— Ey... ne olacak?
— Sen bilirsin ne olacağını!
— Öyle ise, bahar gelsin de seninle bir kokorozlu düğün yapalım!
— Haha! Yaparsın sen şeytanlar ile düğününü!
— Sana şuradan biraz şeker, çukulata falan filan alayım mı?
— Sen götür şekerini, çukulatanı Sulukule'deki Ayvansaray'daki kerizci kızlara...
— Peki, öyle ise, sana şık bir iskarpin ile alacalı bir hırka alayım...
— Alasın sen onları o dediklerime!
— Sana biraz mangır toslayayım mı?
— Ben diyilim dilenci... Toslayasın sen o mangırları yeni oynaşlarına!...
— Hoppala! Çattık be!
— Daha çatarsın çok sen, bu kafa ilen...
— Etem'den ne haber, Etem'i gördüğün var mı bugünlerde?
— Kalsın boynu altında Etem'in... Benim Etem'le alışverişim yok; görsün yüzünü şeytanlar onun!...
— Peki şimdi ne yapacağız ?
— Ne bileyim ben, sen çığırdın beni, ben de geldim!
— İyi ama yaz değil ki, gidip kırlarda biraz yan gelelim; bu havada böyle sokaklarda mı dolaşacağız?
— Orasını ben bilmem...
— Eğer, üstün, başın, kılığın, kıyafetin böyle olmasaydı, seni bu akşam Şehzadebaşı'na bir tiyatroya veya sinemaya götürürdüm!...
— Madem üyledir, giyineyim yarın avşam kulü-