar raporda yok ben de orada bunu anlatmaya çalışıyorum, “Buradaki insanlar seçilmiş parti yöneticileri, siz ne yaptığınızın farkında mısınız” diyorum, çünkü dertleri çözüm çadırı, sivil cuma falan değil, arkadaşlarımı yasadışı suç oluşturacak şekilde gözaltına almak. Bu iş ben varana kadar yarım saatten fazla sürmüş.

Çevik kuvvet birkaç halka şeklinde etraflarını sarmış bırakmıyorlar. “Bırakın arkadaşlarımla görüşeyim mevzuyu, almaya, gerçekten telsiz orada mı düşmüş, oradakilerden birinde mi, böyle şey mi olur, siz bizi neyle suçluyorsunuz” diyorum. Telsiz mi çalmış arkadaşlarım, böyle tartışıyoruz. Bana izin vermiyorlar ki, grup başkanvekilimle görüşeyim grup başkanvekilime izin vermiyorlar ki benimle. Görüştüm, öyle bir polis koridoru çevirmişler, şimdi bilirkişide yapılan çözümde bunlar nerede?

Olay bundan ibaret. Sonra kavga, gürültü, ikna ediyoruz birbirimizi. “Böyle hukuksuzluk mu olur” diyorum. “Vali ile görüşeceğim” diyorum. Valiliğe doğru gitmek için kaldırımdan yürüyorum, caddeden bile değil, bütün caddeleri panzerler, polisler, TOMA’lar kapatmış zaten, aracıma binmeme izin vermiyorlar, aracımın önünü kapatmışlar. Böyle hukuksuzluk mu olur, “burada resmen insanları gözaltına alıyorsunuz” diyorum ve valiliğe doğru yürüyorum, çevik kuvvet de diyor ki “kesin önünü”, kesiyorlar ve ben dönüyorum diğer tarafa doğru yürüyorum, “kesin önünü” diyor, yani bana da fiili gözaltı uyguluyor. O kadar sakin davranmaya çalışıyorum ki provokasyon olmasın diye. Benimle birlikte hareket eden küçük bir grup var, parti yöneticimiz ve danışmanlarımızı uyarıyorum, onlara diyorum ki “Asla bir hukuksuzluğa, disiplinsizliğe mahal vermeyin. Çünkü belli açık bir provokasyon yapılmak isteniyor”. Sürekli dikkatli olun aman tuzağa düşmeyin diye uyarıyorum. En nihayetinde biz bu tartışmaları yürütürken bir haber geliyor, telsizi bilmem kaç yüz metre ileride bulduk diyorlar. Onun üzerine ablukayı kaldırıyor ve bu defa çadır tartışmasına başlıyor, kurarız kuramazsınız tartışması başlıyor. Ben de diyorum ki “Bu daha önceki gün görüşüldü. Meydanın kenarında küçük bir park var, meydanın ortasında bile değil, ne trafiği ihlal ediyor ne halkın güvenliğini ihlal ediyor, orada arkadaşlarımız çadırı kuracaklar ve son derece barışçıl ve demokratik bir eylem şeklinde sürecek, engel olmayın”. Çadırın demirleri bir gün önceden kurulmuş, üst üste yığılmış zaten. Polis çadırın demirlerine yapışıyor, milletvekillerimiz de öbür tarafından demiri çekiyor, “alamazsın, alırız” tartışması sürüyor. “Böyle bir el koyma kararı olamaz, bu özel mülktür el koyamazsınız” diyorum. “Valilik kararıyla çadıra el koyamazsınız, bu bir suç aleti değil, suçüstü yapmıyorsun, kanuna aykırı davranıyorsun, idari kararla mala, mülke el konulamaz” diyorum. Dinlemiyor müdür, emri veriyor, polislere “alın hepsini” diyor, zaten milletvekillerimiz yere düşmüş, yerden sürüklüyorlar, takım elbisesi paramparça olmuş, üzerinden kan fışkırıyor ama adamın umrunda değil. Ortam böyle bir ortam. Konuşmalarımda da görülüyor, biz son derece sakin davranmaya çalıştık ki bir provokasyon olmasın. Şimdi geri dönüp fezlekeyi bir daha okuyun lütfen. Ne diyor fezlekede? “Örgüt çağrısıyla” diyor, cuma namazının kılınacağı şeklinde haberlerin alınması üzerine...

Fezleke ve iddianamelerle algı yönetme derdinde oldukları için kimse hakikatin peşinde olmadı

Çarpıtıyorlar, komplo ve yalan. Ve ben de gelmişim. Yaklaşık 2600 kişinin cuma namazına katıldığı namazdan sonra BDP milletvekili Selahattin Demirtaş’ın Dağkapı Meydanı’nda çadır kurulması için bekleyen gruba katıldı. Katıldı dediği nerede? Benim az önce izah ettiğim şekildedir; orada bir gerilim çıkınca arkadaşlarım beni aradılar toplantıyı yarıda kesip oraya gelmem üzerine yaşananlardır. Fakat Cumhuriyet Savcısı, Emniyet hep birlikte bunu neredeyse 15 yıla kadar hapisle cezalandırılmam için fezlekeye ve iddianameye dönüştürdü.

Dokunulmazlığımız kaldırıldığında da bunu ne Meclis’te anlatabildik ne de komisyonlarda anlatabildik. İktidar yanlısı medya da hâlâ partimi, yöneticilerimizi, bizi gece gündüz linç etmek, yalan iftira üzerinden kamuoyu algısını aleyhimize döndürmek için - kesintisiz bir şekilde o günden beri, 8-9 yıldır devam eden bir süreçten bahsediyorum- algı yönetme derdinde oldukları için kimse hakikatin peşinde olmadı hiçbir zaman. Ne 4 Kasım’da evimizi basan polisler hakikatin derdindeydi ne ifademizi alan savcılar ne bizi tutuklayıp hapse gönderen hâkimin umurundaydı. Ne bir buçuk yıldır bizi yargılayan heyetinizin böyle bir derdi vardı ne itirazlarımızın yapıldığı AYM’nin böyle bir derdi vardı ne de istinaf mahkemelerinin böyle bir derdi oldu. Kimse hakikatin ve adaletin peşinde koşmadı. Bana ve arkadaşlarıma karşı orada ağır suçlar işlendi, hakaretler edildi. Biz ne yasayı çiğnedik ne kamu güvenliğini tehlikeye attık ne örgüt çağrısıyla eylem yaptık ne de orada örgüt propagandası yaptık. Arkadaşlarım orada halkımızla birlikte cuma namazı kılıyorlar, sonrasında yaşananlar da anlattığım gibi. Akabinde polis bütün çadır malzemelerini yasadışı bir şekilde polis kamyonuna yükleyip götürdü. Ben de orada arkadaşlarıma “Sessiz sakin bir şekilde dağılıyorsunuz, hukuki girişimlerinizi yapıyorsunuz” diye önerilerimi sundum ve alandan ayrılıp toplantıya gittim. Ne yasadışı yürüyüş var ne yasadışı gösteri var ne bir slogan var, hiçbir şey yok ama 15 yıl hapis cezası var üst sınırdan söylüyorum.

Yargı nasıl bu hâle gelebilir diye insanın içi acıyor

Gece gündüz havuz medyasının aylık 10-15 bin dolar maaş alıp televizyonlarına çıkarılan ve bize küfür etmekle görevli sözde gazetecileri, televizyonlardan bazıları da köşelerinden “Siz Demirtaş ne ile yargılanıyor biliyor musunuz” diyorlardı? “Örgütün 21 nolu elemanıydı, burada belge” diyorlardı. Daha geçen gün buradan izliyordum, bir gazeteci televizyonda aleni yalan söyleyerek, iftira atarak algı yaratmaya çalışıyor seçim öncesi. Avukatlarımdan Mahsuni Bey televizyona ulaşmaya çalışıyor program yapımcısına böyle bir şey yok, böyle bir iddia bile yok diyor. PKK’nin 21 nolu tabur üyesiymiş diye iddianamede geçiyor. Ne sunucu düzeltiyor ne orada bunu düzeltebilecek HDP’li bir yetkili bulunuyor. Gece gündüz bizimle ilgili bir algı yürütüyorlar: Biz bölücüyüz, teröristiz, PKK’nin üst düzey yöneticisiyiz, sürekli örgüt talimatları veriyoruz. Hele hakkımızdaki suçlamalar yenilir yutulur gibi değil. Sizlerin aldığı ara kararlar da buna zemin sunuyor. Ben sizden hiç tahliye talep etmedim, etmeyeceğim de. Fakat tutukluluğa devam kararlarınızda bu fezlekelere atıf yapılıyor. Ciddi suç isnatları ve dosyadaki ciddi delil, CD görüntü çözüm tutanakları direkt buna atıf yapıyor. Atıf yaptığınız CD çözüm tutanakları da bunlar işte. Fezleke fezleke savunma yapmaya başladığımdan beri okuyorum aşağı yukarı aynı çözüm tutanakları. Yalan iftira komplo başka bir şey değil. İnsanın içi acıyor, yargı nasıl bu hâle gelebilir diye insanın içi acıyor. Şimdi AİHM kararı da var umuyorum yıl sonuna doğru çok daha net bir karar önünüze getireceğiz.

Bizi milletvekili kimliği ile cezaevine gönderen Davutoğlu bugün “Milletvekilleri yasama içerisinde güçlü olmalıdır” diyor

Sizin görüp görebileceğiniz en büyük bilim insanlarından birisi, büyük akademisyen, siyasetçi, fikir insanı, pratik ve önerileriyle barışın mimarı, tırnak içinde hepsi tabii- kişiden alıntı yapayım, Ahmet Davutoğlu. Ne demiş bu ünlü fikir ve bilim insanı? Kendisi Türkiye’yi bu hâle getirmekten de birinci dereceden sorumludur. Başbakanlık yaptı, Dışişleri Bakanlığı yaptı. Bizim tutuklandığımız siyasi dönemde başbakandı, bütün bu kararların altında da imzası var. Dokunulmazlığın kaldırılması, Anayasa’nın değiştirilmesi, tutuklanmamıza yönelik çağrısı sonrasında kürsüye çıkıp bas bas bağırması... Türkiye'yi Suriye’de bataklığa batıran ve bugün de kendince yine muhteşem tespitler yapmaya çalışan Davutoğlu’ndan alıntılayalım. Türkiye’yi bu hâle getiren kendisi değilmiş gibi şöyle demiş iki gün önce yaptığı açıklamada. Tutanağa geçsin ki avukatlarım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’ne de bunu sunacaklar. Bizatihi bir başbakan, bizi tutuklatan dönemin başbakanı. “Sağlam bir adalet felsefesine dayanmayan, hukuk yapısıyla insan hayatının, aklının, neslinin ve mülkünün teminat altına alınmadığı sosyal ve siyasal düzenler iç ve dış her türlü müdahaleye, saldırıya ve kaosa açık hâle gelir. Hukuk güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlaki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçe ile ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmektedir.” Atlıyorum konu farklı olduğu için. “Ne yazık ki geçen süreçte yaşadıklarımız bu endişelerimi haklı çıkarmıştır. Üzülerek belirtmeliyim ki yeni sistem hem yapılanması hem de uygulama tarzı itibariyle de milletimizin beklentilerini karşılamamaktadır. Bu çerçevede sistem değişikliğine ilişkin ciddi ve samimi bir muhasebe yapmamız gerekmektedir. Bu muhasebede ilk başlamamız gereken nokta hukuk devleti ilkesinin varlığının korunmasıdır. Hukuk devletinin korunabilmesi kuvvetler ayrılığı ilkesinin yeniden inşasına bağlıdır. Türkiye 12 Eylül Anayasası’nın yürütmede yol açtığı çift başlılıktan dolayı yönetim krizleri yaşamıştır. Yeni sistem bu sorunu çözmüş olmakla birlikte, yürütmeyi yasama ve yargı karşısında baskın kılarak kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemiş, denge ve denetim mekanizmalarını işlevsizleştirmiştir. Kuvvetler ayrılığını garantiye almak üzere yasama erki yürütme ve yargı erkleri karşısında dengeleyici bir etkiye sahip kılınmalıdır. Bu çerçevede seçim sistemi ve siyasi partiler kanununun da tekrar gözden geçirilerek tek tek milletvekillerinin temsil gücü tahkim edilmesi ve yasama içerisindeki etkinliği güçlendirilmelidir.”

Evet bunları söyleyen siyasi tarihimizin en büyük hukuksuzluğuna imza atan başbakanlarından biridir. “Milletvekilleri yasama içerisinde güçlü olmalıdır” diyen Davutoğlu bizi bizatihi milletvekili kimliği ile cezaevine gönderen başbakan olarak tarihe geçmiştir.

Davutoğlu öyle bir iki yazı yazmakla da bu vebalin altından çıkamaz

Ama şimdi aradan geçen zaman zarfında bazı gerçekleri görmeye başlamış olmalı ki kendisi artık özeleştiri mi, itiraf mı, başka bir siyasi niyeti mi var bilemem, fakat yargının ne hâle geldiğini beyan etmek zorunda kalıyor. Biz söyleyince tarafız da o da mı taraf? Ahmet Davutoğlu da mı terörist, o da mı yargıya düşman? O da mı vatan haini ülke düşmanı? Hani bizi öyle ilan ettiniz de yargıya efendim bilerek yıpratmak için yapıyormuşuz gibi hükûmet cephesinden salvolar yapıldı da buna ne diyeceksiniz? Durum aynen budur. Ve bunu bu hâle getirenlerden biridir kendisi. Öyle bir iki yazı yazmakla da bu vebalin altından çıkamaz. Sorumluluğu kendisine aittir ve kendisi bir numaralı sorumlulardan biri olarak tarihe geçmiştir.

Meclis Başkanı Mustafa Şentop da bizim milletvekili olarak hapiste olmamızın sorumlularındandır

Bakın şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi dosyaya yazdığı yazılarda Anayasa Komisyonu Başkanı ki şu anda kendisi Meclis Başkanıdır, Mustafa Şentop imzası ile dosyada yazısı vardır komisyon başkanı sıfatıyla. Kendisi de bu siyasi tutuklamanın mimarlarından biridir. Daha önce de belirtmiştim, dokunulmazlıklarımız kaldırılmak üzereyken veyahut tartışılırken, bizim teklifimiz mevcut Anayasa’daki ve Meclis iç tüzüğündeki usule uyularak dokunulmazlık kaldırılması yönündeydi. Biz de bu konuda evet oyu vereceğimizi belirttik. Ancak Davutoğlu şunu söyledi: “Bu çok uzun sürer, yüzlerce dosya var, her birinin ayrı ayrı görüşülüp komisyonlara, genel kurula gelmesi aylarca sürer, dolayısıyla başka bir formül bulmalıyız” dedi. Mustafa Şentop bunun mucididir Anayasa Komisyonu Başkanı olarak. Dolayısıyla bugün bizim seçilmiş milletvekili olarak hapiste olmamızın sorumlularından biridir bugünkü Meclis Başkanı.

Bütün fezlekelerin hedefi HDP’yi baskı altına almak, kolluk baskısı ile çalışamaz hale getirmektir

Milletvekillerinin açlık grevinde ve hapiste olmasına sessiz ve duyarsız kalan bir Anayasa Komisyonu ve Meclis Başkanı eminim ki bu da önümüzdeki yıllarda özeleştiriler yapacaktır. “Biz o dönemde çok yanlışlar yaptık” diyerek. Ama bizim için hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Kendisi de Karma Komisyon Başkanı sıfatıyla dosyalarda hiçbir inceleme yapılması gereği duyulmadan savcılıklara göndermiş, bizi adeta bu komplo ve tuzağın önüne atmıştır. Savunma delillerimizi sunma fırsatı bile bize verilmemiştir. Anlatmaya çalıştığımız siyasi komplolar, bırakın iktidar veya Parlamento tarafından, mahkemeler tarafından bile dikkate alınmamıştır. Bu komploları dikkate almayı bırakın, bizatihi yeni komplolar yapılmaya devam etmiştir. İstanbul 26’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nin bana, Sırrı Süreyya Önder arkadaşıma verdiği yasadışı ceza bu komployu devam ettirme özelliğidir. Bütün bu fezlekeler hazırlanırken hedef, partimi baskı altına almak, kolluk baskısı ile çalışamaz hâle getirmektir. 2011 Nisan’ında partimin oyu yüzde 6 idi. Yani bu fezlekeye dair söz konusu eylemi gerçekleştirdiğimizde oy oranımız yüzde 6’ydı. Ve o günün hâkimleri savcıları başbakanı güvenlikçisi, - O dönem BDP idi - “Biz partiyi sıkıştırırsak bu şekilde baskı altına alırsak halk artık onların etrafında kenetlenmez bu şekilde bu partiden kurtuluruz” diyerek alabildiğine bize vurmaya çalıştılar. Şimdi partimin sahadaki oyu yüzde 15 civarındadır. Genel seçim olsa partim yüzde 15 oranında oy alabilecek potansiyele ulaşmıştır. Hâlen devam ediyorlar aynı uygulamaya. Hep birlikte Cumhurbaşkanından Meclis Başkanına, bakanlarından kolluk güçlerine, valilerinden kaymakamlarına... Havuz medyasını saymıyorum bile. Yargı alabildiğine HDP’ye vurmaya çalışıyor.

Muhalefet haddini bilsin, toplum korkuyu hissetsin diye yargıyı kullanıyorlar ama başarılı olamıyorlar

Cumhurbaşkanına hakaret etti iddiası ile gece yarısı hukuk profesörlerinin evini basıp gözaltına alıp tutuklayabiliyor bu yargı, ana muhalefet partisi liderini yumruklayarak linç girişimi ile öldürmeye çalışanlar cezaevi yüzü görmesin diye adli kontrol şartı ile serbest bırakılıyor. Neden? Muhalefet haddini bilsin, muhalefetin burnu sürtsün, hükûmetin etrafında büyük bir devlet gücünün biriktiği ve bunu muhalefete karşı kullanacağı herkes tarafından hissedilsin diye. Toplum bu korkuyu iliklerine kadar hissetsin diye. Peki başarılı olunuyor mu? Son seçimler ortaya koydu. Beni buraya atmanızın nedeni buydu. Figen Yüksekdağ, İdris Baluken, Çağlar Demirel ve Gültan Kışanak ve tüm milletvekilerimizi içeri atmanızın nedeni buydu. Koğuş arkadaşım Abdullah Zeydan'dan Ferhat Encü’ye, Sebahat Tuncel'den Selma Irmak'a, Burcu Çelik'e kadar amacınız seçimlerde etkimizi kırmaktı. Ama ne partimiz ne halkımız ne seçmenimiz bunlara boyun eğmedi. Parti yönetimimiz de girdiği ilkeli yolda çalışmasını sürdürdü. Ve sandıkta da halk dersini verdi.

Hukuksuzluk ve anayasasızlıkla ülke artık yönetilemez hale gelmiştir

Şimdi seçimden sonrası yargı da siyaset de yeni bir değerlendirme yapmak zorundadır. Bu gidişat iyi bir gidişat değil. Hukuk bu şekilde askıya alınarak, katledilerek, anayasasızlıkla, hukuksuzlukla ülke artık yönetilemez hâle gelmiştir. Böyle olacağını defalarca söyledik. Kâhin olduğumuz için değil. Böyle olacağını siyasi deneyimlere dayanarak biliyoruz. Bize yönelik bu tutumda devam edilirse seçmenin tavrı da daha da keskinleşecek, netleşecektir. Sandıkta silip süpürecektir. Irkçılığı, faşizmi, baskıyı, zulmü, halk sandıkta silip süpürecektir. Kimsenin kuşkusu olmasın. Bizim bu tavrımız da içeride de olsak dışarıda da olsak devam edecektir.

Savunma yapmamın nedeni adalet umudu ve beklentisi değil, adalet mücadelesidir

Bu fezlekelerin amacı o dönem ne idiyse bu yargılamanın amacı da aynıdır. Zihniyet değişmemiştir. Halen AİHS'in 18. Maddesi, yani sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin sözleşmede öngörülen amaçlar dışında kısıtlanması diye tariflenen ve AİHM Dairesi’nin politik saik olarak tespit ettiği bizim yargılamalarımızla ilgili saik değişmedi. Benim bu yargılamalarda savunma yapma nedenim adalet umudu ve beklentisi değil, adalet mücadelesidir. Ülkede adaletin güçlenmesi, yargının güçlenmesi ve kamuoyuna, seçmenlere, halkıma karşı duyduğum sorumluluğun gereğidir. Bugünkü siyasi atmosfer böylesine baskıcı, tehditkâr, hakimler, savcılar, yargıçlar üzerinde demoklesin kılıcı gibi tehditvari üslupla durmuyor olsaydı, mahkemeleriniz nispeten daha bağımsız ve tarafsız devranabilirdi. Ancak sizlere doğrudan veya etkili bir şekilde yüzyüze, telefonla şu veya bu şekilde talimat baskı gelmese de kamuoyunda oluşturulan algı bir baskı kurma yöntemidir.

Daha yargılanmamız tamamlanmadan, kamuoyunda mahkûmiyet algısı yaratılmak istenmiştir

Son yerel seçimlerde de ülkenin Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan AKP Genel Başkanı meydan meydan dolaşarak bu fezlekede de benimle ilgili suçlama konusu olan ve henüz mahkemenizde savunmasını bile yapamadığım videoları izletmiştir. Beni orada kamuoyu önünde yargılamaya, hüküm kurmaya çalışmıştır. "Biz Öcalan heykelini dikeceğiz" fezlekesine daha sıra gelmediği için ona girmeyeceğim, ama bu videoyu onlarca mitingde kendi seçmenlerine izleterek canlı yayınlarda izleterek, bakın bazı AKP'li belediyeler, örneğin Üsküdar Belediyesi yol kenarında kurduğu dev ekranlarda 24 saat bu videoyu izletmiştir. Gelen geçenler izlesin diye. Sesli olarak bizim görüntülerimiz daha yargılanmadan kamuoyunda bir mahkûmiyet algısı yaratılmak istenmiştir. Yargı üzerinde bu şekilde baskı kuruluyor.

“Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” sözü o ara Ankara’da çok konuşuluyordu, savunmada bunlardan bahsedeceğim

Günü geldiğinde ben o fezleke ile ilgili savunma yaptığımda detayları sizinle paylaşacağım, çok şaşıracaksınız. Çünkü söylediğim ve yaptığım her şeyin altında makûl, meşru bir gerekçe var. O video çok kullanıldı. Ben "Öcalan'ın heykelini dikeceğiz" dediğim günde Erdoğan'ın elinde İmralı’dan Öcalan tarafından yazılmış iki tane mektup vardı. İmralı çözüm sürecini başlatan mektuplardı. Zaten kısa süre sonra da çözüm süreci başladı. Ben o konuşmayı yaptığımda gözümün önünde otobüsten göreceğim şekilde elinde bir tane Öcalan posteri var diye 15-20 kişilik bir genç grubu kıyasıya dövüyordu polisi. Ben de hem mektuptan hem de Erdoğan'ın mektuba verdiği cevaptan haberdardım. Ve Ankara'da şu konuşuluyordu: Bu defa barış çok yakın ve bu barışı gerçekleştirecek olanların heykeli dikilecek. Aslında sözün patenti bana ait değil. İsmini söylemeyeyim ama bende o an çağrışım yapan şey bu sözü söyleyen yürütme yetkilisinin kullandığı bu cümledir. Dolayısıyla ben orada "Yakında barış gelecek, barışın mimarlarından biri olarak da Öcalan'ın heykeli dikilecek" dedim sembolik olarak. Halk arasında kullanılacak bir deyimdir bu, heykeli dikilecek insana denir ya. Bakın öylesine kullandığım bir söze o dönem Erdoğan dahil kimse itiraz etmiyor. Aradan 7 yıl geçiyor, Erdoğan bir seçim kampanyasında videoyu miting miting dolaştırıp "Bakın Apo'nun heykelini dikecekmiş, bunlar bilmem kiminle ittifak yapmış, bunlar böyle" diyecek kadar küçülebiliyor. Onun düştüğü hâlden utanç duydum. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendini bu kadar küçültmemeli. O konuşmayı niye yaptığımı kendisi de biliyor, o dönemin bakanları da biliyor. Neyi kastettiğimi kendisi de biliyor bakanları da biliyor. Kendisi o videoyu izletirken bunu da izletseydi samimiyetine inanırdım. Deseydi ki, "Bak Demirtaş Öcalan'ın heykelini dikeceğiz dediğin gün Öcalan bana iki mektup yazmıştı. Zaten iki ay sonra da İmralı'da resmi görüşmelere başladık" deseydi samimiyetine inanırdım. Fakat tamamı komplocu bunların. Zihniyet komplocu. Tuzak kurma üzerine. Bunlara elini veren kolunu kaptırıyor. En yakın yoldaşları bile bu hâlde. Resmen utanç duydum.

Kamuoyu Erdoğan’a inanmadı ve o videolara rağmen ona kaybettirdi

Seçim dönemi bununla ilgili açıklama yapmak istemedim çünkü kendimi savunmaya geçmiş olacaktım. Kamuoyunun takdirine bıraktım. Ne dedi peki kamuoyu, biz inanmadık senin bu yalanlarına. Milyonlarca insan arkamızda durdu ve Erdoğan’a o videolara rağmen kaybettirdi. İnsanlar bizim adaletin, barışın ilkeleri etrafında mücadele ettiğimizi ta yüreklerinde hissediyorlar.

Kürdistan coğrafi bir gerçekliktir, Mustafa Kemal de, Yavuz Sultan da, Erdoğan’ın kendisi de bunu kullanmıştır

Sezai Bey ve Pervin Hanım üzerinden söylemleri çarpıtılarak provokasyonlar yapılmaya çalışıldı. Aynı komplo anlayışı. Bu fezlekedeki bu iddianamedeki aynı komplo anlayışı. Eş Genel Başkanımız Sayın Sezai Temelli "Kürdistan'da AKP’ye kaybettireceğiz" demiş. O da "Defolsun gitsin Kuzey Irak'a” diyor. Ben Mustafa Kemal şunu dedi, Yavuz Sultan bunu dedi, Osmanlı belgeleri bunu dedi, Tayyip Erdoğan’ın kendisi de Kürdistan dedi, ona buna hiç bakmıyorum. Türkiye'de coğrafi olarak neredeyse 2000 yıl önceki belgeler de dahil olmak üzere Kürdistan ismi geçer, bu coğrafi bir gerçektir. Kürdistan coğrafyasının büyük bir kısmı da bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içindedir. Biz bu yüzden bu ülkeye kendi anavatanımız dedik. Kürdistan ayrı bir devlet, sınırları çizilmiş bir ülke ya da resmî bir ulus devlet olarak tariflenmemiştir ama bir coğrafya ismidir. Mezopotamya gibi, Kapadokya gibi, Kilikya gibi, Trakya gibi bir coğrafya ismidir. Erdoğan gidin dedi diye de kimse kendi anavatanından sürülmez. İş o noktalara geldi mi etnik kimlik coğrafya tartışmaları ülkeyi böler parçalar.

Kürdistan vardır, kimsenin haddi değildir “defol” git demek

Buradan tekrar ediyorum ona da cevabım olsun: Kürdistan vardır, biz de bu ülkenin öz evlatları olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Kürtler olarak bu ülkeyi de kendi vatanımızı da Anadolu’nun her karışını da bu ülkenin yurttaşları olarak kendi malımız mülkümüz olarak görürüz. Kimsenin haddi değildir buradan defol git demek. Biz bu ülkedeyiz, özgürlük demokrasi mücadelesini de bu ülkede sürdüreceğiz. Dolayısıyla eşbaşkanlarım üzerinden bizler üzerinden yapılan komplo, algı yönetimi, toplumu bölüp parçalamıştır. Kini, nefreti artırmıştır. İnsanlara neyin ne olduğunu anlatma şansı tanınmamıştır. Beni gece gündüz TV ekranlarından yargılayan sunucular, yorumcular, beni katil ilan eden yorumcular, duruşmamızı izlemiyorlar, duruşmamızın haber yapılmasını engelliyorlar. Savunmalarımızın televizyonlarda alt yazı olarak geçmesini bile engelliyorlar. Havuz medyası da dahil ülkenin ana akım medyası bugün Selahattin Demirtaş duruşması var, geçen hafta Yüksekdağ duruşması vardı diye haber yapmaya korkuyorlar. Ama akşam olunca HDP'ye iftira atmaya başlıyorlar. Mahkemeniz üzerindeki algı baskısı dediğim budur. Mahkemeniz de bundan etkilendiğini, ara kararlarıyla gösteriyor. Kastettiğim budur. Yoksa hükûmet sizi çağırıp talimat veriyor demiyorum. Savcılar yapıyor biliyoruz. Duruşma savcısını da görmüyorum bu arada, onu kastetmiyorum ama bilsem onu da söylerim. Kimseden çekincem yok ama Adalet Bakanı, başsavcı üzerinde Bakanlık Müsteşarları ya da HSK yetkilileri bizzat savcılara talimat veriyor. Özlük hakları açısından herkes HDK’ye, Adalet Bakanlığı’na bağlıdır ama savcı aynı zamanda Adalet Bakanı’nın bazı talimatlarıyla soruşturma yürütebiliyor. Tamam ama savcılar da soruşturma yürütürken bağımsız adil olmak zorundadır. Savcılar üzerinde çok daha ağır baskılar var.

Sivil cuma namazı kılmak suçsa, ülkenin en az yarısı örgüt üyesidir

Bu fezleke de bu komplonun bir parçasıdır diyorum. Eğer sivil Cuma namazı kılmak, demokratik çözüm çadırı açmak ve orada sivil itaatsizlik eylemi örgütlemek örgüt suçuysa ülkenin en az yarısı örgüt üyesidir. Çünkü buna benzer eylem ve etkinlikler birçok siyasi parti ve STK tarafından defalarca gerçekleştirilmiştir. Bahsettiğim fezlekenin ve iddianamenin niyeti bambaşkadır. Çözüm tutanağını bu hâliyle kabul etmiyorum. Eksiktir ve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nden daha kapsamlı CD görüntülerinin istenmesini, yeniden çözüme gönderilmesini, yoksa eğer bu CD'lerin bütün konuşma tutanaklarının kayıt altına alındığı ve çözüldüğü hâliyle tekrar dosyaya sunulması gerektiğini belirtiyorum. Bu hâliyle aleyhime bir şey olduğundan değil, gerçeğin ortaya çıkması bu hâliyle anlaşılmadığından itiraz ediyorum. 15. fezlekeye dair şimdilik söyleyeceğim bunlardan ibaret.

Kaynak: "Demirtaş: Muhalefet haddini bilsin, toplum korkuyu hissetsin diye yargıyı kullanıyorlar ama başarılı olamıyorlar". hdp.org.tr. 10 Mayıs 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Mart 2023. 
Telif durumu:

Bu eser 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31. maddesine göre Vikikaynak'ta yer almaktadır:

Madde 31 - Türkiye Cumhuriyeti'nde resmen yayımlanan veya ilân olunan kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya herhangi bir suretle bunlardan faydalanmak serbesttir.

2. Kısım[değiştir]

2 No'lu fezleke DTK ile ilgili fezleke. Savunmamı yapmamıştım. Ses kaydı istemiştim, talebimizi kabul etmediniz. İddianamenin 178. sayfasında bu ikinci fezlekede bana atfedilen 5 eylem var. Bunların bilirkişi raporları dosyaya girdi, ben bunların savunmasını yapmamıştım daha önce. Dolayısıyla bu 5 eyleme dair savunmamı yapacağım. Fezlekenin ilk bölümü ile ilgili de savunmam tamamlanmadı, çünkü bilirkişi raporları ve ses kayıtları talep etmemize rağmen hâlen istenmedi. Ama beş eylem isnadına dair savunmamı sürdürüyorum.

Fezlekede DTK terör örgütü ve bütün faaliyetleri terör faaliyetleri olarak tariflenmiş

Söz konusu 2 No’lu fezlekede DTK terör örgütü olarak tariflenmiş ve bu çerçevede DTK'nin bütün faaliyetleri de terör faaliyeti olarak tanımlanmış. Savcılık ve soruşturma yürüten Emniyet de DTK ile ilgili hazırladıkları şablon şeklindeki fezlekeyi her davaya ve soruşturmaya kopyala-yapıştır fotokopi şeklinde sunarak benim dosyamda da bir benzerini yaratmışlar. Ama bu yetmemiş olacak ki beş tane de eylem atfetmişler bana. Bu eylemleri de DTK bünyesinde yaptığımı iddia etmişler. Mahkeme bu eylemlere dair bilirkişi raporlarını istedi, bilirkişi raporları geldi, onları da okuyacağım. Fakat fezleke ne demiş önce ona bakalım. Tamamını okumayacağım.

Bu fezleke beş milletvekili hakkında hazırlanmış. Nursel Aydoğan, Leyla Zana, Altan Tan, İdris Baluken ve ben. Benimle ilgili kısım ayrılmış, diğer milletvekilleri ile ilgili durumu bilmiyorum. Fakat silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla ilgili bir fezleke bu. Katıldığım eylemler de 12.11.2011 günü, 13.01.2011 günü, 14.01.2012 günü, 21.01.2012 günü, 30.10.2012 günü gerçekleşen eylem ve etkinlikler şeklinde ifade edilmiş. Dikkatinizi yine bir noktaya çekmem gerekiyor. İsnat edilen eylemlerin tarihi 2011 ve 2012 yılları. Fezlekenin hazırlanma tarihi 27 Nisan 2016. Yani söz konusu eylemlerden 5 veya 6 yıl sonra. O yüzden bu fezlekenin kendisi de bir kumpas ve komplo fezlekesidir. Olayların, eylemlerin gerçekleştiği tarihte hiçbir soruşturma yürütmeyen emniyet ve savcılık aradan 5-6 yıl geçtikten sonra ne hikmetse aniden fezleke hazırlıyor. Bu da önceki fezlekelerde belirttiğim gibi doğrudan Türkiye'deki siyasal konjonktür ile doğrudan bağlantılı bir fezleke. Etkili soruşturma, adil soruşturma ve bağımsız tarafsız soruşturma yapılmadığının en önemli kanıtıdır bu. Zaten eylemlere, delillere geçtiğimizde komplonun, kumpasın ne kadar hukuk ve usul katledilerek yapıldığını bir kez daha göreceksiniz.

Beş eylem isnadı var, fakat gelen bilirkişi raporunda dört eyleme dair çözüm yapılmış

Şimdi tek tek eylemlere bakalım. Hepsini tek tek okumayayım çünkü bilirkişi çözüm tutanaklarını okudukça hepsine değineceğim. O yüzden hemen direkt bilirkişi raporunu okuyarak başlayayım ki neyle suçlanmışım, ne olmuş iyice anlaşılsın.

Beş eylem isnadı var, fakat gelen bilirkişi raporunda dört eyleme dair çözüm yapılmış. Neden bir tanesi yapılmamış birazdan anlaşılacak. 13 ocak 2011 tarihinde meydana gelen olaya ilişkin bilirkişi tutanağı; yani fezlekenin hazırlandığı tarihten yaklaşık beş yıl önce gerçekleşmiş bir olay isnadı var. Fezlekede bu tarihte geçen olay şöyle tanımlanmış:

“Fırat News isimli internet sitesinde 10 Ocak'ta ve Roj TV haber bültenlerinde yapılan çağrılara uyarak ilimiz adliyesinde görülecek olan KCK TM adına sorumlu düzeyde faaliyet gösterdiklerinden dolayı yakalanarak gözaltına alınan ve halen tutuklu bulunan şahıslara destek olmak ve protesto etmek amacıyla İstasyon Meydanı'ndaki mitinge katılan, akabinde sözde konfederalizm ve YDK adı verilen bez parçaları ile terörist başı Abdullah Öcalan'In posterlerinin taşındığı, “Bijî Serok Apo”, “PKK halktır, halk burada” şeklinde terör örgütü ve elebaşını sahiplenici ve övücü sloganların atıldığı İstasyon Meydanı’ndan adliye binası önüne kadar kanunsuz yürüyüş yapıldığı, Adliye binası önünde de güvenlik güçlerine karşı molotof, taş, havai fişek ve sopalarla saldırıların gerçekleştiği ve birçok polis memuru ile sivil vatandaşın yaralandığı eyleme katılan şahıs olduğu..."

8 tane değil 80 bin tane CD çözümü de yapılsa da bir şey çıkmaz

Aynen böyle diyor. Yani molotoflu, havai fişekli, sopalı ve çok sayıda polis ve sivil yurttaşın yaralandığı eyleme katılan şahıs olduğum fezlekeye açıkça yazılmış. Şimdi bu söz konusu eylemin çözüm tutanağını okuyalım:

"Adliye önü toplanmalar müdahale konulu CD'ler: İncelememizde Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır. 2 numaralı CD incelendiğinde Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır. 21 isimli görüntü dosyası incelendiğinde Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır. 2 numaralı CD: Adliye önü taşlama, müdahale K1 isimli CD: Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır. K2 isimli CD: Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır. K2-2 isimli CD: Selahattin Demirtaş ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır. Adliye önü toplanmalar, taşlamalar CD'si incelendiğinde kamera saati ile 14:14'te Selahattin Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir.”

Zaten alttaki fotoğrafta da videodan bir kare alınmış. Görüntüde yanımda Ahmet Türk, Aysel Tuğluk var. Rahmetli Nuri Yaman var. Toplamda altı veya yedi kişiyiz. Diyor ki "Polis kontrol noktasından adliyeye doğru sorunsuz şekilde geçtiği görüldü". Yani adliye binasına duruşmayı izlemeye gidiyoruz. Milletvekillerimiz, PM üyelerimiz tutuklu, duruşmayı izlemeye gidiyoruz, onun görüntüsü.

Devam ediyor, 3 numaralı CD: 14:12'de Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir. Demirtaş'ın bu sırada el hareketleriyle grubun geriye gitmesini işaret ettiği emniyet görevlisine de göz işareti ile "tamam" anlamına gelen işarette bulunduğu görülmüştür.

Adliyenin kapısı burası.

Emniyet görevlisi: ‘Siz geçebilirsiniz, grubu geri alın.’ Selahattin Demirtaş: ‘Tamam, görevli arkadaşlar kalacak.’ Saat 14.14, Selahattin Demirtaş’ın açmış olduğu koridordan Ahmet Türk ile birlikte içeri girdiği, arkalarında da 5 şahsın girdiği görülmektedir. Adliye binasına giriliyor. Kamera saati 14.15 Adliye Sarayı’na giriş yaptığı görülmektedir. Yürüyüş adliye önü müdahale CD’si: Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. Yürüyüş Adliye Önü Müdahale K4 CD’si: Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. Söz TV isimli yerel televizyon kanalının görüntüsü incelendiğinde Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. 4 numaralı CD: Burada Ziya Gökalp arama noktası K1-1 isimli CD: Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. K1-2 isimli görüntü: Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. K10 isimli görüntünün 4. dakika 52. saniyede Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir.

Aracımdan iniyorum Adliyenin önünde ve şunu diyorum: “Evet arkadaşlar, biliyorsunuz daha önce 18 Ekim’de başlayan ilk duruşmada anadilinde savunma hakkı kabul edilmediği için arkadaşlarımız hâlen tutuklular.”

Basına konuşuyorum burada, mikrofonlara. ‘Bugün ikinci duruşma başlayacak. Bu süre zarfında Türkiye’de anadil ile ilgili çok ciddi tartışmalar da yapılıyor ve bazı mahkemeler anadilinde savunmayı, Kürtçe savunmayı kabul de etti. Dolayısıyla bugün burada Diyarbakır Mahkemesi’nin bu yaklaşımı artık terk edeceğini umuyoruz. Anadilde savunma hakkı en doğal haktır. İnsanların Türkçe biliyor olması kendi anadilinde savunma yapma hakkını engellemez. Hele hele bugünlerde bu kadar kamuoyunun vicdanını yaralayan tahliyelerden sonra. Burada seçilmiş arkadaşlarımızın, siyasetçilerimizin, kadın ve gençlik temsilcilerimizin sırf anadilleri nedeniyle tutuklu kalıyor olmaları kamuoyunun vicdanını bir kez daha yaralamış olacak. O nedenle bugün bizim beklentimiz hem anadilde savunma krizinin aşılması hem de arkadaşlarımızın savunmalarından sonra tahliyelerinin gerçekleşmesidir. Bu Türkiye’de şüphesiz ki barış arayışı yönünde, normalleşme yönünde son derece ciddi katkılar sunan bir gelişme de olabilir. Artık Türkiye kendi iç barışını sağlarken, Kürt sorununun çözümüne doğru giderken, bu tür somut adımlarla ilerleye ilerleye gitmelidir. Yoksa sadece lafla peynir gemisinin yürümediğini artık herkes görmelidir. Biz de bugün Diyarbakır’da bu mahkemeden sonuç bekliyoruz. Umut ediyoruz ki öyle olacak.’

Muhabir soruyor: ‘Efendim savunma ısrarı olursa ne olacak sizce?’ Cevap veriyorum: ‘Yani savunma hakkı kutsaldır burada. İddia makamı görevini yerine getirdi iddiasını yazdı, işi bitti, asıl olan savunmadır bundan sonra. Hakkının gözetilmesi gereken savunmadır. Yani arkadaşlarımız en son cezaevinden gönderdikleri haberlerde de kendi anadillerinde, Kürtçe savunma yapmakta ısrarcı olacaklarını belirttiler. Bu bir haktır. Bir hak kullanılırken kimsenin bunu engellememesi lazım.’ Muhabir soruyor: ‘Peki efendim susma hakkı olarak algılanabilir mi?’‘Hayır, arkadaşlarım savunma yapmak istiyorlar, susma haklarını kullanmıyorlar. Kürtçe konuşmak susmak değildir. Kürtçe konuşmak Kürtçe konuşmaktır.’

Ve burada Adliye önündeki görüntüler bitiyor. Yanımda o dönem birlikte eşbaşkanlık yaptığım Sayın Gültan Kışanak var, bir tarafımda Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan görünüyor. Oradan da devam ediyoruz: Görüntünün 10. dakikasında Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği, basın mensuplarına demeç verdiği görülmektedir. Yine demeç tekrar edilmiş.

5 numaralı CD: Bağlar arama noktası, Adliye önü. Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. İstasyon Meydanı Cami üzeri: Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği ve insanlarla el sıkıştığı görülmektedir. Görüntü saatiyle 13.04’te Selahattin Demirtaş’ın konuşma yapılan otobüste, konuşma yapan Ahmet Türk’ün yanında olduğu görülmektedir. Ahmet Türk’ün konuşması sırasında ‘Bijî Serok Apo’ sloganlarının atıldığı görülmüştür. Otobüsün üzerindeki konuşmacının slogan atılmaması konusunda uyarıda bulunduğu görülmüştür. 6 numaralı CD. Akkoyunlu Arama Noktası Adliye Önü K2 isimli görüntü. Görüntünün 28. dakikasında Demirtaş’ın kalabalığa el sallayarak görüntüye girdiği görülmektedir. Bu sırada görüntünün 29. dakikasında ‘Bijî Serok Apo’ sloganlarının atıldığı görülmektedir. Görüntünün 30. dakikasında emniyet yetkilisi ile parti yetkilisi arasında yapılan konuşmada emniyet yetkilisinin seçilmiş milletvekillerinin geçebileceğini, ancak grubun geriye doğru gitmesi gerektiği görülmektedir. Görüntünün 30. dakikasında Selahattin Demirtaş’ın Emniyet’in açtığı koridordan geçtiği görülmektedir. Sadece vekillerin geçişine izin verilmiş, grubun geçişine izin verilmemiştir. İstasyon Meydanı otobüs üzeri yürüyüş adlı dosya: Selahattin Demirtaş’ın 12.33’te görüntüye girdiği, çevresindekilerle el sıkıştığı, kalabalığa el salladığı görülmektedir. Saat 12.52, Selahattin Demirtaş’ın otobüsün üzerine çıkarak kalabalığı selamladığı görülmektedir. Kalabalığın ‘Bijî Serok Apo’ sloganı attığı ve Selahattin Demirtaş’ın alkışladığı görülmektedir. 12.53 ‘PKK halktır, halk burada’ sloganlarının atıldığı görülmektedir. Sloganlar atılırken Selahattin Demirtaş’ın otobüsün üzerinde bulunduğu görülmektedir. Kalabalığın ‘Öcalan’ diye bağırdığı ve Selahattin Demirtaş’ın alkışladığı görülmektedir. Otobüsün üzerinde sunum yapan şahsın ve Ahmet Türk’ün tüm konuşmalarını Kürtçe yaptıkları görülmektedir.

Bu arada görüntülerde, elimdeki fotoğraftan anlaşılıyor ki İstasyon Meydanı’nda büyük bir miting var, 50 binden fazla insan muhtemelen toplanmış. Parti otobüsü üzerinde de miting yapılıyor, bunun görüntüleri.

7 Numaralı CD: Görüntünün 2.16’da Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. ‘Türkiye’de anadil ile ilgili çok ciddi tartışmalar yapıldı ve bazı mahkemeler…’ diye devam eden adliye önünde yaptığım basın açıklamasının yine burada tekrar çözümü yapılmış, tekrarlamıyorum.

Adliye binasına girişimize dair fotoğraf ve çözüm tutanağı. Adliye binasına yanımda milletvekilleri varken adliye binasının kapısından girişimi görüntüleyen fotoğraf ve çözüm tutanağı. Yine benzer basın açıklamasının tekrarı var.

IHA1 isimli Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. IHA2 isimli tutanakta Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses veya görüntü kaydına rastlanılmamıştır. Adliye Önü K6 tutanağı incelendiğinde Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Selahattin Demirtaş kalabalığın içerisindeyken ‘Biji Serok Apo’ sloganlarının atıldığı duyulmaktadır. K7 tutanağı Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanmamıştır. 8 numaralı CD, çok sayıda haber bülteninden CNN Türk’ten, NTV, Roj TV’den, ATV’ye, Show TV, Kanal D, Diyarbakır’ın yerel kanalları, Star TV dahil hepsinden alınan toplam 12 adet görüntü dosyası olduğu tespit edilmiş 8 numaralı CD’de. Peki ne varmış: CNN Türk TV’de Selahattin Demirtaş’a rastlanılmamış. NTV, adliye önü olaylarda Selahattin Demirtaş’a ait ses ve görüntü kayıtlarına rastlanılmamış, yine NTV, adliye önü Diyarbakır olayları Selahattin Demirtaş görüntüsü. NTV, adliye önü Diyarbakır olayları haberin sunumunu yapan, haberin takibini yapan şahsın “Olaylar BDP milletvekillerinin ve polis şeflerinin çabalarıyla sakinleştirildi, durduruldu. Şu anda sakin bir şekilde bekleyiş sürüyor” cümlesini kurarken Selahattin Demirtaş görüntüsünün ekrana geldiği görülmektedir. Yine Roj TV, Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanmamıştır. Roj TV, Selahattin Demirtaş ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanmamıştır.

Başka bir dosyanın birinci dakikasından alınan çözüm az önce basına yaptığım açıklamanın aynısının kısa çözümü: "Bu demecinden sonra da otobüsün üzerine çıktığı, otobüsün üzerinde Ahmet Türk konuşma yaparken milletvekilleri ve belediye başkanları ile birlikte yürüdüğü görüntülerin olduğu görülmektedir. CNN Türk Mehmet Emin Aktar'ın konuşması ve Diyarbakır haberleri diye ilgili çözüm tutanağı yapmış. Tabi kendileri Mehmet Emin Bey'in konuşmasının çözümü yok burada. Selahattin Demirtaş görüntünün 1. dakikasında bölünmüş ekranın sağ tarafında görüntüye girdiği görülmektedir. Muhabirin yanındaki şahsın konuşması devam ederken, bölünmüş ekranın sağ tarafında ses olmadan görüntülerin aktığı ve bu kısımda zaman zaman Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Flash TV; görüntünün 01:08 dakikasında Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Haberin içeriğinde spikerin haberi sunum yaptığı sırada ekranda akan sessiz görüntüler içinde görüntülerin girdiği görülmektedir. Kanal D; Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği ve basın mensuplarına demeç verdiği görülmektedir."

Ve kısaca demecimden bazı alıntılar yapmış. Tekrar etmeye gerek yok az önce yaptığım çözüm açıklamasının aynısı. "Selahattin Demirtaş’ın yeniden görüntüye girdiği görülmektedir. Görüntüde Selahattin Demirtaş, BDP’li yetkililerle birlikte, Emniyet yetkililerinin arasında olduğu, kalabalığın geriye gitmesini talep ettiği görülmektedir. Show TV’de Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanmamıştır. Yine Show TV incelendiğinde Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği ve basın mensuplarına demeç verdiği görülmektedir." Şöyle demişim: "Bu tutum savunma hakkının ihlalidir, anadili hakkının ihlalidir, adil yargılama hakkının ihlalidir."

Bu da duruşma sonrası açıklamam: “Anadilinde savunma hakkı en doğal haktır. İnsanların Türkçe biliyor olması kendi ana dilinde savunma yapma hakkını engellemez." Çok özür dilerim burada az önce yaptığım demecin aynısının tekrarı.

Görüntünün 14. dakikasında pazarlıklar sürerken Show TV’nin kendi yorumu bu, diyor ki; “Pazarlıklar sürerken, DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ile BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın başını çektiği grup pazarlığa girmiştir. Güvenlik güçleri izin vermeyince Türk ve Demirtaş 'olacaklardan biz sorumlu değiliz' dercesine sessizce kalabalıktan uzaklaştı.” Yani orada ne olmuş hatırlamıyorum ama emniyet yetkilileriyle görüşmüşüz, artık neyi görüşmüşüz onu da bilmiyorum, ama Show TV’nin yorumu bu adeta diyor bakın "olacaklardan biz sorumlu değiliz dercesine, sessizce kalabalıktan uzaklaştı.” Savcının yakaladığı en büyük delil bu herhalde.

Devam ediyorum "Star TV: haber içeriğindeki görüntünün 9. dakikasında Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir".Ve yine aynı demeç kısaca özetle geçmiş Star TV. Evet açıklama yapmış burada bilirkişi demiş ki, "2915 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kapsamında 31 GB boyutunda 15 saat 2 dakika 6 saniye uzunluğunda 35 adet görüntü dosyası incelenmiş Selahattin Demirtaş ile ilgili bölümler ayıklanmış ve her görüntü için ayrı ayrı raporlanmıştır. Ve görüntülerde benimle ilgili kısımlar da fotoğraflanmıştır. Konuşmalar çözümleri yapılarak metinlere çevrilmiştir". Devam etmiş “13.02.2011 tarihinde meydana gelen olayla ilgili olarak yapılan çalışma sona ermiştir".

Şimdi tekrar fezlekeye dönüyorum. Bu tarihte yapılan eylem neymiş, bana yönelik suçlama neymiş tekrar bakıyorum:

“PKK- KCK terör örgütü güdümlü uydu üzerinden yayın yapan 10.01.2011 tarihli Fırat News isimli internet sitesinde ve 10.01.2011 tarihli Roj TV ana haber bülteninde yer alan çağrılara uyarak ilimiz adliyesinde adına sorumlu düzeyde faaliyet gösterdiklerinden dolayı yakalanarak gözaltına alınan ve halen tutuklu bulunan şahıslara destek olmak ve protesto etmek amacıyla İstasyon Meydanı’ndaki mitinge katılan, akabinde sözde konfederalizm ve YDK adı verilen bez eş başkaları ile terörist başı Abdullah Öcalan’ın posterinin taşındığı ‘Bijî Serok Apo’, ‘PKK halktır, halk burada’ şeklinde PKK terör örgütü ve ele başını sahiplenici ve övücü sloganların atıldığı, İstasyon Meydanı’ndan Adliye binası önüne kadar kanunsuz yürüyüş yapıldığı, Adliye binası önünde de güvenlik güçlerine karşı molotof taş havai fişek ve sopalarla saldırıların gerçekleştiği ve birçok polis memurunun ve sivil vatandaşın yaralandığı eyleme katılan şahıs” oluyorum, evet. İddia bu, deliller de bu.

Şimdi tabii ki bir savcı önüne gelen emniyetten yapılan soruşturmalarla birlikte önüne gelen fezlekeyi dikkate alır dikkate alır da işin içinde bir bit yeniği olduğunu hissederse veya önüne gelen dosyada bir soruşturma eksiği varsa bunun tamamlanmasını ister. Dosyasını etkili bir soruşturmayla tamamlar ki mahkeme huzuruna çıkmış olduğunda iddianamesiyle veya fezlekesiyle birlikte mahkeme huzuruna iddia makamı olarak çıkmış olduğundan hiç değilse dosyası hukuki açıdan, kusur açısından eksiklik taşımaz. Şimdi az önce bilirkişinin 8 ayrı CD’yi inceledikten sonra yaptığı çözüm tutanağını tek tek okudum. 8 tane değil 80 bin tane bu olayla ilgili çözüm tutanağı CD çözümü de yapılsa başka bir şey çıkmaz. Ben kendimi biliyorum, nasıl beni molotof, taş, havai fişek ve sopalarla polise saldıran ve çok sayıda polis ve sivil yurttaşın yaralandığı eyleme katılan şahıs olarak tanımlayabilir? Bu açık bir suçtur. Görevi kötüye kullanmaktır. Mevkiyi kötüye kullanmaktır. Suç iftirasıdır. Bunu yapmış. Bakın 2011 yılında bir savcı bunu yapmış, Emniyet bunu yapmış. Aradan 5-6 yıl geçmiş başka bir savcı bunu fezlekeye dönüştürüp TBMM’ye göndermiş.

Yargılama süreci kopyala-yapıştır yoluyla alınan kararlarla sürdürülüyor

TBMM, kendi üyesi olan bizim gibi milletvekillerini dinlemek, yahu bu fezlekelerde ne var, delilere bakalım, dokunulmazlıkların kaldırılmasına gerek var mı, ciddi mi değil mi bakma gereği duymadan bir linç havası ile Anayasa’ya aykırı bir müdahale ile dokunulmazlıklar kaldırıldı. Bir başka cumhuriyet savcısı bütün bunları incelemeden, bakmadan, sormadan ve araştırmadan dosyada ne var ne yok tenezzül edip kapağını açmadan, kopyala-yapıştır yöntemi ile iddianameye dönüştürmüş. Bir Sulh Ceza Hakimi bu dosyadaki deliller nedir şöyle bir göz atayım, milletvekili tutuklama isteği ile sevk edilmiş, ciddi bir iştir diyerek dosyaya bakma ihtiyacı duymadan bizi tutuklamış. 15 ay boyunca ağır ceza heyeti yapılan hiçbir itirazı dikkate almadan otomatik ve kopyala-yapıştır yoluyla tutukluluğun devamına karar vermiş. 15 ay sonra mahkeme karşısına çıktığımızda mahkemeniz kumpas ve komplo iddialarını dikkate almak yerine dönemin ve şu an devam eden siyasi atmosferinin etkisi altında hukuka aykırı kararlar vermiş. Aradan 1.5 yıl geçmiş ve ilk defa delili inceliyoruz bakıyoruz deyip resmen yalan söyleyip iftira atmışlar.

Cemaatin üstüne atıp işin açıklanması taraftarı değilim, doğrudan AKP operasyonlarıydı

Ne molotoflu gösterinin ne taşlı gösterinin içindeyim. Ne kenarında ne ortasındayım. Böyle bir şey o gün Diyarbakır’da var mı yok mu onu da bilmiyorum. Ben ve bir grup milletvekili arkadaşım tıpkı bugün Eş Genel Başkanımız ve milletvekillerimizin bugün yaptığı gibi bir duruşmayı izliyoruz. Parti yöneticilerimizle 5 milletvekilimiz o dosyadan tutuklu. O duruşmayı izlemek için önce mitinge katılıyorum sonra araçla adliyenin önüne geliyorum. Adliyenin önünde kısa bir demeç verdikten oradan ayrılıyoruz. O gün yaşanan her şey bundan ibaret. Ama muhtemelen o gün Diyarbakır’da ne olmuşsa telafi edilmeye çalışılıyor. İlginçtir, gerçekten ilginç. Nasıl bir kin ve öfke ile hareket etmişler nerede ne olay olmuşsa sadece benimle ilgili soruşturma yürütmüşler. Çok ilginç. Niye bana karşı özel bir gıcıkları vardı? Zaten gazetelerinde özellikle cemaate yönelik eleştirilerim dikkatle incelenirse bu özel kinin ve operasyonun nedeni ortaya çıkıyor. Ama bunu böyle cemaatin üstüne atıp işin açıklanması taraftarı da değilim. Doğrudan AKP operasyonlarıydı bunlar ve aynen devam ediyor. 2 No’lu fezlekenin 2 nolu eylemi olarak belirtilen eylem bundan ibarettir. Tümüyle bir kumpas ve komplo, yalan ve iftiradan ibarettir. Hiçbir şekilde buna ilişkin bir delil bulunamaz. Çünkü böyle bir eylem içinde olmadım, hayatım boyunca hiç olmadım. Normalde bu savcı ve emniyet yetkilileri hakkında ciddi adli ve idari soruşturmalar yapılması lazım da artık tensip tahkikat aşamasına geldiğimizde mahkemenizden bu tür şeyleri de isteyeceğiz, bakalım tavrınız ne olacak onu da göreceğiz.

Devam ediyorum. Bir başka eylem istinadı. Gene aynı fezlekenin bir başka eylemi. 12.11.2011. Nedir eylem isnadı? Aynen okuyorum. “PKK-KCK güdümünde yayın yapan Fırat News isimli internet sitesinde yapılan çağrılara uyarak, 20.10.2011 günü TSK tarafından Hakkari Çukurca İlçesi Kazan Vadisi’nde PKK-KCK mensuplarına yönelik gerçekleştirilen operasyonda ve 5.11.2011 günü Dicle İlçesi Özel Harekat Noktası ile İlçe Emniyet Amirliği’ne saldırıdan çıkan çatışmalar sonucu ölü olarak ele geçirilen PKK-KCK mensuplarının cenazelerine katılan şahıs olduğu…” İsnat bu.

CD inceleme tutanağından çıkan sonuç şöyle:

12.11.2011 tarihinde meydana gelen olaya ilişkin 1 numaralı CD. Yeniköy Mezarlığı önü bekleme. Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntüye rastlanamamıştır. 52 dakika 38 saniye uzunluğunda olan başka bir görüntü CD’si var. Görüntü saati ile 12.29’da Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği ve cenazenin olduğu kalabalığa doğru ilerlediği görülmektedir. K6 isimli dosyada Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanılamamıştır. Başka bir dosya. 2 nolu CH,.HD 300 isimli görüntü dosyası. Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü veya ses kaydına rastlanılmamıştır. K7 isimli dosya incelendiğinde görüntü saati ile 12.34’te Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Emniyet görevlisi, “Selahattin Bey hoş geldiniz”. Parantez içinde “Grupla ilgili bir şey söylüyor, anlaşılmıyor” bu arada grubun geçişini engellemek için emniyetin önlem aldığı, yolu kestiği, ancak Selahattin Demirtaş’ın emniyet yetkilisinin uyarısını dikkate almayarak kalabalığı arkasından çağırdığı görülmektedir. Selahattin Demirtaş: Benimle birlikte yürüyecek arkadaşlarım. Selahattin Demirtaş’ın bu cümlesinden sonra arkasına dönerek grubu eliyle arkasından çağırdığı polis kontrol noktasından kendi başına geçtiği, grup harekete geçtiğinde de emniyetin TOMA aracının müdahalesi etmesi çağrısı üzerine polisin müdahalesinin görüldüğü ve grubun geçişine izin verilmediği görülmektedir. K10 isimli dosya. Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü veya ses kaydına rastlanmamıştır. 3 Nolu CD. K4 Selahattin Demirtaş ile ilgili olarak herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanılmamıştır.

Bir yerde bir polis barikatı kurulmuşsa arama noktası varsa ya mitingdir ya da bir izinli gösteri yürüyüşüdür. Çünkü polis arama noktasından geçtiğim söyleniyor. Hafızamda kalmamış, ben cenazeye katılmış olabilirim fakat burada benimle birlikte o dönemin il başkanları, belediye başkanları var, bir grup koruma ve danışman arkadaşlarım var. Polis koruma noktasından geldikten sonra da benimle birlikte oraya gelen 15-20 kişilik gruba işaret ediyorum, diyorum ki birlikte gidelim. Muhtemelen de polis kontrol noktasından birlikte geçiyoruz. Bu kadar. Dosyada benim önüme delil diye koydukları bu. Başka bir şey yok. Burası Yeniköy Mezarlığı mı cami mi o da belli değil. Ama dediğim gibi eğer varsa bir camide cenazeye katılma iddiası onun da delilleri ortaya konulursa detaylı izahını yapmış olurum. Muhtemelen aileyi taziye açısından ziyaret etmişizdir ve görevimiz bitmiştir. Ama çözüm tutanağında böyle bir şey yok ki anlatayım. Sadece iddialar var. Nerede katılmışım, nasıl yapmışım belli değil. Sadece mensupların cenazelerine katılan şahıs olarak. Başka görüntülerle başka iddiaları yan yana getirip kumpas kurma, çarpıtmadan başka hiçbir anlam taşımayan bir iddiadır. …

"Ofis semti başta olmak üzere Diyarbakır'ın birçok kentinde araçların yakıldığı, yollara barikatların kurulduğu güvenlik güçlerine karşı taşlı molotoflu EYP parça tesirli bombalı saldırıların olduğu, PKK-KCK terör örgütü mensuplarını ve elebaşlarını sahiplenici sloganlar atıldığı, kanunsuz eylemler gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen kanunsuz eylemlere katılarak destek veren, Sümerpark içerisinde güvenlik güçlerinin uyarılarına rağmen dağılmak istemeyen grupla birlikte hareket eden şahıs."

Burada yine bombalayan, molotof atan, taşlı sopalı grup içerisinde bulunan grupta olduğum ve Sümerpark içinde de güvenlik güçlerinin uyarılarına rağmen dağılmayan şahıslardan olduğum bir kayıt. Bakalım nerede taş molotof atmışım, bilirkişi çözüm tutanakları ne yazmış, onu da okumak istiyorum.

Burada yine neredeyse bütün detaylarıyla hatırladığım, yasaklanmış bir mitinge dair protesto eylemini bütün detaylarıyla çözüm tutanaklarından okuyarak hatırlatayım. Çözüm tutanağının 49 ve 50. sayfalarını okuyarak başlamak istiyorum. Daha sonra 26. sayfaya dönersem daha mantıklı olacak. Çünkü saat itibariyle ilk açıklama çözüm tutanağının 49. sayfasında. Partimiz bir miting yapma kararı almış Diyarbakır’da, Demokratik Çözüm ve Barış Mitingi. Diyarbakır Valisi mitingi yasaklamış. Ben milletvekillerimiz ve Türkiye'nin birçok yerinden gelen sanatçılar, siyasetçiler Diyarbakır BDP İl Binası’nda bir basın toplantısı yaptık. Bu mitingin yasaklanmış olmasına dair. Örneğin sayfa 52’de görülen fotoğrafta sanatçı Suavi’nin fotoğraflarını da göreceksiniz. Türkiye’nin çok değişik yerlerinden barış için Diyarbakır’a gelmiş sanatçı ve aydınlarla birlikte Diyarbakır İl Binası’ndayız. Önce bir basın toplantısı düzenliyor, mitingin yasaklanmış olmasını protesto ediyor ve diyorum ki: "Bugün sizlerin de Diyarbakır’da yakından gözlemlediği gibi Diyarbakır OHAL’in de ötesinde sıkıyönetim koşullarını yaşıyor. Sadece Diyarbakır değil birçok yer, ili, ilçesi, kasabası, mahallesi her taraf şu anda sıkıyönetim koşullarında. Başbakan dün Van’da konuşurken OHAL’i kaldırdığını söylemiş. Bugün gelip bu tabloyu görürse OHAL’den sıkıyönetime geçiş yapıldığını, bu tablonun her gün bu şekilde yaşandığını bilen insanlar tarafından herhalde Başbakan’a açık açık ifade edilir. Biz de Diyarbakır’da disiplinli, kitlesel bir miting yapmak için hazırlıklarımızı tamamladık. Fakat devlet AKP hükümeti bir partinin, Türkiye’de 4’üncü büyük partinin, Meclis’te grubu bulunan büyük bir blokun Diyarbakır’da miting yapmasına izin vermedi. Hiçbir hukuki, hiçbir yasal ve haklı gerekçe olmaksızın mitinglerimiz bir yıldır yasaklanıyor. Biz sonuna kadar sağduyulu davrandık. Çözüm alternatifleri ürettik. Bu konuda girişimlerimizi yaptık. Bakanlara kadar arkadaşlarımız görüşmeler gerçekleştirdi. Defalarca emniyet ile vali ile görüşmeler yapıldı. Olaysız bir miting yapabilmek için, hiçbir gerginlik olmadan politik mesajlarımızı verebilmek için, elimizden gelen bütün gayreti gösterdik. Ama bugün tam da burada gerginliği engellemek için mitingi yasakladıklarını söylüyorlar. Ama şu anda bütün bölgede sadece Diyarbakır’da değil bütün bölgede bir devlet gerginliği var. Devlet, hükümet kendi eliyle bir gerginlik yaratmış durumda. Gerginliği önlemek adına gerginliğin alası, daniskası hükümet tarafından gerçekleştiriliyor. Bütün bu tablonun, fotoğrafın altında yatan zihniyet şudur: Kürt halkı sokağa çıkamasın, Kürt halkı nefes alamasın, Kürt halkı taleplerini haykıramasın. Fakat bunun engellenmesinin imkanı yok artık. Bunu herkes biliyor. Kürt halkının çok somut talepleri var. Bu talepler AKP tarafından, polis tarafından engellense de bu gibi baskılarla kırılmaya çalışılsa da bütün dünya artık Kürt halkının taleplerini biliyor. Bugün de biz burada İstasyon Meydanı’na gideceğiz. Umut ediyorum ki hiçbir sıkıntı çıkmaz. Valilik’ten, polisten yana herhangi bir gerginlik çıkmazsa halkımız akın akın istasyon Meydanı’na akacak. Mitingimizi gerçekleştireceğiz ve disiplinli bir şekilde dağılacağız. Olabilecek her türlü gerilime sebep olan AKP hükümetinin politikalarıdır, kenti ablukaya alan zihniyettir. Fakat bugün ne olursa olsun yaklaşık 22 gündür çalışması ciddi bir şekilde devam eden bu mitingin engellenemediği açığa çıkmıştır."

Bakın 22 gündür mitingin çalışmasını yapıyormuşuz. Fezleke "O gün KCK'nin yaptığı çağrı ile gerçekleşen miting" diyor ya. Devam ediyorum basın toplantısına:

"İlk defa bir mitingimiz daha gerçekleşmeden en temel amacına ulaşmıştır. Halkın talepleri etrafında mitingin ortaya çıkaracağı siyasi talepler etrafında bu kadar görkemli kenetlenmesi zaten mitingin amacıydı. Bugün o mesajları zaten bütün dünya yakından izliyor. Dolayısıyla bu çalışmalarda miting hazırlıklarında emeği geçen bütün arkadaşlara, partililerimize, gençlere analara kadınlara buradan sonsuz teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Birazdan da İstasyon Meydanı’na gidip taleplerimizi haykıracağız. Nedir onlar, birincisi evet, biz barış istiyoruz ve barışı sağlayacak en önemli aktör Sayın Öcalan’dır. Sayın Öcalan’a özgürlük istiyoruz. Biz Kürt halkının siyasi taleplerinin; anadilde eğitimin, demokratik özerkliğin, kimliğinin, yaşama hakkının hiçbir devlet zoruyla engellenemeyeceğinin herkes tarafından görülmesini istiyoruz. Bizlerle dayanışmak için gelen dostlarımıza, siyasi partilere, sanatçılara, Avrupa’dan gelen dostlara, diğer kentlerimizden gelen halkımıza da partim adına teşekkür etmek istiyorum. Umut ediyorum bugün gerçekleşen mitingin sonucu ne olursa olsun herkes doğru mesajlar çıkarır."

Basın mensubu soruyor:"Sayın Başkan Diyarbakır Valiliğinin 'Biz engellemesek kalabalığa ateş açılacaktı' diye bir açıklaması vardı."

Ben de cevap veriyorum:"Engellemişse sorun ortadan kalkmış, bıraksınlar miting yapalım bıraksınlar bu palavraları. Teşekkürler arkadaşlar."

“Görüntünün 6 dakika 30. saniyesinde Demirtaş'ın Diyarbakır il başkanlığı önünde görüntüye girdiği görülmektedir. Bu esnada Bijîj serok Apo sloganlarının atıldığı görülmektedir.”

Yanımda milletvekili grubu arkadaşlarım var. Partimin il binasından çıkmışım. Partimin seçim otobüsüne binerken görüntüm var. "Ve parti otobüsünün geçişine izin verilmemesi üzerine polisin açtığı koridordan geçerek ilerlediği görülmektedir". Yani biz İstasyon Meydanı’na giderek açıklama yapacağız. Miting yasaklanmış, sahne, ses düzeni hiçbir şey kurulmamış ama parti otobüsü ile orada açıklama yapmak istiyoruz. Mitingi basın açıklamasına dönüştürmüşüz ama otobüse izin verilmiyor. Parti binasının önünde otobüsün önü kesiliyor. Bunun üzerine iniyoruz otobüsten ve yürüyerek gidiyoruz. “Tamam, gidip basın açıklamasını yapacağız” diyoruz.

"Selahattin Demirtaş ve beraberindeki kişilere izin verilmediği o yüzden de polis barikatına yüklenerek geçmek istedikleri görülmektedir."

Biz 20-30 metre yürüdükten sonra çevik kuvvet önümüzü kesiyor, yürüyerek de gidemezsiniz diyor. Yürüyüş yapmıyoruz, slogan, pankart bir şey yok ama hayır diyor yürüyemezsiniz. Devam ediyorum, bağırıyorum: "Yüreğin yetiyorsa git Tayyip’in faşist yürüyüşünü engelle, açın şurayı suç işliyorsunuz, dağılın. Beyler suç işliyorsunuz. Öyle copla, panzerle durduramazsınız, yetkiniz yok beyler, suç işliyorsunuz. Bugün bütün meydanlarda suç işliyorsunuz, açın burayı. Valin gelsin, bakanın gelsin başbakanın gelsin. Diyarbakır Meydanı’nı kapatamazsın Kürt halkına. Kürt halkı senin kölen değil. Suç işlemeyin açın şurayı. Size suç olan bir emir verildi uymayın. Milletvekillerini durduramazsın, milleti vekilden vekili milletten ayıramazsınız. Oturacağına serin klimanın altında oradan talimat yağdıracağına gelsin bakalım valiniz. Gelsin bakalım Diyarbakır halkı valiyi seviyor mu sevmiyor mu? Vali sizin valiniz değil, İdris Naim gelsin".

Görüntünün 20. dakikasında Demirtaş'ın görüntüye girdiği ve 22. dakika 40. saniyede oturduğu görülmektedir.

Su sıkılmış, gaz sıkılmış sırılsıklam halde muhtemelen bir kaldırımın kenarında oturuyoruz. Yanımda da yine milletvekilleri, belediye başkanları ve MYK üyeleri. Şimdi bundan sonra, burada bizi engelledikten sonra muhtemelen valinin talimatıyla orada bize izin verildi. Araçlarla İstasyon Meydanı’na gidebilir ve kısa bir açıklama yapabilirsiniz diye arkadaşlarımızla sözlü mutabakat sağlandı. Bundan sonra biz araçlarımızla İstasyon Meydanı’na gittik. Çözüm tutanağına oradan devam ediyorum:

11:32'de Selahattin Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir. 2 numaralı CD'de Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir. İstasyon Meydanı’na giriş yapıyoruz. Polis her tarafı kapatmış, sadece seçilmişlerin ve birkaç basın mensubunun girmesine izin veriyor, açıklama yapacağız. "Emniyet görevlilerinin önlem almasına sinirlenen Selahattin Demirtaş'ın emniyet görevlisine çık şuradan çık dediği görülmektedir." Burada da yine saat farkıyla ilgili karmaşa var, ben anlatayım tam anlaşılsın. Biz İstasyon Meydanı’na girdiğimizde güvenlik güçleri bizi engellemediler. İstasyon Meydanı dediğimiz alana 6 cadde açılıyor. Diğer arkadaşlarım da farklı caddelerden girmeye çalışıyor. Oradaki polis noktasına girmek istiyorlar. Onlar engelleniyor. Copla, gazla müdahale ediliyor. Ben de habire emniyetle muhatap olup "söz verdiniz" diyorum, arkadaşlar gelsin açıklama yapalım bitirelim" diyorum. O dönemin güvenlik şube müdürünü iyi hatırlıyorum, belli bir diyalogumuz vardı. Olaylar büyümesin diye serinkanlılıkla hareket eden bir müdür yardımcısıydı. Benim gözlerimin önünde telsizle bağıra bağıra verdiği hiçbir talimata uymuyordu polisler. Bağırarak diyordu ki “Bıraksanıza oradaki milletvekillerini geçsinler açıklama yapılsın bitirelim bu işi”. Oradakiler bu emir üzerine panzerden su sıkıp gaz atıyordu. Nefes alamıyorduk. Meydanda kimse yok, biziz sadece, polisler ve biz. Birkaç kişiyiz. Milletvekillerimiz gazın ve suyun yoğunluğu altında nefes alamıyor. Ben ölmek üzereyim. Hatta dönemin Van Milletvekili Özdal Üçer arkadaşımız gözleri gazdan kızarmış, bir şey görmüyor fakat yine de benim nefes alabilmem için başımdan su dökmeye çalışıyor çünkü hakikaten nefes alamıyordum. Diğer arkadaşlarım da öyle. Bunlar kim? Emniyetin yakından tanıdığı milletvekillerimiz ve Büyükşehir Belediye Başkanımız Osman Baydemir. Öfkeden bağırıp çağırmaktan artık sesim kısılmış, nefes alamıyorum. Böyle bir durumda yanımda Emniyet Müdürü talimat veriyor, polis tersini yapıyor. Resmen öldüreceklerdi.

İstasyon meydanında küçük bir cami var Sümer Cami. Kendimizi korumak için avlusuna girdik. Şadırvanda nefes almak için herkes elini yüzünü yıkıyor. Korumalar bize nefes aldırmaya çalışıyor. Kimisi caminin avlusunda yere uzanmış baygınlık geçiriyor. Fakat dışarıdan cami avlusuna hala müdahale yapılıyor. Gaz atıyor, içeri girip toplamaya çalışıyor. Ve yine 25-30 kişilik bir grubuz. Buradaki tutanaktan okuyorum: "Emniyet görevlisinin cami avlusunda önlem almasına sinirlenen Demirtaş emniyet görevlisine 'çık şuradan çık şuradan'" diyor. Selahattin Demirtaş: Hücre evi mi burası, insanlar elini yıkar, namazını kılar her şeyi yapar. Bak şurayı açın ayıptır ne kanun ne ahlak ne din ne iman bıraktınız. Çekin şunları. Şunlara talimat ver gözaltını durdursunlar. Camiyi işkence gözaltı merkezi yapamazlar, çek onları, çek onları."

“Selahattin Demirtaş: Bu kadar hakarete tahammülümüz yok artık hadi çekin onları çekin. Görüntü saati ile 18:06'da emniyet görevlisi anons ederek "Valilik kararı ile bugün Diyarbakır’ın herhangi bir yerinde program, yürüyüş ve basın açıklamasının yasaklandığını ayrıca bir saatlik basın açıklaması süresinin dolduğunu bunun ilk ikaz olduğunu arka tarafa doğru dağılmalarını söylediği ve 5 dakika süre verdiği görülmektedir."

Bir saattir gaz yiyoruz, açıklama yapmamışız, verdiği süre dolmuş beyefendinin, dağılın diyor. Akşam saat 6 buçuk olmuş.

"Selahattin Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir. Selahattin Demirtaş ve yanındaki kalabalığın parktan ayrılmadıkları görülmektedir."

Burada bir bilgilendirme yapayım mahkemenize, İstasyon Meydanı’nın bitişiğinde Diyarbakır'ın en büyük yeşil alan parkı var. Sümer parkı. İçinde belediyemizin kütüphanesi, kongre merkezi, eğitim merkezleri vs. bulunan büyük bir park var. Biz bu parka girmişiz. 30-40 kişi bilemedin belki 50 kişi varız. Milletvekili arkadaşlarım, danışman koruma şoför arkadaşlarım yanımda. Parka girmişiz, parkta da sadece biz varız. Polis amiri gelmiş oraya da saldırıyor. Çimlere oturmuş, nefes almaya çalışıyoruz, belediye kültür merkezi binasında elimizi yüzümüzü yıkamışız, çıkmışız o binanın önünde çimenlere oturmuşuz. Hem protesto ediyoruz. Basını da bıraktık. Biz bu gece bu parkta oturacağız. Yaptığınız zulme karşı biz burada sabaha kadar oturacağız. Gelmiş oraya da saldırıyor. Panzerleri parkın içine sokmuş orada su sıkıyor. Bu diyaloglar da burada geçiyor.

3 No'lu CD- Helikopter isimli görüntüde Selahattin Demirtaş'a rastlanmamış. K3 İstasyon - Vekil - Altan Tan isimli CD'de 18:22'de Selahattin Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir.

Bu bahsettiğim parkta oturuyor olduğumuz halde daha yeni nefes almaya başlamışız gene müdahale başlayınca kalkıyorum parkın içinde emniyet yetkilisi arıyorum.

Emniyet görevlisi: Sorumlu benim buyurun beyefendi. Selahattin Demirtaş: Göreviniz nedir? Emniyet görevlisi: Ben İl Emniyet Müdürlüğünde görevliyim. Selahattin Demirtaş: Beyefendi değil BDP genel başkanı milletvekili. Emniyet görevlisi: Niye beyefendi değil misiniz, tamam buyurun başkan bey.

Bunlar hep hakaretvari ironik konuşmalar bana karşı. İtmeler kakmalar. Emniyet müdürüyle diyalogdayken bize yapılanları izlemeniz lazım. Keşke büyük ekrandan izleyebilseydik. Devam edeyim:

Selahattin Demirtaş: Buradaki şu andaki yasadışı durum nedir, neye müdahale ediyorsunuz? Emniyet görevlisi: Bakın şu anda burada her birinize izah etmek zorunda kaldım. Selahattin Demirtaş: Ben BDP Genel Başkanıyım bana izah edeceksin tabii. Muhatabım değilsin ama dinliyorum seni. Burada neye müdahale ediyorsun? Emniyet görevlisi: Sizlerle ilgili gerekli açıklamayı söyleyeyim. Burada şu an itibariyle sizlere basında dün akşam bu miting yasaklandı mı yasaklandı. Selahattin Demirtaş: Burası miting meydanı mı? Emniyet görevlisi: Bir dakika dinleyin, yasaklandı. Gruptan bir kişinin emniyet görevlisine terbiyesizlik yapma dediği görülmektedir. (Ama emniyet müdürlüğünün bize ne yaptığı tabii burada yazmıyor.) Emniyet görevlisi: Sen kimsin? Selahattin Demirtaş: Doğru diyor, saygısızlık yapma. Emniyet görevlisi: Ben size bir şey açıklamıyorum, dağılmanızı istiyorum bu kadar. Selahattin Demirtaş: Sen benim cenazemi buradan alırsın.

"Grubun, Emniyet yetkilisine doğru yürüdüğü görülmektedir. Emniyet görevlilerinin çekilmesiyle birlikte Selahattin Demirtaş’ın yürümeye devam ettiği, bu esnada gruptan birinin “Sen genel başkana yaptığın terbiyesizliğin bedelini ödeyeceksin. Gel öldür katil herif. Terbiyesiz” gibi ifadelerde bulunduğu görülmektedir."

Bu emniyet görevlisi benim hakkımda suç duyurusunda bulundu, tazminat davası açtı. Mahkemede yapılan incelemelerde davanın reddine karar verildi. Böylesine facia görüldü. Bize yapılan hakaretin, işkencenin bini bin paradır. Burada yazmıyorlar, Diyarbakır Asliye Ceza ve Asliye Hukuk Mahkemeleri’nde bunların hepsi bilirkişi raporlarına girdi. Dava reddedildi ve temyize de gitti ve onandı.

Devam ediyorum. Yine başka bir görüntü için; Selahattin Demirtaş’la ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanılmamıştır. 4 nolu CD; Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Emniyet görevlisi: “Vekiller geçsin arkadaşlar açın aç. Vekillere yardımcı olalım.”

Bu bahsettiğim bizimle diyalogda olan ve biz İstasyon Meydanı’na girerken gerçekten de son derece nezaketli bir şekilde bize eşlik ederek güvenliğimizi sağlayarak İstasyon’da yürümek istediğimiz yere kadar buyurun burada açıklama yapabilirsiniz diyen emniyet yetkilisidir.

Polis kontrol noktasından geçerek Selahattin Demirtaş’ın yürüdüğü görülmektedir. Yanımda Gültan Hanım var. EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan var. Birçok siyasetçi ve sanatçıdan oluşan bir heyetiz.

Selahattin Demirtaş’ın vekillerle ve belediye başkanları ile il başkanı ile birlikte yürüdüğü görülmektedir. Yine polisin barikat kurarak Selahattin Demirtaş ve yanındaki kalabalığın yürüyüşüne izin verdiği görülmektedir. Bu başka bir yer aslında, ilk çıktığımız yerdir.

“Öyle bir yetkiniz yok öyle bir yetkiniz yok arkadaş açın şu yolu, beyler açın kenarda gölgede oturun sizin işiniz bu, kapatmak değil.” Görüntüde yine Selahattin Demirtaş’ın yanındaki kalabalıkla bariyerlere yürüyerek yolu açmaya çalıştığı görülmektedir. (Bu il binamızın önü ilk çıktığımız yer. Az önce detayları ile size anlatmıştım. Yine burada tekrarı var.) Emniyet yetkilisinin anonsundan “Şu an Turgut Özal Bulvarı’nda toplanmış gruba sesleniyorum. Valilik kararı gereğince bugün Diyarbakır’da herhangi bir gösteri ve yürüyüş yasaklanmıştır. Bu size yapılan son ikazdır” şeklinde anons yapıldığı görülmektedir. (Turgut Özal Bulvarı Diyarbakır İl Binamızın bulunduğu caddedir. Dolayısıyla bu anonsun yapıldığı yer parti il binamızın önüdür bunun altını çizmek istiyorum.)Valiniz suç işliyor, bakanınız, başbakanınız suç işliyor siz de bu suça alet oluyorsunuz. Açın önümüzü böyle bir yetkiniz yok. Milletvekillerini durduramazsınız. Böyle copla kalkanla falan…

Yine bunlar tekrar. Aynı şekilde orada polis ile muhatap olduğumuzda sarf ettiğim cümleler az önce belirttiğim şeklinde tekrardır. Burada tekrar etme ihtiyacı duymuyorum.

Selahattin Demirtaş’ın yanındaki kişilerle kalkanlarla geçişi durdurmaya çalışan polislere yüklenmeye başladığı ve geçmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu arada “Faşizme karşı omuz omuza, baskılar bizi yıldıramaz” sloganları atılmaktadır.(İl binamızın önü bu.) Demirtaş ve yanındaki grubun ara ara polis kalkanlarına yüklendikleri görülmektedir.

Doğrudur. Polis kalkanlarla önümüzü kapatmıştı bizde bu kaldırımda yürüyoruz cadde de değil, yürümeye devam ediyorduk. Israrla önümüz kesiliyordu biz de kalkanlara yükleniyorduk. Bunlar yaşandı.

Daha sonra emniyet yetkilileri ile yürümek isteyen grup arasında yapılan müzakere neticesinde görüntü saati ile 15.01’de Selahattin Demirtaş’ın polis koridorunda geçtiği görülmektedir. (Yine az önce detayları size anlatmıştım.) Yine görüntüde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı’nın Selahattin Demirtaş’ın yanında olduğu görülmektedir. (Osman Baydemir’den bahsediliyor.)

Devam ediyor: Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği ve bu sırada polis kameramanının elindeki kamera ile çekim yapmasını engellemek amacıyla hamle yaptığı görülmektedir. Selahattin Demirtaş polislere hitap etmektedir: “Cami burası utanmıyor musunuz, çık şuradan terbiyesiz herif. Çıkın arkadaşlar, bu insanlar girer çıkar, elini yıkar, namazını kılar, her şeyi yapar. Emniyet yetkilisi camiden taş atamaz kimsenin kafasını kıramaz.” Camiden taş atıldığına dair bir şey yazamaz burada görüntüleri siz de izleyebilirsiniz. Cami ya. Caminin avlusundan taş mı atılır. Yanında taş atabilecek bir genç bir çocuk olabilse derim ki biz fark etmeden olmuştur. Ama insanlar cami avlusunda elini yüzünü yıkamaya çalışıyor. Burada emniyet görevlisi olarak geçen kişi bahsettiğimiz Emniyet Müdür Yardımcısı da değil. Başından beri provokatör gibi onu vurun, buna sıkın diyen kişi, milletvekili Aysel Tuğluk’u gözaltına aldırdı. Böyle bir tarzı olan bir adam. Şimdi nerede Allah bilir. Araştırsanız burada ismi cismi yok ki bakalım. Ama görüntülerden bulunur. Muhtemelen cezaevlerinden birindedir.

Devam ediyor: “Şunlara talimat ver gözaltılarını durdursunlar, cami avlusunda gözaltı olamaz, çek onları çek onları bu kadar hakarete tahammülümüz yok artık. Çekin onları hadi çekin.”

Görüntü saati 18.28 Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği yanındaki kalabalık ile birlikte yerde oturduğu görülmektedir. İşte burası park. Bahsettiğim yeşil alan park. Sırrı Süreyya isimli görüntü. Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır.

Başka bir görüntü Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmamıştır.

Şimdi yine aynı olaylarla ilgili 5 no’lu CD. Burada yine parti il binasındaki çıkışlarımız ve muhataplıklarımız aynı şekilde devam ettiriliyor. Tekrarlamama gerek yok: “Uyarıyorum polisleri suç işliyorsunuz, bizi engellemeyin, bizi milletvekillerini engelleyemezsiniz” diyorum. Böyle bir tartışmamız oluyor. Sonra izin veriyorlar geçişimize İstasyon Meydanı’na gidiyoruz. Yine cami içerisinde yapılan müdahale ve Emniyet Müdürü ile tartışmamız,“Çekin bunları kanun ahlak nedir”diye bağırıyorum. Polis kamerası çekmeye çalışıyor burnumun dibinde elimi uzatarak müdahale etmeye çalışıyorum. Vali gelsin camide görüşelim diyorum.

Görüntünün 57’inci dakikasında Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir.

“Emniyet yetkililerinin dağılın anonsuna rağmen Selahattin Demirtaş ve yanındaki kalabalığın beklemeye devam ettiği görülmektedir.” Burası da Sümerpark’ın içi yani. İstasyon Meydanı da değil cadde de değil.

Yine 6 numaralı CD. Burada Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir.Evet bu görüntüyü gerçekten burada izlemenizi çok isterim. Yahu ne taş var ne slogan var ne molotof var. Bir grup milletvekili ve sanatçıyız. Toplasan 30-40 kişi bir araya gelmemişiz burada. Fakat atılan gazın ve sıkılan suyun haddi hesabı yok. Ben yanlış hatırlıyor olabilirim burada tutanaklarda geçmemiş. Grup Başkanvekili Pervin Buldan’ın yaralandığı miting de o mitingdi. Yanılıyor muyum Pervin Hanım. (Salondan Pervin Buldan’ın “Doğrudur başkanım” sesi duyuluyor). Evet gaz fişeği ile sağ ayak kaval kemiğine isabet etti ve gözümüzün önünde ayağı parçalandı neredeyse. Ambulansı oraya getirmemiz bile güçlükle oldu. Kan akıyor ayağından oluk oluk. Pervin Buldan’ın gaz fişeği tam kaval kemiğine isabet etti, kemik görünüyor yani, halen onun sakatlığını kısmi olarak yaşıyor Pervin Hanım. Mevzu sadece Pervin Hanımın yaralanmış olması değil. Pervin Hanım yaralandı ama hiçbirimiz nefes alamıyoruz. Pervin Hanım yaralı arkadaşımız dahil nefes alamıyoruz, gaz atmayı durdurmuyorlar, su sıkmayı durdurmuyorlar. Yani öldürebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu o eylemdi işte. O görüntüden sonra “Nerede buranın müdürü” diyorum. “Bana bakın milletvekili dövdürmeye devam ederseniz seni burada kendi ellerimle döverim. Benim burada genel başkanımı dövüyorsunuz, buradan bizim cenazemiz çıkar onurumuz çıkmaz.” Çünkü Eş Genel Başkanımız Gültan Kışanak’ı dövüyorlar. Resmen copla dövüyorlar. Emniyet görevlisi “çevik, buraya gel” diyor. “Selahattin Demirtaş: “Tamamını geri çek hepsini geri çek.” Bu diyalogdan sonra Selahattin Demirtaş’ın yanındaki kalabalık ile birlikte yürüyüşü geçtiği ve görüntü saati 15.53’te TOMA aracından gruba müdahale edildiği görülmektedir.”

Yalan! Ne yürüyüşü ne yanındaki grup. Sırrı Süreyya Önder yanımda görüyorsunuz, Özdal Uçar, Pervin Hanım yanımda. Bu görüntüden 3-5 dakika sonra Pervin Hanım yaralanıyor. Şoför ve korumam yanımda. Başka kimseye izin vermemişler ki. Müdahale dedikleri de bize gaz sıkmaya devam ediyorlar, bakın görüntüden belli, sırılsıklamız. Yine sıkmaya devam ediyorlar. Yanındaki grubun TOMA’yı yumrukladıkları bu esnada da TOMA ile gruba su ile müdahale edilmeye devam ettiği görülmektedir. Evet aynen böyledir. Önüne geçtik ve yumruklamaya ve durdurmaya çalıştık. Ölüyor bu insanlar diyoruz.

Selahattin Demirtaş: “Sık gazları ulan öldürmesiniz şerefsizsiniz. Burası İstasyon Meydanı, halkın özgürlük meydanı, faşizm geberecek Kürdistan faşizme mezar olacak” diye bağırıyor. “Sıkın bakalım vali gelsin vali, yasaklayan gelsin. Gidin o yasaklayan zihniyet gelsin. Bak ne yaptı o Diyarbakır’ı. Halk size teslim mi olacak? Önünüzde dimdik duracak. Cesedimiz çıksın burada bırakın ya öldürsünler burada.” Emniyet görevlilerinin bu sırada kalkan ile barikat kurmaya çalıştıkları görülmektedir. Selahattin Demirtaş: “Camide işgal yapıyorsunuz çıkarın onları oradan. Biz buradayız getirin onları buraya.” Selahattin Demirtaş: “Sözünü dinletecek bir adam yok mu karşımızda ya. Şurası gözaltı merkezi mi cami bak. Şurayı açın ayıptır utanın ne kanun ne ahlak ne din ne iman bıraktınız ya! Çekilin buradan. Sen bize değil şuna anlat gözaltına son versinler, camiyi gözaltı ve işkence merkezi yapamazsınız. Böyle bir kanun ve hukuk yok. Çek onları bunlara emir ver çeksinler. Birazdan ben gidiyorum. Bu kadar hakaret yeter bu kadar hakarete tahammülümüz yok artık. Çekin şunları.”

Fotoğraflara bakarsanız zaten halimi görüyorsunuz, polisin ne söylediği ne yaptığı çözüm tutanağında yine yok. Biz kendi kendimize bağırıp çağırıp kendi kendimizi sulamışız, kendi kendimizi yaralayıp bağırıp çağırıp hakaret edip gitmişiz. Buradan böyle anlaşılıyor. “Ya gözüm gizli bir şey konuşmuyoruz müdürünle konuşuyoruz, ayıp ya” diyerek kamera çekimini engellediği görülmektedir. Yine Selahattin Demirtaş’ın emniyet mensupları ile görüştüğü görülmektedir. Ya “Herkesin can güvenliği önemlidir. Sizin de can güvenliği önemlidir. Polisin de can güvenliği önemlidir.” diyoruz.

7 Nolu CD. Demirtaş’ın görüntü kaydına rastlanmamıştır. 8 Nolu CD Demirtaş’ın görüntü kaydına rastlanmamıştır. 9 Nolu CD. Demirtaş’ın görüntüde görüldüğü görülmektedir. Bu da yine parkın içindeki müdahale sonrası emniyet yetkilisi ile yaptığımız görüşme onu az önce okumuştum. “Bu sırada emniyet görevlilerinin geriye doğru çekildikleri bir milletvekilinin emniyet mensuplarına hakaret ettiği görülmektedir. Selahattin Demirtaş’ın polis barikat noktasının önünde oturduğu görülmektedir.” Tabii parkın içi burası. Polis barikat noktası dediği. Polis parkın kapısına panzeri dayamış biz parkın içine oturmuşuz. Polis kontrol noktası dediği bu. Görüntüler izlendiğinde görülecektir. Yine görüntülerin tekrarı var benzer görüntüler.

İl binasının önü, parkın içi ve İstasyon Meydanı’nın kenarında yaşananlar, diyaloglarımız. Tekrar olduğu için okumuyorum. En son parkta akşam, gece karanlık, vali ile görüşülmüş. Hiç değilse parkta müdahale edilmeyecek. Küçük bir grup orada oturuyoruz ve açıklama yapıyoruz, basına, mikrofona konuşuyoruz daha doğrusu demeç veriyoruz:“Herkesi bugün arkadaşlarım adına kutlamak istiyorum. AKP’nin faşizmine karşı bu halkın boyun eğmediğinin ve eğmeyeceğinin direnişi bugün Diyarbakır’da ortaya konulmuştur. Halkın özgürlüğüne nasıl sevdalı olduğu ortaya konulmuştur. Bu halkın Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü net bir şekilde istediği ortaya konulmuştur. Yapmak istediğimiz miting AKP’nin kurmayları tarafından bizzat başbakanın talimatıyla yasaklanmış ve bugün halka, seçilmişlere, yediden yetmişe herkese, gün boyu sokaklarda işkence yapılmıştır. Fakat saatlerce süren bu işkenceye rağmen halkın iradesi kırılamamıştır. Halkın iradesi teslim alınamamıştır. Bugün Diyarbakır meydanında yenilen çürümüş faşizan zihniyet olmuştur. Hiç kimse bir halkı kendi kendine köle diye, hiçbir halkı kendi ülkesinde, anavatanında köleliğe mecbur, mahkum edemez, bunu dayatamaz. Bugün bir kez daha ortaya çıkmıştır. Sömürgeci zihniyet anlayışı ile halkımıza yaklaşanlara bugün halkımız görkemli direnişi ile cevap vermiştir, bu böyledir, böyle olacaktır. Herkes bunu artık zihnine yazmalıdır ve bugün yüzden fazla yaralı yüzlerce gözaltına alınan arkadaşımıza rağmen halkımız sokak sokak, meydan meydan direnişini ortaya koymuştur. -Amed ovası Apocular yuvası” sloganı atılmaktadır- Biz de bütün seçilmişler olarak, vekillerimizle ve belediye başkanlarımızla, Parti Meclisi ile, Merkez Yürütme Kurulumuz ile, il- ilçe teşkilatlarımızla birlikte bu akşam halkımıza yönelik bu faşizan tutumu protesto etmek için burada sabahlayacağız. Burada oturma eylemi yapacağız. Ve biz yarın saat 11:00’de İstasyon Meydanı’nda bir basın açıklaması yaparak bütün bu faşizan yasaklamaları, işkenceleri, baskıları protesto ederek oturma eylemimizi bitireceğiz. Bu akşam sabaha kadar buradayız. Yarın 11:00’de de İstasyon Meydanı’nda basın açıklamasıyla bu eylemimizi bitireceğiz. Buradan bir kez daha bütün halkımıza bütün arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum. Bu onurlu duruş mutlaka ama mutlaka demokratik zaferi, barışı, özgürlüğü halkımıza kazandıracaktır. Bu duruşa herkesin her yerde sahip çıkması lazım. Sadece Amed halkının değil herkesin bulunduğu her yerde, bu duruşa sahip çıkması lazım. Artık devletin, AKP’nin aklını başına alması lazım. İşlerin böyle gitmediğini ve gitmeyeceğini bilmesi lazım. Süreç böyle bir süreçtir halk sürece müdahale etmiş, halk AKP’ye “aklını başına al durum iyi değil, durumun iyi değil” demiştir. AKP artık kendini gözden geçirmelidir. Çünkü halk bu faşizan baskıları durdurmayı başarmıştır, bundan sonraki duruş da böyle olacaktır. Tekrar teşekkür ediyoruz hepinize.”

Bijî Serok Apo sloganları atılmaktadır. Selahattin Demirtaş’ın milletvekilleriyle, belediye başkanlarıyla oturma eylemi yaptığı görülmektedir. Sonraki gün Selahattin Demirtaş’ın herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanmamıştır.

Bundan sonraki kısmı da zaten başta okumuştum, il binasında yaptığım basın toplantısıdır ve sürecin başlangıcına dairdi, onu okumama gerek yok.

2011’de biz barış için uğraşıyoruz, emniyet, hükümet içerisinde bir grup bunu engellemek için canla başla çalışıyor

Evet, tekrar şimdi dönelim, ne demiş “11.07.2012 tarihinde güvenlik güçlerine karşı taşlı molotoflu EYP’li, parça tesirli bombalı saldırıların olduğu, terör örgütü mensup ve elebaşını sahiplenici sloganların atıldığı kanunsuz eylemler gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen kanunsuz eylemlere katılarak destek verilen Sümerpark’ın içerisinde güvenlik güçlerinin uyarılarına rağmen dağılmak istemeyen grupla birlikte hareket eden şahıs” olduğum suçlaması yapılıyor bana. Ne size anlattığım haliyle ne de bilirkişi çözüm tutanaklarında taş molotof sopa yani bizden kaynaklı herhangi bir şiddet eylemi iddiası bile yoktur. Görüntüsü bile yoktur. Şehrin başka yerlerinde olup olmadığını o anda bizim bilme şansımız bile yok. Muhtemelen şehrin başka yerlerinde oluyor sonradan öğreniyoruz. Müdahaleler oluyor taşlı sopalı, polise yönelik saldırılar oluyor. Fakat bunların tamamını yine Selahattin Demirtaş’a yükleyen bir fezleke hazırlanıyor. Oysa o gün işkenceye uğrayan biz, gaz fişekleriyle yaralanan biz, hakaret küfür, yani o görüntülerin çözümü yapılsa, bize, ailelerimize yönelik küfürlerin çözümleri bir yapılsa bunlar okurken yüzler kızarır. Bir devlet görevlisi milletvekillerine karşı, 2011 yılından söz ediyorum. Ve Oslo’da barış görüşmeleri yapılıyor PKK’yle. Biz de barış için mitingler yapıyoruz, hükümet adımlar atsın, işte PKK eylemsizlik, ateşkes kararını uzatsın diye barış mitingleri yapıyoruz, çözüm çadırları açıyoruz. Barış için uğraşıyoruz, ama emniyet içerisinde hükümet içerisinde devlet içerisinde bir grup bunları engellemek için canla başla çalışıyor. Provoke etmeye çalışıyor, bizi tahrik etmeye çalışıyor. Mitinglerimiz yasaklanıyor, buna rağmen biz meydana çıkmak istiyoruz, işkence ediliyor, hakaretler küfürler bunları yaşıyoruz. Yetmiyor bunlar, Oslo’da PKK’yle görüşen hükümet bize meydanlarda bunu yapıyor, savcı fezleke hazırlıyor, polis sahte deliller ortaya koyuyor. Yetmiyor 5 sene 6 sene sonra Meclis’e fezleke olarak gönderiliyor. Yetmiyor, yıllarca bizi tutuklayacak komplonun kumpasın parçası, delili haline getiriliyor. Yetmiyor 10 yıl boyunca hakaret, tehdit, aşağılama bitmiyor. Nasıl bir soğumayan yürektir bu, nasıl bir kindir nefrettir, anlamakta zorlanıyorum. Fakat bizim de bildiğimiz bir şey var. Barış kolay bir iş değil.

Ülke bölünmeden, kimse düşmanlaşmadan şiddet sorununu çözmenin yolu var

Savaş kararı verenler ve savaşı uygulayanlar, kolay ve inandıkları şekilde bunu yapıyor olabilirler ama biz ne savaş kararı veriyoruz ne savaşı ne silahı destekliyoruz. Zor olanı seçiyoruz açık alanda hedef haline gele gele, ısrarla barışı savunmaya devam ediyoruz, aradan geçen bunca zamana rağmen dışarıdaki arkadaşlarım barış diyor, biz barış diyoruz. Bize terörist denmesine, bölücü, vatan haini, işbirlikçi, her türlü hakarete tehdide rağmen, biz yine de ya sabır deyip barış demeye devam ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki birilerinin barışı savunmaya gereksinimi var. Bu bedel istiyor doğru, böyle dönemlerde barış demek kolay değil doğru, çözüm demek kolay değil doğru. ‘Öcalan’la görüşülsün PKK’yle görüşülsün, Parlamento devreye girsin’ demek risklidir. Sadece dava açılma riski yok. Siyasette linç ediliyorsunuz, vatan haini ilan ediliyorsunuz ama insanlar da ölüyor. Bak daha 4-5 gün önce Çukurca’da bu ülkenin dört gencecik evladı öldürüldü. Ne yapacağız peki, sadece şehit oldular cenazeye gittik, dua ettik, namaz kıldık evimize dağıldık denilerek kapatılacak mı bu işler? Gidin bakın Çubuk’ta, Giresun’da şehit evlerinin haline bir bakın basına yansıdı, buradan da gördüm fakir fukaralar hepsi. Kimse bunlara dur demeyecek mi? Yahu bunlar bizim evlatlarımız kardeşim, Türküne, Kürdüne biz bakmıyoruz. Duracak bu savaş başka bir şey tanımıyoruz. Biz çatışma, savaş, eylem, operasyon istemiyoruz, başka bir çözüm yolu var çünkü mümkün diyoruz, ölmesin bu gençler, birbirini öldürmesin. Bunu söylüyor bunu istiyoruz evet. Bunu söylediğimiz için halen arkadaşlarımız terör destekçisi olarak görülüyor. Geçen hafta, on gün önce İstanbul’da hükümete yakın iki ailenin çocuğu evlendirildi. Bunlar lüks sosyetenin mensupları aynı zamanda. Türkiye'nin tanınmış simaları. O düğüne bir bakın, o düğündeki görüntülere bir bakın bir de Giresun’daki Çubuk’taki şehit çocuklarının ailelerinin evine bir bakın. Kim ölüyor ve niye ölüyor, kim bu işin rantını yiyor. O düğündeki konukların oturduğu bir masadaki ziyafet parasıyla o fakir fukara şehit babasına bir ev alınırdı. Gecekonduda yoksul bir evde oturuyor. Evet kendisi görev yapıyor, ülkesi için canını veriyor tamam ordudur, polistir, işi budur denilebilir ama öyle değil başka bir yol var. Biz de bunu yapıyoruz o dönemde de 2011’de. Halen yapıyor arkadaşlar, halen bunun için uğraşıyor, başka bir yol mümkün. Ülke bölünmeden, parçalanmadan, kimse düşmanlaşmadan şiddet sorununu çözmenin yolu var. Diyalog, müzakere, barışçıl yollar var bunu deneyelim. Bunu yapalım açlık grevciler bunu işaret etmeye çalışıyor.

Öcalan’ın devreye girmesi lazım ki mesafe kat edilebilsin

Eş başkanlarımız bunu anlatmaya çalışıyor. Fakat kimse dinlemiyor ki! Ne yargı dinliyor ne medya ne Cumhurbaşkanı dinliyor. Aslında herkes neyin ne olduğunu biliyor da yeniden hükümet ve devlet tarafından bir sinyal gelecek ki ‘tamam olabilir çözüm süreci şunla bunla görüşülebilir’ diyecek ki herkes ‘aa evet görüşülebilir’ diyebilsin. Ama bunun içinde birilerinin çaba sarf etmesi lazım ki diyalogla bu iş çözülebilsin. “Teröristle efendim görüşme olur muymuş?” Vallahi dünyadaki bütün problemler böyle çözüldü. Türkiye’de de 1993 yılından beri devletin terörist dediği Öcalan’la da PKK’yle de en az on ayrı çözüm süreci görüşme trafiği yürütülmüş, resmi. Onbirinci istenmeyecek mi? Ne yapalım yani, sizler “Mahkememize bunu anlatıyorsun ama ya muhatabı biz miyiz diyeceksiniz”. Ama işte yargı da böyle yapıp bunu engelliyor. Gerçekten biz barış için çıkmışız meydana ya barışı haykıracağız ben hala aynı düşüncedeyim. O gün söylemişim Öcalan’ın devreye girmesi lazım ki mesafe kat edilebilsin.

2011’de barış için uğraşmışız, yıl 2019 aynı noktadayız ve bundan yargılanıyorum

Ben PKK’nin yöneticisi değilim, üyesi değilim. HDP’li arkadaşlarım, milletvekillerimiz PKK üzerinde gücü olan, yetkisi olan, tahakkümü olan kişiler değiliz. Biz seçilmiş, meşru yasal milletvekilleriyiz. Gücümüz yetkimiz HDP ile sınırlı. Biz PKK’ye “silah bırak” talimatı veremeyiz. Böyle bir ilişkimiz yok. Bizi dinlemezler. Dinleyeceklerini bilsem bakın daha önceki duruşmalarda da söyledim bu bir ironi gibi algılanabilir ama değil bugün yaparım o çağrıyı. Ama realite o değil öyle değil. “Öcalan’ı dinleriz, başkasını dinlemeyiz” diyorlar. Burada oturup haklı mı haksız mı doğru mu yanlış mı bunu tartışmaya ve bunu bu şekilde çözmeye ne bizim ne hükümetin gücü var. Bunu bildikleri içinde defalarca gidip İmralı’da Öcalan’la görüşüldü. Biz bunu yine işaret ediyoruz.

Hepimizin evladı vardır. Anne babayız. Allah kimseye evlat acısını yaşatmasın. Fakat bir askerin polisin veya bir Kürt gencinin, gerillasının ya da cezaevinde olanın annesinin babasının yerine koyalım kendimizi. Başka bir çözüm ihtimali varken cenazeler, gencecik insanların cenazeleri geliyorsa bunda bizim hiç mi sorumluluğumuz yok? Var tabi ki. Hiç mi sizin yargı olarak sorumluluğunuz yok. Var tabi. Ben bundan üzüntü duyuyorum. Bu yüzden uğraştım. Bakın yıl 2011, uğraşmışız yıl olmuş 2019, aynı noktadayız ve bundan yargılanıyorum. Bundan tutuklanıyorum. Bundan sorguya çekiliyorum, ayıptır, gerçekten ayıptır bunları anlatmaya çalışmak izaha çalışmak ayıptır.

İlgili fezleke bulunmadığı için burada değinmiyorum, burada da yok zaten. Direkt 5 nolu eyleme dair savunmamı yapmak istiyorum. Şöyle diyor: “30.10.2010 tarihinde PKK-KCK terör örgütü güdümünde yayın yapan Fırat News, Besta Nuçe ve Roja Ciwan isimli internet sitelerine cezaevlerindeki açlık grevine destek vermek amacıyla yapılan çağrılara uyarak valilik makamının yasaklamasına rağmen Dicle Yasevinden Cezaevine yürümek için toplanan Emniyet güçlerinin ısrarla dağılmaları yönünde çağrılarına riayet etmeyen ve dağılmamakta ısrar eden ve basın açıklaması yapan şahıs olduğu çekimi yapılan kamera görüntülerinden tespit edilmiş, tanzim edilen tutanakta dosyasına eklenmiştir.”Şimdi buradaki iddia ne diyor; PKK cezaevinde açlık grevi yapanlara destek vermek amacıyla çağrı yapmış, biz de bu çağrıya uyarak Diyarbakır Cezaevi önünde toplanmışız. İddia bu. Önce bunun ne olduğunu size anlatayım sonra tutanaktan detaylara bakalım. Bu bir Salı günüdür. Niye Salı günü olduğunu hatırlıyorum. Çünkü TBMM de Salı günleri Meclis grup toplantıları yapılır. Biz de o gün grup toplantımızı cezaevi önünde yapma kararı aldık. Bunu bir hafta önceden kamuoyuna duyurduk, Diyarbakır’da hazırlık yaptık, milletvekillerimizle birlikte oraya gittik ve halkı da davet ettik. Arkamızda bulunan Diyarbakır E Tipi cezaevinde milletvekilimiz Selma Irmak başta olmak üzere çok sayıda parti yöneticimiz açlık grevinde. Hem tahliye edilmiyorlar hem de açlık grevlerine cevap verilmiyor. Biz de Meclis grup toplantımızı, resmi grup toplantımızı Parlamento dışında yapıyoruz. TBMM’de bulunan partiler grup toplantılarını Parlamento çatısı altında yapmak zorunda değiller. Bu bir zorunluluk değil. CHP de, efendim AKP de MHP de zaman zaman grup toplantılarını dışarıda yapmışlardır. Basın canlı verir vermez ama bu grup toplantıları meclis kayıtlarına geçer. Bu bir grup toplantısıdır. Ve bunu da avukatlarım ileriki aşamalarda delillendirecekler. Günlerce basında işlenmiş. BDP bu hafta grup toplantısını cezaevi önünde yapacak diye. İşte Besta Nuçe Roja Ciwan internet sitelerinde açlık grevlerine destek vermek amacıyla yapılan çağrılara uyarak denmesi kumpastır, yalandır bağlantısı ve alakası bile yok. Devam ediyorum. Şimdi bu açlık grevleri ile ilgili yani 2012’de devam eden açlık grevleri ile ilgili başka fezkeler de var. Orada yeri geldikçe değinecek. Fakat bu bir dizi fezleke açlık grevinin sürdüğü dönem içerisinde yaptığım miting ve yürüyüşlere karşı açılmış soruşturma ve fezlekelerdir. Bu da onlardan biridir. Dicleliler Yasevinden Diyarbakır Cezaevine yürüyüş diyorlar ya. Dicliler Yasevi cezaevinin bitişiğidir. Caddenin bir tarafı yasevi diğer tarafı cezaevidir. Biz orada Meclis grup toplantısı yapıyoruz. Çarpıtmak için sanki bir yerden bir yere yürüyüş yapılmış gibi anlatmışlar ama öyle değil.

Evet 1 No’lu CD: Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Oturuyoruz bakın sandalyelerde oturuyoruz. Görüntüde gördünüz burada yanımda Eş Genel Başkanımız Gültan Kışanak var, MYK Üyemiz Meral Danış Beştaş var. Yani sandalyeler dizilmiş ve oturmuşuz yani toplantı düzenindeyiz. Devam edeyim:

Demirtaş: “Biliyorum sesim hepinize ulaşmayacak. Ama biz burada bütün baskılara ve engellemelere rağmen grup toplantımızı yapacağız. Açıklamamızı burada yapacağız.”diye başlıyorum. Öncesinde ne olmuş. Ses düzenine el konulmuş. Otobüs getirmek istemiş arkadaşlarımız otobüse el konulmuş küçük bir anons cihazı niteliğinde bir alet sokabilmişiz oraya dolayısıyla sesim herkese ulaşmıyor. “Örgütlü olduğumuz her yerde okula gitmeyerek kepenkleri kapatarak, kepenkleri kapatıp okulu boykot ederek, yüzbinlerle alanlara akan bütün halkımızı buradan kutluyoruz bu iradenin önünde…” konuşma kesiliyor anlaşılmıyor” diyor.

Biz aynı zamanda parti kararında o gün yani Meclis grup toplantısını Diyarbakır Cezaevi önünde yapacağımız gün okul boykotu, işyeri boykotu yaparak herkesi grup toplantımıza katılma çağrısı yapmışız. Buna da önemli ölçüde uyulmuş. Öyle bir gün yaşıyoruz Diyarbakır’da.

“Hükümetin baskılarına rağmen, boykot çağrımıza uyan hayatı durdurma çağrımıza uyan, cezaevi duvarları arkasında yükselen özgürlük çığlığını meydanlara taşıyan bütün halkımızı kutluyoruz, teşekkür ediyoruz, bütün halkımıza. 1980’lerde de şu duvarların (görüntü kesiliyor) vardı. Bedenini ateşe yangına yatıran Mazlumlar vardı. O gün belki Amed zindanlarının duvarlarının arkasında milyonlar yoktu. Ama o gün bedenini ölüme yatıran Mazlum da dörtler de (anlaşılmıyor) her biri biliyordu ki gün gelecek (görüntü kesiliyor) Amed zindanının duvarına dayanacak, Amed zindanı elbet bir gün yıkılacak ama burası okul değil burası Mazlum Doğan’ın anıtını dikeceğimiz bir özgürlük meydanı olacaktır. (Şehit namirin sloganları atılıyor). 49 gündür bu halkın yiğit evlatları canlarını feda etmek uğruna dışarıda barışın müzakerenin önünü açmaya çalışıyorlar. Birileri görmese de duymasa da karalamaya da çalışsa, “zaten yemek yiyorlar” gibi yalanlara da sarılsa (görüntü kesiliyor) her yerde yaşamı durdurarak (görüntü kesiliyor) hükümet istediği kadar yalanlara sarılsın istediği kadar medyası eliyle durdurmaya çalışsın çarpıtmaya çalışsın istediği kadar panzeri, savaş uçağı ile bu halkı durdurmaya çalışsın ama bunların hepsi nafile, çaresizliğin ve acizliğin ta kendisi.

Bu halkı baskılamaya çalışmasın bunların tamamı nafile çaresizliğin acizliğin ta kendisi. Esnafıyla işçisiyle kadını genci yaşlısı (görüntü kesiliyor) ve bu çağrıya uyuyorken ve bu boykotu kıran tek kurum var Emniyet Müdürlüğü sadece onlar çalışıyor. Onlar dışında çalışan yok (yuhalama sesleri). Duyarsız olan hiç kimse yok Diyarbakır halkı şu anda %90 katılımla böylesine görkemli bir duruş ortaya koyarken Diyarbakır Valisi bu halkın partisine açıklama yaptırmam diyor, partinin otobüsüne el koydukları için bugün otobüsümüzden açıklama yapamadık (yuhalama sesleri). Yasadan bahsedenler şu anda bu şehirde kanun dışı durumdalar. Diyarbakır Valisi şu anda suç işliyor, parti otobüsümüze mahkeme kararı olmaksızın hiçbir yasada yeri olmaksızın polis zorla el koymuş durumda. Bu kadarına gücünüz yeter ama bu halkın isyanını durduramazsınız. Bu halkın çığlığını yürüyüşünü durduramazsınız. (Görüntü kesiliyor) Bütün halkımıza şuradan bir çağrı yapmak istiyorum: Sizin duruşunuz ölüm oruçlarını bitirecektir. Siz alanlarda meydanlarda yüzbinlerle oldukça bitecektir. Çünkü hükümet ben bu sesi duymuyorum, bu talepleri kabul etmiyorum diyemeyecektir. Talepler meşrudur. Sadece açlık grevi yapan 600 kişinin talebi değil, BDP’nin talebidir. Milyonlarca Kürt halkının talebidir. Buradan Amed zindanının duvarının dibinde bir kez daha bu talepleri duymayan kulaklara hatırlatmak istiyoruz. Bakın eğer bu ülkede akan kan dursun diyorsa ve bu konuda herkes bir şeyler yapmak istiyorsa bunun yolu yöntemi bellidir; Sayın Öcalan’la müzakereler yapılmalıdır. Akan kanın durması için en somut en gerçekçi taleptir. İki buçuk yıl zaten görüşmediniz mi İmralı’da, heyetleriniz gitti her hafta avukatlarla ailesi gitti. Bunu yaptınız bir daha şimdi bir buçuk yıldır (görüntü bitiyor).”

Şimdi başka bir dava dosyasına ilişkin görüntü Selahattin Demirtaş’ın ses ve görüntü kaydına rastlanmamıştır. Başka bir yerde yine rastlanmamış, başka birinde yine rastlanmamış. Şimdi başka biri Demirtaş’ın basın mensuplarına demeç verdiği görülmektedir ama burada sadece görüntü var ses yok.

2 nolu CD’de Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir.

Emniyet görevlisi ne diyor bakın. Biz cezaevinin önüne geldiğimizde yine Diyarbakır’da diyalogla sorunları çözme konusunda her zaman sağlıklı bir muhatap olmuş başka bir emniyet müdürü karşımızdaydı ve kendisiyle görüşüyorduk bakın emniyet görevlisi diyor ki:

“Başkanım belki biliyorsunuz belki bilmiyorsunuz basın açıklamaları 1 saati geçmemek üzere yapılabilir. 1 saat sürenizde eğer yaparsanız sessizce böyle, dağılım sağlarsanız ikaz edersiniz biz seviniriz.” Demirtaş: Tamam şöyle yapalım, siz burayı boşaltıp çıkarsanız otobüs gelse şuraya. Emniyet görevlisi: Başkanım buradan çıkmayız otobüs bağlı biz onu getiremeyiz. Demirtaş: Otobüs nerede bağlı? Emniyet görevlisi: Başkanım ben onu bilemem otobüs şu an çıkamıyor. Demirtaş: Hangi kanuna göre biraz önce kanun anlatıyordun ya hangi kanuna göre el koymuş olabilirsiniz. Emniyet görevlisi: Ben el koymadım. Demirtaş: Emniyetin el koyduğu otobüs gelmezse nasıl açıklama yapacağız? Otobüs olmadan olmaz. Diyarbakır il başkanının konuştuğu görülmektedir, arada Bijî Serok Apo sloganları atılıyor. Demirtaş: Otobüsü hemen getirin buraya hemen başlayalım. İzin verin getirsinler otobüssüz olmaz. Buraya otobüs gelmezse burada açıklama falan olmaz çocuk oyuncağı değil bunlar. Dalga geçer gibi buyursun kitleye konuşsun diyorsan başka bir şey, kendisi gelsin konuşsun bakalım nasıl konuşuyor 10 bin kişiye.

Diyarbakır il başkanına hitaben ben söylüyorum; “Konuşun konuşun hadi otobüsü alın gelin. Kitleye de duyurun burada açıklamamızı yapacağız. Bütün arkadaşlara duyurun. Burada açıklamamızı yapacağız biraz daha arkadaşlar beklesinler”. Az sonra da Selahattin Demirtaş’ın açıklama yaptığı görülmektedir.

“Biz bugün burada bütün baskılara, engellemelere rağmen halkımızla birlikte grup toplantımızı yapacağız açıklamamızı yapacağız”diye başlıyorum görüntüde de görüldüğü gibi önümde basın mensuplarının mikrofonu var elimde yine bir konuşma için mikrofon var. Yanımda yine Sayın Gültan Kışanak, yine görebildiğim arkadaşlar Meral Hanım var partili yetkililerimiz var ve küçük bir ses düzeniyle grup toplantısını bu şekilde halk ile birlikte yapmaya çalışıyorum. Az önce yaptığım konuşma çözümü olduğu için burada tekrarlama gereği duymuyorum. Konuşma içeriği itibariyle birçok yerde kesinti olmuş ama yani aşağı yukarı benim konuşmam buydu zaten kesilen yerlerde de vahim bir tartışmaya değer bir şey olduğunu sanmıyorum. Yine de bulunabilirse tam bir çözüm getirebilir mahkeme, ama benim açımdan bir sıkıntı yok. Evet konuşmam uzun burada biraz daha detaylı bir çözüm var çünkü. Bunu da uzun uzadıya okumaya gerek duymuyorum çünkü benzer şekilde açlık grevlerinin bitirilmesi, taleplerin kabul edilmesi, hükümete yönelik eleştiriler, bu içerikli. Yani yargılanan arkadaşlarımızın mahkemede karşılaştıkları haksız durumlara değinen içerikte konuşmalar yapılmış. Arada sloganlar var “Katil Erdoğan” diye sloganlar atılmış. Başka atlamayayım diye bir şey bakıyorum da şöyle devam ediyorum: “Öcalan’la görüşme yapılsın. Tutuklu arkadaşlarımızla görüşmeler yapılıyor talepleri ilk günden beri nettir. Talepleri Mehmet Öcalan adaya gitsin değil, Abdullah Öcalan adadan gelsindir, yani talepleri Öcalan’ın özgürlüğüdür. Bu nedenle tartışacaksak meseleyi ciddi tartışalım ortada çocuk oyunu yok, canlar yitip gidiyor, her gün insanlar ölüyor.”

Bu ülkedeki herkes akan kanın durmasını istiyor ama herkesin aklından geçen yol yöntem başka

Ben bu ülkenin ortalama bir yurttaşının görevi ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı’ndan tutuyorum belediyenin park bahçeler personeline kadar Anayasa Mahkemesi üyesinden tutuyorum sizlerden efendim savcısına kadar, siyasetçilerin parti ayrımı yapmadan söylüyorum, herkesin bu ülkede şu veya bu düzeyde akan kanın durması konusunda içinde en azında samimiyet olduğunu düşünüyorum. Fakat herkesin aklından geçen yol yöntem başkadır. Ben kimsenin bu ülkede ısrarla savaş, kan, gözyaşı çıkarmak (provokatörleri bir kenara bırakıyorum onlar için söylemiyorum) istediğini düşünmüyorum. Uluslararası örgütler filan falan onları katmıyorum ortalama yurttaşlar olarak hepimiz istiyoruz. Fakat siz başka bir yol ile gerçekleşir diyorsunuz biz başka bir yol ile gerçekleşir diyoruz. Ve diyoruz ki bizim önerdiğimiz yöntem tek doğru, kalıcı ve en az zararla atlatabileceğimiz yöntemdir. Bunu söylüyoruz. Fakat devlet ve hükümet içerisinde başka bir kesim de diyor ki “Hayır terörist ile görüşülmez, terörist sadece tutuklanır öldürülür, operasyon yapılır. Kökü kazınana kadar da böyle sürer. 100 sene de sürse böyle sürer. Bir görüş de böyle. Biz de bunu kabul etmiyoruz. Yanlış diyoruz. Ölmek öldürmek yanlış, bizler bu ülkenin evlatlarıyız. Biz bunları kabul etmek zorunda değiliz. Siyasetçi bunun için var başka bir yol alternatif bulmak için var. Selahattin Demirtaş terörle mücadele amiri değil, müdürü değil görevlisi değil. Selahattin Demirtaş JÖH değil PÖH değil. Selahattin Demirtaş Genelkurmay Başkanı, yüzbaşı albay değil. Selahattin Demirtaş siyasetçidir. Eğer terörle mücadele ile çözüleceğine inansaydım öyle bir görevde olurdum. Ben siyasetçi olduğuma göre siyasi görüşüme uygun bir çözüm modeli önermişim. Bunu yapmışım. Doğru olduğunda da ısrarcıyım. Diyalogla çözülür. Ama önyargılar nefretler, acıların yarattığı kin ve öfke o kadar büyük mesafe yaratmış ki siyaset ve toplum algısında bu mesafeyi bir türlü kapatıp da yeni çözüm arayışlarında maalesef sonuç alamıyoruz.

Bu fezlekelerdeki her bir suçlama benim bahsettiğim siyasi görüşüme uygun siyasi faaliyetlerimin terörize edilmesinden başka bir şey değildir. Bunları “PKK çağrılarını dikkate alarak yaptığım” hususu tamamıyla kumpas, komplo uydurmadır. Hepsi partimin kararları doğrultusunda gerçekleşmiş siyasi parti faaliyetleridir. Hiçbir şiddeti övmemiş, gerçekleştirmemiş, destek olmamış. Tam tersine şiddeti bitirmeye yönelik girişim ve çalışmalardır. Fezlekelerdeki suçlamalarda dosyalardaki suçlamalarda siyasi komplo ve kumpastan başka bir şey değildir. Bu fezlekenin de mahkemeniz tarafından bu şekilde ele alınmasının hakkaniyete, vicdana daha uygun olduğunu düşünüyorum. Bu fezlekeye ilişkin son cümlemi şöyle kurayım. Mahkemenize dönük tek bir yalan cümle bugüne kadar kullanmadım. Zamanlama kronolojik hata yapmış olabilirim, saat tarih vs. ama yalan konuşmadım. Yalanları deşifre etmeye çalıştım. Mahkemeniz de bunu anlaya anlaya dosyayı iletirlerse bundan memnuniyet duyarım. 2 No’lu fezlekenin son bölümüne dair bu aşamadaki savunmalarım da bundan ibarettir.

Kaynak: "Demirtaş: 2011'de barış için uğraşmışız, yıl 2019 aynı noktadayız ve bundan yargılanıyorum". hdp.org.tr. 10 Mayıs 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Mart 2023. 
Telif durumu:

Bu eser 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31. maddesine göre Vikikaynak'ta yer almaktadır:

Madde 31 - Türkiye Cumhuriyeti'nde resmen yayımlanan veya ilân olunan kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya herhangi bir suretle bunlardan faydalanmak serbesttir.

3. Kısım[değiştir]

Fezleke düzenleyen savcı FETÖ üyeliği iddiasıyla muhriç ve tutuklu

19 No'lu fezleke. Fezleke kısa ama özellikle Meclis’le ilgili bölümler ayrıntılı olduğu için belki bugün oraya girmeyebilirim. Ama fezlekeye giriş yapmak istiyorum. Aslında ben gönderdiğim dilekçede seyahat için hasta olduğumu belirttim, yani revire çıktığımda doktor rapor da vermek istedi ama almadım. Yoksa normalde rahatsızım ve birkaç ilaçla burada kalmaya devam ediyorum. Evet 19 No'lu fezlekenin suçlama konusu “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyesi olmak, yasadışı PKK terör örgütünün propagandasını yapmak.” Suçun tarihi ve yeri 9 Ekim 2011 Diyarbakır olarak belirtilmiş. Fezlekenin tarihi de hemen bu söz konusu eylemin yapıldığı tarihten iki ay sonra düzenlenmiş. Fezlekenin savcısı MİT tırları savcısı olarak da bilinen ve tutuklanan Ahmet Karaca, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcı vekilliğini o sırada yürütüyordu ve FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla ihraç edilmiş kişilerden biri. 19 No'lu fezlekeyi kendisi düzenlemiş ve soruşturmayı kendisi yürütmüş. Bunun altını çizerek devam edeyim.

Nedir fezlekedeki temel iddia? Önce demiş ki, “Roj TV’nin 25, 7.10.2011 tarihli yayınlarında DTK Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan tam 67 gündür haber alınamıyor, İmralı’da ağırlaştırılmış tecride karşı eylemler artıyor. En geniş katılımlı eylem 9 Ekim’de Gemlik’te yapılacak. Yürüyüş hazırlıkları başladı. Yazılı bir açıklama yaparak tüm bileşenlere yürüyüşe katılmaya çağırdı. KJD Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık, - Bu KJD ne ben de bilmiyorum ama savcı yazdığına göre biliyordur- Öcalan’a uygulanan tecridi ikinci bir komplo olarak tanımladı ve dolayısıyla 9 Ekim komplosundan bu yana geçen 13 yıllık süreci değerlendirdi. Bayık tecride karşı tepkilerin Gemlik yürüyüşü ile sınırlandırılmaması gerektiğine işaret etti. Kongre Gel, “Öcalan’a uygulanan tecridi kıracak gücümüz var” dedi. Kürt halkına demokratik eylem ve örgütlenme çağrısı yapıldı. KCK de komplodan bu yana geçen 13 yıllık süreci değerlendirdi. PKK’nin kat be kat güçlendiği Kürt Özgürlük Hareketinin yenilmezliğinin kanıtlandığı belirtilen açıklamada Gemlik yürüyüşüne yenilmezlik çağrısı yapıldı. Komplonun 13’üncü yılının sonuçlarını ortadan kaldırma yılına dönüştürelim diyen KCK sonuç alıcı eylemlerin gereğine işaret etti şeklinde… PKK-Kongre Gel güdümünde internet üzerinden yayın yapan ANF ve Roja Ciwan isimli sitelerde komplonun 13’üncü yılını, komployu ortadan kaldırma yılına dönüştürme, Önder Apo’nun özgürlüğü ve demokratik özerkliği, demokratik cumhuriyeti gerçeğe dönüştürmek için AKP’nin topyekün saldırılarına karşı her yerde topyekün cevap vermeye, komplonun 13’üncü yılının bir özgürlükler yılı haline getirmenin büyük tarihi hareketine dönüştürmeye ve tarihi serhıldan hareketine dönüştürmeye çağırıyoruz. Kürdistan Halk İnisiyatifi PKK Lideri Öcalan üzerindeki tecride karşı “Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla 9 Ekim’de yapılacak Gemlik yürüyüşüne katılım çağrısı yaparak 9 Ekim Özgürlük hamlesidir, Önder Apo Kürdistan ve Kürt halkı özgürleşene kadar mücadelesi kesintisiz sürecektir. Tarihi önemdeki bu yürüyüş için halkımız hazırlıklı olmalıdır. Yaşamın bütün alanında kadını ve genciyle, yaşlısı ile bu yürüyüşü en güçlü şekilde örgütlemelidir. Gençlerimiz Agitleşerek, kadın yoldaşlarımız Bêritanlaşarak, Önder Apo, Kürdistan ve Kürt halkı özgürleşene kadar her yeri eylem alanına çevirmeli ve serhıldanları yükseltmelidir. 9 Ekim ile başlayan özgürlük hamlesi Önder Apo Kürdistan ve Kürt halkı özgürleşene kadar kesintisiz sürecektir. Komplonun 14’üncü yılına girerken başta PKK, PAJK militanları olmak üzere kadınlarımızı ve gençlerimizi çalıştıkları tüm çalışma sahalarında direnişi geliştirmeye ve serhıldanlara öncülük etmeye, yaşamın her alanında görev ve sorumluluklarına sahip çıkarak komplonun ilk sürecinde fedaice cevap veren yoldaşların komplocu güç odaklarına karşı sergiledikleri fedaice direnişi esas alarak Önder Apo’nun esaretini sonlandırana, özgürlük mücadelisini geliştirmeye ve siyasal soykırıma karşı tüm Kürdistan fedai gençliğini özgürlük dağlarına çağırıyoruz. Tüm Kürdistan’daki fedakar halkımızı bu kara günü lanetleme ve özgürlüğü sağlama mücadelesine güç katmaya çağırıyoruz. Kuzey’de halkımızın başlattığı Gemlik Özgürlük Yürüyüşü’nü selamlıyoruz ve tüm halkımızı katılmaya çağırıyoruz” içerikli çağrıları yayınladığı… Bu çağrılar doğrultusunda PKK terör örgütü Abdullah Öcalan’ın yakalanma sürecinin başlangıcını oluşturan 9 Ekim 1998 yılının Suriye’den çıkarılışının yıldönümü olması ve 27 Temmuz 2011 tarihinden beri ailesi ve avukatları ile görüşememesi bahanesiyle İmralı Cezaevi’nin kapatılması, askeri operasyonların durdurulması talepleriyle 9 Ekim 2011 Pazar günü Bursa ili Gemlik ilçesinde kitlesel katılımlı bir Gemlik Yürüyüşü adı altında düzenlenmek istenen yürüyüşün Bursa Valiliği tarafından yasaklanmasını protesto etmek amacıyla BDP organizesinde milletvekilleri, belediye başkanları sözde DTK üyeleriyle terör örgütüne muzahir kişilerin katılacağı bir oturma eylemi ve basın açıklamasının 9 Ekim 2011 Pazar günü 11:00-17:00 saatleri arasında Diyarbakır Dağkapı Meydanı'nda yapıldığı, Dağkapı Meydanı'nın orta kısmına 3X5 çapında, “Tecrit değil özgürlük, savaş değil müzakere. Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu Milletvekilleri” ve 3X5 ebatında “Siyasi operasyonlara son Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu Milletvekilleri” ibareli pankartların zemine asıldığı, saat 11:45 sıralarında BDP Eş Genel Başkanları Şüpheli Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak, Aysel Tuğluk, Sırrı Sakık, İbrahim Binici, Ayla Akat Ata, Adil Kurt, Hasip Kaplan, Pervin Buldan, İdris Baluken, Mülkiye Birtane, Erol Dora, Murat Bozlak, Halil Aksoy, Sebahat Tuncel isimli milletvekillerinin toplanan kalabalığa dahil oldukları, şüpheli Selahattin Demirtaş’ın toplanan kalabalığa hitaben “Her yerde bütün halkımızı bugüne kadar teslim olmayan, iradesi teslim alınamayan halkımızı direnişe çağırıyoruz. Biz direneceğiz, kim nasıl anlarsa anlasın. Bu onursuzluğu bize dayatanlara karşı direneceğiz. Barış için yollarda olduk, dövüldük, ama ateşkesi sağlamaya çalıştık. Sağladık hakarete uğradık. Her türlü engele rağmen seçime girdik, siyasete girdik. Saldırılara uğradık, kırıma uğradık. Durmuyorlar. AKP durmak bilmiyor. AKP durmuyorsa biz de durmayacağız, direnişimizi sürdüreceğiz. Ve bugün artık barışa giden en önemli yol İmralı’dan geçiyor. AKP bunu geçmişte biliyordu, kabul etmişti görüşmeler sürüyordu. Bugün 9 Ekim uluslararası komplonun başlangıcının da yıl dönümü. Aynı zamanda bunu protesto ediyoruz ve çok açık belirtiyoruz. Biz insanlar ölmesin diye alanlardayız, meydanlardayız. Gerginlik çıkarmak için değil. AKP polisi bunu anlamalıdır. Onların can güvenliği için de meydanlardayız. 9 Ekim yıldönümünde şu mesajı Dağkapı Meydanı’ndan herkesin anlayacağı şekilde belirtiyoruz ki Sayın Öcalan İmralı’da tutulduğu müddetçe biz bu ülkede çözüm adına ne kadar çaba sarf edersek edelim bunu gerçekleştirmek zor olacak, imkansız olacak. O nedenle açıkça Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün tartışılmasının önünün açılmasının günü gelmiştir diyoruz. (...) Çocuktan kadına kadar, milletvekilinden belediye başkanına kadar, hergün bu kadar hakarete tahammül etmek zorunda değiliz. Herkes haddini bilecek. Devlet de devletliğini bilecek. Halka da kadına da, kimse bu halka sokakta işkence yapmaya kalkışmayacak. Ama bugün 9 Ekim. Biz halkımızı bulunduğu her yerde tavrını koymaya davet ediyoruz. Bugün de akşama kadar burada oturarak böylesi bir güneşte teslim alınamayacağımızı, burada kolektif irade göstererek Amed’in meydanında oturarak başlatıyoruz. Bütün halkımızı sevgiyle saygıyla selamlıyoruz. Bu faşizm bitecek, bu faşizm son bulacak.” şeklinde alıntı yapılan konuşma yapmıştır.

Evet ve netice itibariyle benim hakkımda “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyesi olmak” -nasıl bir tanım bilmiyorum ama böyle tanımlanmış- ve terör örgütü propagandasından fezleke hazırlayıp Meclis’e gönderilmiş. Şimdi buradaki çözüm tutanaklarını da okuyayım, ondan sonra da fezlekeye dair görüşlerimi sizinle paylaşmaya devam edeyim.

“Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Kalabalık tarafından “Bijî Serok Apo” sloganları atıldığı görülmektedir. Görüntünün 7. dakikasında Selahattin Demirtaş’ın basın açıklaması yaptığı görülmektedir.” Açıklamanın buradaki çözümü de şu şekilde ; “Arkadaşlar öncelikle hepinize teşekkür ediyorum. Bugün milletvekilleri olarak Diyarbakır’da Dağkapı Meydanı’nda direnişin sembolü haline gelmiş kentte, kentin ortasında bir oturma eylemi yapacağız. Biz günlerdir, haftalardır partililerimiz üzerinde, partimiz üzerinde, halkımız üzerinde 12 Eylül dönemlerini, 12 Eylül faşizmini aratmayacak bir baskı yaşıyoruz.Türkiye’nin Batısı sesimizi duymuyor olabilir. 90’larda da böyleydi. 90’larda bu şehirde, Batman’da, Silvan’da insanlar infaz edilirdi, köyler yakılırdı, medya üzerini örterdi, devlet üzerini örterdi. Devletin polisi ‘ben devletim’ derdi, üstünü örterdi. Bugün benzer şeyler yaşıyoruz. Belki infazlar, köy yakmalar yok, ama her gün faşizmi yaşıyoruz. Bulunduğumuz her yerde yaşıyoruz. Halkımız bulunduğu her yerde yaşıyor. AKP gibi düşünmeyen, devletin çözüm politikalarına inanmayan herkese düşman muamelesi yapılıyor. Bugün Dağkapı Meydanı’nda oturarak bu faşizmi protesto ediyoruz ama bundan sonra yapacağımız yürüyüşleri de bu oturma eylemi ile başlatıyoruz. Biz bundan sonra her yerde halkımızı 10 kişi 5 kişi 500 bin kişi kaç kişi olursa olsun direnişe çağırıyoruz. Bu faşizme karşı direnmek bir onurdur, bir haktır. Her yerde bütün halkımızı bugüne kadar teslim olmayan, iradesi teslim alınamayan halkımızı direnişe çağırıyoruz. Biz direneceğiz. Kim nasıl anlarsa anlasın, bu onursuzluğu bize dayatanlara karşı direneceğiz. Barış için yollarda olduk, dövüldük, ateşkesi sağlamaya çalıştık, sağladık hakarete uğradık. Her türlü engele rağmen seçime girdik. Hakarete uğradık, saldırılara uğradık, zulme uğradık. AKP durmak bilmiyor. AKP durmuyorsa biz de durmayacağız, direnişimizi sürdüreceğiz. Eğer AKP gerçekten barış sevdalısıysa, barışı kovalamak zorundadır. Eğer AKP gerçekten de bizim kadar akan kanın durmasını istiyorsa barışı gerçekleştirmek için daha fazla çaba sarf etmek durumundadır. Ve bugün artık barışa giden en önemli yol İmralı’dan geçiyor. AKP bunu geçmişte biliyordu, kabul etmişti. Görüşmeler sürüyordu. Bugün 9 Ekim uluslararası komplosunun başlangıcının da yıldönümü aynı zaman da bunu protesto ediyoruz. Ve çok açık söylüyoruz: biz insanlar ölmesin diye alanlarda, meydanlardayız. Kimseye zarar vermek için gerginlik çıkarmak için değil, AKP polisi bunu anlamalıdır. Onlarında can güvenliği için meydanlardayız. Bize ‘kim oluyorusunuz?’ diye soranlara belirtiyoruz; siz kendinizi koruyamıyorsunuz biz sizi korumaya çalışıyoruz. Bunu anladığınız zaman bu ülkeye barış gelecek. Bunu yapmaya çalışıyoruz ve 9 Ekim’in yıldönümünde şu mesajı Dağkapı Meydanı’ndan herkesin anlayacağı şekilde belirtiyoruz ki; Sayın Öcalan İmralı’da tutulduğu müddetçe biz bu ülkede çözüm adına ne kadar çaba sarf edersek edelim bunu gerçekleştirmek zor olacak, imkansız olacak. O nedenle açıkça Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün tartışılmasının önünün açılmasının günü gelmiştir diyoruz. Bu vesile ile, biz burada başlattığımız oturma eylemi ile bütün Türkiye kamuoyuna şu mesajı veriyoruz; barış AKP’nin atacağı tek bir adıma kalmıştır. Somut tek bir adıma kalmıştır. Barışa giden yolu açacak en büyük adımı AKP bugün atmakla görevlidir, sorumludur. Bundan sonra çağrılarını kimse BDP’ye yapmasın, AKP’ye yapsın. Barışa giden yolu kim tıkamışsa o açmalıdır. Ve çağrılar AKP’ye yapılırsa ve AKP de bu çağrılara cevap verirse biz her zamanki gibi fedakar duruşumuzu sergileyeceğiz, her zamanki gibi barış için çaba sarf edeceğiz. Ama bugün artık faşizme karşı bizim açımızdan onurlu bir dik duruş günüdür, direniş günüdür. Çocuktan kadına kadar, milletvekilinden belediye başkanına kadar her gün bu kadar hakarete tahammül etmek zorunda değiliz. Herkes haddini bilecek. Devlet de devletliğini bilecek. Halka da kadına da vekile de yaklaşırken haddini bilecek ona göre yaklaşacak. Kimse saygısızca, terbiyesizce bu halka saldırmayacak. Bu halk ölümler olmasın diye sokaktayken kimse bu halka sokakta işkence yapmaya kalkmayacak. Bu nedenle yapılmak istenen Gemlik Yürüyüşü işte bütün bu tıkanan süreci sarsmak için demokratik bir refleks olacaktır. Bundan da korktular bundan da ürktüler. Her yerde yasaklamalarla engellemelerle kentlerin dışına çıkış engellendi. Büyük bir abluka, sıkıyönetim, OHAL görüntüsüyle saldırılarla demokratik eylemin gerçekleşmesi engellendi. Ama bugün 9 Ekim’de, biz halkımızın bulunduğu her yerde tavrını ortaya koymaya davet ediyoruz. Bugün de akşama kadar burada oturarak böylesi bir süreçte teslim alınamayacağımızı burada kollektif bir irade göstererek Amed’in meydanında oturarak başlatıyoruz, göstermek istiyoruz. Bütün halkımızı sevgiyle saygıyla selamlıyoruz. Bu faşizm bitecek, bu faşizm son bulacak.” Konuşma sona erdikten sonra Selahattin Demirtaş’ın beraberindekilerle birlikte belirli bir süre oturduğu ve daha yanındakilerle birlikte ayağa kalktığı bu esnada Gültan Kışanak’ın konuşma yaptığı görülmektedir. K6’da Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanılmamıştır.

P300 isimli görüntüde Demirtaş'ın görüntünün 11. saniyesinde diğer milletvekilleri ile birlikte alana geldiği görülmektedir. Bunun dışında herhangi ses veya eylemsel tavrına rastlanılmamıştır. Can TV isimli görüntü çözüm tutanağında Demirtaş’ın konuşmasından bölümlere ve oturma eyleminden görüntülere yer verildiği görülmektedir. Tekrar olduğu için çözümü okumuyorum. Roj TV isimli dosya incelendiğinde yine benzer görüntü ve konuşmalara yer verildiği görülmektedir. Tekrar olduğu için okuma gereği duymuyorum. Söz TV Demirtaş’ın alana gelmesi ve yapmış olduğu konuşmasından kesitlere yer verildiği görülmüştür. Yine çözüm benzer olduğu için tekrar etme ihtiyacı duymuyorum. TV21 bu da yerel bir kanal. Orada da yayınlanan haber içeriği çözüm tutanağına ve bilirkişi raporuna yansıdığı için, benzer olduğu için tekrar etme ihtiyacı duymuyorum. K4 isimli K6 ve T300 isimli görüntü dosyalarının yukarıda çözümü yapılan dosyalarla birebir aynı olduğundan herhangi bir çözüm işlemi yapılmamıştır.

Kanal 7 yine benzer görüntü ve çözüm içerikleriyle haber yapmış meseleyi yine bu haber içeriğiyle çözümle okuduğum çözümle benzer olduğu için tekrar etmiyorum. Kanal D televizyonunda yayınlanan haber içeriği burada çözüm dökümü yapılmış yine burda tekrar etmek istemiyorum yine benzer olduğu için. Hakeza Show TV yine benzer bir içerikle haberleştirmiş ve çözüm tutanağı burada son bulmuş.

Evet şimdi fezlekeye ve iddianameye alınan konuşmanın bir kısmı oldu. Aslında konuşmanın çözüm tutanağına tamamının alınması gerekirken bir kısmının alındığı ve özellikle savcının suç olarak düşündüğünü iddia ettiği kısımları iddianameye ve fezlekeye koyduğunu görüyoruz.

Halkların Demokratik Partisi kendi gündemine hâkimdir

Buradaki temel suçlama nedir? Yasadışı örgüt çeşitli yollarla çağrı yaptı ve Demirtaş da buna uygun bir şekilde basın açıklaması yaptı, oturma eylemi yaptı. Bu şekilde de örgüte yardım etmiş oldu. İddia bu. Şimdi yine ileriki aşamalarda mahkemenize deliller sunulurken avukatlarım verecekler; Öcalan'la ilgili İmralı'da çözüm sürecinin başlaması, diyaloğun başlaması, tecridin kaldırılmasıyla ilgili partimiz yüzlerce eylem yapmıştır, yüzlerce karar almıştır. Ve bunu da her seferinde kamuoyuna duyurarak, ilan ederek yapmıştır. Gizli saklı değil. Bu fezlekede bahsedilen işte Cemil Bayık, Kongra Gel vs örgüt adına yapıldığı iddia edilen açıklamalar yapılmış mı yapılmamış mı bilemiyorum. Fakat bu açıklamaların ne yapılmış olmasından bizim partimizin bilgisi olur ne de partimiz buna göre karar alır. Demokratik Toplum Partisi de, Barış ve Demokrasi Partisi de Halkların Demokratik Partisi de kendi gündemine hakimdir, parti programına uygun bir şekilde, siyasi çizgisine uygun bir şekilde kararlarını alır ve hayata geçirir. Bu da onlardan biridir.

Gemlik yürüyüşüne katılmak siyasi çözüm önerimize uygundur

Gemlik yürüyüşü, TUHAD-DER Tutuklu Aileleri Derneği’nin aldığı bir karardır. Resmi dernek defterine yazıp kararını almışlar, kamuoyuna duyurmuşlar ve hem partimizden hem STK'lardan, barolardan vs destek istemişlerdir. Partimiz de bu yürüyüşe destek verme kararı almıştır. Çünkü bizim de siyasi çözüm önerimize uygundur. “Tecrit kalkmalı Öcalan’la görüşme başlamalıdır” demişizdir. 2011 yılında milletvekillerimizden oluşan bir grubun da Gültan Kışanak başkanlığında Gemlik'e giderek Öcalan’la görüşülmesini talep etmesini kararlaştırmışızdır. Gültan Kışanak da 8 Ekim’de, yani bu açıklamayı yapmamızdan bir gün önce yanında grup başkanvekillerimiz, milletvekillerimiz olacak şekilde Diyarbakır’dan araçlarla yola çıkmak istemiş ve Diyarbakır’ın girişinde durdurulmuştur. Daha Diyarbakır’dan çıkmadan güvenlik güçleri tarafından durdurulmuştur.

Millete karşı devlet

O dönem basına da yansıdı ve çokça tartışma yarattı; Gültan Kışanak’ın üzerine polis panzeri sürülüyor ve son anda ezilmekten kurtuluyor, arkasından tartaklanıyor. İdris Baluken Grup Başkanvekilimizin polis müdahalesinde gözlüğü kırılıyor, “İdris Bey siz kimsiniz nasıl böyle yaparsınız” diye karşı çıktığında bir polis memuru “sen kimsin” diyor, İdris Bey de “ben milletin vekiliyim” diyor, polis bey de aynen şunu söylüyor, “ben de devletim kardeşim”. O gün bütün basında gün boyunca “ben de devletim” manşeti işlendi. Millete karşı devlet. Bu haberler aslında tepki de topladı. “Polis neden kendini devlet olarak tanımlıyor ve karşısındaki milletvekiline ben de devletim derken hangi ideolojik zihinsel kodları deşifre etmiş oluyor” diye tartışmalar yaşandı. Aynı müdahale sırasında kadınlar yerlerde sürüklendi, yanlarında çocuklarıyla birlikte gazlı coplu müdahaleye maruz kaldıkları için bayılanlar oldu, vs vs. Gazeteciler yaralandı bu müdahalede, onu da daha sonra sunacağız. Tek bir amaç vardı, o da konvoyun çıkışını engellemek. Şiddet eylemi yok, taş yok, slogan yok. Konvoy kaç araçlıktı bilmiyorum eşbaşkanın konvoyu. "Sizi bu şehirden çıkarmayız" deyip müdahale ettikleri bir olaydan bahsediyoruz.

Müdahale adı altında işkence yapıldı, biz bunu protesto ettik

Ne polis ne savcı fezlekesine bunları yazmıyor. Bu 8 Ekim'de oluyor Diyarbakır'da. 9 Ekim'de de ben geliyorum Diyarbakır'a. Gültan Kışanak ve bir grup milletvekilimizle Dağkapı Meydanı’nda protesto eylemi yapıyor, "siz sivil itaatsizlikleri engelliyorsunuz" diyerek bunu kınıyoruz. Konuşmamda da bunun altını çiziyorum. Ne diyorum: "çocuktan kadına kadar, milletvekilinden belediye başkanına kadar her gün bu kadar hakarete tahammül etmek zorunda değiliz. Herkes haddini bilecek. Devlet de devletliğini bilecek. Kimse bu halka sokakta işkence yapmaya kalkışmayacak." Yani bunu uydurmuyorum. Bir gün önce sokakta milletvekilinden yaşlıya, kadına, genel başkana kadar müdahale adı altında işkence yapılmış. Bunu protesto ediyoruz.

Yine o dönemin emniyet müdürleri ve savcıları ki Ahmet Karaca ünlü bir savcıydı. O dönemde cemaat adına baş sorumluydu, her şey ondan sorulurdu. Avukat arkadaşlarımız iyi bilirler Diyarbakır'da görev yapanlar bütün Adliye Ahmet Karaca'dan sorulurdu. Tahliyeden tutun tayinlere ve atamalara kadar Karaca Diyarbakır'ın Adalet Bakanı’ydı. Bu adam bu fezlekeyi hazırladı. Az önce de altını çizmeye çalıştım fezlekelerden bahsederken.

Faaliyetlerimizin tamamı barış ve müzakere içindir

Kimini 2011'de kimini 2010’da gerçekleştirdiğimiz benzer içerikli siyasi faaliyetler bunlar. Temel hedefi barış, müzakere, diyalog. Öcalan sürece dahil edilsin, tecrit kaldırılsın. Tabi partimizin tek faaliyeti bu değil, ekonomiye, tarıma dair yüzlerce faaliyetmiz var ama onlar tabi ki fezlekelere konu olmuyor. Ama bütün bu iddianamelerde fezlekeleri yan yana getirip birleştiren uyanık savcı şunu yapmaya çalışıyor: Sabah Diyarbakır’da Öcalan için eylem yapmışız, öğlen Batman’a gitmişiz Öcalan için eylem yapmışız, ertesi gün Mardin'de eylem yapmışız. Zannedersiniz 12 yıl boyunca biz her gün Öcalan ve PKK eylemleri yapmışız. Dolayısıyla olsa olsa bu bir PKK yöneticisi tarafından yapılır algısı yaratılmaya çalışılmış. Oysa tamamı barış ve müzakere için yapılmış siyasi faaliyetler ve çalışmalar. Her birinin arasında belki 1 yıl belki 6 ay var. Fezlekelerin tek iddianamede toplanılarak yaratılmak istenen algı kesintisiz bir örgüt faaliyeti yürütüldüğü ve hepsinin örgüt talimatı ile yürütüldüğü algısını kuvvetlendirmek üzere kurulmuş bir kumpastan başka bir şey değildir.

Ben bu düşüncelerimi her yerde savundum

Peki ben bu düşünceleri Diyarbakır Meydanı’nda, mitingde, yürüyüşte, oturma eyleminde mi sadece savundum? Hayır. Meclis’te de savundum, TV programlarında da savundum. Ben bunu TBMM Genel Kurulu’nda, grup toplantısında, basın toplantısında savundum. Gazetelere verdiğim röportajlarda altını çizdim. Örneğin aynı günlerde, 11 Ekim 2011 Meclis Grup Toplantısı’ndaki konuşmamdan size bölüm okuyayım:

"Gemlik yürüyüşü ile bugüne kadarki devlet hükümet uygulamalarının politikaları neyse bir kez daha teşhir olmuştur. Nedir o gerçekler, burada sizinle paylaşmak istiyorum. Bakın en önemli konulardan biri de Kürt sorunudur ve geçen hafta gerçekleştirmek istediğimiz yürüyüşte ortaya çıkan tablo 80 yıllık cumhuriyet politikasının trajik birer tekrarından ibarettir."

Birincisi, bunu Meclis’te söylüyorum: 9 Ekim’de başlayan Sayın Öcalan’a yönelik uluslararası komplo 15 Şubat’ta Türkiye’ye getirilmesiyle birlikte “bu sorun bitmiştir, çözülmüştür” yalanı 12 yıldır bu yalan Türkiye halkının, kamuoyunun gözünün içine baka baka tekrarlanıyor. Biz 9 Ekim Gemlik yürüyüşü ile bu yalanı teşhir etmeye çalıştık, İmralı’da rehin alınan, ipotek altına alınan Abdullah Öcalan değil, Türkiye’nin demokrasiye, özgürlüğe, barışa ilişkin geleceğidir. Biz bunu teşhir etmeye çalıştık. Ey Türk halkı sizi kandırıyorlar, bu uluslararası komplo sorunu çözmeye dair bir komplo değildir, sorunu derinleştirmeye, çözümsüz bırakmaya dair bir komplodur. Bunu anlatmaya çalıştık. İmralı’da tutulan bir şahıs, şahsiyet değil, siyasetin tıkanılmışlığıdır. 12 yıldır bir çözüm bulanabiliyor mu, çok daha beteri arzulanmıştı, iç çatışma, etnik çatışma arzulanmıştı ama hepimizin sağduyusu bunu önledi. Şimdi bir kez daha bir oyun oynanmak isteniyor, tecrit ile rehin alma, şantaj politikasıyla bir oyun oynanmak isteniyor. Türkiye kamuoyuna faşizan, milliyetçi, ırkçı mesajlarla bir yandan duygusal atmosfer pompalanırken, diğer yandan çatışma derinleştiriliyor ve Kürt halkı bu tezgahları, oyunları iyi bildiği için Gemlik’e giderek bu tezgahlara dikkat çekmek istiyor. Ama yüce devlet, kutsal devlet bunu engelliyor. Birileri de bundan mutlu oluyor. Provokasyon engellendi diye... Engellediğiniz barış girişimidir, engellediğiniz, önüne set çektiğiniz barış girişimidir. Bunu anladığınız zaman ülkeye barış gelir. Ne yapmaya çalıştığımız anladığınızda barış gelir. Sizi anlatıldığı gibi değildir. Bu nedenle Türk halkı olup biten bütün bu senaryolar içinde nasıl kandırılmaya çalışıldığını ve bunun bir tekrardan ibaret olduğunu görmelidir. 9 Ekim Gemlik yürüyüşü girişimimiz işte bu tehlikelere bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Devlet aynı tekrar içerisindedir. Devlet bildiğimiz devlet değişen bir şey yoktur. Ortaya çıkan ikinci gerçek de budur işte. 1980’li yıllardaki devlet ne ise 90’lı yıllardaki devlet ne ise bugünkü AKP odur. Gemlik yürüyüşü bunu bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır. Bir hükümet beğenmediği Kenan Evren anayasasını bile 9 Ekim günü uygulamadan kaldırmıştır. 8-9 Ekim günü BDP’liler anayasanın olmadığı bir ülkede yaşamışlardır. İki gün anayasasız yaşadık. Seyahat özgürlüğü yok, ifade özgürlüğü yok. İşkence yasağı hakkı tanınmıyor. Temel hak ve özgürlükler 2 gün boyunca hiçbir yasal dayanağı olmadan askıya alınıyor. 90’lar dediğimiz budur zaten, 90’lı yıllar yasanın, özgürlüklerin yürürlükte olmadığı yıllardır. Biz o günleri yaşayanlar, mağdurlar çok iyi biliyoruz. Biz biliyoruz da o dönemleri bilmeyenler, o dönemde yaşananları anlamayanlar bugün olup bitenleri de anlamasın diye üstünü örtmeye çalışıyorlar. Bir dönemler muhalefetteyken bugünkü iktidar, bu gelenek muhalefetteyken aynı şeylerin mağduruydu. Aynı şeylere tabi tutuluyordu. Bugün daha fazlasını yapmaya çalışıyorlar. Gemlik yürüyüşü işte bu çarpıklığı da ortaya çıkarmıştır. Valiliğin yasakçı zihniyeti, anlayışı yerel izdüşümü olmuştur. Valiler, emniyet müdürleri, polisler, başbakan ne söylüyorsa kraldan daha çok kralcı olarak yerelde onu uygulamaya çalışmıştır. Tutumlarının tamamı faşizan bir tutum, ırkçı bir tutumdur. O gün BDP’liler Türkiye’de seyahat edememiştir, kimliklerine bakılmıştır, Kürt ise ya gözaltına alınmıştır ya da araçları durdurulmuştur. Ya seyahat etmemesi için araçlar bağlanmış, cezalar kesilmiştir, ve bir bütün olarak Kürtler iki gün boyunca bir devletin, bir anayasanın, bir hukukun olmadığı bir ortamda yaşamlarını geçirmişlerdir. Ve buna hukukun üstünlüğü denmiştir. Provokasyon önlemiş manşetleri atılmıştır, Kürtlerin sesini kesebilirsiniz, muhalefetin sesini kesebilirsiniz, sokaklara çıkmamızı engelleyebilirsiniz, hepimizi cezaevine atabilirsiniz, sansür uygulayabilirsiniz. Hepsini yapabilirsiniz, buna gücünüz var. Hepsini yapabilirsiniz ama sorunu sadece bir gün erteleyebilirsiniz, 3 gün erteleyebilirsiniz, 5 gün erteleyebilirsiniz, bu sorun er veya geç güç bulduğu her yerde karşınıza çıkar, ve her çıktığında da daha güçlü çıkar. Tarih bunun şahididir. 50 defa size tavsiyede bulunduk, gidin Kenan Evren’i dinleyin, Tansu Çiller’i dinleyin. Anılarını anlatsınlar size. Bize neler yaptıklarını bizden değil onlardan dinleyin. Başarılı olmuşlar mı olmamışlar gidin onlardan dinleyin biz anlatmayalım. Gidin bakın size tavsiye edecekler mi, siz de aynısını yapın diyorlar mı. Biri eyalet sistemi öneriyor, öbürü yaptıklarına, yapacaklarına pişman ve nerede olduğu belli değil tarihin çöplüğünde. Ama bunlar hala o zihniyeti devam ettirerek aynı anlayışı bize dayatmaya çalışıyorlar. Niye, çünkü devletler karşımıza devlet olarak çıkıyorlar. 90’lı yıllarda da aynıydı, “ben devletim” derdi arkasından ensemize kurşun sıkardı, “ben devletim” derdi köylerimizi yakardı. Şimdi aynı devlet karşımıza çıkmış beni tanıyor musun “ben devletim” diyor.

Bre cahil kuyruğun atı salladığı nerede görülmüş. Bugüne kadar tarih öyle bir şey yazmış mı? Sen devletsen tek bir görevin vardır, halka hizmet edeceksin. Halka köle olacaksın, başka bir devlet anlayışını tanımıyoruz. Böyle bir devlet anlayışını tanımıyoruz. Böylesi bir devlet politikasının meşruiyeti bizim nazarımızda yoktur. Senin gibi bir devleti tanımıyoruz. Sen bu halka karşı 80 yıldır aynen bu şekilde davrandın. Karşısına çıktın “ben devletim” dedin, hakaret ettin, ezmeye çalıştın şimdi bu halk senin gibi bir devleti tanımıyor. “Çekil önümden” diyor. Bunu anlamayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az minvalinde söylüyorum. Senin gibi bir devleti senin gibi bir zorba anlayışı Kürt halkı tanımıyor bundan daha açık nasıl söyleyebilirim. Eşbaşkanımız öldürülmek isteniyor, polis panzeriyle üstüne öldürmek kastıyla hareket yapılıyor ne bir soruşturma ne bir özür ne bir yanlış olduğu açıklaması. Bir genel başkana karşı nasıl böyle bir hareket, nasıl böyle bir öldürme kastıyla hareket eder. Bundan üzüntü duyduk diyen bir açıklama, hiçbir şey yok. Hele bir adet İçişleri Bakanı var ki, Allah’tan iki adet yok. Ülkede iç savaş çıkar. Böyle bir anlayış, böyle bir zihniyet bize demokrasi mi getirecek? Milletvekiline karşı bu yaklaşımı gösterenin halka neler yaptığına siz karar verin.

Kimse yazmıyor çizmiyor. Kimse dizi filmler yapmıyor, paralar döküp TRT’de dizilere dönüştürmüyor diye yaşadığımız işkenceler gizli saklı kalacak değildir. Artık Türkiye toplumu eski toplum değildir. Dünya eski dünya değil. Gerçeklerin üstünü örtemeyeceksiniz. Yaptığınız işkencelerin, hakaretlerin hesabını halka vereceksiniz. Sesimizi kıssanız da vereceksiniz, kısmasınız da vereceksiniz. Bundan kaçış yoktur. Korkunu ecele faydası yoktur. Bu kadar korku panik halinde bize saldırıyorsanız bu sizin acizliğinizdir. Bu sizin çaresizliğindir başka da bir şey değildir. Eğer bizim bugüne kadar yaptığımız öneriler, bizim bugüne kadar ortaya koyduğumuz fikirler birazcık tartışılabilseydi, hükümet bunları birazcık değerlendirebilseydi bugün başka bir ülkede yaşıyor olacaktık. Bugün demokrasisiyle, özgürlükleriyle, barışıyla bütün Ortadoğu’ya dünyaya örnek bir Türkiye olarak yaşayacaktık. Ama hiçbir önerimiz sağlıklı bir şekilde tartışılmadı. Ciddi bir şekilde ele alınmadı, tam tersine BDP’liler, muhalefet edenler ve vicdanı aklı olan herkes terörist ilan edildi. Ve dünyanın en çok teröristi olan ülkeye döndük. Birinci olduk biliyorsunuz, dünyanın en çok teröristi bizde. Eğer gerçekten Allah korusun hepimiz terörist olsaydık, bu ülkede bu kadar terörist olsaydı AKP iktidarda olamazdı. Kimse evinden dışarı çıkamazdı. Bunların attığı, salladığı yalanlar gerçek olsaydı Türkiye’de kimse evinden çıkamazdı. Milyonlarca terörist, yüzbinlercesi cezaevinde, milyonlarcası meydanlarda. “Siyasi terörist” diyorlar “entelektüel terörist” diyorlar, “bunlar gazeteci değil, terörist” diyorlar. Terörist olmayan yok, bunların çıkardığı yasalarla dünyada birinci olduk. Bizim önerilerimiz dikkate alınsaydı, işte bu sıkıntıların sorunların hiçbiri yaşanmıyor olacaktı. Bu yasaları kim çıkardı AKP, CHP. Özel yetkili mahkemeleri kim getirdi? AKP. Kim destek verdi? CHP. Ne dediler o dönemde “terörle mücadele ediyoruz.” Şimdi CHP mağdur.

Gizli tanığı kim getirdi? AKP. Kim destek verdi? CHP. Bunların hepsini birlikte yaptılar. Hepsini el ele yaptılar. Bakın gün geldi devran döndü ne günlere kaldık. Şimdi bütün muhalefeti ezmek susturmak için AKP elindeki bütün imkanları olanakları herkese karşı kullanıyor.

Şimdi bütün muhalefeti ezmek ve susturmak için AKP elindeki bütün olanakları herkese karşı kullanıyor. O nedenle Türkiye’deki bütün gerçek demokratlar, yurtseverler, vatanseverler, bu ülkenin vicdanlı her bireyi her kurumu her örgütü bu zihniyete karşı ortak hareket etmek, mücadele etmek zorundadır. Bu tarihi bir zorunluluktur. Bu Gemlik yürüyüşü vesilesiyle önerimizi, bugüne kadar açık ortaya koyduğumuz önerimizi tekrarlıyoruz: İmralı’da tutulan bir şahıs değildir, Türkiye’nin barışa dair, özgürlüğe dair geleceğidir. O nedenle ev hapsini kısa vadede hemen uygulamaya koymalıdır hükümet. Bu öneri ciddi bir öneridir. Bakın yıllarca gidin İmralı’da görüşme yapın dedik, saldırdınız ve hakaretler ettiniz. Böyle şey mi olur dediniz. Bunu söylerken bile gidip görüştünüz, iyi de yaptınız. Görüştüğünüz yıllarda akan kanı durdurdunuz ateşkesi sağladınız, fena mı oldu? Kim bilir kaç insanın canı kurtuldu, kaç bin gencin canı kurtuldu, kaç bin ananın acısını önlediniz, fena mı oldu? Önerimiz yerindeydi, doğruydu. Israr ettik gerçekleşti. Şimdi bu yaptığımız öneriyi de sağduyuyla, sağlıklı ve akıllıca Türkiye tartışmak zorundadır. Bildiğimiz inandığımız doğru, akılcı, gerçekçi yolu gösteriyoruz. Bunun dışındaki hiçbir yol gerçekçi değildir. Şuraya buraya bayrak dikmekle sadece kan dökersiniz, sadece sorunu on yıllarca ertelersiniz, sorunu büyütürsünüz ama akılcı yolları gösterenleri linç etmeye çalışırsanız ortada görüşebileceğiniz, konuşabileceğiniz hiç kimse kalmayacaktır. Bize yönelik bu linç tutumu, bizim önerilerimize karşı bu hakaretvari yaklaşım çözümün önünü tıkayan en sıkıntılı anlayıştır.

Açıkça tartışılsın, ev hapsinin neyi yanlıştır? Ortada bir Kürt sorunu var mı? var. Osmanlı’dan devraldığımız tarihi bir sorunla karşı karşıya mıyız? Evet. Bu sorunu çözmek zorunda mıyız? Evet. Bu sorun 29 isyana konu olmuş mu? Evet. Son isyan hangisi? Bu isyan. Bu isyanın lideri kim? Öcalan. Peki o nerede? İmralı’da. Bu isyan bitsin istiyor muyuz? İstiyoruz. Edirne’den Hakkari’ye bu savaş bitsin istiyor muyuz? İstiyoruz. O halde bu isyanın lideriyle görüşüp bu isyanı bitireceksiniz. İşin siyasi kısmı, anayasal, demokratik müzakereler kısmı bizim işimizdir. Muhatabız. Gelin konuşalım, tartışalım. Ama siz bu kadar ciddi bir meselede hele hele Ortadoğu bu kadar kaynarken, Suriye’deki, İran’daki gelişmeler bu kadar yakıcı hale gelmişken hükümet ‘koster bozuk, rüzgar şiddetli’ gibi akla hayale gelmeyecek ciddiyetsizlikle meseleye yaklaşıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kadar ciddi bir meseleyi konuşuyoruz. Her gün insanlar ölüyor. Bunlar çıkıp cenazelerde milliyetçi söylemlerde, bitireceğiz kökünü kazıyacağız söylemleriyle tekrar tekrar halkı aldatmaya çalışıyor. Biz gerçekleri konuşmaya, bildiğimiz inandığımız yolda ilerlemeye gayret ediyoruz. Yaptığımız öneri budur, bu kadar açık şekilde söylüyoruz. Başka yolu yok. Bilen varsa yeni bir şey söyleyebilen varsa çıksın söylesin. Ama 30 yıllık tekrarları bize çözüm diye dayatmasınlar. Yeni bir çözümü olan yoksa da bizim çözüm önerimizi gelsinler tartışalım. Nasıl uygulayabilir nasıl yapabiliriz hep birlikte tartışalım hayata geçirelim. İşte Gemlik yürüyüşü hükümetin bütün bu yaklaşımını ciddiyetsizliğini ortaya koymuştur. Sen 100 yıllık Kürt sorununu böyle mi çözeceksin? Otobüslere ceza keserek, vekilleri döverek, gaz atarak, basınçlı su sıkarak, herkesi gözaltına alıp çoluk çocuk kadın demeden coplardan geçirerek, İmralı’ya böyle yaklaşarak yüz yıldır çözülmemiş Kürt sorununu böyle mi çözeceksin? Türkiye kamuoyu da buna mı inanacak? Bu aldatma, bu kandırma bitsin istiyoruz, bu yüzden bu kadar açık ve net bir şekilde görüşlerimizi belirtiyoruz değerli arkadaşlar.”

Konuşma Meclis’te yapılmış bir konuşma, uzun uzadıya bu şekilde devam ediyor sadece ilgili kısmı okudum. Şimdi buna benzer TBMM’de yaptığım 3 konuşma daha var ama uzun onlar, onları eğer sizler de uygun görürseniz yarına bırakmak istiyorum. Fakat şu mantığı ben hatırlatmak ve anlatmak istiyorum hem size hem de kamuoyuna. Çünkü ben bu hesabı aynı zamanda kamuoyuna veriyorum yargılamalarım vesilesiyle.

Seçilmeden önce de bunları dile getiriyordum, şimdi de aynı şeyleri savunuyorum

Bunlar benim ve partimin siyasi düşünceleridir. PKK şu çağrıyı yaptı, şu sitede bu yayınlandı diye biz bu düşüncelere sahip değiliz. 2007’de milletvekili seçildiğimde de bunu söylüyordum, seçilmeden önce İHD yöneticisi ve avukatken de bunları söylüyordum. Aradan bunca zaman geçti, halen bunları söylüyorum. Dışarıda partim halen bunları tekrar ediyor.

Bir defacık Türkiye İttifakı kurulmuş olsaydı binlerce insanımızın canını kurtaracaktık

Eğer bir defacık, hani bugünlerde ‘Türkiye İttifakı’ deniyor, sadece bir defa Türkiye ittifakı sağlanabilseydi bundan kastım şudur: belli başlı siyasi partiler, devlet bürokrasisi, yargı, güvenlik bürokrasisi, ordu dahil, parlamento, medya hep birlikte bir defacık bu konuda ittifakı sağlayabilseydi binlerce insanımızın canını kurtaracaktık. Milyarlarca dolarlık ülkenin zararını kurtaracaktık. Bambaşka bir Türkiye'yi hep birlikte yaratacaktık. Ama yıl 2019, seneye Mars’ta büyük bir insan kolonisi yerleşmeye çalışacak, Mars’a ilk sivil yolculuk yapılacak ve biz Ankara 19. Ağır Ceza Mahkamesi’nde bunu tartışıyoruz. ‘Selahattin Demirtaş sen 7 yıl önce Dağkapı Meydanı’nda Öcalan’la görüşülsün dedin mi demedin mi? Dediysen kardeşim terör örgütüne yardım yapmışsan ha demediysen bunu araştırıyoruz o yüzden de 2 buçuk yıldır orda bir hücrede tutuyoruz’. Bunu tartışıyoruz gerçekten budur. Karikatürize etmek için söylemiyorum. Utanç vericidir. Sizler, bizler, avukatlarım, kamuoyu, utanç vericidir. Nasıl oluyor da bunları aşamıyoruz nedir mevzu?

Kışanak’ın yerine atanan kayyım 2.7 trilyon liraya makam odası döşetti

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanımız Gültan Kışanak Kandıra Cezaevi’nde tutuluyor, onun yerine atanan kayyım tam 2.7 trilyona makam odası döşemiş. 2.7 trilyon! Makam odası. Bakın belediyemiz bu konuda müfettiş istedi, soruşturma yapılacak ve ortaya çıkacak. İddia ediyorum, bu tiplerin çalışma tarzını biliyorum. Söz konusu kayyım, ismi mevzubahis değil, ben İHD Başkanı iken kendisi Diyarbakır Vali Yardımcısı’ydı 2006 yılında. İnsan Hakları İl Kurulu'ndan sorumlu Vali Yardımcısı’ydı. Benim hemşehrimdir aynı zamanda. İl insan hakları kurulu toplantılarında tartışırdık kendisiyle. Tarzını o zamandan biliyoruz. Ne yapmıştır biliyor musunuz? Diyarbakır’da herhangi bir ihale alan bir müteahhite o makam odasını döşetmiştir, yani başka bir müteahhide bedavaya orayı döşetmiştir, faturayı da başka bir yerden aldırıp harcama yapılmış gibi göstermiştir. Soruşturma olacak ve iddia ediyorum bu ortaya çıkacaktır.

Bunlar vatansever, bizler terörist, bizler tutuklu

Gültan Kışanak belediyenin karavana yemeğinden yiyen bir başkandı. Belediyenin parası boşa harcanmasın diye, zırhlı makam aracı çok benzin yakıyor diye normal araç kullanan biriydi. Kredi ile satın aldığı en fazla 300 bin tl değerinde olan dairesindeydi, kredileri ya bitmiştir, ya bitmemiştir. Ama onun yerine atanan kayyım sadece tek kalemde 2.7 trilyon bu milletin parasını iç etmiştir. Mesele budur bu. Vatan millet meselesi değildir. O koltuklara yapışanlar katrilyonlarca para götürüyorlar, belediyeler başta olmak üzere, bakanlıklar da. “Devletin malı deniz yemeyen domuz” anlayışıyla saldırıyorlar. Bunlar vatansever, bunlar milliyetçi, bunlar ülkenin kahramanları, biz "terörist", biz tutuklu biz hapishanelerde. Gerçek durum budur.

İstanbul Belediyesi, Ankara Belediyesi 25 yıldır bunların elinde. AKP'nin Belediye Başkanı Melih Gökçek'in yerine atanan, ismini, unuttum neyse; dedi ki ben geldiğimde hafriyat geliri ayda 30 bin TL’ydi, 30 milyar eski parayla şimdi aylık 15 milyon TL’dir dedi. 30 bin nere 15 milyon nere. Her ay 15 milyon hafriyat geliri iç edilmiş. Sadece 1 kalem. Fakat bu adamlar vatansever. Bu adamlar kahraman, teröre karşı cengaver. Bu adamlar dışarıda elini kolunu sallayarak bize hakaret edecek, biz içeride terörist. Gültan Kışanak terörist, İdris Baluken terörist. Bu fezlekelerin altında yatan ruh buydu. Bunlara alet olmamalısınız. Yargının vicdanlı, ahlaklı üyeleri bunlara alet olmamalı. Sizler üzerinden bizi ezerken arkadan çevirmedikleri film fırıldak yok. 5 kişilik ailedirler. 5’inin altında en lüks cip var. Özel uçakları var. Cuma namazlarına böyle gidiyorlar artık. Ne namazı? Göstermelik. Yurt dışında yaptıkları tatilin masraflarını duysanız dudağınız uçuklar. Bunlar AKP’nin ihaleci tayfası ama milliyetçi, vatansever, vatanperver bunlar. Öyle görünüyor.

Koşullar uygun olsa PKK 10 günde dağdan iner

Ne yapmaları lâzım, bunların ortaya çıkmaması için birilerinin düşman, tehdit gibi görünmesi lazım. 12 yıldır siyasetteyim 12 yıldır bunları anlatmaya çalışıyorum. Yurttaşa, gazeteciye, seçmene, yargıca, polise bunları anlatmaya çalışıyorum. “Bizim birbirimizle sorunumuz yok kardeşim” diyorum. Bu ülkede bu sorunlar bir günde çözülür. Koşullar uygun olsa PKK 10 günde dağdan iner... Bunu yaratmaya çalışıyoruz, ama izin vermiyorlar, nefes aldırmıyorlar. Biri cemaat diyor, öbürü uluslararası ajan örgütü diyor. Benim de bu konuda bilgilerim, öngörülerim var. Mutlaka bir müdahale eden oluyordur. Ama asıl aptallığı biz kendi kendimize yapıyoruz. Bu hırsızlığa yeter deyin. Ne suçumuz, günahımız var bunlarla yargılanıyoruz. Ayıp değil mi? Seneye dünyanın zenginleri Mars’ta koloni kurarken biz hala birbirimize bunları soracağız: "Demirtaş bu açıklamayı yaptı mı, Demirtaş şunları konuştu mu? Yok demokratik çözüm çadırı dedi mi, DTK toplantısına gitti mi?" Gittim, yaptım, hepsini yaptım. Biraz dinlenseydi, biraz anlaşılmaya çalışılsaydı bu ülkeye barış getirmiş olacaktık.

Kim ne kadar anlar bilmiyorum. Bizim açımızdan demokrasi ve barış etrafında birleşmek Türkiye ittifakıdır. Tek adam etrafında tek parti etrafında birleşilemez. Tek ideoloji, tek din etrafında birleşilemez. Birbirimizden farklı kimlik, inanç, yaşam tarzlarımız var. Bizi birleştirecek şey demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür, barıştır. Eminim ki partim de bu ilkeler etrafında bütün Türkiye ile tek yürek olmaya hazırdır. Bizler de hazırız. Ama bunun dışında bizi ötekileştirip “HDP'ye vuralım, HDP üzerinden gerilim yaratalım, ondan sonra döner yine bildiğimizi okuruz" diyorlarsa biz de direnmeye devam ederiz. Dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince parti olarak mitinglerde, meydanlarda, alanlarda, Meclis’te ne kadar gücümüz varsa... Türkiye’ye bunu anlatmaya çalışacağız.

Soylu'ya 2010 hatırlatması: Biz hiç dönmedik

Bakın bugünlerde beni ve partimi hedef göstermeye çalışan, Çubuk’taki linç girişimi sonrası “efendim Pervin Buldan ve Demirtaş güzellemesi yapmasaydı. Ekrem İmamoğlu onlar seçimlerde işbirliği yaptılar da hak ettiler” minvalinde şeyler söyleyen İçişleri Bakanı denen zata hatırlatayım; biz hiç dönmedik bak. Ben 2010 yılında ne demişim 2011 yılında ne demişim okuyorum burada. Bugün de aynı şeyi söylüyorum, biz dönmedik. Bak sen ne demişsin okuyayım.

Süleyman Soylu, 2010 yılında Samanyolu TV'ye verdiği demeç. Sunucu soruyor: Anadilde eğitime taraftar mısınız, Kürtçe seçmeli ders olmalı mıdır? Cevap veriyor kendisi Demokrat Parti Genel Başkanı sıfatıyla: "Türkiye’de dil problem olmamalı, bu kadar basit, bundan ne çıkarırsanız çıkarın. Türkiye’de dil problem olmamalı. Gelişmiş bir ülkede, modern bir ülkede kendi ülkesinin insanını kendine tehdit olarak gören bir anayasa Türkiye’yi büyük devletler içerisine koyamaz. Bu yerel yönetim mantığı ile de bunu sürdüremezsiniz. Yani birileri talep etmeden Fransa’daki sistem gibi de yapabilirsiniz, belki Amerika’daki ya da Almanya’daki gibi de yapabilirsiniz. Ama dönüp Fransa’daki sistem gibi yarı merkezi yarı yerel bir idareyi, kendi insanınıza güvenen bir idareyi ortaya koyarsınız. Bu anayasa hepimiz için geçerli değil mi? Yani yeni yapılacak anayasa Türkün ve Kürdün, ülkenin en doğusundaki ile en batısındakini korumak kucaklamak zorunda değil mi?" Vs vs devam ediyor. Biraz da BDP güzellemesi yapıyor: "BDP parlamentoya girecek yeterliliği olan bir partidir. Barajın kaldırılması lazım. BDP'nin boykot tutumu çok önemlidir ve Kürt sorununu Türkiye'nin gündemine getirip oturtmuştur." Ve yerel yönetimlerin özerkliğini savunuyor Süleyman Soylu. 2010 referandumundan hemen sonra cemaatin televizyonunda konuşuyor.

Bu adam şimdi bizim bu görüş ve düşüncelerimiz yüzünde bize hakaret ediyor. Terörist diyor. Onlar linci hak ettiler diyor. Onlarla birlikte hareket eden aklını başına alsın onlara hadlerini bildireceğiz diyor. Hesabın ne kitabın nedir? Benim değil sizlerin bunu sorması lazım. El altında ne çeviriyorsun, nasıl bir karanlık ilişki, nasıl bir maddi ilişki içindesiniz devletle. Neyin üstünü örtmeye çalışıyorsunuz? Bu bayrak sizin pisliklerinizi örtmek için kanla Çanakkale’den bu yana ortak şehitlerimizin, dedelerimizin kanıyla var edilmiş bir bayrak değil. Hepimizin ortak bayrağıdır. Sizin pisliklerinizi gizlemek için kullanacağız bir bayrak değil. Bunu demeniz lazım. Ben söylüyorum.

Burada fezlekelerde yaptığım konuşmalardan dolayı bana yöneltilen suçlamalar siyasi faaliyetler tamamiyle, bahsettiğim bu zihniyeti eleştiren muhalif bir duruştur. Topluma çözüm önerisi sunan bir duruştur. Bu duruşun teröristlikle suçlanmasını asla kabul etmiyorum. Yasadışı bir anlayıştır yaklaşımdır, kumpastır. Buna alet olmamalısınız. Benim konuşma tarzım budur. Bazen mitingde sert konuşurum. "Direniş" ve bütün siyasi hayatım boyunca en çok kullandığım siyasi kavramlardan biridir. Yeri geldikçe hepsini öğreneceksiniz. Benim direnişten kast ettiğim meydan meydan, miting miting sivil itaatsizlik eylemleri ve anayasal hak çerçevesinde kendi hakkımızı sonuna kadar kullanmaktır. Hepsinde de söylemişim, meydan meydan milletvekili, çoluk çocuk direneceğiz demişim. Yaptığımız meydanlarda miting yapmaktır. Budur.

Bize geri adım attıramayacaklar

Bunun dışında başka bir şeyle suçlandığım da yok ayrıca. Burada taş attığım, molotof attığım iddialarının da yalan ve iftira olduğu da bir bir açığa çıkmaktadır. Bu söylediklerim Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri ya da devletin ilgili kurumları tarafından ciddiye alınmazsa bir kez daha göz ardı edilirse ne olur. AKP-devlet içerisine çöreklenmiş bütün bu tayfalar hırsızlıklarını yapmaya devam eder, bizim gencecik evlatlarımız ölmeye devam eder. Biz de burada elimizden geldiğince içeride dışarıda, Parlamento’da mücadele vermeye devam ederiz. Birgün bu ülkeye barış gelir ama bu ülkede barışa katkı sunması gerekip de katkı sunmamış herkes bundan mahcubiyet duyar. Biz o mahcuplardan olmak istemiyoruz. Sizin de benim de çocuklarım kardeşçe barış içinde bu ülkede yaşasın diye mücadele etmeye devam ediyoruz. Bizim hayatımız zaten geçti. Sizler de bizler de bu ülkede artık demokrasi, barış, huzur, refah gündemlerini göremeyeceğiz. Keşke yetişseydi ömrümüz. Ama en azından çocuklarımız büyüdüğünde böyle bir ülke miras bırakalım. Biz bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz. Yılmadık, bıkmadık, usanmadık, geri adım atmadık. 2,5 yıldır hücredeyim, kaldığım oda şu odadan birazcık daha büyüktür. Tutulduğum yer 12 metrekaredir. Ama buradan yazıyorum, çiziyorum, üretiyorum ve vazgeçmiyorum. Çünkü özgürlük, demokrasi mücadelesi bizler açısından vazgeçilmez bir duruştur, bir yaşam felsefesidir. Bize geri adım attıramayacaklar. Bu seçimde olduğu gibi gerçekleri anlata anlata halkın gücüyle sandıkta bunları püskürte püskürte bu ülkede demokrasinin önünü açacağız. Bunu da kimse engelleyemeyecektir. Umut ediyorum ki herkes aklı selime döner. HDP bu konuda cesur olacaktır bundan şüphem yok. Barışçıl ve demokratik politika, mücadele yol ve yöntemleri geliştirme konusunda HDP her zamankinden daha cesur ve hazırlıklı olacaktır. Önümüzdeki dönem eminim ki daha cesur olacaktır. Ben bu fezlekeye dair bugün böyle tamamlamış olayım. Yarın iki grup konuşmam var onları da kayda geçeriz. Bu fezlekeye yönelik konuşmam bir saat kadar daha sürer. Niye önemli şöyle söyleyim. Sayın Öcalan, Kürt halkı, Öcalan ile görüşülsün vs cümleleri birçok yerde suç sayılmış. Veya çözüm müzakere süreçleri. Arkadaşlarımız yoruldu, burası çok havasız, bugün daha fazla devam ettirmeyelim.

Kaynak: "Demirtaş: Bize geri adım attıramayacaklar". hdp.org.tr. 10 Mayıs 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Mart 2023. 
Telif durumu:

Bu eser 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31. maddesine göre Vikikaynak'ta yer almaktadır:

Madde 31 - Türkiye Cumhuriyeti'nde resmen yayımlanan veya ilân olunan kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya herhangi bir suretle bunlardan faydalanmak serbesttir.

25 Nisan[değiştir]

4. Kısım[değiştir]

Herkese günaydın, salondaki herkesi selamlayarak başlamak istiyorum. Dün 19’uncu fezlekeye dair savunmam önemli ölçüde tamamlanmıştı fakat hem bugüne kadar savunmasını yaptığım fezlekeler hem de bundan sonra savunmasını yapacağım fezlekelerin tamamındaki görüş ve düşüncelerin tamamı partimizin siyasi programı, benim şahsi kişisel düşüncelerimle ifade edilmiş siyasi görüş açıklamalarından ibarettir. Bunların birçoğunu TBMM’de gerek Genel Kurul’da, gerek grup toplantılarında gerek basın toplantısında çok daha detaylı ifade ettiğimi belirtmiştim. Her ne kadar mahkemeniz Anayasa 83/1’de tanımlanan mutlak sorumsuzluk ve kürsü dokunulmazlığı olarak tabir edilen yani Parlamento’da ifade edilen konuşmaların hiçbir şekilde soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulamayacağı şeklindeki Anayasa hükmünü duruşmanın başından beri dikkate almamış olsa da bunun ileriki safhalarda mutlaka dikkate alınacağını ve bu siyasi görüşlerin bir şekilde soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulamayacağı şeklindeki amir hükmün baskın geleceğini düşünüyorum. Mahkemeniz bunu dikkate alır mı almaz mı bilemem, kendi siyasi görüşlerim olduğunun altını çizerek belirtmek için grup konuşmasındaki beyanlarımı da bir kez daha tutanağa geçirmek istiyorum. Tarih 14 Şubat 2012, yani bundan 7 yıl önce parlamentoda yaptığım bir başka konuşmayı da tutanağa geçsin diye özellikle altını çizerek belirtmek istiyorum.

Grup konuşmasının giriş kısmını atlayarak devam ediyorum: “Şimdi dünden bu yana biliyorsunuz yine Türkiye’nin 30 kentinde siyasi soykırım operasyonları yapıldı, halen devam ediyor. Şu saat itibariyle Şanlıurfa’da ve Türkiye genelinde halen gözaltı ve tutuklama furyası devam ediyor. Elbette ki 14 Nisan 2009 tarihinde hükümetin kontrolünde planlaması ve talimatı doğrultusunda başlayan bu siyasi soykırım operasyonlarının amacının tümüyle demokratik muhalefeti tasfiye etmek, kontrol altına almak, çöktürmek ve boyun eğdirmek olduğunu her fırsatta belirttik. Dün sendikaları ve özellikle sendikalardaki kadın yapılarını ve aktivistlerini kapsayan bu operasyon göstermiştir ki AKP’nin hiçbir muhalefete ve hiçbir alanda özgür sesini ve muhalefetini yükselten hiç kimseye tahammülü yoktur. Dün 150’den fazla çoğunluğu da partimizde siyaset yürüten muhalif siyasetçi gözaltına alındı. 8 Mart öncesi özellikle kadınlara yönelik yapılan bu operasyonun bu kadar alelacele yapılmasının bir nedeni de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü vesilesiyle kadınların alanlara çıkmasının, taleplerini dile getirmesinin önüne geçmek olduğu net anlaşılıyor. Bugüne kadar yapılan her operasyonunun hükümet talimatı ile yapıldığını hükümet sözcüleri bile artık açıklamaktan itiraf etmekten çekinmiyorlar. Pervasızca ve gayri ciddi bir şekilde Meclis kürsüsünden televizyonlardan canlı yayınlarda, grup konuşmalarında rahatlıkla bu operasyonlar yapılıyor ve yapılmaya devam edecek ve sonuna kadar gidecek diye açık açık yürütme erki yargının üzerinde olduğunu ve yargıyı kontrol ettiğini itiraf ediyor. O nedenle biz bunlara yargı operasyonu demedik demiyoruz, bu bir AKP faşizan operasyonudur. BDP’ye yönelik ve BDP şahsında BDP dostlarına bütün muhalif kesimlere aydınlara, yazarlara, avukatlara, akademisyenlere yönelik bastırma sindirme operasyonlarıdır. Bugünkü operasyonlarda yine sanatçılar da gözaltına alındı. Bekleniyordu zaten. Nereden biliyorduk. İçişleri Bakanı bu operasyonun sinyalini açık açık vermişti. Şiir yazan, tuvale resim yapanlar da zaten teröre yardım ediyor demişti İçişleri Bakanı. Dolayısıyla bunları planladıklarını yakın zamanda aydınların da sanatçıların da gözaltına alınacağını İçişleri Bakanı açık açık itiraf etmişti. Ancak bu faşizan sistemin, faşizan yönetimin bu tarzının sadece BDP’li siyasetçilere, muhalif kimlikteki siyasetçilere zarar vermenin ötesinde Türkiye’nin bütün siyasi yapısını rehin aldığını son yaşanan olaylarla bir kez daha izliyoruz. Birazdan detaylı bir şekilde onları sizlerle paylaşacağız. Bu konudaki düşüncelerimizi ifade edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, bütün bu siyasi soykırım, fiziki katliam, tecrit ve yaşanan bütün bu haksızlıklar, hukuksuzlukları hem protesto etmek ve hem de mücadeleye bir ses vermek adına Şırnak Milletvekilimiz Sayın Selma Irmak ve beraberinde bir grup kadın arkadaşımız Diyarbakır Cezaevinde süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlatmıştır. Arkadaşımız ve vekilimiz bir mektupla bize bunu iletmiş durumda. Basına da kısmen yansıdı, mektubun bütün detaylarını biz basınla paylaşacağız ama bir kaç satır mektubundan paylaşmak istiyorum.”

