XVI ncı asrın maruf Bektâşîlerindendir. İstanbul’da doğdu. Sancak beylerinden Karagöz Bey’in oğludur. Devrinde «Deli Husrev» namiyle şöhret kazanmıştı. Buna da çeşit çeşit elbise giymesi ve bir çoklarını hicv etmesi sebeb olmuştu. Husrev, genç yaşında yeniçeri ocağına intisab etti. 1004 (M. 1595) de Kilidülbahir’de Kale dizdarı iken vefat eyledi. Kafzade Fâizî tezkiresinde şu ölüm tarihi kayıdlıdır:
خسرو جنانى جاايده
Husrev önce meşhur Sarhoş Bâlî efendi’ye intisâb etmişti. Fakat sonra bektaşî oldu. Müverrih Âli «Gâh Hayderî ve gâh Kalenderi» namı ile şöhret kazandığını bildiriyor. Hasan Çelebi de «Hacı Bektaş tâcını başına geçirmiş ve sevdâ-yi mâl ü menâlı mekes vâr başına üşürmüştür» diyor: Âşık Çelebi ise şunları söylemektedir:
«Kendi abdâl nefs fâni veş yiğittir. Nihâdında aşk cezbesi ve sülük şu’besi vardır. Meşâyihe tereddüdü ve fukarâ-yi bâbullâha âmed şüdü vardır. Şi’ri dahi verâ-yi revâk-ı gaybdan ve safır-i mürgan-ı âlem-i lâ raybdan söyler».
Husrev, devrinin değerli bir şairidir. Elimizde divanı mevcud değilse de âşıkane ve rindane mahiyette yazılmış bazı gazellerine mecmualarda tesadüf edilmektedir. Klâsik Türk edebiyatının muvaffakiyetli örneklerini veren bu şairin münhasıran Bektaşîliği terennüm eden şiirlerine rastlamadım. Fakat bazı manzumeleri, akidesi hakkında bir fikir verebilecek mahiyettedir. Bu manzumesinde de hurufîlik temayülü görülmektedir. Onun üç gazelini dercediyorum: