Dizin tartışma:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf

Sayfa içeriği diğer dillerde desteklenmemektedir.
Vikikaynak, özgür kütüphane
 

YAKIN ÇAĞLARDA
TÜRK TİYATROSU

 
 

KANAAT KÜTÜPHANESİ

 
Türk Tiyatrosu
Tarihi
 


Refik Ahmet

Naşiri
KANAAT KÜTÜPHANESİ
İstanbul. 1934

 
Bu kitabın içindeki yazı ve resimlerin alınması ve başka dillere çevrilmesi
- telif hakkı kanununa göre - yazandan izin almıya bağlıdır.
 
 
Birinci cilt


Cumhuriyetten
evelki
devirlerde

İÇİNDEKİLER

          Önsöz.
  1. — Türkiyede ecnebi tiyatrosu.
  2. — Türk tiyatrosu nasıl başladı?
  3. — Gedikpaşa tiyatrosu.
  4. — Tiyatro edebiyatımız nasıl başladı?
  5. — Güllü Agop.
  6. — Bursa tiyatrosu.
  7. — Ahmet Fehim.
  8. — Mınakıyan ve tulûat.
  9. — Operet.
10. — 1908 den sonra sahnede Türkler.
11. — 1908 den sonra tiyatro edebiyatımız.
12. — Darülbedayi nasıl kuruldu?
13. — Darülbedayiin ikinci kuruluşu.
14. — Cumhuriyetin ilânına kadar.
15. — Türk kadını sahneye nasıl çıktı?
16. — Darülbedayi ve tiyatro edebiyatımız.
ÖNSÖZ



  Pek eski çağlardanberi Türk topluluklarının yaşayışlarında tiyatroya benzer eğlenceler vardır. Ötedenberi ağızdan ağıza söylenilen destan mevzularının yılda bir kalabalık toplantılarda temsil edilmesi de bu nevidendir.
  Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin sanat tarihimizi yazmakla uğraşan kolu bu yolda değerli eserler verecek,o çağları daha iyi aydınlatacak.
  Daha sonraki Türk toplulukları içinde de temsil ve temaşa eğlenceleri sürüp gitmiştir: Meddah, gölge oyunu, orta oyunu gibi.
  Ahmet Rasim, Ali Rıza ve Köprülüzade Fuat Beylerin bazı gazete ve mecmualarda çıkmış olan değerli tetkikleri bu sahayı aydınlatan kıymetli vesikalar mahiyetindedir.
  Bir aralık bu yolda ben de, ehemmiyetli sayılmasına imkan olmıyan, küçük araştırmalarda bulunmuş, bazı şeyler yazmıştım,[1] birkaç da konferans vermiştim. [2]
  Dilimizde Meddah, Karagöz ve Ortaoyunu hakkında yazılmış ve yeni Türk harflerimizle kitap halinde basılmış derli toplu tek eser, Selim Nüzhet Beyin 1930 da çıkmış olan "Türk Temaşası" adlı kitabıdır.
Ondokuzuncu yüzyılda Avrupalılaşma hareketleri arasında yurdumuza gelen garp usulû tiyatro hakkında ise henüz dilimizde hiçbir eser yazılmamıştır.
  Bu kitapta tiyatromuzun tam bir tarihini vücude getirmek gibi iddialı bir maksat gütmüyorum. Bu faydalı ve zevkli san'at kolunun yurdumuzda günden güne ilerleyip olgunlaştığını görüyorum. Ben bu ilerleme ve olgunlaşmayı ötedenberi günü gününe takip etmekten tat duyarım. Bu arada işin mazisini de karıştırıp bazı makaleler karaladım. [3]
  
  [1] İstanbul nasıl eğleniyordu? 1927. Suhulet Kütüphanesi.
  [2] İstanbul radyosu. 1931.
  [3] Tiyatro ve musiki mecmuası. 1928. Istanbul. Muhit mecmuası. 1930 - 1931. İstanbul.
  Sonra bu tetkikleri biraz daha derinleştirip sağlamlaştırmak istedim. Tetkik sahası, şöyle böyle bir asırlık kısa bir zamandır. Ama ne olsa karıştırdıkça ortaya yeni bilgiler, yeni vesikalar çıkıyor. Onun içindir ki tetkikimi tam saymıyorum.
  Kitabımı yazmak için eski gazete koleksiyonlarına, bazı kitaplara, tiyatro defterlerine, resmi dairelerin dosyelerine ve canlı menbalara, yaşayanların hatıralarına müracaat ettim. Bir adamdan dinlediğimi o devri yaşamış olan başka birkaç kişiden daha tevsik etmeden yazmadım.
  Ne olsa bu kitap, bu yolda ilktir, birçok eksikleri bulunabilir diye düşünüyorum.

– Heybeliada, 1933 –
1. — TÜRKİYEDE ECNEBİ TİYATROSU

I. İlk temsil,
II. Zevkimiz değişiyor.
III. Türkçe gazetelerde ecnebi piyeslerinin hulâsaları.
IV. İstanbulda ilk tiyatro binaları,

Avrupa sermayesi, ötedenberi Osmanlı imparatorluğu ülkesini, soyulup sömürülmeğe pek uygun saymış, buralarda müstemlekeler kurmak hayallerine düşmüş, emniyetli pazarlar aramıştır. Osmanlı imparatorluğunun her hakanın isteğine, her paşanın Avrupalı bezirgânlarla anlaşma şekline göre değişen nizamları içinde Avrupa sermayesi, bu emniyeti buldukça toprağımıza yanaşmış, havada emniyetsizlik kokusu sezince çekilip gitmiştir.

Üçüncü Sultan Ahmedin halkın çektiği sıkıntıya gözleri kapalı, yalnız hakanın ve saray çevresinde toplananların eğlencesini düşünen sefahat ve karışıklık idaresi içinde Onsekizinci yüzyılda Türkiye, Avrupa sermayesine en müsait bir hal almıştı. Damat İbrahim Paşanın lâle devri, Osmanlı tarihinde Avrupalıların İstanbula en çok gelip gittikleri bir devirdir

Damat İbrahim Paşanın taşkın eğlence merakına, o devrin İstanbuldaki ecnebi muhiti de cevap vermekten geri kalmadı. Hakan sarayında, vezir yalılarında, köşklerde, bahçelerde yapılan çırağan safalarına, helva sohbetlerine davet edilen ecnebi sefarethaneler mensupları, karşılık davetler yaptıkları zaman şarkta yeni bir eğlence göstermiş olmak için komedyalar oynadılar.[1]

Osmanlı imparatorluğunun son çağları türlü bozgunluklar içinde geçti. Hakanlık düzeninin kötülüğü, bu düzenin kötö kullanılması imparatorluğun günden güne alçalmasına sebep oluyordu. Fakat asıl bu alçalmadaki zorlu sebeplerden biri ve büyüğü doğu medeniyetininin artık yerini yapmış, çağını bitirmiş, eskimiş, kocalmış olması idi.

Osmanlı imparatorluğunun son çağlardaki bozukluğu içinde gerek ikide bir türlü korkunç düzensizlikler, densizlikler yapan, hakan kellesi isteyip sultanları can kaygusuna düşüren orduyu düzeltmek, gerekse devlet idaresi işlerine yeni bir yol vermek için artık bizim ötedenberi kullanılan eski usullerimizin uygun gelmediği anlaşılmağa başlanılmıştı. Bunların yerine Avrupalıların idare usullerini almayı düşünenler oluyordu.

Hakanların, paşaların kendi saltanatlarını kurtarmak için Üçüncü Selim zamanından itibaren yarım yamalak başarmaya kalkıştıkları ıslâhat teşebbüsleri önce siyasî hayatta değişiklik yaptı. Günden güne Avrupalılarla temasımız artıyor, Avrupadan memleketimize, memleketimizden Avrupaya gidip gelenler çoğalıyordu.

Siyasî hayatta başlayan Avrupalılaşma, gitgide içtimai hayatta da tesirini gösterdi. Yaşayışımız, ihtiyaçlarımız, âdetlerimiz ve zevkimiz değişmeğe başladı.

İstanbuldaki rum, ermeni, yahudi unsurları Avrupalılarla daha kolay, daha sık temas edebiliyorlardı. Şarkta yeni ticaret pazarları arayan Avrupa sermayesinin komisyonculuğunu almak, onlar için güç olmadı. İktisadî sahadaki bu sıkı temas yüzünden içtimaî hayatta da bazı Avrupa âdet ve eğlenceleri memleketimizde önce müslüman olmıyan akalliyetler arasında yayıldı.

İstanbulda Üçüncü Ahmet zamanında Fransız sefarethanesinde pek dar bir davetli zümresi karşısında oynanan komedyalardan sonra 1820 yılında Kuruçeşmede zamanın tanınmış ermeni zenginlerinden Düziyan ailesinin yalısında Avrupa görmüş bazı ermeni gençleri tarafından hususî bir aile eğlencesinde küçük bir temsil verildi. [2]

İstanbulda yerleşen Avrupalılar arasındaki aile eğlencelerinde de (1826-1839) Fransız repertuvarından tiyatro eserlerinin oynandığını biliyoruz. [3]

Fakat ne bu temsillerde rol alanlar tiyatro san'atkârı idi, ne de halk bu müsamereleri görmüştür. Onun için bunların hiçbirisi memleketimizde tiyatro hayatına başlangıç sayılmaz.

Avrupa devlet idaresi usullerinin alındığının ilân eden Tazimatı hayriye fermanı Topkapı sarayı bahçesinde toplanan halka okunduktan (3 Teşrinisani 1839) ve Avrupalılaşma hareketleri iyice yayılmaya başladıktan sonra İstanbulda alafrangalık almış yürümüştü.

Avrupa ticaretile beraber Avrupa san'atı da kendisine yeni pazarlar arayarak dolaşırken İstanbula da geldi, Beyoğlunun eğlence yerlerinde seyyar ecnebi trupları ecnebi dillerinde temsiller vermeğe başladılar, rağbet gördüler.

Beyoğlundaki ecnebiler, ecnebi dili bilen yerli hırıstiyanlar ve bir kısım Avrupa görmüş Türkler bu temsilleri takip ediyorlardı. Ecnebi lisanı bilmiyenlerin de tiyatroya gelebilmelerini, bu suretle müşterilerin artmasını temin için temsilden önce piyes mevzuları Türkçe olarak hulâsa şeklinde yazılıp bastırılıyor, dağıtılıyor, gazetelerle de ilân ediliyordu. Bazan da piyesler aynen Türkçeye tercüme ettirilip bastırılıyor, satılıyordu.

Takvimi vakayi ve Tercümanı ahvalden sonra Türk dilinde intişar etmiş üçüncü gazete olan Ceridei havadisin 1842 yılında çıkmış bir sayısında böyle İtalyanca oynanmış bir piyesin kitap halinde çıkarılmış Türkçesinin ilânı vardır. [4]

Ayni gazetenin 19 Kânunusani 1845 tarihli sayısında da meşhur Fransız tiyatro muharriri Bomarşenin Sevil berberi isimli eserinin Beyoğlunda Hoca Naum tiyatrosunda temsili münasebetile izahat var. Bu arada şu satırlar yazılmıştır :

SEVİL BERBERİ

Galatada Hoca Naumun tiyatrosunda geçende başlanılan oyunda mebni olan berber fıkrasıdır.

Söyle ki: İspanyada Endülüs ülkesinin Kürsii hükûmeti bulunan İşbiliyye şehrinde anası babası ölmüş, vasi elinde, gayet hüsünlü ve zengin bir kız bulunup Bartölo namında bir ihtiyar vasisi olmakla mal ve emlâk ve iradını yemek için kızı kendisi almak ister. Lâkin asilzadegân takımından pek maldar ve ehli hüner bir delikanlı varmış. Oralarda bulunan Figaro nam berberin önüne düşmesi ve vasıtasile bittakrip hekimin hanesine girip rağmen kızı tezevvüç eder.

Faslı evvel - evvelâ oyuna şu veçhile iptidar olunur ki İspanya âdeti üzere kızlar ekseriya haremde oturup çokluk dışarı çıkmadıkları misillû balâda zikrolunan Rozita nam duhter gûya hanesinde otururken âşıkı didesi olan Kont Almaviva nam merkum delikanlı kendi derdini ifade için yine birtakım mızıkalarle kızın penceresi altına varıp türlü türlü nagamat icrasile nefis çalgılar çaldırır ve kendisi beraber nağmeler yapar. Sonra fecrin tulûu ile çalgıcılara para verip savuşturur ise de onlar kemali teşekkürlerinden yere düşerek tevazu ederler. Badehu âdet üzerine kız pencereden aşinalık eder, sevda üzere durur velâkin kimse zuhur etmeyüp kont Almaviva kızla görüşmek için beklediği nafile olup, yukarıda zikrolunan berber elinde saz nevinden çenk, birtakım musiki ile raksederek berberlik, kılavuzluk, âşıkı maşuka kavuşturmak san'atlarını methü tavsif ve nice eda ve reftarı dilfirip ile ortaya gelir.

...........................[5]

İstanbuluda ilk tiyatro binası, Venedikli Jüstinyani isminde birinin Galatasarayı cıvarında yaptırdığı Fransız tiyatrosudur. Sonraları yanmış olan bu bina, İtalyan mimarisi tarzında muhteşem bir bina idi. Buraya bilhassa Fransız komedi ve operet heyetleri angaje ediliyordu. Bu tiyatro İstanbuldaki ecnebi hükûmetler sefirlerinden ve Türk vezirlerinden himaye görüyordu. İkinci olarak bugünkü Galatasaray lisesinin karşısındaki Hırıstaki Bey pasajı denilen binanın yerinde Hoca Naumun tiyatrosu yapıldı. Mişel Naum Efendi Suriyeli bir katolikti. Bu bina da İtalyan mimarisi tarzında yapılmıştı. Büyük ve muhteşemdi. 1870 Mayısının 24 üncü günü çıkan büyük Beyoğlu yangınında yandı, kül oldu.

Beyoglu, bu iki büyük tiyatro binasında senelerce gösterişli, gürültülü bir sahne hayatı görmüştür. Ecnebi dillerinde her türlü eserler, dram, komedi, opera, opera komik, operet.. bu tiyatrolarda ecnebi sahne san'atkârları tarafından oynanmış, rağbet görmüştür. Bazan İtalyan musikişinaslarını Beyoğlunun Paristen daha evvel dinlediği bile olurdu. Meşhur Kavalerya Rüstikana gibi eserler Pariste temsil edilmeden İstanbulda temsil edilmiştir. [6]

Padişah Abdülmecit de bu temsillere sık sık gidiyor, oyunları tiyatroda kendisi için yaptırılmış olan kafesin arkasından seyrediyordu. Hünkârın eğlenmek için tiyatroya gitmesi o zamanın gazetelerinde mühim bir hadise imiş gibi gösteriliyor. Ruznamei ceridei havadis padişahın şehzadelerden bazılarile birlikte tiyatroya giderken geçtiği yolun iki tarafındaki evlerin süslettirildiğini, yol üstünde yer yer çalgılar çalındığını, padişahın büyük bir lûtuf olarek(!) o gece de başka geceler gibi ahalinin tiyatroya kabul edilmesine izin verdiğini yazıyor. [7]

Eser itibarile zengin olan Beyoğlu tiyatroları, san'atkâr itibarile de dikkate değer bir kıymet ve ehemmiyet gösteriyor.

O devrin en tanınmış ecnebi sahne san'atkârları İstanbula gelip Beyoğlu tiyatrolarında temsiller vermişlerdir. Bunlardan Madam Küvine ile Mösyü Rifa ve Madam Ristori en önde sayılması lâzımgelenlerdendir. Bu sonuncusu, gerek güzelliği, gerekse san'atkârlık kudret ve kabiliyetile büyük şöhret kazanmış bir kadındı. Zengin bir markinin karısı idi. Gayet şık giyinir, tuvaletleri kibar âleminde dikkat ve itina ile takip olunurdu. İstanbulda da büyük bir sükse yapmıştı. Facia sanatkârı idi.

Ruznamei ceridei havadis, bu san'atkâr kadının İstanbula gelip temsiller vermeğe başlamasını şu satırlarla ilân ediyor:

(Trajediya, yani hüznamiz oyunları icra etmekte bulunan ve Avrupaca birinci derecede şöhretşiar olan Madem Ristori bu defa Dersaadete gelip Beyoğlunda Naum un tiyatrosunda icrayı lûbu maharet etmekte bulunmuştur.

Madam Ristori

Merkume hiddet ve gazap ve haset ve sürur ve aşk ve muhabbet gibi ebnayı beşerin, muttasıf ve mütehallik olduğu ahvali ahlâkı lûbgâhtı makamına göre taklit ile nazırlarını ol derecede müstağrakı hüznü esef eder ki bunun tarifi mücerret ameliyatının görülmesine muhtaçtır.) [8]

Avrupa eserlerinin Avrupa dillerinde temsil edildiği bu tiyatrolara tam bir Avrupa çeşnisi verebilmek için salonda sigara içilmesi de yasak edilmişti. Gene o gazeteden aldığım aşağıdaki satırlar, bu sigara yasağından bahis ve şikâyet ederken bize tiyatronun duhuliye ücreti, kira bedeli ve başka hususları hakkında da malûmat vermiş oluyor:

"Beyuğlunda Hoca Naumun tiyatrosu küşat olunarak operalar icrasına başlanıldığı geçenlerde ruznamemize derç ile ilân olunmuştu. Berayı seyrü temaşa tiyatroya azimet eden zevat fasıllar arasında sigara ve kahve ve meşrubatı saire içmek ve biraz teneffüs etmek üzere tiyatro derununda bir oda tahsis olunmuş ve tiyatronun sair mahallinde sigara içmek memnu bulunmuş ise de teneffüs odası denilen mahalde yalnız bir gaz kandili olup etrafı erbaasında bulunan kanapelerin minderleri mola taşı gibi kaskatı ve gayet tozlu topraklı olup hatta geçen akşam oraya gidenlerden dört kişi ikiyüzelli kuruş duhuliye ve masarifi saire verdikleri halde rahatla bir sigara içememişlerdir. Mesmunumuza göre mezkûr tiyatrohaneye yüzseksenbeşbin kuruş kira verilmekte olmakla bir beşbin kuruş daha gözden çıkararak zevatı varide için bir teneffüs odası tanzim ve tesviye olunsa veyahut dühan istimali memnuiyeti

kaldırılsa tiyatro müşterilerinin istikmali hoşnudî ve memnuniyetlerini bâdi olacağı biiştibahtır."
2. — TÜRK TİYATROSU NASIL BAŞLADI?

I. Saray tiyatrosu gençleri.
II. Ermeni artistler, İtalyan rejisör.
III. Âli Bey ve arkadaşlarının teşebbüsü

Padişahın umumî eğlence yerlerine gitmesini hoş bulmıyan bazı eski kafalılar dedikodu yapmaya başlamışlar, bu gibi hareketlerin padişahlık ağırbaşlılığı ile uygun olmadığını söyleyip ortalığı karıştırmak istemişlerdi. Yenilik hareketlerini sever görünmekle beraber karakter itibarile zayıf olan Abdülmecit, bu dedikodular üzerine Beyoğlu tiyatrolarına gitmekten vazgeçti, Dolmabahçe sarayının silâhhanesinde Avrupalı mimarlara bir tiyatro binası yaptırıldı. Getirilen ecnebi san'atkârlar padişah ve saray mensupları için burada temsiller vermeğe başladılar.

Abdülmecidin Dolmabahçe sarayındaki tiyatroya getirttiği ecnebi opera ve operet heyetlerinin mızıkasını o zaman sarayda teşkil edilen “Hademei Hassai Şahane„ heyeti teşkil ediyordu. Sonraları saray mızıka ve orkestrasını vücuda getiren ve “Hademei Hassa„ heyetinden sayılan bir kısım bilhassa bu iş için hususî surette ve itina ile yetiştirilmekte idi. Garp musikisini o zaman Avrupadan getirtilmiş olan yüksek üstatlar bu gençlere öğretiyorlardı. Sarayda yetiştirilen bu istidatlı Türk gençleri, gitgide ecnebi sahne artistlerine ufak tefek rollerde pekâlâ arkadaşlık edebilmeğe başlamışlardı. Bu suretle saray tiyatrosunda ecnebi san'atkârların oynadıkları operalarda Türk gençleri de rol alıyorlardı.

Saray mızıkasının genç Türk san'atkârları, saray çevresi dışında Beyoğlunun müslüman olmıyan yerli, ecnebi aileleri arasındaki san'at eğlencelerine de davet ediliyorlardı. Bilhassa ötedenberi tiyatroya hususi bir alâkâ gösteren ermeni aileleri; genç Türk san'atkârlarını ehemmiyetle karşılıyorlardı. Otuz yıl evvel Fransada Türk tiyatrosu hakkında hususî bir sayı basmış olan La Revue Theâtrale mecmuasındaki makalesinde M. Adolf Talasso, diyor ki:

“Genç müslümanlar, kendilerini davet edenlerle çabuk samimi oldular, azimle içe başladılar. Millî sahne tesis etmek şerefini kazanmak, onların kalplerinde yer etmişti.

Bu artistik münasebetleri bilhassa zevkli yapan kuvvetli bir cazibe de vardı. Bu da bu piyeslerin temsilini temin eden ermeni ailelerin gösterdikleri samimiyetti; genç müslümanlara bu temsillerde Havva kızlarını taklit eden bıyıksız arkadaşlar yerine bu ailelerin genç kadın ve kızları arkadaşlık ediyorlardı. Tenleri mat renkli, siyah, büyük, kadife gözlü, yarı aralık nar gibi kırmızı dudaklı güzel mahlûklar olan ev sahibesi kadın ve kızlarla bir arada oyun oynamak zevki bu gençlerdeki tiyatro sevgisinin artmasına sebep oluyordu."

Günün birinde saraydaki musiki heyetine mensup bazı gençlerin aralarında gizli gizli toplandıkları işitildi, bu toplantılar dikkate çarptı. Padişahlık idaresinin kuşkulu zihniyeti, saraydaki amatör gençlerin gizli gizli padişah aleyhinde bir suikast hazırlamakta olduklarını zannetmeğe başladı, saray muhafızları bu gençleri sıkı bir göz hapsine aldılar. İlk günlerde şüpheler hemen hemen kuvvetlenmeğe başlamıştı. Temsil bulunmadığı bir akşam gençlerin toplu olarak tiyatro salonuna girdikleri görüldü. Mesele anlaşılmış, her şey meydana çıkmıştı; Suikastçılar, son tertibat ve hareket kararını almak üzere birleşiyorlardı. İşte şimdi “cürmü meşhut" halinde yakalanabileceklerdi.

Bu düşünce ile silâhlarını ellerine alıp gençleri tevkif etmek üzere içeriye girenler garip bir manzara karşısında kaldılar... Hademei hassa amatörleri kendi kendilerine piyes temsil ediyorlardı!

Hakikatte bu san'ata hevesli gençlerin suikastla filân alâkaları yoktu, ecnebi tiyatro heyetlerinin temsillerinde bazan ufak tefek roller yapmakta olan bu gençler kimseye haber vermeden, kendi kendilerine çalışmışlar, bir temsil heyeti vücuda getirmişler, bir suflör ayırmışlar, bir de Türkçe piyes yapmışlardı, bu gece de eserlerini gizlice prova ediyorlardı...

Hademei hassa amatörlerinin hazırladıkları Türkçe piyes az bir zaman sonra saray tiyatrosunda temsil edilmiş, muvaffakiyet kazanmıştır.

Mösyö Adolf Talasso, bu hadiseyi Türklerin tiyatro sahasında attıkları ilk adım olarak gösteriyor, fakat yazık ki ne bu ilk piyesin ismini, ne de bunu oynayanların adlarını zikretmiyor.

Saray tiyatrosunda Türkçe piyes temsil edildiği haberi şehre yayıldığı zaman san'at sevenler büyük bir sevinç duymuşlar, ümitlere düşmüşlerdi.

Esasen bir zamandır, bazı ermeni gençleri ermeni diline çevirdikleri garp piyeslerini, şurada burada tertip ettikleri amatör müsamerelerinde oynamağa başlamışlardı. 1856 yılında Ortaköylü ermeni gençleri Mığırdıç Beşiktaşlıyan isminde bir arkadaşlarının reisliği altında teşkil ettikleri tiyatro heyeti ile evlerde faaliyette bulunuyorlardı. Bu heyet 1857 senesi kânunusanisinin birinci günü Ortaköy ermeni katolik mektebinde ilk defa olarak umumi bir temsil vardi. Mığırdıç Beşiktaşlıyanın ermeniceye tercüme etmiş olduğu Alfiyer'in Savol isimli dramı oynandı. Beşiktaşlıyan trupu o günden itibaren şehirde faaliyete geçti, uzun müddet ermenice temsiller verdi.

Aynı sene içinde, Armenak Hayguni isimli başka bir ermeni bazı arkadaşlarile birlikte başka bir tiyatro heyeti teşkiline kalkmış, muvaffak olmamış, bunun üzerine “Musayık-ilham perileri" adıyle ermenice bir tiyatro mecmuası neşrine başlamıştı. Armenak Hayguni bizzat telif ettiği, yahut garp lisanlarından ermeniceye çevirdiği piyesleri bu mecmuada neşrediyordu.[9]

Şehrimizde ecnebi truplar tarafından temsil edilen eserlerden “Müsebbip" ve “Riyakâr" isimli piyesler de bu sene zarfında Türkçeye tercüme olunarak bastırılmış, rağbet görmüştü.

Bu piyeslerin Türkçeye tercüme olunup kitaplarının rağbet görmesi Türk dilinde temsiller vermek fikrini ortaya attı. Bu suretle Türk tiyatrosu bir fikrin meşimesinden hayata ayak basıyordu. (1857)

Naum tiyatrosunda İstepan Ekşiyan'ın idaresinde Bedros Mağakyan, Çamaşırcıyan, Matmazel Fani ve saireden mürekkep bir ermeni tiyatro heyeti İtalyancadan tercüme edilmiş Don Grigoryo isimli üç perdelik bir piyesle Odun-kılıç isimli bir komediyi Türkçe olarak temsil ettiler. Abdülmecit bu temsilde hazır bulundu.

Sirapyon Hekimyan bu ermeni trupunun reisi sayılıyor ve heyete eser hazırlıyordu.

İstanbulun o seneler içindeki tiyatro hayatını kısaca şöyle hülâsa etmek kabildir: Zaman zaman ecnebi truplar gelip ecnebi lisanlarında temsiller veriyorlardı. Memlekette yerli ermeni gençlerinden de bazı artistler yetişmekte, ermenice temsiller TÜRK TİYATORSU

vermekte idi. 1858 senesinde Hasköyde ermeni mektebinde bir gençler grupu ermenice temsiller vermiye başladı. Hasköy Nersisyan mektebi muallimlerinden Mardiros Mınakyan, Tomas Fasulyacıyan, Nikogos Tülbentçiyan bunların arasında idi. Yedikule ermeni hastanesinde doktor olan Karekin Çaprasyan da bu heyetin rejisörü idi.

1859 da Altundüri Arakel isimli bir ermeninin teşebbüsiyle Hasköyde ermeni mektebi civarında bir tiyatro binası yaptırıldı, burada henüz ilk temsil verilmişti ki Beyoğlundaki büyük tiyatronun müsteciri Naum Efendi İstanbulda tiyatro oynatmak imtiyazının kendisine verildiğini söyliyerek Hasköylüler aleyhine bir dava açtı. Hasköy tiyatrosu “1860" senesi martında mahkeme karariyle kapattırıldı. Tiyatro hayatı tekrar Mişel Naum Efendinin tiyatrosuna inhisar etmiş oluyordu. Bu sefer Hasköylü ermeni san'atkârları da Naumun tiyatrosuna gelmişler, burada ermenice temsiller vermiye başlamışlardı. Motti'nin Haçaturyan tarafından ermeniceye tercüme edilmiş olan Aristodem isimli dramı bu gençler tarafından oynanmış, Aristodem'in kızı İksira rolünü oynıyacak kadın artist bulunamamış, genç muallim Mınakyan kız rolüne çıkarılarak temsil verilmişti. Bu oyun sonraları sahnede uzun müddet saltanat sürmüş olan Mardiros Mınakyan'ın üzerine ilk defa dikkati celbetmiş olması itibariyle ayrı bir ehemmiyeti haizdir.

Hasköy tiyatrosunun kapatılmasından sonra Arakel Altun düri ve kardeşleri Beyoğlunda bir tiyatro kurmağa teşebbüs etmişlerdi. Beyoğlu ermeni kilisesi mallarından olan ve şimdiki Tokatlıyan otelinin yerinde bulunan “Kafe oriyantal"i beş seneliğine kira ile tuttular. Burada muntazam temsiller vermek üzere hükûmetten izin aldılar, tiyatroya “Şark tiyatrosu" adını verdiler. Bu suretle Beyoğlandaki tiyatro binalarının sayısı üçe çıkmış oldu.

Şark tiyatrosu yapılan bina 1859 da inşa edilmişti, Şark tiyatrosunda ilk temsil 14 kânunuevvel 1861 de verilmiştir. Sonraları şöhret kazanan Davit Tiryans, Mardiros Mınakyan, Serope Bengiyan, Ohanes Acemiyan, Bedros Mağakyan, Tomas Fasulyaciyan ve Agop Varteviyan da Şark tiyatrosu san'atkârları arasında idi. Evlerdeki temsillerde rol alan genç ermeni hanımları, umumi sahnelere çıkmağa cesaret edememişlerdi. Aktris buhranı devam ediyordu.

Kumkapı kızlar mektebinde muallime olan genç ve güzel Matmazel Arusiyak Papaziyan sahneye çıkmağa razı oldu. Kız kardeşi Matmazel Agavni Papaziyan da onunla birlikte tiyatro

19 YAKIN ÇAĞLARDA

hayatına girdi. Gene o sene Madam Mariyam Zagımikyan isminde bir kadın sahneye intisap ediyor. Sahnede Bilecikliyan ismile çalışan bu kadınla Papaziyan kardeşler ve daha evvel adı geçen Matmazel Fani İstanbulda umumi sahnelerde tiyatro hayatına giren ilk kadınlardır.

Şark tiyatrosunda oynanan ilk piyes, Tomas Terziyan Efendinin “İki Ahbap Çavuşlar" isimli eseridir. Bu tiyatroda Sinyor Asti isminde yetmiş yaşında tecrübeli bir İtalyan tiyatro adamı rejisör olarak çalışmıştır. Memleketimizde tiyatro ıstılâhları da 1861 yılında tesbit edilmiş ve bu İtalyan san'atkârın bu işte hizmeti görülmüştür.

Bu sırada İzmirdeki ermeniler de orada bir tiyatro heyeti teşkil ediyorlar. Yerli tiyatro hareketleri genişliyordu, fakat Türkçe temsiller kesilmişti.

İstanbulda Şark tiyatrosu 1863 e kadar muntazam temsiller verdikten sonra kapanmış ermeni san'atkârlar şuraya buraya dağılmışlardır. 1866da Simon Tıngıryan isimli bir ermeni Şark tiyatrosunu yeniden faaliyete geçirmiştir.

Bu sırada Naumun tiyatrosunda da Ohanes Acemiyanın idaresinde başka bir ermeni trupu kendi dillerinde temsil vermekte idi. Şark tiyatrosu “1868"de bir Yunanlıya kiralanmış, tiyatroluktan çıkmış, Alkazar dö Bizans ismi verilmiş, canbazhane yapılmıştır.

Şark tiyatrosunun kapanması ermenice temsillerin artık seyirci bulmamıya başlamasından ileri geliyordu. İş tavsamıştı. Tiyatro heyetleri çoğalmıştı, fakat bunların hepsini doyurabilecek bir seyirci kütlesi yoktu. Şark tiyatrosunda yetişip te etrafa dağılan ermeni san'atkârlar ayrı ayrı truplar teşkil etmişler, ekmek paralarını çıkarmıya çalışıyorlardı. Yeni bir çalışma sahası, yeni müşteri bulmak lâzımdı. Bu dağınık heyetlerden Asya cemiyeti ismini taşıyan trupun en göze çarpan san'atkârı Agop Vartoviyan, eski aktör Karabet Papaziyanın tavsiyesi üzerine yeni bir tecrübeye girişti, “Sezar Borciya" piyesini Türkçeye çevirterek temsil etti,. muvaffak oldu. “1868"

Mösyö Suliye isimli bir Fransız Gedikpaşada bir hipodrom yaptırmış, burada zaman zaman temsiller, oyunlar gösterilmişti.[1]

[1] Bir müddettenberü Tiflis canibinde bulunan meşhur cambaz Suliyenin kumpan-

20 TÜRK TİYATROSU

Mösyö Suliye nihayet burayı bırakıp kalkıp gitti. Tiyatroyu seven, bu san'atın memlekette yerleşip kökleşmesini ve ilerilemesini istiyen bazı Türk münevverleri, burayı satın aldılar, tiyatro haline getirdiler ve burada Türk dilinde muntazam temsiller verecek bir tiyatro heyeti teşkil etmek istediler. Türklerin doğrudan doğruya tiyatroculukla meşgul olması belki de hoş görülmezdi, hele işin içinde sahneye kadın çıkartmak ta olduğuna göre o zamanın telâkkisince tiyatroculuk çirkin bir iş te sayılabilirdi. Bu sebeple bu işin müteşebbisleri olan Türkler, Âli Bey ve arkadaşları, tiyatrolarının müdür ve sahibi olmak üzere bir başkasını ortaya çıkarmak mecburiyetini duydular. Bu adam, Türkçe olarak temsil ettiği Sezar Borciya piyesinde Âli Beyin dikkatini çekmiş olan Agop Vartoviyan olabilirdi. Öyle oldu.

Bu teklif Agop Vartoviyana da pek uygun gelmişti. Bir taraftan temsil heyetini tanınmış, kudretli kimselerin himayesi altına koyacak, yardım görecek, bir taraftan da Türk halkını tiyatroya getirecek, yeni bir varidat menbaı işletilmiş olacaktı. Gedikpaşa tiyatrosu 1869 yılında Türkçe piyesler temsiline başladı.


yası bu kerre Derisaadete gelerek Gedikpaşada kâin mahalli sabıkında icrayı lübiyat edecekleri işitilmiştir.» Ruznamei ceridei havadis, sayı 1175 Recep sene 1980 (1861)

21 YAKIN ÇAĞLKRDA

Gedikpaşa tiyatrosu ilânlarından birinin baslığı / tiyatro binasının resmi /

3. — GEDİKPAŞA TİYATROSU

I. Yeri, dışı, içi. II. Nizamnameleri. III. Gazetelerin yazdıkları. IV. İlk Türk aktörleri.

Türk tiyatrosunun ilk inkişafına sahne olan Gedikpaşa tiyatrosu Çarşıkapıdan Kumkapıya doğru inilirken takip edilen geniş cadde üzerinde solda köşe başında idi. Zamanında Suliye canbazhanesi ismile meşhur olan bina sonraları Abraham Yaramyan Paşa adlı zengin bir ermeniye geçmişti. “1868 - 69" senesinde tiyatro haline ifrağ edilirken binada lâzımgelen tâdilât ta yaptırılmıştı. Bina büyük bir duvarla caddeden ve yan sokaktan ayrılmış, büyük bir avlu içinde idi.

2 TÜRK TİYATROSU

Geçenlerde ölen kıymetli âlim ve mütetebbi' Edirneli Dr. Rifat Bey, — babasının da sermaye ve idaresinde müşterek olduğu — Gedikpaşa tiyatrosu hakkında genç müzikolok Köse Mihalzâde Mahmut Ragıp Beye yazdığı hususî bir mektupta aynen şunları söylüyor :

Sokak Gazino Sahne Büfe Bağçe Kapısı Tiyatro Kapısı Çarşı Kapı Gedikpasa Cattesi Kumkapı

Gedikpaşa tiyatrosunun plânı / Merhum Doktor Rıfat Beyin tarifine göre yapılan bu plân tiyatronun devamlı seyircilerinden olan merhum miralay Hulûsi Bey tarafından tashih edilmiştir. /

“Harici tarafeyninde tuğladan örme direkleri ve fenerleri olan bir kapıdan bir meydanlığa girilirdi. Solda mebzul bir surette tenvir edilen ve pek zarif tefriş edilmiş bir gazino vardı ki bunun bir kısmında bilârdolar dizili idi. Diğer kısmında kitap, gazete, müteaddit camlı camsız levhalar vardı.

Tiyatronun mermer direkli kapıları vardı; mermer merdivenlerle çıkı-

23 YAKIN ÇAĞLARDA

lırdı. "Tiyatro binası haricen ahşap idi. Üç katlı localardan en alt kattakilerin al renkli kadife döşeli ve aynı renkte perdeleri olduğunu biliyorum. Yukarıda kubbe gibi bir avize asılı idi. Nasıl söndüğünü, nasıl yakıldığını bilmiyorum. Her halde elektrik yoktu, fakat avize muhteşemdi. Sahnenin mukabilinde perdeleri kapalı duran büyük bir loca vardı, padişahlara mahsustu. Yerde sıra sıra kanapeler, koltuklar vardı.

Sahne hayli büyüktü, arkasında birçok odalar vardı. Kara kaşlı, kara gözlü, beyaz tenli, şişmanca bir hanımın beni odasına alıp sevdiğini, hemen daima, bana paketler içinde şam fıstığı verdiğini tahattür ederim. Bu hanım oyuna çıktıkça herkes onu dürbünlerle seyrederdi. Bu sahnede topa arabaları vardı, tahtadan mı, kâğıttan mı idi bilmem. Oyunlardan evvel dışarda avludaki gazinoda alaturka saz çalınırdı...

Muhterem doktorun kuvvetli hafızasından bize naklettiği çocukluk hatıraları tiyatromuzun ilk devirlerine ve ilk binasına ait pek kıymetli malûmatı ihtiva ediyor. Bu malûmattan da anlaşılıyor ki Gedikpaşa tiyatrosu devrine nazaran hayli muhteşem, ehemmiyetli bir bina imiş. Dr. Rıfat Bey Gedikpaşa tiyatrosunun bir şirket tarafından idare edildiğini ve babasının da bu şirkette hissesi olduğunu, kendisinin çocukluğunda bu itibarla tiyatroya sık ve serbest gittiğini söylüyor. Bizim tetkiklerimiz de bu idarenin bir şirket olduğunu, sonraları İstanbulda Çenberlitaşta şimdi evkaf müdürlüğü olan Asım Paşa konağında bütün masrafı kendi kesesinden verilmek suretiyle ilk klöbü tesis etmiş olan Mısırlı Mustafa Fadıl Paşanın bu şirketin de başlıca sermayedarları arasında bulunduğunu göstermektedir. Ekrem, Namık Kemal, Âli Beyler ve başka birkaç zat tiyatronun idaresile alâkadar idi.

Tiyatronun müdürü Agop Vartoviyandı. Oynanılacak eserler zaman zaman Ekrem, Namık Kemal, Ebuzziya Tevfik, Şemsettin Sami, Agâh, Fehmi, Ahmet Mithat Beylerin dahil oldukları edebî hey'et tarafından hazırlanırdı.

Sadrazam Âli Paşanın tavassutu ile suflörle oyun oynamak imtiyazı Sultan Aziz tarafından bir fermanla Agop Vartoviyana verilmişti; bunun için az bir zaman zarfında devrin bütün tanınmış artistleri Gedikpaşa tiyatrosunda toplandılar.

Gedikpaşa tiyatrosunun iki nizamnamesi vardı. Bunlardan biri idarî mahiyette idi. Temsil hey'etinin idareye karşı olan vaziyetini tespit ederdi. İkinci nizamname ile de sahne işleri tespit ve tanzim olunmuştu. Sahne işlerinde tâli derecedeki artistlerin bile re'yi alınır, fakat müzakere ve karardan sonra Agop Vartoviyan bütün mes'uliyeti üzerine alarak tatbikine başladığı bu kararların icraatında hiç kimseyi işine karıştırmazdı.

24 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/29 YAKIN ÇAĞLARDA

Zaman zaman Fasulyacıyan, Noçi, Mınakyan bu hey'etin rejisörlüğünü yaptılar. Agop Vartoviyan hasılâta ortaktı, kendisinden başka bütün artistler maaş alırlardı. Memleketin hemen hemen tek tiyatrosu olması, resmî himaye görmesi, ahalinin rağbetini kazanması yüzünden tiyatronun kasası daima dolu bulunuyordu. Bu itibarla artistlerin aldıkları maaşlar o devrin diğer sahalardaki kazanç nisbetine nazaran haylı yüksekti. Bir fikir vermiş olmak için artistlerden Karakaş hemşirelerin altmış altından fazla aylık aldıklarını söylemek kâfidir. Gedikpaşa tiyatrosu san'atkârları gayet temiz giyinirler, hariçte daima iltifat görürler, yüksek mevki sahibi sayılırlardı. Abdülmecitten sonra padişah olan Sultan Aziz daha ziyade eski Şark eğlencelerine düşkün olduğu için tiyatroya pekaz ehemmiyet veriyordu, fakat münevver ve genç Türklerin bu güzel san'ata karşı gösterdikleri büyük alâkanın tesirleri Gedikpaşa tiyatrosuna lâzım olduğu kadar ehemmiyet kazandırmıştı. Gedikpaşa tiyatrosu teknik mükemmeliyeti ve artistlerin san'atkârlık kıymetleri itibariyle Avrupa tiyatrolarına yakın bir yükseklikte bulunuyordu.

Gedikpaşa tiyatrosunun Türk muharrirlerinden, münevverlerden, matbuattan gördüğü ciddi alâka ve yardım, bu tekâmülü temin etmişti. Aşağıdaki satırları 3 Kânunuevvel 1293 (1871) tarihli Basiret gazetesinden alıyorum :

“Bir zat tarafından gelen varakadır:

Asrımız hakikaten gıptefermayı âsârı selef denmeğe sezavar bulunduğu ve memâlikimizce emri medeniyet günden güne ilerilemkte olduğu dünkü gün gördüğümüz bir eserle dahi ispat ederiz. Şöyle ki Gedikpaşada iki senedenberi küşat edilen Osmanlı tiyatrosunda dün gece bazı vükelâyı fiham hazeratı hazır oldukları halde icra kılınan lûbiyat sahihen şayanı takdir olarak, gerçi ermeni bulunan oyuncuların Türkçe oynadıkları şeylerde görülen kusur ve galetat setrolunur bir noksaniyet değil ise de sair oyuncuların pek güzel ve gayet mükemmel surene oynadıkları görülmüştür. Ve hattâ Ahmet Efendi nam zatın bu bapta ibraz eylediği hüner ve meharet herkesin tahsinini mucip olduğu kemali memnuniyetle görü Ve şu hale nazaran başlıca bazı nesâyihi havi böyle bir eserin memalikimizde kariben bir kat daha teessüs edeceği kaviyyen memul bulunmuş olmakla bu bapta hissemize ait olan methü senanın ifaşına mübaderet eyleriz.” (1).

Umumî sahnelerde oynıyan ilk Türk aktörler, Gadikpaşa tiyatrosunda sahneye çıkmışlardır. Bunlardan yukarıdaki fıkrada da adı geçen Ahmet Necip, Büyük İsmailin kardeşi Hamit, bu

(1) Basra gazetesi, Numara 239. İstanbul.

26 TÜRK TİYATROSU —

yolda: uzun müddet devam etmediler, sonraları tulûat tiyatrolarına geçtiler. 1876 da Gedikpaşa tiyatrosunda sahneye çıkmış olan Ahmet Fehim Efendi yarım asır bu san'ata emek ve ömür verdi.

Sultan Aptülhamit tahta çıktıktan sonra 1876 da Türk-Rus muharebesinden evvel Lort Salisborinin riyasetindeki İngiliz diplomasi heyeti İstanbula geldiği zaman Gedikpaşa tiyatrosunu bilhassa görmek istemiş, burada verilen üç temsilde Osmanlı sarayı erkâniyle birlikte hazır bulunmuş, Türkiyede tiyatro san'aatının gördüğü terakki ve tekâmüle şaşmıştı.

Gedikpaşa tiyatrosunun repertuvarını Molyerden, Hügodan, Dümadan tercüme edilmiş klâsik eserler, tarihî dramlar, Ksaviye dö Montependen, Jül Mariden tercüme edilmiş cinai melodramlar ve telif Türk temaşa eserleri teşkil ederdi. Gedikpaşa tiyatrosunda senede ancak dört defa da ermenice piyes temesil edilirdi. 1876 dan itibaren bir Fransız mütehassıs getirtildi, şarkılı piyesler de oynanmıya başlanıldı.

Gedikpaşa tiyatrosunun 1878 senesi kânunuevvelinin 25 inci Çarşanba günü san'atkârlardan Davit Tiriyans şerefine verilen müsamereye ait ermenice iylân varakasında şöyle bir kayıt var. Müsamerede Molyerin “Avar" piesinin temsil edileceği yazıldıktan sonra deniliyor ki :

"Fiatlar muayven değildir, tyatro seyircilerinin arzusuna ve lûtüflerine sâbidir: San'atkâr Davit Tiriyansın menfaatine olduğu için kabilse lütfen hanımların da duhuliye vermeleri rica olunur...

Bu iylândan muayyen bir kimsenin menfaatine olmıyan temsillerde kadınların ücrete tâbi olmadıkları gibi bir mânâ çıkıyor. Bunun böyle olup olmadığına dair hiç bir yerde bir kayde tesadüf edemediğim gibi o devri yaşamış, Gedikpaşa tiyatrosuna devam etmiş zevat ta bu husustaki sualime buüa dair bir şey hatırlıyamadıkları cevabını verdiler.

