Fakat ağzımı açmadan odaya Hürriyet ve İtilâf fırkası reisi Halit Beyle Belediye Reisi Zihni efendi girdi. Ben iki vali arasında cereyan edecek bir münakaşayı bu efendilerin duymasını nahoş bulduğumdan bahsi kapamış göründüm, gelenleri Ali Galip Beye prezante etmeğe kalkmıştım. O, gevrek gevrek güldü:
- Beyefendiler, dedi, otelde teşerrüf etmiştim. Burayı teşrifleri de nimet oldu. Kendisini münakaşamıza hakem yapalım.
Ve cevabımı beklemeden, onlara ne konuştuğumuzu uzun uzun anlatmağa girişti. Ne yalan söyleyeyim, kızmağa başlamıştım. Ali Galip Beyi terslemek üzereydim. Lâkin Hürriyet ve İtilâfa candan bağlı bir vali ile o fırkayı koca bir vilâyet merkezinde temsile yeltenen bir zatın çok çapraşık bir vaziyette ne gibi cevherler yumurtlayabileceklerini, renksiz bir biçare olduğuna kanaat taşıdığım Belediye Reisinin de o cevherlere karşı nasıl bir tavır takınacağını merak ettiğimden Elâziz valisinin sözü ayağa düşürmesine ses çıkarmadım, nefsimi zorlayarak muhavereyi dinlemeğe koyuldum.
Halit Beyin Dahiliyeden gelen telgraftan haberi Ali Galipten müjdeyi alır almaz böbürlendi:
- Ben yazmıştım, dedi, eğer kuvvetli telkinlerimle İstanbuldakileri cesaretlendirmeseydim Mustafa Kemal Paşa mutlak ensemizde boza pişirirdi.
Ve yüzünü bana çevirerek şöyle ihtarda bulundu:
- Davulu biz çaldık amma, parsayı siz toplayacaksınız. Çünkü sabık ordu müfettişini yakalatmak şerefi size nasip oluyor.
Ali Galip Beye söylediklerimi bu şöhretli ayyaşa da tekrar ettim, Mustafa Kemal Paşanın tevkifi için hiç bir makamdan emir almadığımı ve böyle bir şeyin benim yanımda mevzuubahis olamayacağını anlattım. Kızıl kıyamet işte o zaman koptu. Halit Bey küplere bindi, benim vatana ihanetle itham edileceğimi küstah bir lisanla söylemeğe yeltendi, ben-