9 yıl önce grup konuşmasında altını çizerek belirttiğim her şey bugün aynen devam ediyor

Burada Selma Hanımın bize gönderdiği mektubu okumuşum ve açlık grevine başladıklarına dair mektubu kamuoyu ile paylaşmışım. Dün bazı fezlekelerde savcı şunu söylüyordu. PKK’nin yönetim kademesinin operasyonlarla tutuklanan KCK’nin yönetim kademesini sahiplenme çağrısı üzerine Diyarbakır’da eylemlere katılan, molotof atan, taş atan şahıs olduğu anlaşılmıştır demişti. Ki o savcı sonradan tutuklandı, kendisi terör örgütü üyesi olarak yargılandı ve belki de halen tutuklu şu anda bilemiyorum. Birçok üyemiz, parti yöneticimiz, milletvekilimiz Cemaat-AKP ortak operasyonu ile mahkemelerde, cezaevlerinde kanunsuz hukuksuz bir şekilde sözde yargılama sürecinden geçirilirken, bizlerin partinin eş genel başkanları olarak onlara sahip çıkma adına duruşmalarını takip etmek, kamuoyu oluşturmak için miting ve yürüyüş yapmak gibi faaliyetlerimize aynı savcılar tarafından, arkadaşlarımızı tutuklayan AKP-Cemaat ortaklığını yapan savcılar tarafından terör örgütü yöneticisi, propagandacısı olarak aynı fezlekeleri hazırlandı. Şimdi 9 yıl aradan geçti bu defa ben yargılanıyorum aynı savcıların fezlekesi ile o savcılar da yargılanıyor ben de yargılanıyorum. 9 yıl önce grup konuşmasında altını çizerek belirttiğim her şey bugün aynen devam ediyor.

“Aslında çok söz söylemeye gerek yok. Bir halkın temsilcisi seçilmiş bir milletvekili zindanda haksız yere tutulduğu binlerce arkadaşı ile birlikte haksız yere tutulduğu 4 duvar arasında bedenini ölüme yatırmayı bir mücadele yöntemi olarak önüne koyuyorsa, faşizan uygulamaların artık nerelere geldiğini anlamak açısından önemli bir direniş ve duyarlılıktır. Bir milletvekili bugün özgürlük için, kendi kişisel özgürlüğü değil dikkatinizi çekerim, kişisel talebi, sağlığı, cezaevi koşulları için değil halkının ve ülkesinin özgürlüğü için, toplumun özgürlüğü için bedenini ölüme yatırmış durumda. Bu elbette AKP’nin yarattığı baskı ortamını anlayabilmek açısından tek başına yeterlidir. Bugün Parlamento’da aktif olarak görevinin başında olması gereken bir arkadaşımız yine bu hükümetin uygulamaları ve hükümetin denetimindeki yargı eliyle cezaevinde bedenini ölüme yatırmış durumda. Biz de buradan kendisine selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Cezaevindeki bütün direnişçi ve özgürlük tutsaklarını buradan selamlıyoruz. Bütün halkımızı da etraflarında kenetlenmeye, omuz omuza olmaya ve tek yürek olmaya çağırıyoruz. Yine değerli arkadaşlar biliyorsunuz yarın 15 Şubat.” Konuşmayı yaptığım tarih 2012 15 Şubat’tı. “Her 15 Şubat grup konuşmasında altını çizdiğimiz bir konuyu bir kez daha buradan tekrarlayacağız. Çünkü Türkiye’de son dönemde siyasi tarih ve gelişmelerle doğrudan bağlantılı uluslararası bir komplonun yıldönümü. Sayın Öcalan’ın uluslararası bir komplo ve hukuksuzlukla kaçırılarak Türkiye’ye getirilmesinin yıldönümü. Bu meseleyi Türkiye kamuoyu hiçbir zaman bütün açıklığı ile tartışmadı. Bütün grup toplantılarında, alanlarda, meydanlarda, televizyonlarda bunun altını kalın çizgilerle çizerek belirttik. Eğer 15 Şubat komplosu bütün çıplaklığı ve gizli kalmış yönüyle Türkiye kamuoyuna anlatılmış olsaydı, o dönem yaşananlar bilinmiş olsaydı bugün Türkiye’de yaşanan bütün krizleri ve kaosları yaşamıyor olacaktık. Belki de yıllar önce Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt sorununu çözmüş ve geleceğine emin adımlarla yürüyen çok daha demokratik bir Türkiye’de hep birlikte yaşıyor olacaktık. Bu nedenle biz 15 Şubat uluslararası komplosunun yıldönümü vesilesiyle bir kez daha bütün bu hatırlatmaları Türkiye kamuoyunun dikkatine sunmak istiyoruz. Neydi 15 Şubat, planlanan neydi, hayata geçirilmek istenen neydi amacına ulaştı mı, amacına ulaşan ve ulaşmayan kısmı neydi? Bunlar bütün açıklığı ile tartışılmalıdır. Her birimizin yaşamını sokaktaki her bir insanın yaşamını bırakın yaşayanları doğmamış olanlarımızı bile etkileyen bu kadar derin bir süreçten bahsediyorsak başka iktidar ve devlet kurumları olmak üzere bütün o dönem yaşananları bugüne kadar İmralı’da ne yaşandıysa bütün hepsini kamuoyuyla paylaşmak zorunda ya da paylaşılmasını engellememek zorundadır. 13 yıldır İmralı’da devam eden bütün bu uluslararası komplo süreci aslında bir kişiyi bir şahsiyeti tecrit altına almadı. Onu teslim almaktan öte uluslararası komplonun temel amacının Türkiye’yi teslim almak Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almak olarak tanımladık biz. 15 Şubat 99’da Sayın Öcalan kaçırılıp Türkiye’ye getirildiğinde temelde 2 büyük amaç ortaya konulmuş, hedeflenmişti. Birincisi Türkiye’de iç karışıklık iç çatışma çıkararak insanların boğazlaşacağı kaotik bir ülke yaratıp bunun üzerinden Ortadoğu’ya rahatlıkla müdahale edebilmek ve BOP’u hayata geçirebilmekti. İkincisi Türkiye siyasetini bütün Ortadoğu projelerinde teslim almak, iradesini rehin almak, iktidarları rehin almak ve Kürt sorunun çözümsüzlüğü üzerinden uluslararası bütün politikaları sürdürme ve hayata geçirilebilirliğini sağlamaktı. Yoksa kriminal bir olay, bir örgüt liderinin kaçırılıp Türkiye’ye teslim edilmesi gibi bir basit mesele değildi. Ama o dönem İmralı’da yapılan sağduyulu çağrılar, yapılan diyalog çağrıları, halka yapılan sağduyu çağrıları ve 13 yıldır nefes nefese verilen mücadele, geçmiş 13 yılda çok şükür etnik boğazlaşmanın önüne geçmiştir. Burada hükümetlerin pozitif rolleri olduğunu düşünmüyorum. Çünkü o dönem iktidarda bulunan rahmetli Ecevit hükümetinin kendisi bile olup bitenden herhangi bir sonuç çıkaramamıştır. Ecevit o dönemde, “Öcalan’ın bize neden verildiğini halen anlamış değilim” demiştir. Başbakan olmasına rağmen o dönem Öcalan bize neden teslim edildi, biz halen anlamış değiliz diyebilmiştir. Bu kadar derin bir ilişkide Türkiye bütün geleceği ile ipotek ve rehin altına alınmıştır. Ve orada yürüyen, İmralı’da yürüyen bütün mücadele Sayın Öcalan’ın yaptığı bütün çağrılar, devlet yetkilileri ile yapılan görüşmeler sonrası yapılan bütün çağrılar provokasyonları ve uluslararası güçlerin hedeflediği kaosu engellemeye dönük olmuştur. Nitekim kısa sürede kalıcı bir ateşkes sağlanmış, PKK’nin silahlı bütün güçleri Türkiye sınırları dışına çekilmiş ve bir müddet sonra AKP iktidara geldikten sonra Avrupa Birliği müzakere süreci başlamış, toplum kısmi huzur ve barış ortamına kavuşmuş ve Kürt sorunun çözümünde aslında hiçbir şekilde engel kalmamıştır. Öcalan’ı teslim edenlerin amacı bu olmasa bile yürütülen çabalar böylesine bir ortamı sağlamıştır. AKP iktidarı o dönemde oluşan bütün bu fırsatları, altın tepsi içinde sunulan bu fırsatları bugün olduğu gibi o günde elinin tersi ile itmiştir. Yıllardır Kürt sorunun çözümünde tek bir adım atmayarak atılmasına izin vermeyerek, cesaret ve samimiyet göstermeyerek maalesef bu komplo sürecinin bir ayağının boşa çıkarılmasına katkı sunmamıştır. Türkiye kamuoyu bütün bunları bilmelidir. Yüzyıllık köklü bir sorundan bahsediyoruz. Can alan, can yakan, bütün yaşamımızı etkileyen, Türkiye siyasetini alt üst eden ve şu an bölgesel ve uluslararası bir soruna dönüşmüş olan Kürt sorunu gibi ciddi bir sorundan bahsediyoruz. Bu mesele basit kriminal bir mesele değildir ve AKP bu meseleye ciddiyetle yaklaşmıyor. İmralı uluslararası komplosunu boşa çıkarmak ve Türkiye lehine Türkiye halklarının lehine dönüştürmek için ortaya çıkan bütün fırsatları heba etmiştir. İktidara geldiği günlerde ya da getirildiği günlerde BOP’un bütün dizayn süreçlerinde rol oynama konusunda verdiği taahhütlerin ve sözlerin yerine getirilmesi açısından kendisi için belki de doğru davranmıştır. O sözleri yerine getirmek açısından belki yapacağı başka bir şey yoktur. Ama devasa bir sorunu çözmek için uluslararası güçlere verdiği sözleri yerine getirmek dışında halka verilen sözleri yerine getirmek için ahlaki bir duruş, ilkeli bir duruş bugün içinde bulunulan kaosun önlenmesi açısından altın fırsatlardır. Onlar değerlendirilmemiştir ve bugün uluslararası komplonun hedeflediği Kürt hareketinin tasfiye edilmesi, etnik çatışma çıkarılması amaçları gerçekleşmemiştir. Türkiye demokratik kamuoyunun desteği ve gücüyle de bu amaçlar bertaraf edilmiştir. Bu komplo başarılı olmamıştır. Ama iktidarları teslim almak, ipotek altına almak, rehin almak ve kendine bağlamak amacı önemli ölçüde gerçekleşmiştir. Bunun da sorumlusu o günden bugüne iktidarda olan hükümet etmeye çalışan AKP’den başkası değildir. Orada neler yapıldı, neler görüşüldü, uluslararası komploda hangi güçler rol oynadı bütün detayları ile ortaya çıktı. ABD, İsrail, İngiltere ve AB’nin rolü bütün bunlar ortaya çıktı. Bunların ne amaçlar uğruna yapıldığı, hangi taahhütler kapsamında Öcalan’In teslim edildiği bunlar yazıldı çizildi. Ama Türkiye kamuoyuna detaylı bir şekilde anlatılmadı. Anlatılmasına ve anlaşılmasına izin verilmedi. Bu nedenle 15 Şubat Uluslararası Komplosunun yıldönümünde biz BDP olarak bütün alanlarda gücümüzün yettiği her yerde bu komplonun Türkiye toplumuna karşı yapılmış bir komplo olduğunu haykıracağız. İmralı sisteminin tasfiye edilmesi İmralı rejimine son verilmesi ve Sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu bütün koşulların, özgürlüğünün, sağlığının ve güvenliğinin de sağlanarak Kürt sorunun çözümüne katkı sağlayacağı koşulların oluşturulacağı yeni düzenlemelerin yapılması gerektiğini her ortamda savunacağız. Yarın da 15 Şubat vesilesiyle alanlarda, meydanlarda olacağız. Şu savcı yasakladı şu hükümet yasakladı diye gerçekleri kamuoyu ve halktan saklayacak bir durumumuz olamaz. Biz bugüne kadar bütün gerçekleri her yerde anlatır ve ifade ederken bizim hakkımızda dava açanlar gözaltı operasyonu ile bizi durdurmaya çalışanları, ‘Bunlar topu İmralı’ya atıyor iradesizdir’ diyerek hakaret etmeye çalışanları gördük ki 2,5-3 yıldır zaten İmralı’da görüşmeler yapmışlar. Demek ki isteyince oluyor, demek ki Türkiye kamuoyu bunları öğrenince onurlu barış adına tepki göstermiyor. Demek ki Türkiye kamuoyunun özlediği şey kalıcı gerçek bir barıştır. Bütün bunların hepsini yaşadık. O yüzden kimse bu meseleyi terörize etmeye ve basit bir mesele gibi göstermeye çalışmasın. 15 Şubat 99 tarihi Türkiye’nin yakın siyasi geçmişindeki en önemli kırılma noktalarından biridir. Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerin kırılma noktalarından biridir. Bu doğru bir şekilde tespit edilmezse sunulacak çözüm önerileri bu tespit üzerine kurgulanmazsa akıntıya kürek çekmek dışında bir şey yapılamaz diye düşüyoruz. Eğer Türkiye’nin bütün temel sorunlarının, sadece Kürt sorunundan bahsetmiyorum, demokratikleşme ile ilgili bütün temel sorunlarının çözümü için cesur adımlar atılmak isteniyorsa önce İmralı konusunda cesaretli olmak gerekiyor. Tablo ortadadır. Hükümet sözcüleri, Adalet Bakanı dahil olmak üzere bu hukuksuzluğu bu işkenceyi bir hükümet politikası olarak uyguladığını her fırsatta her yerde ifade ediyorlar ve bundan çekinmiyorlar. Herhangi bir yasal dayanağının olmadığını yine kendileri ifade ediyorlar. Yasadışı, kanundışı bir tecrit uyguladıklarını ifade ediyorlar. Ama bunu gidermek için Meclise bir kanun teklifi ve tasarısı verdiklerini belirtiyorlar. Yani yıllardır kanunsuzluk olduğunu kabul ediyorlar ve sözde bu kanunsuzluğu gidermek için şimdi kanun çıkarmaya çalışıyorlar. Ve bu hükümetin yaklaşımı kendi çıkarları doğrultusunda palyatif çözüm üretme yaklaşımları Türkiye’yi bataklığa doğru sürüklemiştir. Şu anda bataklığın dışında, kenarında filan değiliz. Şu anda Türkiye dizlerine kadar bu bataklığın içinde ve ağır ağır bu bataklığın ortasına doğru yürüyor.

Hükümetin çözümsüzlük politikaları, çözüm adına kendini kurtarma, günü kurtarma adına ürettiği çözümler işte bu bataklıkta adım adım ilerlememize neden olan gelişmelerdir. Bu vesileyle bir kez daha bu konuda duyarlı olan vicdanı olan Türkiye’deki bu gerçekleri gören herkesi 15 Şubat vesilesiyle bir kez daha bütün demokratik tepkilerini göstermeye çağırıyorum. Bizler de yarın alanlarda olacağız doğru tarz, doğru çizgi budur. Biz başka türlü çözüm bilmiyoruz, başka tarz çözüm çözümsüzlüktür ona da inanmıyoruz. Kürt sorununu bütün aktörleriyle özlü esaslı çözmeye dönük bir müzakere yürütülmedi, bugüne kadar da esaslı bir müzakere yürütülmediği için bugün bu noktalardayız. Bu nedenle Türkiye kamuoyuna bu gerçekleri her fırsatta anlatmamızda sayısız fayda var diye düşünüyorum. Barışın yolu buradan geçer. Bir kez daha 15 Şubat Komplosu vesilesiyle bu komployu düzenleyen bütün uluslararası güçleri aslında bu komplocuları kınıyoruz. Türkiye’yi getirmek istedikleri noktaya getirmelerine izin vermeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun biz direnmeye devam edeceğiz. Aslında bütün bu konularla doğrudan ya da dolaylı bağlantılı siyasi gelişmeler yaşanıyor. Adli gelişmeler, siyasi gelişmeler yaşanıyor ve bunları izliyoruz. İşte MİT-Yargı-Hükümet çekişmesi olarak sunulmaya çalışılan son birkaç gündür kamuoyunun en önemli gündem maddesi olarak gündemi işgal eden mesele bütün bunlardan bağımsız değil. Biz bütün bu gelişmelerin sonuçlarını, nedenlerini kamuoyuna dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık ama şu ortadaki tablo öylesine bir tablodur ki bütün bölgesel uluslararası arası gelişmelerle bağlantılı iç siyaset dengeleriyle o kadar iç içe geçmiş bir siyaset yaşıyoruz ki bu süreci bir cümleyle ifade etmek, tanımlamak neredeyse imkânsızdır. İki ayrı gücün sadece çıkar çatışması değildir, sadece bölgesel gelişmelerle, uluslararası gelişmelerle de bağlantılı değildir. Yine AKP hükümetinin içine düştüğü acizlikle de bağlantılı değildir. Ya da müzakerecilerle operasyoncuların çatışması değildir ama hepsinden bir miktar içeren en nihayetinde büyük bir AKP krizidir. Büyük bir AKP kriziyle karşı karşıyayız. Bu bir Türkiye krizi değildir, yaşadığımız şey Türkiye toplumunun hak ettiği, Türkiye toplumunun bizlerin halkın neden olduğu bir kriz değildir. AKP’nin adım adım kendi eliyle yarattığı krizdir. Burnunun ucunu göremeden, bir adım ötesini göremeden günlük çıkarlar uğruna iktidar uğruna, iktidarını sağlamlaştırma uğruna yapılan siyasetin geldiği noktadır. Peki, yıllardır bu uyarıları çağrıları yapmıyor muyduk? Her konuşmamızda bu uyarılar hükümete iletildi, bir defa değil bin defa değil BDP’lilerin yaptığı konuşmalardan on binlerce örnek çıkarabilirim. Hükümeti bu konuda uyarmıştık. Türkiye’de değişim dönüşüm adına kendi iktidarını yeni derin devletini yaratıyorsun. Bu Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm getirmez. Sen Türkiye’nin esas sorunlarını hızlı bir şekilde çözmezsen sen çözülürsün. Bu cümle ile ilgili on binlerce konuşma çıkarabilirim. Şimdi, geldiğimiz noktada uyarılarımızı dikkate almayan hükümetin, AKP’nin içine düştüğü kriz Türkiye’ye mal edilmeye çalışılıyor. Bu aslında bir parti krizidir. Partinin kendi içindeki hegemonik güç dengelerinin, paylaşım savaşlarının yarattığı ve herkesi etkileyen dalga dalga bürokrasiden topluma muhalefete kadar bölgesel uluslararası bütün dengeleri karşılıklı etkileyen bir krize dönüşmüş durumda. Bu nedenle MİT meselesi üzerinden MİT görevlilerinin savcılığa davet edilmesi ya da sanık şüpheli durumları üzerinden kıyamet koparılacaksa ille de bir kıyamet koparmak gerekiyorsa birkaç başlıkta özellikle doğrudur kıyamet koparmak lazımdır.

Bir; eğer bu savcılar müzakere yapmayı, diyalog kurmayı suç sayıyorsa, kıyamet koparmak lazım, çünkü böyle bir suç olamaz. Eğer bu savcılar gerçekten birilerini, bir takım bürokratları suçlamak istiyorsa geçmiş dönemde diyalog kurmadığı müzakere yapmadığı için ölümlere neden olan köy yakan, faili meçhul cinayetleri işleyen, işleten yargısız infaz işkence yapan yaptıran bürokratları çağırıp sorgulasınlar. O döneme ilişkin tek bir savcı “Siz neden diyalog yöntemini kullanmadınız da bu kadar insanın ölümüne bu kadar acıya neden oldunuz diye” ne bir generali, ne bir başbakanı, ne bir MİT müsteşarını ne bir OHAL valisini sorgulamamışlardır. Eğer, ortada bir suç varsa suç onlarındır. Bunlara ilişkin bugüne kadar savcılığın sorduğu tek bir soru yok, ama diyalog ve müzakere yapılmasını suç gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu konuda kıyamet koparmak lazım, çünkü böyle bir suç olamaz. Tam tersine bizim sonuna kadar savunduğumuz, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun önerdiği barış yolu budur. Desteklediğimiz barış yolu müzakeredir. Eğer devlet kıyamet koparacaksa çıksın bunun arkasında dursun, bu müzakere siyasi irademizle yapılmıştır desin, çıksın arkasında dursun. Bu müzakere siyasi irademizle yapılmıştır ve yapılacaktır desin. Bu suç değildir desin, ama ne yapıyor hükümet yine palyatif bir çözümle yine geçici bir çözümle meseleyi geçiştirmeye iki üç bürokratın kurtarılması meselesine indirgemeye çalışıyor. Yine, AKP bildiğimiz tavrıyla sorunları ötelemeye sorunları çözme yerine yeni sorunlar yaratmaya devam ediyor.

Yok, eğer bu konuda yine kıyamet koparılacaksa kıyamet koparılması gereken ikinci başlık özel mahkemelerdir. Bu konuda da kıyamet koparılsın, özel yetkili mahkeme diye bir şey olur mu? Dünyanın neresinde var artık, eski DGM’leri sıkıyönetim mahkemelerini bile aratan özel yetkiler verilmiştir. Kim yapmış bunu? AKP. 2005 yılında yaptıkları düzenlemeler ile bu mahkemeleri kuran şimdiki iktidardır. Bu kadar yetkiyi veren, bunları yapın diyen bu iktidarın kendisidir. Gece gündüz bu mahkemelerin yaptıkları arkasında duran daha fazla yapın diyen sonuna kadar gideceğiz diyen bunlara talimat veren bu iktidarın kendisidir. Bakın olup bitenler ortada, bütün yaşananlar Türkiye siyaset arenası itibariyle çok da karmaşık değil. Bugün Ergenekon’dan tutuklu olan generallerden gazetecilere kadar neyle suçlanıyorlar; AKP’ye komplo hazırlığı yapmakla. Medya ayağı varmış, bunlar internet siteleri kurmuşlar, kitaplar yazmışlar, provokatif bazı eylemler yapmışlar, yaptırmışlar ve bunlar bunları yaparken darbe hazırlığı yapıp AKP’yi yıpratmak suçlarını işlemişler. Bundan dolayı binlerce kişi Ergenekon’dan tutuklu. Peki, AKP ne yapmış bize karşı internet siteleri kurdurmuş, bazı provokatif eylemleri kendi kontrolünde ve bilinçli bir şekilde yaptırmış bizi yıpratmak için yine gazeteciler eliyle yazılar yazdırmış. Kendi kurduğu komplosuyla biz karşı komplolar örgütlemiş. Bütün bunları AKP nereden öğrenmiş? Anlıyoruz ki Ergenekon’dan öğrenmiş. Aynı şeyleri AKP şimdi bize karşı muhalefete karşı yapıyor ve bunları yaparken bile yine bizi yıpratmaya çalışıyor. Efendim BDP’nin içine kurumların içine binlerce MİT ajanı sızdırdık diyerek kurumları itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bizim hiçbir yönetim kadememizde asla ve asla kabul etmeyiz, reddediyoruz hiçbir şekilde yönlendirme yapacak ne bir MİT ajanı ne başka bir ajan vardır. Varsa İstanbul’da 17 yaşındaki Serap’ı yakan provokatörler onların adamlarıdır, Cizre’de öğrenci yurdunu yakanlardır, yaktıranlardır onların adamları onların örgütleridir o zaman. Başbakan Yardımcısı ki sonradan İdris Naim Şahin aylar sonrasında itiraf etti, dedi ki; İstanbul’da halk otobüsündeki 17 yaşında genç Serap adlı yurttaşımızın yakılmasını gerçekleştiren MİT’le ilişkili bir kişidir. Başbakan Yardımcısı itiraf ediyor biz bunlara suç işlettik ki sızabilsinler. Hangi suçları işlettiniz çıkın açıklayın bakalım. Biz suç işlemedik, kimseye suç işleyin diye talimatta vermedik. Bizim hiçbir yapımızda il-ilçe teşkilatlarımızda, örgütlerimizde, belediyelerimizde suç işlemek adına tartışmalar yürütülmedi. Şimdi açığa çıkıyor ki Ergenekon’u suçladıkları konularla ilgili aynısını kendileri bize yapmışlar. Yapmaya çalışmışlar ve bunun için ortam hazırlamışlar ve bunun üzerinden KCK operasyonları adı altında binlerce insanı tutuklayıp içeri atmışlar. Mesele, tablo budur, bunlara Başbakan açıkça destek vermiştir. Her aşamasında arkasındayız demiştir. Teknik iç egemenlik, iktidar, rant paylaşımını bizler demokrasi yarışı mücadelesi olarak görmüyoruz. Böylede tarif edilmemelidir, doğru değildir çünkü bunu Cemaat ve AKP içindeki tartışmalar için söylüyorum. Bu yüzden değerli arkadaşlar psikolojik harekata, savaşa dönük, kafa bulandırmaya dönük hiçbir açıklamayı üretmemek lazım. Biz meşru talepleri olan haklı bir mücadelenin neferleriyiz. Bizi şu yönlendiriyor, bu yönlendiriyor diyerek olayı çarpıtmaya çalışanlara karşı vereceğimiz tek cevap daha güçlü demokratik direniştir. Biz kendi öz gücümüzle irademizle milyonların iradesiyle haklı bir mücadeleyi yürütüyoruz.

Kimsenin de bu mücadeleyi lekelemesine tek bir leke kondurmasına asla izin vermeyiz. Bu mücadele tüm gücüyle devam edecektir. Peki MİT Müsteşarlığı Kanununda özel madde var savcı onu tanımıyor, yeni çıkaracağın kanunu tanıyacağını nereden biliyorsun? “Onu da tanımıyorum” dese, “Yeni çıkaracağın kanunu da tanımıyorum, ille de ben bunları sorgulayacağım” dese ne yapacaksın? Yapacak bir şey yok. Birazdan sıralayacağımız maddeler Hükümet tarafından artık ciddi ciddi tartışılmalı dikkate alınmalıdır. Tek maddelik önlemle günü kurtarmaya yönelik çözümler yerine;

1: Özel yetkili mahkemeler kaldırılmalıdır özel mahkemeler diye bir mahkeme Türkiye’de olmamalıdır.

2: Terörle Mücadele Yasasındaki antidemokratik bütün hükümler ayıklanmalıdır.

3: Kürt sorunun çözümünde siyasi desteğe de sahip olacak bir müzakere heyetinin güven içinde ve şeffaf bir çalışma yürütebilmesi için özel bir yasayla barış komisyonu kurulmalıdır.

4: Barış komisyonu Kürt sorununun bütün taraflarıyla açık müzakereler yürüterek, elde ettiği sonuçlar üzerinden çözüm için Hükümete ve Parlamentoya öneri yapma hakkına sahip olmalıdır.

5: İfade, örgütlenme ve basın özgürlüğü önündeki bütün yasal engeller kaldırılmalıdır.

6: Siyasi amaçlı tutuklamalara son verilmeli, Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalı ve sürece katılımının önü açılmalıdır.

7: Bu süre zarfında imha amaçlı askeri operasyonlar yapılmamalı, PKK de her türlü silahlı faaliyetlerini durdurduğunu açıklamalıdır.

8: Yeni anayasa çalışmaları esaslı, özlü ve ciddi bir şekilde hızlandırılmalıdır.

Sürece bu şekilde yaklaşılmadığı müddetçe, az önce de ifade ettiğim gibi; bataklığa dizine kadar bilerek göğsümüze kadar gireceğiz, görünen odur. Bu sürecin sorumlusu da mevcut iktidar ve onun genel başkanıdır. Başka türlü biz bu kaolitik ortamdan bir çıkış görmüyoruz. MiİT Müsteşarıyla üç görevlisini yargının elinden alınca neyi kurtarmış oluyorsunuz, neyi düzeltmiş oluyorsunuz? Binlerce siyasi tutuklu içeride. Hala operasyonlar devam ediyor. Özel yetkili mahkemeler kendi özel yetkilerini bile aşacak şekilde artık devletin kendisine dönüşmüş durumda.

Barış süreci, müzakere süreci diye bir şey kalmadı. Ortalık tuz buz oldu. Ortada bir müzakere masası yok. Sen sadece kendini kurtarma adına, sıra bana gelmesin diye üç-dört bürokratı kurtarmaya çalışarak yüzyıllık Kürt sorununu çözeceğim diyorsun. Böyle bir iddiaya kargalar bile güler. Biz böyle bir şeyi gayri ciddi buluyoruz. Ve bu yaptığımız önerilerin hayata geçme şansı da vardır. Türkiye kamuoyunun çok büyük bir kısmı tarafından desteklenen desteklenebilecek önerilerdir. Desteklendiği son seçimlerde de ortaya çıkan önerilerdir.

Hükümet gerçekten samimi, ciddi yaklaşırsa kısa süre içerisinde Türkiye, içinde bulunduğu kaotik karmaşık rotanın tersine çok daha berrak, önü açık, içeride ve dışarıda daha güçlü politika ve çözüm üretebilen bir sürece girebilir. Bunu yapmadığı sürece bunları gerçekleştirmediği veya gerçekleştirmeye niyetlenmediği sürece herkes bilsin ki; asla ama asla Hükümetin demokrasi adına atacağı bir adım yoktur. Ne söylerse söylesin, ne söylenirse söylesinler pratik bu konularda adım atılmadığı müddetçe bizim nazarımızda demokratikleşme adına açılım adına çözüm adına kesinlikle hiçbir ilerleme olmadığı, olmayacağı kabul edilmiş olunacak.

Değerli arkadaşlar, bunların tamamı elbette siyasi süreçteki siyasi gelişmeler, bütün bunları yakından izliyoruz, izlemeye de devam edeceğiz. Bütün bu sorunların çözümüne katkı sunmaya devam edeceğiz. Çünkü önemli olan bu sorunların çözümüdür. Çözümsüzlüğü derinleştirecek hiçbir tutum içerisinde olmadık bundan sonra da olmayız. Yeter ki çözüm iradesi ortaya çıksın. Biz küçük oy hesaplarıyla, kişisel hesaplarla, partizanlık hesabıyla hareket eden bir yapı değiliz. Yeter ki çözüm olanakları ortaya çıksın. Hükümetin tahmininden çok daha güçlü bir desteğimiz de olur. Ama bunu samimiyetle görmek istiyoruz. Bunun pratikle yaşama geçirildiğini görmek istiyoruz.”

Evet 2012’nin daha başı, dokuz yıl önce yaptığım bir konuşma. Tabii o tarihten önce birkaç fezlekemiz Meclis’e sunulmuştu ama fezlekelerin çoğu bu tarihten sonra Meclis’e sunulmuş fezlekeler ve tutukluluğuma esas alınan, yargılanmama esas alınan fezlekelerin çoğu da bu tarihten sonra gelişen siyasi gelişmelere dairdir.

Oslo Süreci yargı, medya, bürokrasi üzerinden bazı uluslararası güçlerin kesintisiz saldırısı altındaydı

Yeni bir fezlekenin savunmasına geçeceğim fakat genel olarak şunu mahkemenin özellikle dikkatine ve takdirine sunmam gerekiyor. Kamuoyunun da bunu unutmaması gerekir. Biz konuşmaları, bu çalışmaları, görüşmeleri yaptıktan sonra yani örneğin 2012’nin sonunda biz bu çalışmaları yaparken Parlamento’da partimizin dışında partimizin içinde olmadığı bir Oslo Süreci yürütülmüştür. Ve o dönem, daha önce de belirtmiştim savunmalarımda, Oslo Süreci özellikle bazı uluslararası güçlerin tahammülsüzlüğü ve süreci istedikleri şekilde kontrol altına almaya çalışma, yönlendirme iradesine sahip olmamaları nedeniyle kesintisiz bir saldırı altındaydı. Bunu kimin üzerinden yapıyorlardı? Türkiyeli bir grup yargı mensubu, bir grup medya organı, bir grup bürokrasi üzerinden yapıyorlardı.

Ne Başbakan ne Hükûmet ne MİT Müsteşarlığı krizin derinliğini anlayamadı

Bizlere fezleke hazırlanıyordu, MİT Müsteşarı ve görevlileri neredeyse vatana ihanet suçlamalarıyla gözaltına alınmak, tutuklatılmak isteniyordu. İşin ucu o dönem Başbakan Erdoğan’a vardırılmak isteniyordu. Bunların hepsi kapsamlı uluslararası operasyonlardı. 2012 yılının başında da biz bu şeyi hatırlatarak, alınması gereken önemleri hatırlatarak hükümeti uyarmaya çalıştık. Hükümet ne yaptı bütün bunları ciddiye mi aldı, hayır. MİT Müsteşarlığı Kanununda bir değişiklik yaparak MİT Müsteşarının ve görevlilerinin sorgulanabilmesi başbakanın iznini tabi kılındı. Bu şekilde geçici bir çözüm bulundu, üstü örtülmeye çalışıldı. Oysa kriz derindi. Ne Başbakan ne Hükümet ne MİT Müsteşarlığı krizin derinliğini ve ciddiyetini anlamadılar. Uyarılarımızın hiçbirini dikkate almadılar.

O yılın sonunda 2012 Aralık sonunda bu defa İmralı’da yeni bir görüşme başladı. İmralı Çözüm Süreci olarak adlandırılan yeni bir çözüm süreci başladı. İlerideki fezlekelerde göreceğiz, büyük bir kısmı da o sürecin sabote edilmesine dönük, devlet içinde kümelenmiş grupların müdahalesi. Uluslararası güçlerin etkisiyle gerçekleşen grupların müdahalesi olarak şekillendi. Şimdi mahkemeniz beni ‘Sayın Öcalan dedi, Kürt Halkı Önderi dedi, onunla görüşülsün dedi, onun propagandasını yaptı’ diye yargılıyor. ‘Dolayısıyla bütün bu propaganda süreci, örgütsel faaliyetler bir araya geldiğinde Demirtaş’ın örgüt yöneticisi olduğunu gösteriyor’ diye beni yargılıyor fakat bütün bu tabloyu önünüze koyan çözüm süreçlerini sabote eden güçler.

On yıldır bize yapılan her şeyin arkasında AKP vardır, koltukları için bunu yaptılar

Şu anki iktidar da o kadar pragmatist davrandı ki her seferinde bizlerin üzerinde kurulan baskıyı kendi siyasi çıkarları için kullanmaya çalıştı. Her seferinde, her seçim öncesi. Siyasi konjonktürde devlet içinden bize yönelen -bu Cemaatçi yapımı mı deriz başka bir şey mi deriz ben isim koymayayım ama- devlet içerisinde gerçekten de odaklanmış, kümelenmiş Türk milletiyle de Türk halkıyla da onun çıkarıyla da alakası olmayan Türkiye’yi teslim almaya, barış iradesini teslim almaya, çözümsüzlüğe dönük yapılar bizlere saldırdıkça AKP bunu alkışladı. Çünkü biz aynı zamanda AKP’ye karşı etkili bir muhalefet yapıyorduk. Erdoğan iktidarının tek başına Türkiye’de hegemonya kurmasına karşı mücadele ediyoruz. Ve bununla ilgili etkili bir gücüz. Son yapılan seçimde bile gücümüz ortaya çıktı. Hiçbir zaman buna izin vermedik. Biz tam tersine demokratik bir yönetim anlayışını savunduk. Böyle bir anlayışı destekleyeceğimizi söyledik. Dolayısıyla AKP, bize yönelen bu saldırıların siyasi bir parçası oldu her zaman. Bugün olduğu gibi, on yıldır bize yapılan her şeyin arkasında AKP vardır. Neden? Türkiye’nin çıkarları için mi? Kamuoyunun çıkarları için mi? Hayır. Sırf koltukları için. Koltuk, rant ve çıkarları için bunu yaptılar.

Barış gerçekleşmiş olsaydı duruşma salonunda değil onore edilmiş yerlerde olurduk

Beni, "Sayın Öcalan dedi, Kürt Halk Önderi dedi" diye, onunla görüşülsün dedim diye yargılıyorsunuz ama aynı devletin İçişleri Bakanlığına bağlı Sahil Güvenlik Birimleri partimin heyetini Marmara Adasındaki İmralı'ya götürdü. Sahil Güvenlik özel botu ile götürdü. Bunların sekizinde bizzat ben vardım. En az 30 defa Kandil'de PKK üst düzey yönetimi ile görüşmeye gittik. Hepsi de tamamı da hükümetin bilgisi, desteği ve onayı ile gerçekleşti. Habur'a kadar da İçişleri Bakanlığı güvenlik personelinin koruması eşliğinde gittik karayolu ile gittiğimizde. Dönüşte de onların güvenliğimizi sağladığı şekliyle Ankara'ya geldik hükümetle görüştük. Bunların tamamında Çözüm Süreci heyetinin içindeydim ben. Devlet eliyle yürütüldü bunlar.

Şimdi de 30 defa İmralı'da, 30 defa Kandil'de yüz yüze görüşmeler yaptığım kişilerle ilgili ‘sayın’ demişim diye, onlarla görüşme yapılsın demişim diye örgüt yöneticiliği ile suçlanıyorum. İşte ilkesizlik budur. Bir devlet ahde vefayı bilmelidir her şeyden önce. Birçok parlamenter, çözüm sürecine karşı olan siyasetçi ve bürokrat sıcak yataklarında yatarken bizler 100 binlerce kilometre yol kat ediyorduk. Hayati tehlikemiz olan işler yapıyorduk, canımızı ortaya koyuyorduk. Bugün bizi bundan dolayı yargılıyorsunuz.

Daha önce de söyledik barış gerçekleşmiş olsaydı duruşma salonunda değil daha onore edilmiş yerlerde olurduk. Fakat barış görüşmeleri kötü gidince bu defa biz terörist olarak tutuklanıp içeri alındık. Peki bu TC devletinin çıkarlarına uygun bir iş midir? Hayır. AKP'nin çıkarlarına uygundur. TC devleti yaptığı işlere, verdiği sözlere sadık olduğunu, ahde vefalı olduğunu göstermediği müddetçe yeni, olası ulusal ve uluslararası barış girişimlerinde saygınlığını yitirmiş olacaktır. Çünkü bu tür barış görüşmelerinde barış görüşme sürecinin içinde olan kişiler, tırnak içinde belirtiyorum ki, hepsinin adı elçidir. Bazen arabulucudur, bazen barış girişimcisidir, bazen akil insandır. Hem devlet adına bulunanlar hem sivil toplum hem muhalefet adına bulunanlar. Ve şu tabir vardır “Elçiye zeval olmaz”. Buna insanlık tarihi boyunca dikkat edilmiş, dikkat edilmesi gereken bir diplomatik, ahlaki kuraldır. Sen düşmanın bile olsa barış görüşmeleri yaptırdığın elçilerle onları hedef alarak bir saldırı gerçekleştirirsen saygınlığını, güvenilirliğini yitirirsin. Ve bundan sonra sizinle temasa geçen diplomatik çevreler, başka devletler, hükümetler hep akıllarında bu notu tutarlar. TC devleti bu konuda güvenilir değil. Kürt sorunu konusundaki barış görüşmelerinde görüşmecileri daha sonra terörist yaftasıyla içeri atmıştır. Bu not düşmüştür tarihe.

TC devletinin itibarının sarsılmasının etkilerini hep birlikte göreceğiz

Peki bu AKP'ye zarar veriyor mu? Yok. AKP'in umurunda mı? Yok. Siyasi çıkarlarına uygun mu? Kendilerince uygun. İşte muhalefeti ezmişler, seçimlerden kendilerince güç devşirerek çıkmaya çalışıyorlar. Peki TC devletinin çıkarlarına uygun mu? Hiç sanmıyorum. Akıllıca bir iş değil. Çünkü AKP geçicidir. Hükümetler geçicidir. HDP de geçicidir. Fakat devletler büyük ve güçlü olduklarını, iktidarlı olduklarını bu tür süreçlerde göstermek zorundadırlar. İdris Baluken 19 yıl hapis cezası aldı. Sırrı Süreyya Önder şu anda Kandıra Cezaevi’nde. Heyetin bir üyesi. Pervin Buldan Eşbaşkanımız hakkında 100'den fazla soruşturma ve dava sürüyor. Fırsatını bulsalar hemen içeri atacaklar. Bunlar da barış sürecinin arabulucu heyeti. Barış sürecinin Kandil-İmralı-Hükümet arasındaki trafiğini yürüten güvenilir ekibidir. Bugüne kadar o süreçlerle ilgili ne benim ne diğer arkadaşlarımın ağzından mahrem dediğimiz, bu ilişkinin saygınlığına halel getirebilecek tek bir cümle kimse duymadı. Duymaz. Bazı çalışmalar vardır ki saygındır, onurludur, mahremiyeti de o denli ağırdır, sorumluluğu ağırdır. Bizimle birlikte mezara gider. Bizim amacımız TC devletine hatta AKP'ye zarar vermek olsa sırf bundan dolayı, ilkesiz onursuz davranabilir, bir sürü sırrı ifşa edebilirdik. Bunlar devlet sırrı falan değil. Ama biz kendi saygınlığımızı, itibarımızı ve bizden sonra bu çalışmaları yapacak heyetlerin itibarını sarsmamak adına, itibarımızı korumak adına hapse girdik, zulme uğradık ama öyle bir çiğliğe düşmedik. TC devleti de böyle bir çiğliğe prim vermemeli, yakışmaz.

Çok demokratik bir devlet mi değil. Ömrüm boyunca devletin demokratik olması için mücadele ettim. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmayan zulüm yok. Ama en nihayetinde devlet son noktaya geldiğinde kendi iç tutarlılığını korumak zorundadır. Bugünkü yargı bu iç tutarlılığı ortadan kaldıran bir tavır sergiliyor. Bunların sonuçlarını daha göremedik. Önümüzdeki günlerde göreceğiz. İtibarın sarsılmasının etkilerini göreceğiz.

TC devleti bakın kredi alamıyor dışarıdan. Bunun tek nedeninin ekonomik göstergeler ya da uluslararası sermaye kuruluşlarının ortaya koyduğu tablo olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır. Güvenilirliği olmayan bir devlete dönüştük. Hukuk üstünlüğü yok. Verdiği sözü tutmayan bir devlet. Öyle algılanıyor. Borç vermek istemiyor kimse. Kapitalist ülkeler güvenmiyor. Sermayedarlar güvenmiyor. Bu noktaya getiren kim. İşte bu süreç.

Bugün bunları anlatıyorum. Eminim, hiçbir şey değişmez ve kimse bunları dikkate almazsa 10 yıl sonra başka bir siyasetçi benim bu duruşmada söylediklerimi tıpkı az önce 10 yıl önceki grup toplantısını okuduğum gibi okuyacak ve diyecek ki "Bakın 10 yıl önce 20 yıl önce bu uyarılar yapılmış kimse dikkate almamış ve ülkenin geldiği nokta bataklık". Bunu diyecekler.

Burada cesaret dediğimiz şey yargıda, hukukta, siyasette, parlamentoda cesaret dediğimiz şey geleceği görerek günlük kaygılara düşmeden "Şu bana ne der, öbürü beni işten mi atar, bu beni hapse mi atar" demeden ülkenin geleceğini düşünerek, çocuklarımızın demokratik, özgür, barışçıl bir ülkede yaşama ihtimalini düşünerek risk almaktır. Ben ve arkadaşlarım bu riski aldık. Başımıza bunların gelme ihtimali çok yüksekti biz Çözüm Sürecini yürütürken. Çözüm Süreci çökerse biz direkt hapisteyiz ya da başka karanlık güçler tarafından başka yollarla ortadan kaldırılacağız. Buna da hazırdık. Bu da denendi. Suikast girişimleri de oldu.

Bugün hapisteyiz. Bizden hesap isteniyor. Yaptıklarımızın hesabı. Verilmeyecek hiçbir hesabımız yok. Tek tek anlatıyorum. Eminim kamuoyu, vicdanlı olan herkes anlamaya çalışıyordur ne yapmaya çalıştığımızı. Biz terör faaliyeti yürütmedik. Biz terörist değiliz. Şiddeti de silahı da desteklemedik. En akılcı makul bildiğimiz yolla bu sorunların çözümü için uğraştık. Siz de bunu terörist faaliyet, terör yöneticiliği olarak değerlendirmeye devam ediyorsunuz. Ben de dilim döndüğünce anlatmaya devam edeceğim.

19 No’lu fezleke ile ilgili söyleyeceklerim bu kadardır.

Kaynak: "Demirtaş: 9 yıl önce grup konuşmasında altını çizerek belirttiğim her şey bugün aynen devam ediyor". hdp.org.tr. 10 Mayıs 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Mart 2023. 
Telif durumu:

Bu eser 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31. maddesine göre Vikikaynak'ta yer almaktadır:

Madde 31 - Türkiye Cumhuriyeti'nde resmen yayımlanan veya ilân olunan kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya herhangi bir suretle bunlardan faydalanmak serbesttir.

5. Kısım[değiştir]

Evet 12 no'lu fezlekede suçu ve suçluyu övdüğüm iddiasıyla hakkımda suç ihbarı yapılmış. Parlamentoya fezleke sunulmuş. Fezlekeyi hazırlayan Diyarbakır Başsavcısı Ramazan Altekin FETÖ’den ihraç ve tutuklu. Fezlekeyi okuyayım:

"Her ne kadar olay tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi'yle herhangi bir tüzel kişiliği bulunmayan sözde Demokratik Toplum Kongresi organizesi 14 Mart 2012 günü saat 12.30 ile 17:00 arasında, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konukevi içerisinde Newroz ile alakalı ve mahkeme kararı ile yasaklanan Kürtçe afişler ile ilgili bir açıklama düzenlenmiştir. Yapılan bu etkinlik sırasında, etkinliğe katılan Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın söz aldığı ve özellikle 'Kürde Kürdistan'da kendi anadili serbest olacak, valilik denen kurum gereksizdir. Yani gereksiz bir kurumun astığı afiş de gereksizdir. Halk kendi seçtiği aracılığıyla yönetilecektir. Ya özgürlük, ya özgürlük, devlet bu özgürlük kavramından bu kadar korkuyor ve yasaklıyorsa, özgürlük kavramını suç olarak tanımlıyorsa, o zaman AKP bugüne kadar özellikle kendi programında, bakanlıkların, valiliklerin, teşkilatların kullandığı afişlerindeki tüm özgürlük kavramlarını da suç olarak tanımlamalı. Valilik yasakladığı diye ya da mahkeme yasakladığı diye özgürlük kavramı diye Kürtçe yasaklamıyor. İşte gördüğünüz gibi dağ gibi duruyor yasaklanmıyor afiş. Alanlarda ve meydanlarda olacak, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın, tarihten aldığı direniş gücü ile, değiştirici gücüyle bağımsız bir özgür Newroz kimliğiyle kutlanması gerektiğine inanıyorum. Artık Newroz dediğimizde Ortadoğu halklarının direniş gücünü zulme karşı başkaldırı gücünü ifade ediyor. Sadece Kürtlerin değil, bütün ezilen halkların, bu coğrafyada yaşayan bütün ezilen halkların kendilerini ifade edebileceği görkemli bir zemindir Newroz. 'Uludere'de, Roboski'de savaş uçaklarıyla parçaladığınız çocukların cenazesine sessiz kalmadım, duyarsız kalmadım' demektir. O gün Newroz alanlarında herkes 'Siz tutuklandınız, elinizdeki polisle, savcıyla, yargıyla, medyayla zulmün alasını yaptınız ama biz yılmadık, size teslim olmadık, binlercemiz içerde, milyonlarcamız alanlarda şimdi özgürlüğü haykırıyoruz' demektir. '7 aydır İmralı’da bir halkın önderine uyguladığınız işkenceyi asla kabul etmedik, etmeyeceğiz' demektir" şeklinde sözlere yer verdiği ve bu şekilde terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan hakkında, "7 aydır İmralı’da bir halkın önderine uyguladığınız işkenceyi asla kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz" şeklindeki ifadeleri kullanarak; kabullenilmesi, sahiplenilmesi ve saygı duyulması gereken bir halk lideri, suçluyu övmek fiilini işlediği…" diye bir fezleke düzenlenmiş.

Fezlekeyi hazırlayan savcı cemaatçi

Evet şimdi, durumu anlattım. Altını çizdiğim hususları sizinle paylaştım. İnkar etmeyeceğim. Ama bunun tarihi yine Meclis'te konuştuğum tarihten iki ay sonradır. Bu fezlekenin tarihi, o dönemde yine Oslo Görüşmeleri kesilmişti. 7 aydır Öcalan’la hiçbir görüşme gerçekleştirilmiyordu. Biz de yine her yerde, Newroz'da, fırsat bulduğumuz her yerde bunun altını çiziyorduk. Dediğim gibi kimler rahatsızdı, fezlekeyi hazırlayan savcı kim? Cemaatçi. Kimin adına hareket etti. Belki kendisi de bunu yaparken öyle çok neye hizmet ettiğini bilerek yapmamış olabilir. Fakat bu yönlendirmeleri yapanlar, yani "Öcalan’ın ismini ağza aldı diye tutuklayın, sokakta dövün, vekil olursa fezleke hazırlayın, efendim gazeteci olursa linç edin, işsiz bırakın" diyen ile aslında Öcalan ile görüştürülmesini engelleyenler rahatsızlar.

Bir savcı barış ihtimalinden neden rahatsız olur

Birbirimize güvenerek, Türkiye yurttaşları; Kürdüyle, Türküyle, muhalefetiyle, hükûmetiyle birbirimize güvenerek yürütmeye çalıştığımız bir süreçti. Bir savcı neden bundan rahatsız olur? Ülkesine barış gelme ihtimali, siyasetçiler bunu tartışıyorsa, bir savcı neden bundan rahatsız olur. Savcıyı acilen orada ilgilendiren bir hakaret suçu var mı? Yok. Bu bir politik bir mevzudur. Ama görünen odur ki, o dönemin bazı güçleri, bütün bunları engelleyebilmek için canla başla çalışıyorlar. Sulh ceza hakimleri dinleme kararları alıyorlardı, emniyet güçlerini herkesi dinliyordu. Bunlar kamuoyunun önüne çarşaf çarşaf düşüyordu. Amaç kamuoyunun tepkisini yaratmak, amaç hükümet üzerinde, muhalefet üzerinde baskı yaratmak ve en nihayetinde Çözüm Sürecini yürütülemez kılmaktı.

Şimdi dediğim gibi, ben "7 aydır İmralı’da bir halk önderine uyguladığınız işkenceyi asla kabul etmedik, etmeyeceğiz, meydanlarda olacağız" sözünü söylediğimde; evet 7 aydır İmralı’da Öcalan ile görüşülmüyordu. Ondan önce 1 buçuk yıldır kesintisiz bir resmi görüşme pratiği sürdürülmüştü: Oslo Görüşmeleri. Dediğim gibi o dönemde biz görüşme trafiği içerisinde yoktuk. Dışarıdan takip ediyorduk. Oslo’da PKK üst düzey yetkilileriyle, İmralı‘da yine devletin üst düzey yetkilileriyle görüşmeler sürdürülüyordu. Sonuç alınamadı kesintiye uğradı bu tür girişimler.

Kime 'sayın' deyip demeyeceğime savcılar karar veremez

Bu sadece küçük bir şey. Fakat bunun altında yatan siyasi amacı anlatmaya çalışıyorum. Hukuken, yasal olarak bunun (savcının) yaptığı doğru mudur? Milletvekili kendi görüşünü, düşüncesini açıkladı diye nasıl bu kadar rahat bir şekilde cezalandırılmasını isteyebilir. Gücünü kötüye kullanmaktan başka bir şey değildir. Kesinlikle suç unsuru oluşturmayan cümlelerdir. Benim siyasi düşünce ve görüşlerimdir. Kime 'sayın' deyip demeyeceğime savcılar karar veremez.

Savcılar Kılıçdaroğlu'na yumruk atan adamın elinin öpülmesi ile ilgili işlem yapacak mı?

Mesela bu savcı görevde olsaydı. Ya da bugün görevde olan savcı Kılıçdaroğlu'na yumruk atan adamın elinin öpülerek videosunun, fotoğrafının çekilmesi, yumruk atan elin, işte "gurur, onur duyuyoruz, ülkenin milli kahramanıdır" diyerek, bütün televizyonlarda, gazetelerde var, çarşaf çarşaf yayınlanması hakkında bir işlem yapacak mıydı? Suç ve suçluyu övmek var mı orada, bilmiyorum takdir etsinler. Bu çelişkilerle iktidar yanlısı bu yargı tutumu gözden kaçmıyor. Ortada bir suç ve suçluyu övme varsa dönüp yargılasınlar.

Çözüm için bir başka CD göndermişsiniz. Mevzu ne? Bir basın toplantısı düzenliyoruz. Basın toplantısının konusu ne? Diyarbakır’da Newroz kutlaması hazırlık çalışması yapılıyor. Bunun için Türkçe ve Kürtçe bilboardlar asılmış. Kürtçe olan hakkında valilik toplama kararları istemiş. Mahkemeler toplatılmasına karar almış. Gerekçe Kürtçe olması; içeriğine ilişkin bir şey yok. Türkçe olan toplatılmamış. Ama aynı içeriğinde Kürtçe olan toplatılmış. Biz de bunu protesto etmek, buna karşı tepki göstermek için bir basın toplantısı düzenlemiştik. Bu basın toplantısında da sarf ettiğim sözlerden, bir cümle "bir halkın önderi" dediğim Öcalan. Bunun için fezleke düzenlenmiştir. Konu bu, şimdi tutanağını okuyayım. Ahmet Türk konuşmuş, Gültan Hanım konuşmuş, Aysel Hanım da değerlendirmesini yapmış. Kendi konuşma deşifrasyonu okuyorum şimdi:

“Değerli Basın Mensupları,

Sayın Eş Başkanlarımızın da ifade ettiği gibi bir Newroz arifesinde de Kürt halkının ve dostlarının Ortadoğu’daki Newroz'a inanan, Newroz'un gücüne inanan bütün halkların heyecanını hep birlikte yaşıyoruz. Kawa’dan bu yana hiçbir Newroz ateşi boş yere yanmadı. Her yerde yanan Newroz ateşi, yeni bir aydınlanmaya, yeni bir ufka, yeni gelişmeye vesile oldu. 1980’lerde Amed zindanında Newroz ateşi olarak yakılan üç kibrit çöpü nasıl boşa yanmadıysa, bugüne kadar hiçbir yerde, hiçbir Newroz ateşi boş yere yanmadı. Sürekli çevresini aydınlattı, karanlığı aydınlattı. Her yeni bir Newroz; yeni bir çıkışın, yeni bir umudun vesilesi haline geldi. Bu nedenle 2012 Newroz'u da elbette ki Newroz'un tarihsel anlamından aldığı güçle yeni bir çıkışın, yeni bir umudun başlangıcı olacaktır.

Sayın eş genel başkanlar ifade ettiler. Her yıl aslında, Newrozlar Ortadoğu'nun en büyük kitlesel gösterileri, kitlesel katılımları, kutlamalarıyla hayata geçiyor. Ama 2012 Newroz'u önceki Newrozları aşacak bir motivasyonla, heyecanla, katılımla, Ortadoğu’da bu kadar hızlı siyaset aldığı motivasyonla belki de Ortadoğu’da halkların geleceğini etkileyecek güçte bir Newroz olacaktır. Önceki yıllardan farkı, özellikle bu yıl vereceği siyasal mesajlarının netliği, vereceği siyasi mesajların güçlülüğüyle öne çıkacaktır.

1991 yılında biliyorsunuz devlet yasaklamalarına karşı halk her yerde kendi inisiyatifiyle Newrozları sahiplenmiş, kutlamıştı. Newroz'un siyasal gücünü, çözüm ortaya çıkarmış, Newroz'u bir kimlik haline, kişilerden, siyasetçilerden, sanatçılardan bağımsız bir kimliğe dönüştürmüştür. Bu nedenle biz 2012 Newroz'unun da kendi kimliğiyle kutlanması gerektiğine inandık. Newroz'a katılacak değerli sanatçı dostlarımızın kimliğiyle değil, Newroz'a katılacak konuşmacıların, siyasetçilerin kendi kimlikleriyle değil. Tarihten aldığı direniş gücüyle, değiştirici gücüyle, bağımsız bir Newroz kimliğiyle kutlanması gerektiğine inandık. Ve 2012 Newroz'u işte bu ruhla, bu heyecanla bütün alanlarda Newroz ateşi yakılarak kutlanmaya başladı. Artık Newroz fikirlerden bağımsız, özgürlük mücadelesini sembolize ediyor. Artık Ortadoğu, Ortadoğuluların direniş gücü, zulme karşı başkaldırı gücünü ifade ediyor. Biz Newroz'un bu kimliğinin korunması gerektiğini düşünüyoruz. … 127 merkezde, yaklaşık 130 merkezde, DTK, BDP olarak ortak organizasyonlar şeklinde merkezi mitingler düzenleyeceğiz. Ama bunların dışında diğer eşbaşkanlar ifade ettiler; merkezi organizasyonlar dışında, yüzlerce yerde fiili kutlamalar şeklinde zaten başladı devam ediyor.

Biz sadece Amed halkının değil, bugün başta kendi illerinde Newroz planlamasını yapmadığımız için tüm çevre illeri, ilçeleri halkımızı Amed Newrozu’nda buluşmaya davet ediyoruz. Ama öylesine görkemli bir buluşma olmalı ki, o gün yediden yetmişe herkes kendi ulusal kıyafetleriyle, renkleriyle, sloganlarıyla, çocuklarıyla, yaşlılarıyla Newroz meydanlarında olmalı ki, bütün dünyaya bir kez daha, her yıl olduğu gibi, bir kez daha "evet burada kimliğinizle, kendi anavatanınızda, Kürdistan'da özgürce yaşamaya kararlıyız" mesajı çıkmalıdır. Oradaki birlikte duruş dünyaya verilebilecek en büyük mesajdır.

Biz biliyoruz ki, Newroz meydanına akın edecek kitleler sadece BDP’ye oy vermiş, gönül vermiş kitleler değildir. Newroz'un dönüştürücü gücüne inanan, kendi coğrafyasında özgürce yaşama isteğine, onurlu yaşama isteğine bağlı herkes o alanda toplanıyor. Bu nedenle sadece biz parti kutlaması olarak hiçbir zaman ele almadık. Ulusal birliğin aynı zamanda bir ifadesidir. Sadece Kürtlerin de değil, bütün ezilen halkların kendini ifade edebileceği görkemli bir zemindir Newroz.

Yine Newroz kutlamasının sükûnet içerisinde geçmesi ve siyasal mesajların net olarak verilmesi açısından da her türlü hazırlığı yapmış durumdayız. Bizim 90’lı yıllardaki Newroz benzetmesinden yola çıkarak, bazı yayın organları özellikle, tepki uyandırmak için Newroz’da saldılar olacak diye kafaları bulandırmak için bir takım yazılar yazdılar ki, hedef yaptılar ki, bunların gerçek ile hiçbir alakası yok. Biz bunun sükûnet içerisinde, kendi siyasi mesajları öne çıkan, özgürce kendi rengiyle, sloganıyla, anadiliyle kutladığı bir Newroz olabilmesi için hazırlıklarımızı tamamlamış durumdayız. Bu konuda herkesin içi rahat olsun yediden yetmişe, çocuğu ve çoluğu ile bütün Newroz meydanlarında, İstanbul’dan Hakkari’ye kadar yer her yerde, illerde, ilçelerde, köylerde, bütün Newroz meydanlarında halkımız özgür iradesine bir kez daha sahip çıksın diye buradan çağrımızı tekrarlıyoruz değerli arkadaşlar. O gün Newroz meydanında olmak aylardır kesintisiz devam eden askeri operasyonlar ve katliamlara karşı 'Ben asla sessiz kalmadım' demektir. Yakılmış, parçalanmış gençlerin cesetlerine karşı 'Duyarsız kalmadım' demektir. O gün Newroz meydanını doldurmak, Uludere'de Roboski'de savaş uçaklarıyla parçaladığınız gençlerin cenazesine 'sessiz kalmadım' demektir. O gün Newroz meydanındaysak ‘Biz kendi dilimizle kendi kültürümüzle kendi vatanımızda yaşamak konusunda kesin kararımızı verdik, kimse bize geri adım attıramaz’ mesajının tüm ülkeye iletilmesi demektir. O gün Newroz meydanında olan herkes ‘Siz tutukladınız, elinizdeki savcıyla yargıyla polisle medyayla zulmün alasını yaptınız ama biz yılmadık, size teslim olmadık. Binlercemiz içerde, binlercemiz alanlarda şimdi özgürlüğü haykırıyoruz’ demektir. O nedenle herkesin ama herkesin Newroz meydanına çıkmak için gerekçesi vardır. Çünkü Newroz meydanı onurunu, özgür geleceğini, çocuklarının, torunlarının bu topraklarda barış içerisinde yaşamasının garantisini sağlama adına kurulmuş bir özgürlük meydanıdır. Bu vesileyle herkesi bir kez daha Newroz’u, bu topraklarda halkın özgür geleceğini sahiplenmeye çağırıyoruz. Newroz ateşi ile özgürlüğü ısıtmaya çağırıyoruz. Hiçbir kaygılı yaklaşıma yer vermeden bizler o gün Newroz meydanında ‘Ortadoğu'nun en kadim halklarından olan Kürt halkının siyasal dönüşüm ve dizayn sürecinde varız. Bizi hesaba katmadan, bu halkın özgür iradesini dikkate almadan asla ve asla hiçbir siyasi hamle yapamazsınız’ demek için o gün Newroz meydanında olacağız. ‘7 aydır İmralı’da bir halkın önderine uyguladığınız işkenceyi asla kabul etmedik asla kabul etmeyeceğiz’ demek için o gün meydanlarda olacağız. ‘Biz barış elimizi uzattık ama siz işkenceyi, zulmü, katliamı dayattınız fakat biz size müzakere, çözüm için bir fırsat daha sunmak için o gün meydandayız’ demek için meydanda olacağız. Tüm bu mesajların hükümet tarafından doğru anlaşılması, halkın bu görkemli duruşunun hükümet tarafından doğru okunması halinde biz çözüm sürecinin, kalıcı barışa giden adımların da atılabileceği bir sürecin başlayabileceğine inanıyoruz. Newroz’un dönüştürücü gücü böyle bir güçtür. Bu artık hükümetin yaklaşımına bağlı bir durumdur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar son olarak Diyarbakır Newroz’u ile ilgili başkanımız, il yöneticilerimiz bir açıklama yapacaklar. Hazırlıklarını sürdürüyorlar. Başta da belirttiğim gibi konuşmalarıyla, sanatçılarıyla öne çıkan bir Newroz’dan öte siyasi mesajlarıyla öne çıkan bir Newroz hazırlığımız var. Ama çok sayıda sanatçı dostumuz da Amed Newrozu’nda bizlerle birlikte olacaklar. Özellikle MKM'li sanatçılar, 23 kişilik bir koroyla, Rojda, Cihan Demir ve hepsini sayamayacağım sanatçılar Newroz’da olacaklar. Yine Avrupa’dan sanatçı arkadaşlarımız Amed halkı ile birlikte olacaklar. Önümüzdeki günlerde kimlerin burada olacağına dair detaylı çalışmayı arkadaşlarımız paylaşacaklar. Ama dediğim gibi bu Newroz halkın Newrozu’dur. Halk en güçlü mesajı meydanlarda kendi duruşuyla verecektir. O nedenle biz bir kez daha bütün Ortadoğu halklarına kutlu olsun diyoruz."

Bir basın mensubu soru soruyor, soru anlaşılmıyor, çözümü yapılamamış. Ama ben şöyle bir cevap vermişim: “Evet arkadaşlar devlete Kürtçe serbesttir, devlete Kürtçe hiçbir zaman yasaklanmadı. Kürtlere Kürtçe yasaklandı. Kürdistanlılara Kürtçe yasaktır. Bu konuda söylenebilecek çok şey vardır ama Newroz arifesinde gündemi değiştirmeyeyim diye çok bir şey ifade etmeyeceğim. Fakat Kürtlere Kürdistan'da kendi ana dili serbest olacaktır. Bizim önerdiğimiz sistemde valilik diye bir mekanizma yoktur. Fazlalık olarak sisteme dahil edilmiş bir kurumdur. Biz en kısa sürede, inşallah Anayasa değişikliği ile kaldıracağız. Bir afişi kaldırmak ya da yasaklamak valiliğin yetkisinde olmaktan kesinlikle çıkacak. Çünkü vali diye bir şey olmayacak. Ankara'dan atanmış, iktidarın zihniyetini temsil eden bir kurum bizim yönetim anlayışımızda olmayacak. Halk kendi seçtiği yöneticiler aracılığıyla yönetilecek. Halkın seçtiği yöneticiler de elbette halkın dinine, kültürüne, hassasiyetlerine değer veren yöneticiler olacaktır. Ancak gördüğünüz gibi yasaklanan afiş burada. Bu afişte değerli arkadaşlar, "ya özgürlük ya özgürlük" diyor. Örneğin eğer devlet özgürlük kavramından bu kadar korkuyor ve yasaklıyorsa o zaman AKP'nin bugüne kadar özellikle kendi programlarında, kaymakamlıkların, valiliklerin ve AKP teşkilatlarının programlarında kullandığı afişlerdeki bütün özgürlük kavramlarının da bir partinin, bir siyasi oluşumun yaptığı çalışma suç olarak tanımlanıyorsa bu devlet anlayışıdır. Sadece valiliğin özgün yaklaşımı değil, merkezden alınmış bir kararın Diyarbakır Valiliği tarafından veya mahkeme tarafından uygulanmasıdır. Ama valilik yasakladı diye, mahkeme yasakladı diye özgürlük kavramı veya Kürtçe yasaklanmayacak. İşte gördüğünüz gibi arkamızda dağ gibi duruyor yasaklanan afiş. Alanlarda da meydanlarda da olacaktır. Kimsenin kuşkusu olmasın. Teşekkürler." diye bitirmişim basın toplantısını.

Öcalan barışa sunduğu katkılar nedeniyle saygın bir iş yapmıştır

Başka bir CD çözüm tutanağı da var dosyada. Tekrarlamaya gerek yok. Dediğim gibi fezlekede suçu ve suçluyu övme şeklinde bir düzenleme yapılmış, asla kabul etmiyorum. Sayın Öcalan’ın barış girişimlerini saygın olarak değerlendiriyorum. PKK'nin kurucu liderlerindendir. Uzun yıllar PKK'de başkanlık, genel sekreterlik yapmıştır. O yıllarını ben bilmem. Çocukluğum veya ilk gençlik yıllarımdır. Ama kendisini birebir İmralı’da tanıdım. Yüz yüze defalarca sohbetim de oldu. Özellikle 1999 sonrası Türkiye'ye getirilmesi sonrası yaptığı barış girişimlerinin çok kıymetli olduğunu tekrar söylüyorum. Öcalan'ın PKK'yi kurmuş olması silahlı mücadeleyi başlatmış olması kendi deneyimidir ve zaten bu konuda kendisi yargılandığı dönemlerde Türkiye kamuoyuna da mahkemelerde açıklama yapmıştır. Ama bizim açımızdan saygın olan kısmı yaptığı barış girişimleridir. Türkiye kamuoyuna verdiği barış mesajları, çözüm önerileridir. Bu yönüyle de kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Herhangi bir mahkemede aldığı bir ceza, işlemiş olduğu bir suç nedeniyle, bugüne kadar da hiç kimse böyle bir şeyi övgü olarak kullanmadı. Saçma sapan bir şeydir birine sayın dediniz diye yargılanmak veya onu halk önderi olarak tanımlayıp yargılanmak. Bu konuda görüşlerim değişmemiştir. Mahkemeniz suç olduğunu düşünüp bana bu konuda ceza vermeyi düşünüyorsa da hiçbir şekilde geri adım atmayacağım. Barış için elini taşın altına koyan herkes saygındır. Geçmişine bakılmaksızın. Kim barış için, bu ülkenin akan kanının durması için, yangının sönmesi için bir damla su taşıyorsa tutumu saygındır. Benim açımdan da öyledir. Öcalan da barışa sunduğu katkılar nedeniyle saygın bir iş yapmıştır. Umarım fırsatı olur, daha fazla da yapar. Türkiye'de akan kanın durması konusunda çağrı yapar. Biz de kendisini barışa sunduğu katkı nedeniyle takdirle karşılarız diye düşünüyorum.

Anlamsız dava soruşturma ve ceza süreçlerine bir tepki olarak Sayın Öcalan kavramı çıktı

2004- 2005 civarlarında Öcalan'ın avukatları bir basın toplantısı düzenliyorlar. Ben o zaman İHD Başkanıydım. Öcalan'ın resmi avukatları bilgilendirme amaçlı bir basın toplantısı düzenliyorlar ve orada müvekkilleriyle ilgili ‘Sayın Öcalan’ kavramını kullanıyorlar. Bunun üzerine savcılık soruşturma başlatıyor ve mahkeme dava açıyor. ‘Sayın Öcalan’ın Türkiye gündemine girmesi bu şekildedir. Ondan önce kimsenin Sayın Öcalan kavramını kullanmadığını da hatırlıyorum. Daha çok halk önderi, Başkan Apo şeklinde ifade ediliyordu. Fakat o mahkemenin tutumuna, yargının tutumuna karşı kampanya başladı o dönem, hatırlıyorum. Ben de avukattım. İnsanlar toplu halde mahkemelere gidip Sayın Öcalan dilekçeleri vermeye başladılar ve bir tepki olarak Sayın Öcalan kavramı siyasi literatüre girmeye başladı. Yıllar sonra ben Çözüm Süreci Heyetinin bir üyesi olarak İmralı’ya gittiğimde Öcalan aynen şunu demişti bana "Bu Sayın Öcalan lafı bana da çok tuhaf gidiyor". Kendisini bir devrimci olarak tanımlıyor. "Bana Sayın Öcalan denmesinden ise arkadaş, yoldaş dense daha memnun olurum" demişti. Dolayısıyla Öcalan'ı övmek için ortaya atılmış bir kavramdan çok bu anlamsız dava soruşturma ve ceza süreçlerine bir tepki olarak Sayın Öcalan kavramı çıktı. Bunun da tutanakları geçmesi açısından belirtmek istedim.

Öğle arası verildi...

14 No’lu fezleke de siyasi konjonktör ve siyasi gelişmelere endeksli bir fezlekedir

Devam etmek istiyorum. 14 No’lu fezlekenin de suçlama konusu 2012 yılında Diyarbakır’da gerçekleştirilen Newroz kutlaması, orada yaptığım konuşma ve bunun da yasadışı olduğu, toplantı gösteri kanununa da aykırı olduğu iddiasıyla soruşturma yürütülmüş ve fezleke hazırlanmış. Aslında fezlekede benimle birlikte Altan Tan, Leyla Zana, Nursel Aydoğan ve İdris Baluken de var. Onların soruşturmaları ayrılmış akıbetlerini bilmiyorum. Söz konusu konuşma ve Newroz konuşması 2012 18 Mart’ında gerçekleşmiş ve fezleke ise bundan 3,5 yıl sonra 01.10.2015 tarihinde yani yine 7 Haziran seçimlerinden sonra hazırlanmış. Dolayısıyla yine siyasi konjonktür ve siyasi gelişmelere endeksli bir fezlekedir.