Gerek sultan Aziz devrinde, gerek ondan sonra gelen sultan Murat ve Abtülhamit devirlerinde zaman zaman sıkı bir sansür tatbik ediliyor, hürriyet âşıkı genç Türkler takip olunuyorlardı. Gedikpaşa tiyatrosu asıl kuvvetini bu genç Türklerden aldığı için zaman zaman sarsıntılara uğramaktan da kurtulmamıştır.

Muhtelif telif piyeslerin temsili menedilmiş, muhtelif Türk muharrirler nefyolunmuştur.

27 YAKIN ÇaĞLARDA

4. — TİYATRO EDEBİYATIMIZ NASIL BAŞLADI?

I. Şair evlenmesi.

II. Ali Haydarın eserleri.

III. Âli Beyin eserleri.

IV. Namık Kemalin makalesi,

V. Namık Kemalin piyesleri.

VI. Ebuzziya Tevfik, Recaizade Ekrem, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Manastırlı Rifat, Hasan Bedrettin.

VII. Tiyatro gazetesi

Gedikpaşa tiyatrosu, Türkiyede tiyatro edebiyatının doğmasına da sahne olduğu için ayrıca ehemmiyetlidir. Gerçi Türk dilinde tiyatro eseri yazılması, Gedikpaşa tiyatrosunun kuruluşundan öncedir; edebiyatımızın garbe açılmış ilk penceresi olan Şinasi (1826-1869), pek genç iken Avrupaya gidip Fransada Fransız edebiyat ve ilim adamlarile düşüp kalkmağa, oradaki fikir ve san'at hayatını yakından takip etmeğe başladığı zaman garp medeniyet ve irfanını tetkik ettiği sırada tiyatroyu, tiyatro eserlerini de görmüş, beğenmişti.

Şinasi memlekete döndüğü zaman Türkiyeyi yaşatabilmek için bütün müesseselerile birlikte yenileştirmek lâzım geldiğine inanmış bulunuyordu. Bu düşüncesini yaymak ve yapmak için önce gazetecilik etmeğe karar verdi. Agâh Efendi ile birlikte Tercümanı ahval gazetesini kurdu, sonra Tasviriefkâr gazetesini çıkardı.

Şinasi bir taraftan makalelerle Avrupalılaşma propagandası yaparken bir taraftan da eserlerile Avrupalılaşmış edebiyata nümuneler vermek istiyordu. Bu arada bizim edebiyatımız için yeni bir nevi olan tiyatro şeklini de tecrübe etti ve “Şair evlenmesi"

Şinasi Efendi

28 TÜRK TİYATROSU

isimli bir perdelik bir komedi yazdı (1860). Bu piyes Tercümanı ahval gazetesinin 2, 3, 4, 5 numaralı sayılarında tefrika halinde neşredildi. “Şair evlenmesi", uzun zaman bu gazete koleksiyonu içinde kalmış, ancak 1908 meşrutiyetinden sonra ve Selânikte teşekkül eden bir amatör tiyatro hey'eti tarafından sahneye konulmuştur[1]. Bu temsil hey'etinde dahil bulunan İbrahim Necmi Bey, piyesin o zaman Selânikte kitap halinde de neşredilmiş olduğunu söyler.

“Şair evlenmesi" nin tamamı, Ahmet Rasim Beyin “büyük muharrirlerden Şinasi" isimli eserinde de vardır [2].

Şinasi, bu piyesinde eskidenberi sürüp gelen görücü ile evlenme usulünün fenalıklarını gösterir, bu eski âdetimizle alay eder. Rüşvet alan imamı, şer'î hileyi, mahallelinin namus telâkkisini tasvir eder. Mevzu şudur:

Şair Müştak Bey, Kumru Hanım isminde bir güzel kıza âşık olur. Kızın ailesine haber gönderip evlenmek istediğini bildirir, razı olurlar. Fakat Kumru Hanım ailenin küçük kızıdır, sırada ablası var, önce onu evlendirmek lâzım. Onun için ailesi Kumru Hanım yerine hoppa şöhretli ve yaşlı olan ablasını Müştak Beye vermeğe kalkarlar. Şair evleneceği akşam bu işin farkına varır, düştüğü tuzaktan kurtulmak için bir hayli sıkıntı çeker, nihayet Hikmet Bey isminde bir arkadaşının akıllılığı, becerikliliği, imama rüşvet vermesi sayesinde maksadına erer.

Eserin mevzuu da, tertibi de basittir. Fakat dili çok temizdir, sadedir, güzel bir konuşma dilidir. İlk tiyatro eserimizdeki yazılış tarzını göstermiş olmak için şunları da kaydedeyim:

Şinasi, eserinin başına şunları yazmıştır:

“Mutarıza içinde bulunan kelâm yalnız hali tarif içindir. Bazı kelimelerin imlâsında mahsusî olan yanlışlık dahi tekellümün telâffuzunu takip içindir.

Şairin evlenmesi oyunu bir fasıldan ibarettir. İşbu oyunun fıkrası gelin odasında vuku bulur.

Şinasi, piyes karşılığı olarak oyun kelimesini kullandığı gibi eşhas karşılığı olarak ta takım kelimesini kullanmış, yanına Fransızca personnage kelimesini yazmıştır. Meclis karşılığı olarak ta fıkra kelimesi kullanılmıştır. Piyes bir perdedir, bu perde de dokuz meclise ayrılmıştır. Oyun ve takım, orta oyunu ıstılâhlarındandır. Perde karşılığı olarak fasıl, meclis karşılığı olarak fıkra kelimelerini Şinasi bulmuştur.


[1] Edebiyat tarihi: İbrahim Necmi. İstanbul. [2] Büyük muharrirlerden Şinasi: Yazan Ahmet Rasim S. 139 İstanbul Yeni Matbaa. 1927.

29 YAKIN ÇAĞLARDA

Eserin başında personnage şu suretle kaydedilmiştir:

Müştak Bey - Güvey, Kumru Hanımın âşıkı

Hikmet Bev - Müştak Beyin mahrem dostu

Kumru Hanım - Müştak Beyin sevgilisi ve Sakine Hanımın küçük hemşiresi.

Sakine Hanım - Müştak Beyin nikâhlısı

Ziba Dudu - Kılavuz

Habibe Kadın - Yenge

Ebüllâklâkatül'enfi - Sakine Hanımın nikâhını kıyan imam

Batak Ese - Mahalle bekçisi

Atak Köse - Mahalle süprüntücüsü

Bazı mahalleli, esnaftan...

Şinasinin eserinden sonra dilimizde yazılan ikinci piyes Ali Haydar Beyin “Sergüzeşti Perviz" isimli eseridir (1866).

“Sergüzeşt Perviz, manzumdur. Mevzuu trajiktir. Muharriri, eserine yazdığı mukaddimede “şiirimizde bir trajedi yolu açtım, ikmal ve intizamına bu yolda beni takip edeceklerin muvaffak olmalarını temenni ederim" diyor. Türkçe nazımda o zamana kadar görülmemiş bu cesarete birçokları isyan etti, fakat muharriri bu iptidaî eserinden sonra ikincisini neşretti. İkinci eserin mevzuu şudur:

Eski zaman hükümdarlarından İkinci Ersas isminde biri İran şahı Şapura karşı koymak için Bizans kayserinin yardımını ister, Ulariyus isminde birinin kızı olan Olimpiyat'la evlenir. Biraz sonra aldığı ikinci karısı ortağı Olimppiyad'ı kıskançlıkla öldürür.

Bu da iki perdelik manzum bir tiyatro idi. İsmi İkinci Ersastır. Acemice bir eserdir. Vezin, kafiye kusurlarından başka bir de henüz o vakit daha nazım dilimizde hüküm süren mananın en nihayet bir beyitte tamamlanması mecburiyeti bu eserlere garip bir çeşni veriyordu. Ali Haydar bundan sonra iki perdelik manzum Rüya oyunu komedisini vücude getirdi.

Bunun mevzuu da şudur:

Bir bey rüyasında Kalipsoyu görür. Uyandığı zaman bu rüyayı tabir ettirmek için bakıcıya haber gönderir, O sırada Ayyar isminde bir dalkavuk, beye büyük babasının öldüğü, mirasa konduğu haberini getirir. Bu parayı yemek için beyi alıp Arinkonun evindeki baloya götürür. Bey bu evde Marinko isminde bir kadınla eğlenmeğe başlar. Fakat bu sırada bakıcıdan haber gelir. Falcı, Marinko, Arinko ve Ayyarın beyi soymak için sözleşmiş olduklarını haber verir. Ayyarın plânı da bu suretle suya düşer. Bey gözlerini açar, paralarını yedirmez.

30 TÜRK TİYATROSU

Ali Haydar Bey, bundan sonra Goncei Çin, yahut Bir ağlamanın bir gülmesi dramını ve Hekimlerin hazakati yahut Tiyatro içinde tiyatro komedisini yazdı. Bu oyunların oynandığına dair bir kayıt yok, fakat Behçet Bey isminde gene manzum bir piyesin Osmanlı tiyatrosunda oynadığını biliyoruz. [1]

“Osmanlı tiyatrosu" diye şöhret bulan Gedikpaşa tiyatrosunda ilk zamanlarda bilhassa tercüme eserler oynanıyordu. Telif eser, nadirdi. Gazetecilik, devlet memurluğu, düyunu umumiye müdürlüğü etmiş olan Mehmet Âli Bey bu tiyatroya eser yetiştiren muharrirlerin başındadır.

Âli Bey “Kokona yatıyor", “Misafiri istiskal" isimli iki telif piyes yazmış (1870) Molyre'in “Skapenin hileleri" komedisini “Ayyar Hamza" adile adapte etmiştir (1871),

“Kokona yatıyor" piyesinin mevzuu şudur:

Efendi, karısını aldatmak için Adaya gideceği bahanesile dışarıda kalır. Madam, bunu fırsat bilerek evden çıkıp yalnız baloya gider, bu sırada erkek eve döner. Hizmetçi, madamın evde olmadığını gizler, “Kokona yatıyor!. diyerek hanım gelinceye kadar efendiyi oyalar,

Bir perdelik bir komedidir.

“Misafiri istiskal" de bir perdelik bir komedidir. Bunun mevzuu da şudur:

Mümtaz Bey isminde bir zatın, Abdi isminde çok can sıkıcı ve münasebetsiz bir komşusu vardır. Bir donanma günü eve gelir, ev sahibi onu savmak için türlü hileye baş vurur.

Muharrir, eserin sonuna ilâve ettiği yazıda, bu vak'anın tiyatro için gayet ehemmiyetsiz olduğunu, fakat aynen bir yerde vuku bulduğunu, memleketimizin ahlâk ve âdetçe tenkit edilmeğe lâyık pek çok hallerini ihtiva ettiğini söyler.

Âli Beyin piyesleri, Gedikpaşa tiyatrosunda oynanmış, kitap halinde de basılmıştır; fakat kitaplar basılırken muharrir, belki de tiyatro ile meşgul olmanın resmî vazifelerile yakışık almayacaını düşünerek, ismini koydurmamıştır. Âli Bey “letafet" isimli bir operet te yazmıştır.


[1] Metinlerle muasır Türk edebiyatı tarihi. Mustafa Nihat, Birinci cilt.

Âli Bey

31 YAKIN ÇAĞLARDA

1870-1871 yılarında Gedikpaşa tiyatrosunda oynanmış olan piyeslerden bazılarının isimleri şunlardır: Keyhusrev Şahın adaleti, Kıskanç Karı, Rozamonde, Tabibi mecazip, Tabibi aşk, Rişliyonun sergüzeşti, Titiz meşrep ve keremkâr, Leylâ ile Mecnun, Nikotimusun kızı, Güruhu insan nakıstır her an, Yarabbi şükür sofra kuruldu, Hürmüz Bey, Sezar Borciya, Bernar yahut Bohemya Haydutları.

Bunlardan başka Devir isminde bir opera ile Hasköylü Benli oğlunu bestelediği Telemak operası da yine 1871 de oynanmıştır.

1872 de Hamdi isminde bir muharririn “İki karpuz bir koltuğa sığmaz" isimli bir komedisi oynanıyor.

İki karpuz bir koltuğa sığmaz üç fasıllık bir komedidir. Ermeni âdet ve telâffuzile lâtıfe eder. Şahısları ermenidir, ermeni şivesile bozuk ve tuhaf bir Türkçe konuşurlar. Bir ermeni genci iki kadını birden sevmek istemiş, muvaffak olamamıştır, husranını anlatır.

Muharrir, eserini “Necmi" imzasile neşretmiştir.

Bu zat daha evvel de “Uçurtma" isimile Fransızca bir piyes yazmış, Beyoğlundaki Fransız tiyatrosunda oynatmıştı. Mehmet Raşidin Rumcadan tercüme etli- ği “İraklis" ve "Olimpiyaküs Ağunas", Mustafa Hulûsinin “Dehşetli Hata" isimli faciaları ve Ebüzziya Tevfik Beyin Eceli Kaza isimli piyesi de ayni sene oynanmıştır.

Eceli Kaza, birleşmesi mümkün olmıyan bir genç kızla bir genç erkeğin sevdasını ve başlarına gelenleri anlatır. Erzurum valisinin kızını beylerden biri sever. Kız da lâkayt kalmaz, fakat aralarında kan davası vardır. Evlenmeleri güçtür. Tam güçlükleri giderip evlenecekleri sırada kız ölür, âşıkı da teessürden kendisini öldürür.

Ebüzziya Tevfik Bey

32 TÜRK TİYATROSU

1872 sonlarına doğru Namık Kemalin tiyatro ile alâkadar olmağa başladığını görüyoruz. Hadika gazetesinin 28 kânunuevvel 1872 tarihli sayısında tiyatro hakkında bir makalesi var.

Namık Kemal, bu yazısında tiyatronun ne olduğunu söylüyor, yeni doğmakta olan Türk tiyatrosuna kanunlar gösteriyor, tiyatro muharrirlerinin yalnız memleketlerinin ahlâki ve içtimai fikirlerine değil, ayni zamanda milletlerin mukadderatına da tesirleri dokunabileceğini anlatıyor, iyi tiyatro yapmanın büyük güçlüklerini gösteriyor, tiyatro eserlerinde mümkün olduğu kadar sade bir lisan kullanılmasını ileri sürüyor,

Bu makale, Galatasaray lisesinde muallimlik etmiş olan Mösyö Lui Şarel tarafından Fransızcaya tercüme olunmuş, İstanbulda Revü Oriyantal isimli mecmuada neşredilmiştir.

Namık Kemalin bu makalesini Türk tiyatrosuna istikamet vermiş ehemmiyetli bir vesika sayıyorum. Bu sebeple içindeki fikirleri, makalenin yazılış dilini sadeleştirerek naklediyorum:

Benim düşünceme göre tiyatro, umumi bilgi verecek, yahut örf ve âdetleri öğretecek bir mektep değildir. O, sadece bir eğlencedir. Bunun içindir ki en kederli dramları tasvir edenler bile seyirçiyi eğlendirmelidir.

"Tiyatro bir eğlencedir ve insan fikrinin tasavvur ettiği eğlencelerin hepsinden üstündür. Aynı zamanda bunların en faydalısıdır.

Tiyatro, bütün eğlencelere tercih edilir demekle şahsî zevkimi söylemiş oluyorum. Hislerimi davama delil olarak ileriye süremem. Çünkü Beyoğlu müsamerelerinde Sara Bernar'ı işitmek için göz kulak kesilen bir adamı Güllü Agoba getirmek mevzuubahis değildir. Herkes istediği gibi eğlenir.

Tiyatronun en faydalı eğlence olduğunu söyledim. Bu söz, müdafaa edilebilir.

Tiyatro nedir? Bir taklittir. Neyi taklit eder? İnsan hayatının hadiselerini... Sanırım ki bu dört küçük cümleden tiyatronun en faydalı eğlence olduğu açıkça anlaşılır, Doğrudan doğruya zevkte bulunan ahlâki misalden daha fay- dalı birşey tasavvur etmeğe imkân var mıdır? Evet, çalışmada zevk bulunur, fakat zevkte çalışma bulunmaz.

İnsanlığın faydalı eğlencelere çok ihtiyacı vardır. Tiyatro cisim ve ruh kazanmış bir şairane rüyadır. Perdeler birer birer açıldıkça sonuncusuna kadar insan kendisinin elinden tutularak kalbin en gizli köşelerini gezdirildiğine

Namık Kemal Bey

33 YAKIN ÇAĞLARDA

hükmeder. Seyirciler, gölgelerin önünde insan tabiatının bütün fenalıklarını, bütün büyüklüklerini canlanmış bir halde seyrederler, aşkla kini, bu pek kuvvetli duyguları, bu kudretli âmilleri, en son hatlarına kadar götürülmüş olarak görürler.

Bunun içindir ki örf ve âdetler üzerine tiyatronun yapmış olduğu hizmetler, kitapların ve gazetelerin yapmış oldukları hizmetlerden daha yüksek sayılır. Benim de kânaatim böyledir. Çünkü tiyatro kadar gözyaşı döktüren kitap ve gazete görmedim.

Tiyatronun faydası o derecededir ki Avrupada medeniyetin mühim unsurlarından biri sayılır. Şekspirin trajedisi Sezar, İngilterede Kromvel zamanındaki hadiselerin cereyanına imkân veren sebeplerden biri olmuştu. Fransada ihtimal ki Molyer'in komedileri ve hiç şüphesiz Volter'in ısırıcı kalemi papaslara ve asilzadelere en büyük darbeyi vurmuştur. Büyük Fransız ihtilâli esnasında halk sönmez bir hürriyet aşkı ve büyük bir vatanperverlik göstermiştir: Belki Korney'in kahramanca eserleri bu neticeye herşeyden çok yardım etmiştir. Göte ve Şiller'in Alman münevverleri üzerinde yaptığı tesirleri toplamak lâzımgelse belki büyük bir cilt yetişmez.

Bize gelince: Biz henüz bir tiyatro vücude getirdik. Bunun şimdiden mükemmel olmasını tabii istemeyiz. Ortaya yeni çıkan bu eserden bütün meziyetleri istemek, annelerin âlim çocuklar doğurmasını beklemeğe benzer. Fakat sahnemizin noksanlarının az olmasını istememiz ve bu hatalar ne olursa olsun, onların günden güne azalmasına çalışmamız lâzımdır. Çünkü bazı hatalar için tecrübesizlik bir mazeret sayılamaz.

Bence tiyatromuzun en büyük kusuru telâffuzda olan fenalıktır. Bu hata ilk önce lisanın tiyatrodan edeceği istifadeleri ortadan kaldırır, sonra da bir dereceye kadar gülünç olmaktan çekinilmeyi imkânsız kılar, piyesin yapması lâzımgelen tesiri kat'i surette mahveder.

Piyeslerimizin çoğunun Avrupa lisanlarından tercüme edilmiş olmasına gelelim: Eğer bu bir kabahatse bunun mes'uliyeti tiyatroya değil, kalem sahiplerine aittir. Maamafih tiyatro tercümesinde o kadar büyük fenalık göremiyorum.

Edebiyatın vatanı yoktur. Eğer bir fikir doğru ise bir lisanda yaptığı tesiri başka lisanda da ayni suretle vücude getirir. İngiliz, Alman Piyeslerinden pek çoğu Fransızcaya tercüme edilmiş, orada oynanmıştır. Tercümede kaybolan tek şey, esas eserin üslûbundaki şaşaadır, fakat verdiği zevk ve tesir hiçbir suretle azalmaz.

Tiyatro edebi nevilerin en güç olanıdır. Bugün onbinden fazla edibi bulunan Fransada iyi tiyatro yazan on muharrir çıkmaz. Edebiyatımızın hali göz önüne getirilirse kaç dram muharriri bulunabilecek?

Eğer Avrupada bir tiyatro piyesinin yüz defaya kadar oynandığı, halbuki İstanbulda üç beş defaya kadar görüldüğü düşünülecek olursa yalnız Güllü

31 TÜRK TİYATROSU

Agop tiyatrosu için en büyük Fransız tiyatrosunun icabettirdiği miktardan daha fazla edebi eser lâzımgeleceği neticesine varılır. Bu piyesler nereden bulunacak ?

Fransız tiyatrosunun en büyük üstadı sayılan Korney İspanyadan piyesler almıştır. Göte, bu, Alman edebiyatının en önde gelen adamı, Fransadan eserler almıştır. Bu vaziyette bütün eserlerimizin kendimizden olması lâzımgeldiğini söylemeğe cesaret edebilecek miyiz?

Şimdilik benim tiyatromuz için istediğim san'atkârların telâffuzlarını düzeltmeleri, dram muharrilerimizin de ıstılâh paralamaktan vazgeçmeleridir. Evvelce ıstılâh paralamak yalnız yazıda kullanılır, muhaverede gülünç sayılırdı. Şimdi lisan bu kadar sadeleşip dururken konuşmada zincirleme rabıtalar, birbiri arkasından gelen izafetler kullanmağa başlarsak hakikaten garip olur. Herkesin tiyatroda aradığı lisan, samimi ve sade ifadedir. Eğer bu dili tiyatroda bulmak kabil olmazsa ve bunun yerine bir Van dili veya Nergisi ifadesi ortaya çıkacak olursa bu edebiyata kim tahammül eder, bu raddedeki güçlükleri kim gidermeye çalışacaktır ? [1]

Kemal

Namık Kemal, san'atın içtimai bir kıymet olduğunu, içtimai bir vazifesi bulunduğunu anlamış olan ilk büyük muharririmizdir. Bu anlayışından dolayıdır ki tiyatronun da milletlerin yalnız fikir seviyesi üzerinde değil, ayni zamanda mukadderatı üzerinde de tesirli olabileceğini söylüyor. Namık Kemale göre san'at ve bu arada tiyatro, halkı eğlendirirken, düşüncelerini, hürriyet fikrini, yurt sevgisini telkin etmek için bir vasıta idi. Namık Kemal “Vatan —yahut— Silistire" isimli telif piyesini bu düşünce ile yazdı.

Mevzuu şudur :

Harp ilân edilmiştir. İslâm Bey Silistire müdafaasında bulunmak için gitmek, sevgilisinden ayrılmak mecburiyetindedir. Vatan bunu emrediyor. Sevgilisi Zekiye de İslâm Beyin arkasından gitmek için erkek kıyafetine girer, gönüllü olarak orduya karışır. Silistirede etraflarını düşman sarar. Âdem ismini alan Zekiye ile İslâm Bey ve Aptullah Çavuş fedai olarak düşman cephesini atmağa giderler. Bu işten döndükleri zaman düşman çekilir, Zekiye bu arada küçüktenberi kendisinden bir haber alamadığı babası Sıtkı Ahmet Beyi bulur. Babasına kavuşur.

Vatan piyesi kadın ve memleket aşklarını karşılaştırır. Memleket sevgisinin herşeyden üstün olduğunu söyler, memleket tehlikede iken kadınların da erkekler gibi her zahmet ve meşakkati çekebileceklerini gösterir.

Vatan piyesi Gedikpaşa tiyatrosunda temsil edildi. O devrin


[1] Hadıka gazetesi Sayı 83

35 YAKIN ÇAĞLARDA

hürriyetperverlerinden, “Yeni Osmanlılar" cemiyeti azasından birçok kimseler bu temsilde hazır bulundular. Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa, Bereketzade İsmail Hakkı Bey, Ahmet Mithat Efendi, Nuri Bey gibi tanınmış kimseler bu arada idi. Namık Kemalin sahneden irat olunan, vatan sevgisini, millet duygusunu söyleyen parlak hitabeleri, seyircileri fevkalâde heyecana verdi. Halk aralarında bulunan Namık Kemal arkadaşlarının teşvikile "Yaşasın Vatan!" diye bağırarak piyesi alkışladılar. Büyük bir taşkınlık içinde, Namık Kemal, sahneye getirildi, alkışlandı “Yaşasın Vatan!, seslerine “Yaşasın Kemal!" sesleri karıştı. Bu nümayiş arasında “Muradınız nedir? Muradımız budur! Allah muradımızı versin!" gibi sözler söylenildi.

Padişah Abdülâzizin istipdat idaresine karşı o zamanki veliaht Murat Efendinin hürriyet taraftarı olduğu yolunda bir düşünce vardı. Onun için hürriyet taraftarı yeni Osmanlıların: "Allah muradımızı versin!" sözlerinde Abdülâzizi istememek, veliaht Murat Efendinin padişahlığa getirilmesini istemek gibi bir mana da vardı [1].

Hürriyet taraftarlarının tiyatrodaki bu taşkın nümayişleri sarayda çok fena bir tesir uyandırdı Bu nümayişlere Namık Kemalin piyesi sebep olmuştu. Onun için ertesi gece eser ikinci defa oynanırken Abdülâziz, Gedikpaşa tiyatrosunu bastırarak piyesin temsilini yasak etti, Namık Kemal tevkif olundu, muhakeme edilmeden doğrudan doğruya padişahın bir fermanile Kıbrıs adasındaki Magosa zindanına gönderildi, hicrî 21 Safer 1290 tarihli (Milâdi 28 nisan 1873) olan bu ferman Süleyman Nazif Beyin “Namık Kemal" isimli eserinde vardır. Abdülâziz, bu fermanda zaptiye müşürü İzzet ve Kıbrıs mutasarrıfı Veysi Paşalarla Magosa naibine hitap ederek İbret gazetesi muharriri Kemal Beyin bazı muzır neşriyata başladığından İstanbuldan uzaklaştırılması ve terbiye edilmesi lâzım geldiğini, Kıbrısa koğulmasını ve sürülmesini emrettiğini, hususî memurlarla birlikte ve kal'abent edilmek üzere oraya gönderilmesini, bir yere gitmesine ve kaçmasına meydan verilmemesini ve yeni ferman olmadıkça serbest bırakılmamasını, Kıbrısa götürülüp zindana konulduğunun da saraya bildirilmesini söyler. [2]

Namık Kemal tiyatro yüzünden menfalara gitmişti, fakat menfada da tiyatro yazmaktan geri kalmadı. Esasen tevkifinden evvel İstanbulda Vatan piyesi prova edilirken “Gülnihal", piyesi


(1) Namık Kemal, hayatı ve şiirleri— Sadettin Nüzhet, 5. 62. İstanbul 1933 (2) Namık Kemal — Yazan: Süleyman Nazif. İstanbul.

36 TÜRK TİYATROSU

ni yazmıştı. Magosa zindanındada “Akif Bey", “Zavallı çocuk, “Kara belâ" , “Celâlettin Harzemşah" oyunlarını yazdı (1873- 1876).

“Gülnihal, in ilk ismi “Razı dil" di. Basılmadan evvel Maarif nezaretinde sansür edilirken bu isim tehlikeli görülmüş, değiştirilerek yerine Gülnihal ismi konulmuştu.

Mevzuu şudur:

Tanzimatın ilk yıllarında bir sancak beyi olan Kaplan Paşa, kendi yakınlarından, hatta kendi babasından başlayarak kendisine rakip olmak ihtimali bulunan sancak eşrafını ortadan kaldırmıştır. Zalimin biridir. İki amca çocukları var. Bunlar birbirlerini seviyorlar. Kaplan paşa da kızı seviyor, onun için iki gencin arasını türlü türlü hilelerle bozuyor. Fakat sonunda bu hileler meydana çıkıyor, gençler birbirlerine kavuşuyorlar. Kızın adı İsmet Hanım, delikanlının adı Muhtar Bey dir, Gülnihal, vak'a şahıslarından bir kalfa hanımın ismidir.

“Akif, piyesinin mevzuu da şudur:

Bir bahriye zabiti olan Akif, Dilrüba isminde bir aşifte ile evlenmiştir. Kadın Akifin, dışarıya gittiği bir sırada Sinopta, gemisile beraber, batıp boğulduğuna dair yalancı şahitler bularak başka birisile de evlenmek ister. Iu sırada Akif, babasile beraber gelir, mes'eleyi öğrenir, önce kadını boşar, fakar ayrılığına dayanamaz, kalkıp kadının evine gider. Orada Dilrübanın yeni kocasile karşılaşır, vuruşurlar, ikisi de ölür. Punun üzerine Akifin babası, gidip Dilrübayı öldürür.

“Zavallı çocuk" piyesinin mevzuu:

Şefika, Ata isminde bir genci sevdiği halde babasının borçları ödensin diye zengin bir paşa ile evlenmeğe razı olur. Fakat babası uğruna saadetini feda eden kadın, kederinden verem olur. Ata de sevgilisini kaybetmekten muztariptir, zehir içer, ikisi de ölürler.

“Kara belâ" zenci lala Ahşit'in bakıp büyütmekle vazifedar olduğu genç ve güzel Behrever'e olan aşkını tasvir eder, Lala, genç kızı elde etmek için herşeyi göze alır, Behrever, kurtulmak için kendisini zehirler. Mes'ele haber alındığı için lala da öldürülür, cezasını bulur.

Bu piyeslerin hepsi, vak'aların basitliğine, uzun tiratlarla dolu olmalarına rağmen yine zamanlarına göre oynanabilir eserlerdi. Fakat Namık Kemalin sonuncu tiyatrosu olan “Celâlettin harzemşah" aslâ sahneye konulması mümkün olmayan bir eserdir.

Harzemşah sülâlesinden kahraman Celâlettinin menkabelerini


31 -— — anlatarak bu vesile ile siyasi emellerini ortaya koyan Namık Kemal esasen bu on dört perdelik eserin başlangıcında bu piyesin okunmak için olduğunu, oynanmağa müsait olmadığını yazmıştır.

Tiyatro edebiyatımızın ilk muharrirleri arasında Recaizade Ekrem (1847-1913) Beyi de saymak lâzımdır. Namık Kemalin arkadaşı, “Vatan" piyesinin oynandığı sene “Vuslat" isimli bir oyun yazdı (1873); sonra “Afife Anjelik" ve “Atala" isimlerile iki Fransız romanını piyes haline koyarak dilimize çevirdi. “Afife Anjelik, genç bir kızın hayat ve arzularını, saf, samimî ve namuskâr aşkını tasvir eder. Ekrem Bey 1875 te kitap halinde basılan “Atala" piyesinin mukaddimesinde diyor ki:

“Bugün dram, yâni facia olarak mevcut olan eserler dört sene evvel bilkülliye mefkut idi. Ben Afife Anjelik namile tertip eylediğim dramı neşreylemiştim. Afife Anjelik zamanı zuhurunda emsaline takdimen umumun nazarı itibarına mazhar olmuştu. Bugün Atala de nazirlerinin pek çokları derecesinde lâyıkı in'itafı nazar olur ümidindeyim, Atalada tertip ve intizama ait birtakım usuller vardır ki bu nevi âsarın bugünkü günde en güzidelerinden o ahzü iktibas olunmuştur... [10] “Atala" yahut Amerika vahşileri, is- mini taşıyan bu piyesin mevzuu, ormanlarda Amerika yerlileri arasında geçen bir aşk macerasıdır ve Fransız muharrirlerinden Şato Briyanın bir hikâyesinden alınmıştır. Ekrem Bey daha evvel bu hikâyeyi de tercüme ederek neşretmişti. Recaizade Ekrem Beyin sağlığında kitap halinde basılıp çıkan Vuslat-yahut-Süreksiz Sevinç (1873), Afife Anjelik (1874), Atala (1875) isimli piyeslerinden başka “Çok bilen çok yanılır" isimli bir piyesi de ölümünden sonra neşredilmiştir. (1913) Gedikpaşa tiyatrosunun eserleri büyük bir alâka ile karşılanan mühim muharrirlerinden biri de Ahmet Mithat Efendidir. (1844-1913)


 Ahmet Mithat Efendi, piyeslerinde eski âdetleri yıkmağa, halka yenilik fikrini tiyatro vasıtasile telkin etmege çalışmıştır. İlk piyesi olan “Eyvah!" birden fazla zevce almak usulü Eski kafalılar, bu eseri hiddet ve şiddetle karşıladılar.

Birçok kimseler, Ahmet Mithatın alehine döndüler. Genç muharririn korkup susacağı zannediliyordu. Ahmet Mithat Efendi bu sefer “Açık baş" isimli bir komedi yazdı. Bu piyes (1873) te Gedikpaşa tiyatrosunda oynandı. Açık baş bir hoca tipidir. Bu eser sahte dindarlık ve taassup için yazılmış bir hicviyedir; Ahmet Mithat, bu eserile evvelki piyesinden dolayı kendi aleyhinde bulunan mütaassıpları tezyif ediyordu.

Müsyö Adolf Talaasso, o zamanki sahne hayatımızdan bahseden Fransızca makalesinde“ Açık baş"ın yüz defadan fazla temsil edildiğini söylüyor ve diyor ki:

“Bir eserin sekiz günden fazla oynanmadığı memleket için inanılmaz şey!"

Padişah Abdülâziz Namık Kemali Kıbrısa sürdüğü zaman Ebüzziya Tevfik Beyle Ahmet Mithat Efendiyi de Rodos adasına nefyetti.

Gedikpaşa tiyatrosunda ilk zamanlarda oynanan eserlerden biri de hoca Hakkının “Hak" namındaki piyesidir. Adolf Talasso, Osmanlı tiyatrosunun 1871-1873 seneleri vak'alarından bahsederken bu arada diyor ki:

“Hoca Hakkı, sosyalist temayüllerini ihtiva eden hak namındaki eserini alkışlatmıştır."[11]

Gedikpkşa tiyatresunun iki meşhur muharriri de Manastırlı Rıfat Beyle Hasan Bedrettin Paşadır. İkisi de zabittir, arkadaştılar, önce ayrı ayrı eserler yazarken sonra birlikte çalışmağa başlamışlar, “Temaşa" ismi altında telif, tercüme bir sıra tiyatro eseri teşretmişlerdir.

Manastırlı Rıfat Beyin piyesleri şunlardır :

Osman Gazi (1873), Ya gazi, ya şehit (1874), Görenek (1874), Ebül'ulâ (1875), Ebülfeda (1875), Fakire (1876), Ahmet Yetim (1879), Nedamet.

Hasan Bedrettin Paşanın eserleri şunlardır :

İskatı cenin (1873), İkbal (1874), Manastırlı Rıfatla beraber telif: Kölemenler (1875), Delile (1875).

Bu iki arkadaş muhtelif tercüme eserleri arasında 'Şillerden Hud'a ve Aşk (1875), Aleksandr Dümadan Antuvan (1875), Şekspirden Otello isimli eserleri de dilimize çevirmişlerdir.

Bunlardan başka Şemsettin Sami Beyle Teodor Kasap Efendi ve Ahmet Vefik Paşa ilk tiyatro muharrirlerimiz arasında ehemmiyetle göze çarpan simalardır. Şemsettin Sami YAKIN ÇAĞLARDA

Bey önce İhtiyar Onbaşı ismile bir piyes tercüme etmiş (1874), sonra üç telif piyes yazmıştır: Besa -yahut- Ahde vefa (1875), Seydi Yahya (1875), Gâve (1876).

Teodor Kasap Efendi de 1870 ten sonra fikir ve matbuat hayatımıza karışmış, Hayal ve Çıngıraklı Tatar isimli mizah gazetelerini çıkarmış (1872), tercüme ettiği tiyatro piyesleri Osmanlı tiyatrosunda oynanmıştır. Bu piyesler şunlardır:

Molyerden İscanarelle — İşkilli Memu (1873), Avare — Pinti Hamit (1873), Aleksandr Dümafisten Para meselesi (1874) Viktor Hügodan Ernani (1874).

1876 senesinde padişah Abdülâziz ölüp te beşinci Murat tahta çıktıktan sonra Kıbrıs ve Rodos menfileri de serbest bırakılarak İstanbula geldiler. Namık Kemalin ve Ahmet Mithatın menfada yazdıkları piyesler, Istanbulda imzasız olarak neşredilmişti. Ahmet Mithatın piyeslerinden “Ahzı sar" Osmanlı tiyatrosunda sahneye konuldu. Bu dört perdelik dram, avam denilen sınıfa mensup kimselerin de insan olduklarını, onların da yüksek hisleri olabileceğini söylüyor, zadegân sınıfının karşısına bir başka insan kütlesi koyuyordu. Ahmet Mithat Efendi itibarlı, “esaletli" bir gürcü ailesindendi, zadegândandı, bu itibarla “İntikam" piyesi pek ziyade iyi bir tesir bırakmıştı.

Ahmet Mithat Efendi Osmanlı imparatorluğu arazisindeki muhtelif unsurların âdetlerini gösterir piyesler de yazdı: Arnavutlar, Kürt kızı, Zeybekler...

Ahmet Mithat Efendi operetler de yaptı, hatta bunların notalarını da kısmen kendisi vücude getirdi. Zeybekler, beş perdelik musikili ve danslı bir eserdir. Çavuş isimli beş perdelik tarihî dramında Turan ve İran arasındaki eski siyai rekabetin hikâyesi sahneye çıkarılmıştır.

Merdut kız atlı yine beş perdelik bir dramile Ziyba isimli üç

Ahmet Mithat Efendi

49 TÜRK TİYATROSU

perdelik bir opereti vardır. Dört perdelik Çengi piyesi batıl itikatlara hücum eder.

“Özdenler" isimli dört perdelik dramında Çerkes asillerinin kahramanlık hayatı ve bu arada kanlı bir aşk tasvir edilir.

Ahmet Mithat Efendinin birer perdelik küçük piyesleri de realist fantezilerdir.

Beşinci Muradın padişahlığı üç ay sürmüş, deliren padişahın yerine İkinci Abdülhamit geçmişti (1876). İlk günlerde hürriyet âşıkı görünen (Abdülhamit, kısa bir zaman sonra millet meclisini kapattı, hürriyet taraftarlarını zindana attı, fikir ve san'at hareketlerini boğdu. Gedikpaşa tiyatrosu da istipdat idaresinin zulmüne uğramaktan kurtulamadı.

Ahmet Mithatın “Özdenler"i rağbet görmüş piyeslerden biri idi. Ahali sahnede gösterilen cendi, cengâver, kahraman tipleri hayecanla alkışlıyordu. Abdülhamidin jurnalcıları, Ahmet Mithat Efendinin bu piyesle Çerkeslerin istiklâlini temin propagandası yaptığını, Osmanlı devletini teşkil eden unsurlar arasında ayrılık gayrılık çıkarmağa çalıştığını yazarak padişaha bir Jurnal verdiler. İkinci Abdülhamit, fırsatı kaçırmadı. Saraydan verilen emirle bir gece piyesin temsil olunması yasak edildi, Ahmet Mithat Efendi saraya alındı, Gedikpaşa tiyatrosu da gönderilen belediye amelesi tarafından bir gece içinde sabaha kadar taş üstünde taş

Aptülhak Hâmit Bey

41 YAKIN ÇAĞLARDA

bırakılmamacasına yıktırıldı. Tiyatro binasının son sahibi Abraham Yaramıyan Paşaya bin lira verildi, tiyatro binasının yeri “Medrese yapacağız!" denilerek satın alındı, öylece bırakıldı (1882).

Gedikpaşa tiyatrosunun faaliyette bulunduğu yıllar içinde yukarıda isimlerini yazdığımız muharrirlerden başka birçok kimseler tiyatro eserleri yazmak veya tercüme etmek merakına düşmüşler, bu eserlerden bir kısmı temsil edilmiştir.

Bu arada Viktor Hügo'nun Ancelomari (1874), Lukreçya Borciya (1875), Şekspirin Venedik taciri (1884), Bir sehvi muzhik (1886), Rasin'in Fedr (1878), isimli meşhur eserleri de dilimize çevrilmiştir.

Sami Paşazade Sezayi Bey de Şir isimli bir piyes yazmıştır. Mevzuu şudur:

Şir bir Efgan hükümdarıdır, Hindistanda yenmiş olduğu bir şahın kızını severek onunla evlenmiştir. Fakat bu birleşmeden Şirin kız kardeşi Nahit memnun değildir, onları ayırmak için çalışır. Şir sevgilisi Saibeyi kıskançlıkla öldürür. Nahit, uykusunda farkına varmadan itirafta bulunur. Şir, bu felâkete kız kardeşi Nahidin hilelerinin sebep olduuğnu anlayınca onu da öldürür, arkasından da kendi canına kıyar.

Ziya Paşa da Molyerin Tartüfünü “Riyanın encamı" ismile tercüme etmiştir.

Abdülhak Hâmit Beyin oynanmak için değil, okunmak için yazılmış olan şu piyesleri de tiyatro edebiyatımız arasında mühim bir mevki tutar:

Macerayı aşk (1873), Sabır ve sebat (1877), İçli kız (1874), Duhteri Hindu (1875), Tarık (1879), Eşber (1880), Nestern (1878), Zeynep (1908), İlhan (1913), Turhan (1916), Sardanapal, Nazife, Aptullahussagir, Finten (1917).

Abdülhak Hâmit Beyin bunlardan başka basılmamış Liberte ve Cünunu aşk isimli iki manzum tiyatrosu daha vardır.

Tiyatro salgınının tesirile 1874 yılında Istanbulda birde (Tiyatro) isimli bir eğlence gazetesi neşrolunmuştur. Bu gazetenin

Tiyatro gazetesinin bir sayıfası

42 TÜRK TİYATROSU

sahibi Agop Baroniyan Efendidir. Tiyatro gazetesi haftada iki defa neşrolunurdu. İlk sayısı 20 mart 1874 Çarşanba günü çıkmıştır. Sayısı kırk paraya satılırdı. İlk sayısında o zamanın gazeteleri arasında bir muhavere tertip olunmuş, gazetelerin hepsile alay ediliyor.

Tiyatro gazetesi onsekiz sayı çıktıktan sonra şeklini biraz büyültmüş, resimli bir başlıkla süslenmiş, karikatürler de koymaya başlamıştır. Bir müddet sonra tatile uğramış, sonra tekrar çıkmış, fakat devam edememiştir. [1]

[Bu fasıldaki kitap isimlerinin yanlarındaki rakamlar, kitapların ilk basılış yıllarını gösterir.]


[1] Türk gazeteciliği: Setim Nüzhet. S: 65. İstanbul. Devlet matbaası. 1931

43 YAKIN ÇAĞLARDA

5.— GÜLLÜ AGOP

I. Ailesi.

II. Hususi hayatı.

III. San'ata girişi.

IV. Tiyatroya hizmeti.

Türk tiyatro tarihinde bir devir sahibi olan Agop Vartoviyan, sahnemize samimiyetle hizmet etmiş bir vatandaştı. Gedikpaşa tiyatrosu Abdülhamit tarafından kapatılıp yıktırıldıktan sonra muharrir Ahmet Mithat Efendi ile beraber Güllü Agop ta saraya alınmış, saray tiyatrosunu ıslâh ve idare etmeğe memur olunmuştu. Agop Vartoviyan, burada ihtida etti Yakup Efendi ismini aldı.

Tiyatro tarihimizdeki yeri mühim olan Yakup Efendinin nasıl yetiştiğini ayrıca tetkik etmeği faydasız bulmuyorum.

Agop Vartoviyan 1840 senesinde İstanbul'da doğdu. Babasının adı Bağdasar Vartoviyan'dır. İlk tahsilini ermeni mektebinde gören Agop, büyüyüp çalışma hayatına girince balıkhanede memur oldu. Daha küçük yaşındanberi san'ata istidadı olan Agop Vartoviyan ayni zamanda bir taraftan resim yapmağa çalışıyor, bir taraftan da kendi kendisine heykeltıraşlık öğreniyordu.

San'ata karşı büyük bir alâka duyan genç Agop, tiyatroya gitmekten de hususî bir zevk duyuyor, zamanının ermeni san'atkârlarını muntazaman takip ediyordu. Tiyatro genç adamın san'at iştiyak ve arzularına yeni bir istikamet verdi. 1861 de Beyoğlunda Şark tiyatrosunda İki ahpap çavuşlar piyesinin ermenice temsilini seyrederken bu eserin bir sahnesi, ona ailevî vaziyetinin bir cephesini hatırlattı. Bu müşabehet Agop Vartoviyanın üzerinde çok müessir olmuş, genç adam bu tesir ve heyecan ile sahneye intisap kararını vermiş, hayatının sonuna kadar o gecenin ve bu kararın tesiri altında kalmıştır.

Agop Vartoviyan İki ahpap çavuşlar temsilinin ertesi günü Şark tiyatrosu müdürlüğüne müracaat ederek tiyatro hayatına girmek istediğini söylemiş, kabul edilmiştir. Burada uzun müddet İtalyan rejisör Astinin derslerine devam etmiş, ayni zamanda bazı ufak tefek roller de almıştır.

44 TÜRK TİYATROSU

Agop Vartoviyan bu sırada balıkhanedeki memuriyetinden ayrılmıştı, bir taraftan Şark tiyatrosuna devam ederken bir taraftan da maişetini kazanmak için Kâğıthane köşkünün inşasında amele olarak çalışıyor, burada elindeki ressamlık san'atından istifade ediyor, boyacılık yapıyordu.

Agop Vartoviyan 1863 senesinde Şark tiyatrosundan ayrılmış, İzmire gitmiş, orada bir tiyatro hayatı uyandırmağa çalışan ermeni gençlerinin başına geçmiş, rejisör olarak çalışmış, fakat bu devre uzun sürmemiştir. Agop Vartoviyan kısa bir müddet sonra İstanbula dönmüştür. Burada Şark tiyatrosu yıkılmağa yüz tutmuştu. Hekimyan tarafından teşkil edilen trup ermenice temsiller veriyordu. Agop Vartoviyan da onlarla birlikte çalışmaya başladı. Agop Vartoviyanın san'atkârlığı pek kuvvetli değildi, netekim sonuna kadar da zayıf kalmıştır. Fakat İki ahpap çavuşlar piyesinde Giyom rolünde çok muvaffak olmuş, sonraları Sezar Borciya da bilhassa nazarı dikkati celbetmişti.

