Demek sık sık Berline gidip geliyorsunuz!»
«Senede iki defa!»
«Herr Döppke’nin işleri iyi gidiyor galiba!»
Güldü ve kırıttı.
Hâlâ soramıyordum. Artık kendim de farkına varmıştım ki, bu tereddüt, nasıl soracağımı bilmemekten değil, öğreneceklerimden korkmaktan geliyordu. Fakat benim için herşey müsavi değil miydi? İçimde hiçbir canlı his yoktu. Neden korkuyordum? Maria da kendisine göre bir başka Herr Döppke bulmuş olabilirdi. Belki de hâlâ bekârdı ve erkekten erkeğe koşarak, «inanacak adam» arıyordu. Herhalde benim çehremin hatlarını bile unutmuş olacaktı.
Düşündüğüm zaman ben de onun çehresini hatırlıyamadım ve on seneden beri ilk defa olarak, ne benim onda, ne de onun bende resmimiz bulunmadığını farkettim... Hayret içinde kaldım. Nasıl olmuş da ayrılırken bunu düşünmemiştik? Hadi, diyelim ki, pek çabuk buluşacağımızı tahmin etmiş ve hafızalarımızın kuvvetine güvenmiştik, fakat bunu ancak şimdi farketmeme ne demeliydi? Onun çehresini gözlerimin önüne getirmek lüzumunu hissetmemiş miydim?
İlk aylarda yüzünün bütün hatlarını hafızamda sakladığımı ve her an, hiç güçlük çekmeden hayalimde yaşattığımı hatırlıyordum... Sonra... Herşeyin bittiğini anlayınca, bu çehreyi görmekten ve tasavvur etmekten büyük bir dikkatle kaçmıştım. Buna dayanamıyacağımı biliyordum. Onun, Kürk Mantolu Madonnanm yüzü, muhayyelemde bile olsa, bana bütün sükûnumu kaybettirecek kadar kuvvetli ve tesirliydi.
Ancak, şimdi, bütün eski günleri ve hâtıraları, hiçbir heyecan duymıyacağımdan emin olarak, bir kere daha yâdetmek isteyince, onun çehresini aramış, fakat bulamamıştım... Ve bende bir resmi bile yoktu...
Ne lüzumu var?