Bu konuşma ve Newroz kutlamasının yapıldığı gün hiçbir soruşturma savcılık tarafında açılmazken, aradan geçen 3,5 yıl sonra 7 Haziran seçimlerinde AKP ağır bir yenilgi alıp sandıktan başarısızlıkla çıkar çıkmaz bir grup savcı da adeta bunun hesabını sormak istercesine iflas etmiş müflis tüccarlar gibi eski defterleri karıştırıp nereden ne bulabiliriz babında buldukları bir soruşturmadır. Fezlekeye dönüştürmüşler. Nedir peki fezlekenin içeriğini kısaca aktardıktan sonra çözüm tutanaklarına da bir bakalım. Evet giriş kısmını geçiyorum, kopyala yapıştır yöntemi var orada. Bu Newroz kutlamasını savcı PKK, KCK’nin çağrıları doğrultusunda yaptığımızı iddia ediyor. Bir kaç tane haber sitesinde alıntı da yaparak belirtmiş. Newroz kutlamasını biz buna uygun bir şekilde örgüt talimatı ile yapmışız. Zorlama iddiasını fezlekeye yansıtmaya çalışmış kendince. Devam ediyorum fezlekenin giriş kısmını atlayarak:

“Diğer tarafta İçişleri Bakanın genel talimatı olmak üzere 16 Mart 2012 tarihinden 21 Mart 2012 tarihine kadar Diyarbakır İl merkezinde toplanma alanı olabilecek tüm açık alanlarda Newroz’a yönelik olacak her türlü toplanma eylem ve etkinliğin Valilik Makamının 16 Mart 2012 tarihli ve şu sayılı yazıları ile yasaklandığı ve yasaklama kararının ilgililere duyurulduğu anlaşılmıştır. Yasaklama kararına rağmen terör örgütünün yukarıda yazılı çağrı ve talimatları doğrultusunda 18 Mart 2012 tarihinde saat 07.15’ten başlamak üzere özellikle Diyarbakır Bağlar ilçesinde çeşitli grupların toplanmaya başladığı il genelinde başlayan eylemlerde terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda bir çok sokakta sayıları 10 ila 500 arasında değişen erkek, kadın ve çocukların yasadışı eylem düzenledikleri, meydana gelen olaylar sırasında emniyet güçlerinin olaylara müdahale ettikleri toplanan grupların PKK terör örgütü ve elebaşı lehine yasadışı sloganların atıldığı, döviz ve pankart ile PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan posterlerinin açıldığı, güvenlik güçlerinin dağılmaları yönünde yapmış olduğu uyarılara rağmen grupların dağılmayarak eylemlerine devam ettikleri, güvenlik güçlerine karşı taşlı sapanlı molotoflu havai fişekli ve el yapımı bombalar ile saldırıda bulundukları anlaşılmıştır. Yine 18 Mart 2012 tarihinde yapılan tüm uyarı ve ikazlara rağmen Bağlar İlçesi Bağcılar Mahallesinde bulunan Newroz alanında yaklaşık 10 bin kişinin toplandığı grup içerisinde bulunanların yer yer polise taşlı sopalı saldırılarda bulundukları bu tür grupların güvenlik güçlerince zor kullanılarak dağıtıldığı anlaşılmıştır. 1) Söz konusu olay ile ilgili olarak şüpheli Selahattin Demirtaş ile tespitler: 16-21 Mart 2012 tarihleri arasında toplanma alanı olabilecek tüm açık alanlarda Newroz’a yönelik yapılacak her türlü toplanma, eylem ve etkinliklerinin Diyarbakır Valiliğince yasaklanmasına ve yasaklama kararının BDP Diyarbakır İl ve İlçe teşkilatlarına tebliğ edilmesine rağmen BDP Genel Başkanı ve Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın yazılı ve görsel medya aracılığı ile halkı ve kitleyi yasaklı eyleme davet ederek, kışkırtarak ısrarla kanuna aykırı eylemi yapmaya sebebiyet verdiği İçişleri Bakanlığı ve Valiliğin yasaklama kararlarını hiçe sayarak kitleyi yasadışı eylemlere yönlendirdiği, terör örgütü propagandası ve gövde gösterisine dönüştürülen eylemlerde ön saflarda yer aldığı güvenlik güçlerinin ihtar ve zor kullanmasının ardından dağılmayıp direnerek ve yolu araç trafiğine kapatarak ısrarla Newroz alanına gittiği, ‘Biz öyle ya da böyle alana gideceğiz’ diyerek beraberinde bulunan eylemci kitleyi de Newroz alanına yönlendirdiği parti otobüsü üzerinde yaptığı konuşma sırasında eylemci kitle tarafından atılan ‘PKK halktır, halk burada’ sloganlarına kayıtsız kalarak bu yasadışı sloganların atılmasına engel olmadığı yine konuşması sırasında çok yakınında sallandırılan ve terör örgütünü simgeleyen sözde Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesini temsil eden bez parçasına herhangi bir müdahalede bulunmadığı, söz konusu bez parçasının yanında ve önünde konuşmasına devam ettiği, konuşmasının içeriğinde ‘Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’dan bu yana Newroz’u Newroz yapan işte böyle duruşlar ve böylesine direnişlerdir’ şeklinde söylemlerde bulunarak PKK terör örgütünün kurucuları arasında yer alan ve Diyarbakır Cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada 21 Mart 1980’de cezaevindeki hücresinde kendisini yakarak intihar eden terör örgütü mensubu Mazlum Doğan’ı överek söylediği ve söylemlerini eylemci kitleye benimsetmeye çalıştığı, konuşması sırasında bir gencin otobüsün üzerine çıkmak istemesi üzerine de ‘Biliyorum gençler yükseklere tutkundur’ diyerek gençleri dağa çıkmaya özendirdiği, BDP seçim otobüsünün üzerinde örgüt propagandası olabilecek tarzda zafer işareti yaptığı bu haliyle şüphelinin terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ile 2911 sayılı kanun falan filan suçu işlediğine dair delil elde edilmiştir.”

2012’de sırf provokasyon için Newroz’u yasadışı bir şekilde yasakladılar

Benimle ilgili kısım bu. Diğer milletvekillerininkini okumama gerek yok davamızı ilgilendirmediği için. 3,5 yıl sonra Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı hakkımda fezleke düzenleyip Meclis’e göndermiş bugün de huzurunuzda bundan dolayı tutuklu sanık sıfatıyla yargılanıyorum. Şimdi olay çözüm tutanaklarını bilirkişi raporunu okumadan önce bir kez daha kendi ifademle kendi hatırladığım tanıklığım ile olayı mahkemeye ve kamuoyuna bir kez daha izah etmek istiyorum. Öğleden önceki oturumda savunmasını yaptığım fezlekede Newroz’un duyurusu ile ilgili Kürtçe bilboardun yasaklanması üzerine eş genel başkanlar olarak bir basın toplantısı yaptığımızı söylemiş ve onun fezlekesinin savunmasını yapmıştık.

Orada da söz konusu olan halkımızı Newroz’a çağırmak üzere, Newroz programını duyurmak üzere eşbaşkanlar ile ortak yaptığımız bir basın toplantısıydı. Büyük bir hazırlık yapılmıştı. Yurtiçinden yurtdışından sanatçılar gelmiş, sahne hazırlığı yapılmış, ses düzeni hazırlanmış, alan meydan süslenmiş, yüzbinlerce el ilanı basılmış dağıtılmış, ev ev, mahalle mahalle çalışma yapılmış. Fakat Newroz’u kutlamaya iki gün kala Diyarbakır Valiliği hiçbir gerekçe açıklamadan ‘Newroz’u yasakladım’ diye bir karar alıyor. Oysa başvuru neredeyse bir ay önce yapılmış. Newroz’un yasaklanmasına dair en ufak bir ihtimal bile yokken siyasi baskılar nedeniyle, hükümetin sırf gerilim yaratmak, sırf o dönem BDP’nin ve Kürt halkının gücünün meydanlara Newroz kalabalığı olarak yansımasını engellemek için yasadışı bir şekilde Newroz’u yasakladılar. Tabi arkadaşlarımız İdare Mahkemesine başvuru yaptılar ama bir iki günde sonuç almak mümkün değil. Bunun üzerine biz Newroz kutlamasını iptal etmek zorunda kaldık. Çünkü orada ses düzeni kurmak, sanatçıların ve konuşmacıların programını uygulaması artık mümkün değildi.

Bizim yaptığımız iş de bütün o gerilimi tansiyonu düşürecek şekilde partililerimizi şehir dışındaki Newroz alanına davet etmek olmuştur. Eğer biz o gün onu da yapmamış olsaydık emin olun ki o provokasyonlar belki günler ve haftalarca sürebilirdi. Dolayısıyla emniyet adına hazırlanan tutanak sahte tutanaklardır asıl sorumluları gizlemeye yönelik tutanaklardır. Sizin huzurunuza şimdi 9 yıl getirilen tutanağa buradan bakınca belki anlamak kolay değil fakat Diyarbakır’ı mahalle mahalle sokak sokak biliyorum. Bizler orada hem sokaklara hakim olup insanları olaysız kazasız belasız Newroz alanına taşımak için çaba sarf ettik hem de gerçekten her yerden geçerken otobüsten sağduyu anonsu yaparak biz insanları Newroz meydanına çağırdık. Sokaklarda caddelerde gösteri yapın veyahut sokakları caddeleri kesin demedik. Anonsumuzu duyan herkes de oraya (alana) geldi. Oradaki emniyet amirlerinin o gün arzu ettikleri şey buydu. Aman şehirde olay çıkmasın şehir dışında basın açıklamanızı yapın. Zaten tutanağın sonunda da belirtiliyor. Açıklama yapıldıktan sonra da en küçük bir olay olmadan kitle dağıldı. Anonslarımızla kontrolümüz altında. Asıl provokatör orada hükümet, devlet adına hareket eden farklı gruplardı ve mutlaka emniyetin de istihbaratın da içinde bunlar vardı. Şucuydu, bucuydu demiyorum. Sonradan bir çoğu başka yerlerde ortaya çıktı. Diyarbakır Newroz’u bizim açımızdan en küçük bir olay olmadan kutlanmıştır. 2911’e aykırı en küçük eylem işlem propaganda anlamına gelebilecek en küçük bir şiddet partimizin organizasyonda meydana gelmemiştir. Çözüm tutanağında da bilirkişinin tespit ettiği benim bulunduğum yerde ne bir patlama sesi ne bir olay sesi ne polisin dağılın dağılın sesi, hiç bir şey yok. Çözüm tutanağında da yok zaten. Ama olay tutanağını okuduğunuzda resmen savaş meydanına dönmüş bir şehir görüyorsunuz. Nerede oldu bunlar. Niye bu benim geçtiğim hiçbir yerde böyle bir şey yok. Ki il binasından eylem alanına gidene kadar 7-8 kilometre mesafe kat etmişiz. Demek istediğim o tarihte çok büyük bir provokasyon yapılmak istendi neden çünkü Çözüm Süreci ile ilgili yeni arayışlar vardı. Birazdan bir sonraki fezleke ile ilgili okuyacağım özellikle yeni İmralı Süreci ile başladığında mevzu daha net anlaşılacak. Yani huzur barış içinde bir Newroz kutlanırsa bir takım diyaloglara vesile olabilir ve yumuşamaya vesile olabilir bunun önünü nasıl kesebiliriz denildi. Hesap buydu yoksa aklı başında hangi devlet yetkilisi provokasyonu engellemek adına yasakladığı bir Newroz'dan sonra bu kadar provokasyona neden olabilir. İzin vereceksiniz, işte yıllardır yapıldığı gibi izinli olduğu hiçbir yerde en küçük bir olay çıkmadan Newroz kutlanıyor, bitiyor. O güne kadar da yıllarca izinli yapılmış zaten. Ama 2012’de İdris Naim Şahin yasaklıyor yasakladım diyor. Sadece 21’inde kutlayacaksınız. Hani bunu çok önceden bize tebliğ etseler hazırlığımızı biz öyle yapacağız. Ama sanatçılar, kurumlar, ses düzeni, sahne düzeni, bütün program konuşmacılar herşey hangi tarihte planlanmışsa il ona göre hareket edilir. Kiminde 18 kiminde 19, 21’ine kadar sürüyor. Çünkü aynı gün bütün her yerde konuşamadığımız için birkaç yere yayılmış. Geçmiş 3-4 yılda da aynısını yapmışız sıkıntı olmamış ama aniden yasakladım diyor. İşte provokasyonun büyüğü budur. Orada tutanakta belirtildiği gibi 10 bin 20 bin kişi değil 200 bin insan toplanmış. 200 bin kişi toplanmıştır otobüsün etrafında ve en küçük bir olay olmadan dağılmıştır. Bu kadar insan normalde izinli olduğunda bir milyon 1 milyon 200 bin kişinin katıldığı Ortadoğu’nun en büyük Newroz kutlamasından söz ediyoruz, Diyarbakır Newroz kutlamasından bahsederken. Bunu yasaklamak provokasyonun bizatihi kendisidir.

Eğer biz o gün Diyarbakır Newroz meydanına otobüsü götürüp açıklamayı yapmamış olsaydık emin olun günlerce o provokasyonlar sürecekti. Ama birilerinin oraya gidip açıklamayı yapması gerekiyordu ki toplum “evet Newrozumuzu kutladık” deyip sakinleşsin. Ne diyor saat 19.17 itibariyle işte bitiş saatinde kentte sükunet sağlandı diyor. Ne zaman biz Newroz kutlaması ya da basın açıklaması bitti dediğimiz anda kentteki bütün provokasyonlar düşüyor ardından. Oysa ilk başta buna izin vermemek valiliğin, içişleri bakanlığının elindeymiş. Kastettiğim tam da budur asıl provokasyonu yapan o zihniyettir. Diyarbakır’daki emniyet yetkilisi bunu fark ettiği için bizim de buradaki rolümüzün ne kadar önemli ve niyetimizin ne kadar iyi olduğunu bildiği için yolu açmış ve alana ulaşmamıza izin vermiştir. Provokasyonlarda böyle engellenmiştir. Bazen dışarıdan görüldüğü gibi değildir hiçbir şey ama hani devlet içerisinde provokatörler olduğu gibi toplum içerisinde de vardır. Diyarbakır’da Newroz kutlamasına gelen herkes iyi niyetli miydi? Hayır, mutlaka onlar arasında da provokatörler vardı şunun bunun adına hareket etmiş olanlar vardır. Devlet içinde de vardır. Ama önemli olan aklını kullanarak sağduyulu davranarak bunları engelleyebilecek cesareti ve basireti göstermektir. O gün oradaki bazı emniyet yetkilileri bizim sayemizde şehir dışındaki Newroz meydanında olaysız bir Newroz kutlaması da değil basın açıklaması yapıldı. Newroz kutlaması dediğimiz öğlen başlar akşama kadar devam eder, sahne programı müzikler halaylar ateş yakma vs. bir Newroz kutlama şansımız olmadı. Kutlama yapmadık sessiz sakin bir şekilde dağıldık. Bizim kontrol edebildiğimiz kitle örgütlü ve disiplinlidir, provokasyona gelmez. Ama bunun dışında ne olmuşsa o provokasyonların sorumlusu da kendileridir. Kendi sorumluluklarını başkasının üzerine atabilmek için düzmece bir tutanak hazırlamışlardır. Tutanağı kabul etmiyorum dediğim gibi çarpıtmadır.

Bu fezlekede yaptıklarımdan değil yapmadıklarımdan suçlanıyorum

Ben o zaman partinin eş genel başkanıydım. Orada konuşma yaparken kalabalığın nerede ne slogan attığını duymamız mümkün değildir ki duysak bile bizim işimiz değil ki şu sloganı atın bu sloganı atmayın diyelim. Tam tersine şiddet kullanmayın istediğiniz sloganı atabilirsiniz deriz. Bizim ifade özgürlüğü konusunda, resmi görüşümüz de partimiz görüşümüz de böyledir. Bu fezlekeyi hazırlayan ve bana bu talimatı veren ve beni kendi memuru sanan savcının haddi değildir. Benim işim de değildir. Ben ne yapmamışım sonra? Yaptıklarımdan değil yapmadıklarımdan dolayı suçlanıyorum çünkü burada.

Mazlum’un Diyarbakır’daki işkencelere karşı duruşundan söz etmişiz, savcı niye bundan rahatsız olmuş

Terörü övmüşüm. Mazlum Doğan dediğimiz de 12 Eylül işkencehanesinde Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelere ve zulme karşı kendini yakarak protesto etmiş ve 12 Eylül cezaevinde çok sayıda işkence mağduru gibi sembolleşmiş bir insan. Aslında ben olsam, vicdanlı ahlaklı bir savcı olsam, hukuka saygım olsa bu soruşturmayı açan savcı hakkında işkenceyi ve darbeciliği övdüğü için ben soruşturma açarım. Burada Mazlum Doğan’ın neyini övmüşüm. Mazlum Doğan şiddet kullanmış o yüzden kahraman mıdır demişim? Mazlum Doğan’ın Diyarbakır’daki işkencelere karşı duruşundan söz etmişiz. Savcı niye bundan rahatsız? Çok mu sevmiş işkenceyi? Kenan Evren zihniyetini, o dönemin Esat Oktay denilen cezaevindeki işkenceci komutanlarını saygıyla mı anıyor kendisi? Mazlum Doğan 21 Mart Newroz günü yakmış kendini ve biz de orada Newroz’la ilgili bir basın açıklaması yapıyoruz. Dolayısıyla bunda da savcı kendini zorlamış, haddini aşmıştır. Zorla suç uydurabilmek için açıkçası kanun, hukuk, ahlak dinlememiştir. ‘Biliyorum gençler yükseklere tutkundur.’ Otobüsün üzerine çıkmaya çalışıyorlar. Otobüsün üzerinde de parti yöneticileri var. Benim kastettiğim de bu. ‘Yarın sizde milletvekili olmak, eşbaşkan olmak istiyorsunuz, biliyorum buna tutkunsunuz ama sabırlı olun’ mesajı veriyorum. Bunu da nasıl yorumlamış niyet okumuş. Ne demiş, gençleri dağa çıkmaya özendirdiği. Evet, zannedersem savcılık stajında artık niyet okuma, kehanette bulunma eğitimi de veriliyor olsa gerek ki bu yeteneklere de sahip. Niyetimizi okumuş, orada devlet memuru güvenlik personeli orada müdahale etmediği için de düşünmüş buna bir fezleke düzenleyelim demiş. Olay bundan ibarettir. Saçma sapan bir suç iftirasından başka bir şey değildir.

Bir halkın Newroz bayramını nasıl kutlayacağına valiler karar veremez

Birazdan fezlekeleri okuduğumuzda da göreceğiz ki bizim yapmayı çalıştığımız şey haftalardır hazırlığı devam eden Newroz kutlamalarının yasaklanmasını protesto etmektir. Bunu da yapmışız, Anayasal hakkımızdır. 2911’e aykırı herhangi bir şey gerçekleşmemiş, siyasi parti çalışması kapsamında gerçekleşmiş bir faaliyettir. Bir halkın Newroz bayramını nasıl kutlayacağına valiler karar veremez. Valiler sadece yapılacak kutlamaların güvenliğini sağlar. Kamusal bir tehdit oluşmasın diye tedbir alır. Diyarbakır’daki Newroz alanı da o tarihte, 2012’de etrafında yerleşim biriminin olmadığı şehir dışında bir yerdir. Yani insanlar şehirden oraya araçlarla veya uzun yürüyüşlerle ancak gelebiliyor. Şehir içinde yapılacak bir kutlama bile değildir. Bu basın açıklamasını yaptığımız yer de ne caddedir, ne kent merkezidir, ne kent meydanıdır. Şehrin dışında bir kutlama alanıdır. Dolayısıyla orada bir 2911 ihlali söz konusu olmaz.

Şimdi çözüm tutanaklarını okursak biraz daha iyi anlaşılır. Bir önceki fezlekelerde de olduğu gibi yine il binasından seçim otobüsümüzle şehir dışına gidip orada basın açıklaması yapmak istediğimizi belirttiğimizde otobüsün önünü kestiler, yürüyerek gittik bir grup milletvekili arkadaşımla birlikte. Partinin çıkışında tekrar önümüzü kestiler aynı senaryo. 2-3 fezleke önce başka bir miting için yaptığım savunmanın benzeri. Daha sonra güvenlik personeli ikna oldu valiyle mi görüştüler kiminle görüştüler bilmiyorum. Biz de seçilmişler olarak yürüyerek oraya kadar gittik. Bir süre sonra parti otobüsümüzü de bıraktılar, parti otobüsümüz geldi bize yetişti ve bizi de alarak oraya gitti. Gittiğimizde zaten birkaç bin kişilik bir kalabalık orada toplanmıştı. Biz vardığımızda da polis barikatları açıldı insanlar geldiler konuşmamızı yaptık dağıldık. Olay bundan ibaret.

Okuyorum şimdi:

Klasörde Selahattin Demirtaş’ın yeniden görüntüye girdiği görülmektedir. Görüntüde diğer milletvekilleri ile birlikte polis barikatı önünde durdukları görülmektedir. Bu il binamızın önü. Polis barikatını aşmaya çalıştıkları görülmektedir. Selahattin Demirtaş ‘Ya sen benimle neyin pazarlığını yapıyorsun aç şurayı diyorum’ diyor. Bu konuşmadan sonra polis tarafından koridor açılıyor ve Selahattin Demirtaş ve beraberindekilerin geçiş yaptığı görülmektedir. Selahattin Demirtaş yanındaki milletvekili arkadaşları, parti yöneticileri ile kol kola girmiş yürüyüşe devam etmektedir.

Bir tanesinde Selahattin Demirtaş ile ilgili görüntü ve ses kaydına rastlanmamış. İncelendiğinde Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Bu esnada “Bijî Serok Apo” sloganlarının atıldığı ve Demirtaş’ın kalabalığa el salladığı görünmektedir.

Bir diğerinde yine rastlanmamış, diğerinde yine rastlanmamış, başka birinde yine rastlanmamış. Yine rastlanmayan başka bir tane var. Evet, bir başka görüntüde otobüsün üzerine çıktığında PKK bayraklarının olduğu görülmektedir. Ayrıca konuşmaya başladığı sırada kalabalık tarafından “Bijî Serok Apo” sloganlarının atıldığı görünmektedir.

Burada çözüm yaparken otobüsün üzerinde sanki PKK bayrakları var algısı yaratılmış olabilir, öyle değil. Aşağıda kitle içerisinde elinde PKK bayrağı olan var, bir sonraki görüntüde de bu görülüyor. Dolayısıyla bilirkişi raporunun bu kısmı doğru değil. Konuşmaya başlamışım:

“Özgürlük meydanında onuruna geleceğine bu kadar tutkun bu kadar kararlı bir halkın önünde konuşmak onların temsilcisi olmak bizler için onurdur. Biz sizlerle gurur duyuyoruz, hepinizin bayramı kutlu olsun. Hepinizin Newroz’unu ayrı ayrı kutluyorum. Sizler bugün Newroz’un ne demek olduğunu bilmeyenlere, Newroz’u anlamayanlara Newroz’u tanımayanlara bir kez daha ‘Newroz nedir’ dersi verdiniz, kutluyorum sizleri. Bütün engellemelere, bütün yasaklamalara rağmen, tehditlere, baskılara, yıllardır sürdürülen siyasi soykırım operasyonlarına, katliamlara rağmen işte halk özgürlük meydanında, işte halk Newroz meydanında. Siz bizi teslim alamadınız, irademizi kıramadınız diye kocaman yürekli bir halk işte Newroz meydanında. Bir kez daha Newroz’unuz kutlu olsun. Bugün sokak sokak Amed’i devlet baskısı ile işgal etmeye çalışanlar aynı şeyi İstanbul’da Kazlıçeşme’de halkımıza saldırırarak yapıyorlar. Kazlıçeşme Meydanı’nda Newrozu kutlamak isteyen halkımızı sabahtan beri gerçek mermilerle kovalıyorlar. Gaz bombalarıyla, panzerle, copla halkı kovalıyorlar. Buradan Newroz’u yasaklayanları da halka saldıranları da kınıyoruz. -Katil Erdoğan sloganları atılmaktadır.-”

Burada ara bir bilgi olarak kayıtlara geçsin diye söylüyorum; bu Newroz’da İstanbul Kazlıçeşme meydanında polis kurşunuyla bir partilimiz katledildi. Devam ediyorum:

“Haftalardır sizlerle birlikte Newroz kutlaması hazırlıkları yapıyoruz. Neredeyse bir aydan bu yana 130 merkezde Newroz’u kutlayacağız diye hazırlık yapıyoruz. Ama Newroz’a iki gün kala beyefendiler çıkıp “Sizin istediğiniz değil bizim istediğimiz günde kutlanacak” diyor bu paniğin ve korkunun göstergesidir. İçişleri Bakanı yayınladığı genelgede “21 dışında Newroz kutlanamaz” diyor. Bak bugün ayın 18’i, kutlanıyor mu kutlanmaz mı? Newroz’unuz kutlu olsun o zaman. Demek ki halkın meşru gücünün önünde durmayacaksınız. Halk sizin saçma sapan genelgenizi tanımaz. Siz halkı tanıyacaksınız siz. Şimdi emin olun ki buradaki kalabalığın yüzde biri Mısır’da, Suriye’de, Tunus’ta olsa Başbakan çoktan oradaki liderlere çağrı yapmıştı “Halkın sesini taleplerini dinleyin” diye. Şimdi herkes bir kez daha iyi anlasın. Yüzyıl önce Ortadoğu’nun Kürdistan’ın kaderi çizilirken bizi yok saydınız. Yüzyıl önce bize kölelik statüsünü tanıdınız. Şimdi yüz yıldır mücadele ediyoruz babalarımız, analarımız, ninelerimiz, dedelerimiz, atalarımızdan bu yana mücadele ediyoruz. Öyle bir tarihe ve öyle bir döneme denk geldi ki bu Newroz şimdi önümüzdeki yüzyılın tarihi yazılıyor. Şimdi bir kez daha bize düşen şey kölelik mi olacak özgürlük mü olacak işte bunun kararını siz vereceksiniz. Bu nedenle bu meydanları doldurmayın istiyorlar, alanlarda sloganlarınız, talepleriniz haykırılmasın isteniyor. Bütün korkuları bütün panikleri Kürt halkı alanlara meydanlara çıkmasın diyedir. Bütün tutuklamalar bütün baskılar işte bunun içindir. Çünkü siz alanları meydanları doldurduğunuzda bütün dünyanın gözü burada olacak, Kürtler ne istiyor diye herkes soracak. Bu nedenle sadece Newrozlarda değil, artık bizler, arkadaşlar burada bir kaza bela çıkmasın sizlerden rica ediyorum, biliyorum gençler yükseklere tutkundur ama kaza bela çıkmasın. (Bunu da otobüse tırmanmaya çalışanlara söylemişim, savcı bunu dağa çıkmaya teşvik olarak sunmuş.) Sadece Newrozlarda değil artık halkımız her yerde alanlarda meydanlarda, gece gündüz demeden taleplerini haykırmalıdır. Çünkü biz hep birlikte bir karar bir söz verdik, dedik ki bizim bugüne kadar çektiğimiz acılar bizden öncekilerin çektiği acılar her neyse çocuklarımız artık bu acıları yaşamayacak. Biz bu nedenler hep birlikte bir karar verdiysek bu kararın gereğini yerine getireceğiz. Şimdi bizden istedikleri bir şey var, diyorlar ki bizim elimizde güç var, tank var, top var, panzer var, medya var, cemaat var, vali var, var da var. Bu nedenle sakın ola bir şey istemeyin diyorlar. Biz de diyoruz ki sizde olmayan bir şey var. Bizde de halk var halk. Arkamızda halk var. Bu nedenle Ortadoğu’da kaderimiz yeniden yazılırken kendi geleceğimiz kendi ellerimize yeniden yazalım. Artık Kürdistan’da statüsüz yaşamak istemiyoruz. Kürt halkının dilinin kültürünün yasaklandığı bir dünyada yaşamak istemiyoruz. Kendi vatanımızda özgürce diğer onurlu halklar gibi onların ne hakkı varsa bizde öyle yaşamak istiyoruz. Bu nedenle Kürdistan’a siyasi statü istiyoruz. Kürt halkına kendi anadilinde eğitim, kendi diliyle kültürüyle yaşama hakkı istiyoruz. Bunu da bizler ancak direnerek, bu taleplerin arkasında sımsıkı kenetlenerek, ulusal birliğimizi güçlendirerek kazanabiliriz.

BDP olarak hükümetin önüne çözüm projemizi, yol haritamızı koymamıza rağmen; bize verdikleri cevap şudur; “Sizin gücünüz ne ki bunları istiyorsunuz? Biz zaten her gün tutukluyoruz her gün bombalıyoruz her gün teslim alıyoruz.” diyorlar. Bu nedenle biz hükümetten ümidimizi kestik. Hükümetle diyalog müzakere kapısı açılana kadar direniş dışında başka bir yol yoktur. Bunu bilin bundan emin olun. Diyalog ve müzakere kapısı açılacaksa da sizin hep birlikte bizlerin direnişiyle açılacak. Başka bir çözüm kalmadığı için bunları söylüyoruz. O nedenle alanlarda, meydanlarda daha fazla olacağız. Daha fazla çoğalarak yüz binlerle milyonlarla… İşte bir halk budur. Sen bir halkın talebini kabul etmek dışında bir seçim yapma hakkına sahip değilsin demek zorundayız. Bunun dışında başka bir yol kalmamıştır, bundan emin olun.

Bu taleplere giden yolda bu özgürlük yürüyüşünde halk kendi önderliği, partisi etrafında da kenetlenmiştir. Cezaevlerinde bu kadar tutuklu arkadaşımız varken, her gün KCK tutuklamaları adı altında siyasi soykırım sürdürülürken ve elbette ki en önemlisi Sayın Öcalan on metrelik beton bir çukurdayken hükümetten çözüm beklemeyin. Biz beklemiyoruz, hiç kimse de beklemesin!

Eğer çözümün önü açılacaksa, gerçekten hükümet samimi bir diyalog ve müzakere başlatacaksa bunun ölçüleri vardır. Her gün sizi tutuklayacak, yürümek isteyeceksiniz coplayacak, konuşmak isteyeceksiniz içeri atacak, kendi topraklarınızda ticaret yapacaksınız savaş uçaklarıyla bombalayacak ve bütün bunlara "Kürt açılımı, Kürt çözümü" diyecek.

Biz artık şu kararı verdiysek kendi özgürlüğümüz kendi ellerimizdedir diyorsak direneceğiz. Her yerde direneceğiz. Ne kadar gücümüz varsa direneceğiz. Emin olun ki direniş bu halka özgürlüğü getirecektir. Ama her zaman söyledim buradan da belirtiyorum; hiçbir şey kazanmasak onurlu bir şekilde yaşadık ve bizden sonrakilere onurlu bir mücadele mirası bıraktık diyeceğiz. Biz kendi gücümüzle sizi ezeriz diyorsa Kürde direnmekten başka yol kalmaz. Biz de direniyoruz. Meydanlardayız. Önümüzde daha yüz yerde kutlanacak Newroz var. 21’ine kadar alanlarda, meydanlarda olmaya devam edeceğiz. Ama biz Newroz sonrasında da her gün Newroz coşkusu Newroz heyecanıyla kutlamaya, direniş günü ilan etmeye devam edeceğiz.

Mazlum Doğan'dan bu yana Newroz'u Newroz yapan böyle duruşlar, böyle direnişlerdir. Günlerdir çağrı yapıyoruz; 'Newroz'u germeyin' diyoruz. 'Newroz yasaklanamaz' diyoruz. 'Newroz genelgelerle aynı tutulamaz' diyoruz ama anlatamıyoruz. Utanmadan sıkılmadan halen bizi inat etmekle, gerilim yaratmakla suçluyorlar. Yasaklayan onlar, tutuklayan onlar, polisiyle gazıyla copuyla sokakları işkencehaneye çevirenler onlar ama gerilim çıkaranlar biz oluyoruz, halkımız oluyor.

Bu utanç tablosunun bütün dünya tarafından artık görülmesi lazım. Eğer AKP'nin genel başkanı Ortadoğu'nun diğer baskıcı diktatörleri ile birlikte anılmak istemiyorsa Kürt halkının meydandaki seslerini duymak zorundadır. Bu Newroz bunun en güçlü mesajı olmuştur. Her günümüz Newroz olsun. Bu meydana çıkarak, "Biz teslim olmadık, teslim olmayacağız" dediğiniz için bir kez daha Newroz’unuz kutlu olsun” demişim.

Klasörde Demirtaş'la ilgili herhangi bir görüntü ses kaydı yok. Klasöründe Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir. Herhangi bir konuşması veya eylemsel bir davranışıyla ilgili görüntü bulunmamaktadır. Diğer Newroz ile ilgili görüntüde Demirtaş ile ilgili herhangi görüntü ses kaydı yok. Diğer Newroz görüntüsünde Demirtaş'ın görüntüye girdiği görülmektedir. Selahattin Demirtaş “Özgürlük meydanında onuruna geleceğine bu kadar tutkun, bu kadar kararlı bir halkın önünde konuşmak diye başlayan…"

Az önce yaptığım konuşmanın tekrarıdır. Konuşma birebir aynı olduğu için tekrarlamıyorum.

Bilirkişinin aldığı bir fotoğraf var, videodan aldığı bir fotoğraf var. Az önce de belirttiğim gibi otobüsün üzerinde bir PKK bayrağı yok. Aşağıda birinin uzun bir çubuğa taktığı bir PKK bayrağı var. Bilirkişi de benimle aynı kareye denk gelecek şekilde bir çıktısını almayı başarmış, tarafsız bilirkişimiz. Kaldı ki ben şiddet içermediği sürece onu yapanların da bir suç işlediğini düşünmüyorum. Yeter ki şiddet eylemine meyil vermesinler. Konuşmanın içeriği birebir aynı, tekrarlamış bilirkişi ben tekrar okumayayım.

Bir başka görüntüde benimle ilgili bir şeye rastlanmamış. Bir başkasında aynı şekilde, bir başkasında aynı şekilde, rastlanmamış. Yine bir başkasında rastlanmamış. Bir başkasında; "...incelendiğinde Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği ve otobüse binerken kalabalığa el sallayarak selamladığı görülmektedir. Bu sırada kalabalık tarafından “Bijî Serok Apo” sloganlarının atıldığı görülmektedir."

İkinci CD, 1 no'lu görüntüde Demirtaş’a rastlanılmamıştır. İki nolu görüntüde Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Yine aynı konuşmamın başka bir açıdan çekilmiş hali. Çözümü gene aynı. Tekrarlamak istemiyorum. Konuşmamın birebir aynı çözümü tekrarlanmış.

3 no'lu görüntüde görüntünün başlamasıyla Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Yine aynı konuşmanın başka bir açıdan çekilmiş görüntüleri. Ve konuşmanın birebir aynı çözümü. Okuyarak zaman kaybetmek istemiyorum, aynıdır.

Dördüncüde yine görüntüye rastlanmamıştır. 5 no'lu görüntüde görüntüye girmiş olup herhangi bir söz ve eylem ile ilgili kayda rastlanmamıştır. 6 no'lu da görüntü ve ses kaydına rastlanılmamıştır. 7 no'lu da rastlanılmamıştır. 8'de rastlanılmamıştır, dokuzda rastlanılmamıştır. 10'da Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmüş olup herhangi söz ve eylemi ile ilgili kayda rastlanılmamıştır diyor.

Üçüncü CD’de Diyarbakır yerel kanallarında alıntı yapılmış. Birincide herhangi bir şeye rastlanılmamış, ikincide herhangi bir şeye rastlanılmamış. Üçüncüde "Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmekte olup kalabalıkla birlikte arazi yollarında yürüdüğü ancak herhangi bir söz ve eylemsel tavra rastlanmamıştır. Görüntünün başka bir dakikasında Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmektedir. Bu esnada kalabalık tarafından “Bijî Serok Apo” sloganlarının atıldığı ve kalabalığın içinde Apo’nun posterleri ve PKK bayrakları olduğu görülmektedir." Daha sonra konuşmamın deşifresini yapmış. Daha önce yaptığım konuşmanın aynısıdır, tekrar etmek istemiyorum.

Başka bir görüntü dosyasında, "Selahattin Demirtaş’ın görüntüye girdiği görülmekte olup herhangi bir söz ve eylemine rastlanılmamıştır." Dördüncü CD’de, Ankara kamerası isimli görüntüde Demirtaş’a rastlanılmamıştır. Beşinci CD’de Demirtaş ile ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydına rastlanılmadığı görülmüştür. Altıncı CD’de yine iki ayrı görüntü dosyası olduğu ve Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmadığı. Yedinci CD’de herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanılmadığı bilirkişi tarafından yazılmış.

Benimle alakası olmayan her türlü bilgi belge dosyalara tıkıştırılmış durumda

Evet, şimdi emniyetin ve savcılığın dosyalarıma doldurup işte on binlerce sayfa saatlerce hatta yüzlerce saat CD görüntüsünü bu şekilde oluşturdular. Bu, dosyanın anlaşılmaz hale geldiği hem savunma açısından hem mahkeme açısından içinden çıkılmaz hale getirilme girişiminin de parçasıdır aynı zamanda. Benimle alakası olmayan her türlü bilgi belge dosyalara tıkıştırılmış durumda. Sizler bunun çözümünü yaptırdıkça görüyorsunuz.

Yani aslında ne olmuş şimdi burada? Emniyet bunların içinde ne olduğunu bilmiyor mu? Rastgele mi çekmiş? Hayır. Fakat dosyaya koymuş. Mesela mahkemeniz bilirkişi ücreti ödeyip çeviri yaptırıyor, çözüm yaptırıyor değil mi? Peki bunların hepsi devlet malına zarar değil mi? Mahkemeyi yanıltma girişimi değil mi? Yedi sekiz tane on tane CD koyuyorlar bir tanesinde benimle ilgili konuşma metni vardır muhtemelen, hep öyledir. Geri kalanların tamamı benimle hiçbir alakası olmayan, suçlamayla dosyayla alakası olmayan CD görüntüleri.

Mahkemenizin dosyayı hazırlayanlar hakkında suç duyurusunda bulunması lazım

Bunlarla da ilgili aslında mahkemenizin Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazıp bu dosyamızla alakalı olmayan delilleri savcıya verip dosyaya koyan polis memurları hakkında görevi kötüye kullanmaktan, devlet malına zarar vermekten, yargıyı yönlendirmeye çalışmaktan suç duyurusunda bulunmanız lazım.

Olay içeriği belirttiğim şekilde Newroz’un yasaklanması nedeniyle Newroz meydanında yapılan bir basın açıklamasından ibarettir. Bu fezlekede benim yaptıklarımdan çok yapmadıklarımla ilgili suçlama yöneltmiştir. Bunun siyasi literatürdeki adı faşizmdir. Yani söz söylemeye veya yasal olarak meşru olarak herhangi bir davranışta bulunmak zorunda olmayan yurttaşları o davranışı yapmaya zorlamanın adıdır aynı zamanda faşizm. Bu zihniyetle hazırlanmış bir fezlekedir. Daha öncede belirttiğim gibi ben savcının emrindeki bir kolluk gücü değilim. Adli kolluk gücü de değilim. Güvenlik şube personeli de terörle mücadele personeli de değilim. Şunu yapmadı bunu yapmadı diyerek beni suçlaması adeta görevini kötüye kullanmaktan başka bir şey değildir. 14 No’lu fezleke ile ilgili söyleyeceklerim bunlar.

Selahattin Demirtaş, 24-25 Nisan 2019

Kaynak: "Demirtaş: Bu fezlekede yaptıklarımdan değil yapmadıklarımdan suçlanıyorum". hdp.org.tr. 10 Mayıs 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Mart 2023. 
Telif durumu:

Bu eser 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31. maddesine göre Vikikaynak'ta yer almaktadır:

Madde 31 - Türkiye Cumhuriyeti'nde resmen yayımlanan veya ilân olunan kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya herhangi bir suretle bunlardan faydalanmak serbesttir.