Hekimyan trupu da az bir zaman sonra dağılınca Agop Vartoviyan ikinci sınıf artistlerle bir grup teşkil etmiş, İstanbulun muhtelif semtlerindeki tiyatrolarda temsiller vermeğe başlamıştı. Bu arada Gedikpaşadaki canbazhane tiyatro haline konulmuş, burada da bazı temsiller verilmişti. Haftanın bazı geceleri burada, bazı geceler Üsküdarda Aziziye tiyatrosunda, bazan da Kadıköyünde veya Beyoğlunda temsiller veriyordu.

Zeki, teşkilâtçı ve idaraci bir adam olan Agop Vartoviyan, ermenice temsillerin artık seyirci bulmamağa başladığını görünce tiyatroya yeni müşteriler aradı. Türkçe piyes oynamak fikri buradan gelmişti.

Türk muharrirlerinin, Türk ricalinin, Türk halkının yardımile

Güllü Asop Efendi

45 YAKIN ÇAĞLARDA

az vakitte trupuna yeni kazanç ufukları açan Agop Vartoviyan zamanının en şöhretli artistlerini idaresi altına toplamıya muvaffak oldu. Serope Benliyan, Yeranuki Karakaşıyan ve Verkine Karakaşiyan hemşireler, Magakiyan, Riştoni, Haçik Papaziyan, Tospatiyan, Narliyan, Mari Nıvart, Pistos Araksiya bu arada idi. 1874 te İstanbulun bütün ermeni san'atkârları Agop Vartoviyan trupunda toplanmışlardı. Fasulyaciyan ve Mınakıyan da bunlar arasındaydı. Bundan evvelki fasıllardan birinde kaydettiğimiz gibi ilk Türk Aktörler de sahneye bu trup içinde çıkmışlardı.

Matmazel Verkine Karakaşıyan

Agop Vartoviyan bıkmak usanmak bilmez bir adamdı.

Gedikpaşa tiyatrosu müdürü, sabahtan akşama kadar çalışır, her türlü güçlükleri gidermek çaresini bulurdu. Tiyatronun bütün mes'uliyetini şahsan kendisi üzerine almıştı. Her işle uğraşır, bu arada gazetelerin neşriyatını mantazaman takip eder, bunlara hususî bir ehemmiyet verir, işaret edilen eksiklikleri düzeltir, haksız gördüğü tenkitlere cevap vermeyi, münakaşalara girmeyi de ihmal etmezdi.

Agop Vartoviyan'ın padişahtan suflörle piyes oynamak imtiyazını almıya muvaffak olması üzerine bir kısım aktörler orta oyununun sahneye çıkarılması demek olan tulûat tiyatrolarını tesise kalkmışlardı. Bazı san'atkârlar da Agop Vartoviyanın imtiyazında komedi ve dram kelimelerinin yanında operet kelimesinin bulunmamasından istifade ederek şarkılı piyesler oynamak üzere ayrı bir tiyatro açınca Agop vartoviyanda derhal repetuvarına bu kabil eserler koydu, ayni zamanda bunları öteki tiyatrodan daha iyi hazırlayabilmek için Avrupadan bir de Fransız rejisör getirtti.

Gedikpaşa tiyatrosu kapandıktan sonra Abdülhamit tarafından saraya alınan ve ihtida eden Yakup Efendi, öteki saray san'atkârları gibi “hademei hassa" ve “muzikayı hümayun", efradı arasında neferlikten başlıyan askerî bir rütbe aldı ve burada mülâzimliğe kadar terfi etti. Bir aralık saraydaki kumpanya ile arasında bir ihtilâf çıktı, esvapçı başı İlyas Beyin

Matmazel Yeranuhi Karakaşıyan







46 TÜRK TİYATROSU

tavassutu ile Mınakıyan saraya alınarak kumpanyaya rejisör yapıldı. Agop Vartoviyan kısmen ihmal edilmiş bir halde kaldı. 1891 senesinde elli bir yaşında olduğu halde gözlerini kapadı. Uzuna yakın boylu, siyah sakallı, yakışıklı bir adamdı.

Sahnemize hayli hizmeti dokunmuş olan san'atkâr, “Güllü Agop" diye tanınmıştır. Kendisine “Güllü" denilmesinin iki sebebi vardır, ismindeki Vartov kelimesi ermenicede “Gül" manasına gelir. Bu itibarla Agop Vartoviyana Güllü lâkabı verilmiştir. Agop Vartoviyan “Roz" isimli bir kadınla evlenmişti. Bilinmez bu lâkapta zevcesinin ismi de müessir ve amil midir?

Güllü Agop'un bu kadından iki erkek, bir kız çocuğu olmuştur [*].


[*] Türk ermeni sahnesi ve aktörleri: Muharriri Şarasan. İstanbul 1915. Araks Matbaası.

47 YAKIN ÇAĞLARDA

6. — BURSA TİYATROSU

I. Ahmet Vefik Paşa.

II. Molyer külliyatı.

III. Fasulyacıyan

IV. Bursada yaptırılan tiyatro binası, teşkil edilen tiyaroyu murakabe hey'eti

Ahmet Vefik Paşa. ( 1827 - 1891 ) Reşit Paşanın Paris sefirliği esnasında tercümanı olan Ruhittin Efendinin oğludur. Küçüklüğü Pariste geçen Ahmet Vefik, orada Fransızca, sonra da İngilizce öğrendi Bir taraftan da şark dillerini okudu. Memlekete gelince memuriyet hayatında zaman zaman vali, müsteşar, elçi, nazır, başvekil oldu; zaman zaman bir köşede ihmal edilip kaldı. Siyasî hayatta biraz silik bir şahsiyettir, ilim ve edebiyat hayatımızda parlak, ehemmiyetli bir yeri vardır. Türk dilinin yüceliğini, büyüklüğünü anlamış, ona istiklâlini kazandırmağa çalışmıştır. Lûgat kitaplarımıza yalnız Arapca, Farsca kelimelerin konulması usul olan bir zamanda sanki herkese inat bir lügat kitabı yaparak içine eski yeni birçok Türkçe sözleri toplayıp koydu. Türk folklorunun toplanmasına ehemmiyet verdi. Türk edebiyatının yeni bir istikamet alabilmesi için Türk dilinin özlüğünü kazanması, Türk halk bilgisinin maleze-

Ahmet Vefik Paşa

48 TÜRK TİYATROSU

me olarak kullanılması lüzumuna inanmıştı. Çocukluğu Pariste geçen Ahmet Vefik Paşa, pek küçük yaşındanberi Fransız tiyatrosunu takip ediyordu. Türk tiyatrosunun da canlanıp yükselmesi mühim dileklerinden biri idi. Bu maksada erişmek için canla başla çalıştı, Fransız sahnesini de, bizim eski hayat ve muaşeretimizi de pek iyi bilen Ahmet Vefik Paşa, harikulâde san'atkârane adaptasyonlar vücude getirerek tiyatromuza pek çok eserler verdi. Mehmet Âli Bey ve Teodor Kasap Efendi de evvelki fasıllarda yazdığımız gibi büyük Fransız komediyeni Molyerden dilimize bazı eserler çevirmişlerdir; fakat Türk kari ve temaşageri Molyer külliyatını asıl Ahmet Vefik Paşa kaleminden tanımış, okumuş, seyretmiş ve sevmiştir.

Ahmet Vefik Paşanın Molyer'den kimi tercüme, kimisi adaptasyon olarak aldığı piyesler vaktile Bursada bir cilt halinde neşredilmişti Kanaat kütüphanesi son zamanlarda bunları yeni harflerimizle ve güzel dört cilt halinde tekrar bastırmıştır. Bu yeni tabı değerli arkadaşım Mustafa Nihat Beyin haşiyelerile kıymetlenmiştir. Bu ciltte şu piyesler vardır:

Zor nikâhı ( Le mariage force), İnfiali aşk (Le depit amoureux), Tabibi aşk (Le medein d'amour), Don Civani (Don Juan), Adamcıl (Le misanthrope ), Zoraki tabip (Le medein malgre lui), Tartüf (Le tartuffe), Yorgaki dandini ( George dandin ), Merakî (Le malade imaginaire), Azarya (L'avare), Dekbazlık ( Les fourberies des Scapin), Kocalar mektebi (L'ecol des maris), Kadınlar mektebi (L'ecol des femmes), Okumuşlar (Les femmes savants), Savruk (L'Etourdi), Dudu kuşları (Les Precieuses ridicules)

Ahmet Vefik Paşanın dilimize ve tiyatro kütüphanemize kazandırdığı bu eserlerden bir kısmı İstanbulda Gedikpaşa tiyatrosunda oynanmıştı. fakat mühim bir kısmı Bursa tiyatrosunda sahneye konulmuştur. Gedikpaşa tiyatrosu Abdülhamit tarafından yıktırıldığı zaman Ahmet Vefik Paşa Bursada vali idi. İstanbulda kapatılan tiyatrodan açıkta kalan san'atkârlar, tiyatro muhibbi vali-

Fasulyacıyan Efendi

49

4 YAKIN ÇAĞLARDA

"nin himayesine sığınmak üzere Bursaya gittiler. (1882-1885) Üç yıl, Bursade olgun ve muvaffakiyetli bir sahne hayatı yaşandı.

Bu hey'etin başında aktör ve rejisör Tomas Fasulyacıyan vardır.

Tomas Fasulyacıyan 1843 te İstanbulda doğmuştur. 1858 de Hasköyde ermeni mektebinde verilmekte olan temsillere iştirak etmiş, buradan Beyoğlundaki Şark tiyatrosuna geçmiştir. Burada verilmekte olan ermenice temsillerde jönprömiye olarak az zamanda dikkati celbeden Fasulyacıyan 1862 de İzmirde Ekşiyan idaresindeki tiyatroda gene ermenice temsiller esnasında asıl aktörlük kabiliyetini göstermiş, büyük bir şöhret kazanmıştır. Fasulyacıyanın bu ilk yetişme senelerini şöylece umumi bir bakışla gözden geçirdikten sonra asıl Türk tiyatrosuna olan hizmeti bahsine geçeceğiz. Fasulyacıyan İzmirde evlenmiş, karısı Madam Bayızar Fasulyacıyanı da sahneye çıkarmış, Trabzonda karısıyle gene ermenice temsiller vermiş, Kafkasyaya gitmiş, Cenubi Rusya ve Kafkasya ermenileri arasında şöhret kazanmış, Türkiyeye döndüğü zaman Üsküdarda Aziziye tiyatrosunda temsiller vermiş, sonra Güllü Agobun daveti üzerine Gedikpaşa tiyatrosunun faaliyetine iştirak etmiştir.

Fasulyacıyan burada ayni zamanda rejisör olarak çalışmış ve arkadaşları üzerinde müessir olmuştur. Fasulyacıyanın Türk tiyatrosuna hizmeti bundan sonra başlar, Güllü Agobun sahneden kat'i surette uzaklaşması üzerine Fasulyacıyan, teşkil ettiği trupla birlikte Bursaya gitmiş, orada Türkçe temsiller vermiştir. [1] Ahmet Vefik Paşa Fasulyacıyan tiyatrosunu azamî derecede himaye etti, san'atkârların ve eserlerin hazırlanmasile bizzat meşgul oldu. Bilhassa Molyer külliyatı baştanbaşa muvaffakiyetle oynandı. Vefik Paşa Bursada vilâyetin malı olarak yaptırdığı tiyatro binasını senede iki defa memleket hastanesi menfaatine temsil vermek şartile Fasulyacıyan heyetine meccanen terketmişti. Fransanın Bursa konslosu Mösyö Jemargi, konslasane tercümanı Greguvarbay, Avvusturya konslosu Mösyö Falgeyzin, âşâr nazırı

(1) Navasart mecmuası. Bükreş, 1925. Eylül— Teşrinievvet sayılarında Simpat Naftyaanın makalesi.

Madam Baysar Fasalyacıyan

50 TÜRK TİYATROSU

Vizental Efendi, eşraftan Rasim Bey, Şakir ve İbrahim Efendiler Ahmet Vefik Paşa tarafından tiyatronun işlerini mürakabe ve himaye etmiye memur edilmişlerdi. Bunlardan İbrahim Efendi san'atkârlara Türkçe edebiyat ve inşat dersi verirdi. Birçok defalar Ahmet Vefik Paşa kendisi de provalarda hazır bulunur, artistleri tenkit eder, jestlerini tashih eder, kendilerine yol gösterirdi. (2)

Gedikpaşa tiyatrosunda sahneye çıkan ilk Türklerden Ahmet Neciple Hamit, devam etmemişler, bir zaman sonra tulûat kumpanyalarına geçmişlerdi. Gedikpaşanın san'atkâr Türkü Ahmet Fehim, orada tiyatro kapanıncaya kadar çalışmıştı, Gedikpaşa tiyatrosu kapandıktan sonrada rejisör Fasulyacıyanla birlikte Bursaya gitmiş, orada çalışmış ve Ahmet Vefik Paşa, Ahmet Fehimin inkişaf ve terakkisinde mühim bir âmil olmuştur.

1885 te Ahmet Vefik Paşa Bursa valiliğinden ayrıldıktan sonra Fasulyacıyan trupu da Bursayı terketmek mecburiyetinde kalmıştır. İstanbula gelindiği zaman heyet dağılmış, Fasulyacıyan Avrupaya gitmiş, üç sene sonra dönmüş, yeni bir heyet yaparak Samsuna gitmiş, 1891 de Tekirdağında temsiller vermiş, bir sene kalarak dönmüş, tekrar ermenice temsiller vermek arzusuna düşmüş, fakat seyirci bulamamıştır. Bunun üzerine Türkiyeden ayrılmış, sekiz sene Bulgaristan ve Romanya ermenilerine temsiller vermiş, Bulgaristanda hastalanmış, tedavi için Parise gitmiş, oradan İskenderiyeye geçtiği zaman orada 1901 senesinde sefalet içinde ölmüştür.

Tomas Fasulyacıyan Bursadan İstanbula döndükten sonra kaprislerine kapılmadan sebat ve intizam ile Türkçe piyeslerin temsiline devam etmiş olsaydı sahnemize hizmeti çok daha fazla olacaktı, fakat ruh itibarile pek serseri olması ve tekrar ermenice temsillere dönmek istemesi kendi aleyhine olmuş, Fasulyacıyan hayatının son senelerinde ehemmiyetini kaybetmiş, nihayet sefalete düşmüştür.


(2) Ahmet Fehim Efendinin hatıraları, İstanbul 1926. Vakit gazetesi koleksiyonu.

51 YAKIN ÇAĞLARDA

Fehim Efendinin sahneye çıkışının ellinci yılında yapılan merasim / ayaktakiler sağdan Raşit Rıza Bey, Madam Aznif, Fahire, Cemile, Mina Hanımlar, Hazım Bey, Bedia Hanım, Vasfi Rıza Bey, Fehim Efendi, Madam Kınar, Şaziye Hanım, Rıza Fazıl Bey, Neclâ, Nıvart Hanımlar, Behzat Hâhi Bey. Fehim Efendinin arkasındaki oğlu ressam Münif Fehim Bey, Madam Kınar'ın arkasında muharrir İbrahim Necmi Bey. Oturanlar sağdan Cemal Sahir, M. Kemal, Muvahhit, Muammer Mahmut, ... . Beyler /

7.- AHMET FEHİM

I. Ailesi.

II. Sahneye çıkışı.

III. Osmanlı komedi ve vodvil heyeti.

IV. Ellinci yıl jübilesi.

V. Ölümü.

Sahnemizde yıllarca binbir güçlük arasında didinip çırpınan, Türk tiyatrosunu yükseltmeğe çalışan ve sahnemizin kadınlı erkekli Türk san'atkârların elinde yükselme yoluna girdiğini görerek mes'ut ölen Ahmet Fehim!

