Mustafa Kemal Paşayı hemen yakalatmak, mahfuzen İstanbula yollamak. Maslahat bunu icap ettiriyor.
- Ne hakla?
Herif gazaba gelir gibi oldu, enikonu köpürdü. Lâkin yaşta ve yolda kendinden büyük bir adama karşı sert dil kullanamayacağını, zeminin ve zamanın da böyle bir taarruza müsait olmadığını hatırlamış olacak ki gazabını çabuk yendi, sesini mülâyimleştirdi:
- Galiba, dedi lâtife buyuruyorsunuz. Çünkü bir vali, hele sizin gibi bir çok vilâyetler idare etmiş tecrübeli bir vali, şahsi şakavetler gibi, siyasi şakavetlerin de hemen giderilmesi lâzım olduğunu biz mevkide naciz çömezlerden duymaya ve öğrenmeğe muhtaç değildir.
- Fikrinize hiç bir suretle iştirak etmiyorum. Fakat münakaşamızı mantıkî bir surette bitirmiş olmak için, iştirak eder görünerek, anlamak istiyorum: Mustafa Kemal Paşayı siz benim yerimde olsanız tevkife teşebbüs eder misiniz?
- Tereddütsüz! - Hangi kuvvetle? - Polis, jandarma ve icabında asker kuvvetlerile!
Bu zatın Anadoluda, harp sonundanberi, hüküm süren zihniyetin ve yurt endişesile gönüllerde yer alan heyecanın azametinden bihaber olduğunu görüyordum. Mustafa Kemal Paşanın otuz, otuzbeş gün içinde halk tabakalarını kendi şahsiyetile nasıl alâkalandırdığını ise, komşu vilâyet valisi muhakkak ki sezmiş değildi. Bundan dolayı, zavallı adamı tenvir etmek ve böyle fevkalâde zamanlarda çok dikkatli davranmak lâzım geldiğini söylemek istedim. 1908 inkilâbı hazırlanırken Padişahın kuvvetle itimat ettiği Şemsi Paşanın nasıl ortadan kaldırılıverdiğini ve Padişahı mabut sayan Arnavutların o mabut aleyhine ne suretle döndürüldüklerini hatırlatarak Ali Galip Beye yükseklerden atmamasını, milletin düşüncelerine, duygularına, dileklerine -uzaktan olsun- alâka göstermesini ihtara hazırlandım,