52 TÜRK TİYATROSU

Ahmet Fehim Efendi, 1857 senesinde Üsküdarda doğdu, babası Kadri Efendi isminde bir zattır, oğlunun elinin emeğile geçinmesi lâzım geldiğini bildiği için Fehim Efendiyi Topaneye yerdi, burada yetişen Fehim “İdarei mahsusa" fabrikasında tornacı olarak çalıştı, bir müddet sonra sanayi mektebinin atölyesine usta başı olarak alındı. Sanayi mektebi Sultanahmette idi, Fehim oraya civar olan Gedikpaşaya gidip tiyatro seyretmiye başladı, tiyatrodan zevk alıyordu. Gedikpaşada Mığırdıç Ağanın dükkânında da Gedikpaşa tiyatrosu aktörlerile tanıştı, Fehi Efendi sahneden çekildiği sene

Rus muharebesinde (1876) Ruslar Edirneye gelmişler, Gedikpaşa tiyatrosunun ermeni aktörlerinden bir kısmı Rus askerlerine temsil vermek üzere Edirneye kaçmışlardı. Bu sırada Gedikpaşa artistlerinden İstanbulda kalanlar Mığırdıç Ağanın kahvesinde tanıdıkları tiyatro. meraklısı Fehim Efendiye sahneye intisap etmesini teklif ettiler, kabul etti, ilk defa “İki sağırlar" komedisinde uşak “Bonifas" rolünü oynadı, o zaman yirmi yaşında idi.

Gedikpaşa tiyatrosundan sonra Fasulyacıyan trupu ile Bursaya giden ve orada Ahmet Vefik Paşadan himaye gören Ahmet Fehim bilhassa Molyer oynamakta pek büyük muvaffakiyet göstermiş, bütün Molyer külliyatını oynamıştır.

Ahmet Fehim Efendi, Bursa dönüşünde muhtelif teşekküllere girmiş, turnelere iştirak etmiş, birçok sahnelerde rol almıştır. Bu suretle büyük bir muvaffakiyet gösteren, şöhret kazanan Fehim, nihayet iş başına geçti ve bir kumpanya teşkil etti: Osmanlı komedi ve vodvil heyedi.

Eehim Efendi, Türk sahnesine yeni bir hava getiriyordu, o zamana kadar klâsik eserler, cinaî piyesler, melodramlar, operetler oynanıyordu. Ahmet Fehim, muasır Fransız tiyatrosunun ince zevkini, bol kahkahalı, entriki kuvvetli yeni eserlerini sahnemize nakletmiye başladı, senelerce etrafına neş'e dağıtmıya çalıştı. Ahmet Fehim, 1908 meşrutiyetinden sonra da bir zaman sahne hayatına devam etmiş, umumi harbe kadar çalışmıştır.

53 YAKIN ÇAĞLARDA

1914 de İstanbul Belediyesi tarafından Darülbedayii bir tiyatro konservatuvarı halinde kurmak için getirilen Fransız tiyatrocusu Antuvan, Ahmet Fehim Efendiyi Darülbedayiin komedi kısmına hoca olarak ayırmıştı. Umumî harp çıkıp ta Antuvan memleketine gitmek mecburiyetinde kalınca Darülbedayi de mektep mahiyetini kaybetti.

Esasen Ahmet Fehim de artık ihtiyarlamıştı.

1926 kânunusanisinde sahneye intisabının ellinci yıldönümü Tepebaşı tiyatrosunda tes'it edildi, ayni sene zarfında nakledip aktör küçük Kemal Beye yazdırdığı hatıratı VAKİT gazetesinde tefrika olundu.

Ahmet Fehim Efendi son senelerinde yarım asır jubilesi hasılatile kendisine alınıp hediye edilmiş olan Aksarayda Langada tramvay caddesindeki küçük ve mütevazı evde sükûn ve istirahata çekilmişti. İhtiyarlığı günden güne ilerliyordu.

Önce vücuduna felç geldi, bir müddet sonra da mühlik bir mesane darlığı ihtiyar san'atkârın gözlerini ebediyyen hayata kapamasını intaç etti. — 2 Ağustos 1930 cumartesi günü öğleden sonra saat onbeş buçukta. —

Darülbedayi, bütün masrafını üzerine alarak Fehim Efendiye bir cenaze merasimi yaptı. Genç, ihtiyar, Türk, ermeni birçok sahne mensuplarile san'atı ve Fehimi seven birçok kimseler ihtiyar artistin tabutunu Langadaki evinden alarak Aksaraydaki Valide camiine getirdiler, orada dinî merasim yapıldıktan sonra cenaze otomobille Sirkeciye getirildi, İstanbul liman işleri inhisarı şirketince san'atkâra bir hürmet nişanesi olmak üzere tahsis edilmiş

Fehim Efendi Zor nikâhı piyesinde




— 54 TÜRK TİYATROSU

olan istimpotla Büyükadaya gidildi, Ahmet Fehim Efendi orada adanın yüksek ve serin bir köşesinde, Tepeköy mezarlığında, 1927 de ölmüş olan Darülbedayi san'atkârlarından Muvahhit Beyin kabri yanında toprağa tevdi edildi, Ahmet Fehimin mezarına DarülBedayi san'atkârlarile VAKİT gazetesi muharrirleri tarafından birer çelenk konuldu.

Fehim Efendinin tabutu, evinden çıkarılıyor YAKIN ÇAĞLARDA

Minakyan Efendi ve arkadaşları bir temsil sırasında / Sağdan: Fehim, Aleksanyan Efendiler, Kınar ve Aznif Hanımlar, Tospatyan Efendi, Madam Binemeciyan, Mınakyan Efendi

8. — MINAKYAN VE TULÛAT

I. Memleketimizde bir san'atkâr için yapılan ilk jübile. II. Mınakyanın ustası Atamiyan.

III. Mari Nıvart.

IV. Hande hanei Osmanî,

Bursa tiyatrosu devresi de bittikten sonra İstanbulda 1908 meşrutiyetinin ilânına kadar süren tiyatro hayatının hâkim siması Mardiros Mınakyandır.

Mardiros Mınakyan 1839 da İstanbulda doğmuştur. O da Fasulyacıyan gibi Hasköy ermeni mektebindeki temsillere iştirak etmek suretile sahneye çıktı. 1860 ta Beyoğlunda Naum tiyatrosunda ermeniceye tercüme edilmiş olan Aristodem dramı oynanılacağı zaman Aristodemin kızı İksira rolünü temsil edecek bir kadın san'atkâr bulunamamıştı. Hasköyden muallim Mınak-

56 TÜRK TİYATROSU

Mınakyan tiyatrosunda bir temsil: Hakikî nedamet piyesinin dördüncü tablosu

yan bunu haber aldı, talip oldu, oynadı. Bu suretle dikkati celbetti.

Mardiros Mınakyan uzun müddet ermenice temsillerde rol aldı, muhtelif heyetlere dahil oldu, turnelere iştirak etti, bunları uzun uzadıya kaydetmeğe lüzum yoktur. Mınakyanın asıl Türk tiyatrosunda açtığı devir 1885 ten 1908 senesine kadar bütün şa'şaasiyle devam etmiştir. Tiyatro tarihimizde Gedikpaşa ve Bursa devrelerinden sonra Mınakıyanın idaresindeki Osmanlı komedi ve dram kumpanyasının faaliyetini kaydetmek icap eder.

Mardiros Mınakıyan meşrntiyetin ilânına kadar bir asrın dörtte birine yakın bir zaman sahneye tek başına hâkim olmuş, bir taraftan aktörlük, bir taraftan rejisörlük etmiş, aynı zamanda Türkçeye iki yüz eser tercüme etmiştir (1). Mınakyan tiyatrosu repertuvarını ekseriyetle dramlar, melodramlar, cinsî eserler, akıllara hayret, seyircilere dehşet verecek piyesler teşkil eder.

Mardiros Mınakyan, Abdülhamit zamanında bir aralık saraya alınarak saray tiyatrosunun ıslâhına memur edildi, burada


(1) Minakyanın tiyatroda ellinci senesi münasebetile çıkarılan risale: İstanbul 1912.

57 YAKIN ÇAĞLARDA

Mınakyan tiyatrosunda bir temsil: Peçeli kadın piyesinin beşinci tablosu

bir müddet meşgul oldu. Mınakyan, meşrutiyetin ilânından sonra da, eskisi kadar münferit ve hâkim bir vaziyette olmamakla beraber, gene sahne hayatına kısmen fasılalı olarak devam etti. 1912 senesinde Türkiyede ilk defa bir sahne san'atkârı için merasim yapıldı, Mardiros Mınakyanın sahneye intisabının ellinci yıl dönümü tes'it edildi. O zamanki maliye nazırı Cavit Beyin tavassutiyle de kendisine padişah tarafından maarif nişanı verildi.

Mardiros Mınakyan 1916 senesinde sahneden çekildi, 1920 senesinde de hayattan...

Tiyatromuzun 1908 meşrutiyetinin ilânına kadar geçirdiği devre içinde bazı isimler daha vardır ki tiyatro tarihimizin seyrinde tesir ve mevkileri olmamakla beraber san'atkârlık kudret ve kıymetleri itibarile bu arada kendilerinden bahsedebiliriz. İstanbul sahnelerinde yıllarca ömür çürütmüş olan bu san'atkârlardan birisi Atamiyandır. Bu adam aynı zamanda ressam ve şairdi. Ermenice yazdığı şiirler kafkasyada kitap halinde neşredilmiştir.

Kendisini tanıyan ve temsillerini seyretmiş olan muharrir Adolf Talassso, Türk tiyatrosu hakkındaki eserin “Theâtre contemporain, serlâvhalı faslında şunları söylüyor:

58 TÜRK TİYATROSU

“Komedi Fransezin meşhur ve muazzam Mounet-Suliy'sinin şarkta bir eşi olan Atamiyan temsil ettiği eserlerdeki kahramanların ruhuna temessül ederdi. Türkler, Şekspiri onun sayesindedir ki unutulmaz bir şekilde tanıdılar. Atamiyan, oynayacağı eserleri temsil etmeden evvel bu eserlerdeki vak'aların cereyan ettikleri yerlere gider, oraları görür, kendisini hayalen o vak'aların cereyan ettiği zamanlara çevirir, gütürür, o devirlerde ve sanki o vak'aların içinde yaşar, o hayat ve tahassüsle dolu olarak dönüp İstanbula gelir o piyesi oynardı. Atamiyan Venedik ve Kıbrısta Otello ile, Veronda Romeo ile, Elsenörde Hamletle başbaşa yaşadı ve ondan sonra bu kahramanları temsil etti. Danimarkalı mezar bekçileri, yanlarına gelip onları seyreden ve etraflarında ağzında yabancı bir lisanın monoloklarını mırıldanarak dolaşan bu manyak adamı unutmamış olmalıdırlar.

Fevkalâde sinirli, hassasiyeti daimî bir uyanıklık içinde, heyecanı taşkın bir adamdı. Bir Akşam Aleksandr Dümanın Aktör Kin isimli piyesini temsil ederken eserin sonunda aktör Kinin ağzından “Ben bir palyaçoyum...,, diye bağırırken heyecanının şiddetinden yere düştü, piyes icabı olarak suflör rolünü yapan san'atkâr sahneye gelip seyircilere hitaben:

Efendiler, aktör Kin vefat etti.. diyerek içeriye, tekrar perdenin arkasına çekilirken içeridekiler Atamiyan'ı yerden kaldırarak ölüm döşeği-

Atamiyan

Matmazel Mari Nıvart

59 YAKIN ÇAĞLARDA

ne naklettiler: Filvaki aktör Kin vefat etmişti, Atamiyan nezfi dimagiden öldü.

Meşhur İtalyan aktörü Ernest Russi bu temsilde hazır bulunuyordu. İtalyan san'atkârı, Atamiya'nın tanıdığı en güzel artist ruhu olduğunu söyler. Mımakyan, Atamiyan'ın ölümünden sonra şöhret kazanmış, onun yerini tutmağa çalışmıştır.

1908 meşrutiyetine kadarki tiyatro hayatımızda adı geçen sahne san'atkârları arasında Matmazel Yeranuhi Karakaşyan dramda, komedide, operette ayrı ayrı muvaffakiyetler göstermiş bir kadındır. Kız kardeşi Matmazel Eviyeni Karakaşyan da ehemmiyetli bir komedi san'atkârıydı. O devrin göze çarpan bir artisti de Matmazel Mari Nıvart'tır. Hastalıklı ve hisli bir kadın...

Ahmet Mithat Efendiye Lâdam Okamelya'yı tercüme etmesini bilhassa rica etmiş, meşhur müellif müteverrim artist kadının isteğini kabul ederek eseri dilimize çevirmiş, Matmazel Nıvart, eserdeki veremli Margrit Gotye rolünü hakikî gözyaşları, zayıf varlığını sarsan sahici öksürüklerle oynamıştır. Mari Nıvartın ölümünden sonra Madam Hekimyan onun yerini tutuyor.

Bunlardan başka Fasulyacıyanın karısı Madam Bayzar Fasulyacıyan, Madam Binemeciyan, Matmazel Heraçya

Madam Binemeciyan

Motmozel Horaçya

Abdârrezzek Efendi

60 TÜRK TİYATROSU

ve erkeklerden Biynemeciyan, Tiryane, Hekimyan, Tolayan, Aleksanyan, komik Abdürrezzak, Hamdi ve İsmail Efendiler vardır.

İlk defa Gedikpaşa tiyatrosunda sahneye çıkmış olan Ahmet Necipte sonraları Mınakyanın tiyarosunda oynamıştır. M. Arif, Nurettin, Hulûsi ve İbrahim Saim Efendiler de bu sahnenin sanatkârları arasındadır.

Gedikpaşa Tiyatrosunun “Osmanlı tiyatrosu" adile anıldığını yazmıştık. Mınakyan tiyarosu da bu isim altında faaliyette bulunmuştur. Bazan Abdürrezzak Efendi, bazan başka san'atkârlar zaman zaman bu tiyatronun idaresine iştirak etmişlerdir.

Osmanlı tiyatrosunun ve Güllü Agobun şehzadebaşında da oynadığını eski bir temsile ait bir el ilânından anlıyoruz. Doktor Celâl Tahsin Beyin koleksiyonundan aldığım bu tiyatro ilânı “1298 senesi şubatının 17 inci perşenbe günü akşamı" ( 1882 ) verilen temsile aittir.

İlânın baş tarafında şunlar yazılıdır :

Sehzadebaşında Vezneciler caddesinde vaki Osmanlı tiyatrosu; sahibi imtiyaz Güllü Agop Efendinin ziri idaresinde.

Oynanan piyesin ismi “Terez-yahut-Öksüz kızcağız" dır, üç fasıllık dramdır, müellifi Viktor dö Ganj, mütercimi Ahmet Münif Efendi olarak gösterilmiştir.

Bundan birkaç yıl sonraya ait başka bir el ilânı da Osmanlı tiyatrosunun Şehzadebaşında Şekspir'in Otello'sunu oynadığını ve bu temsilde Mınakıyan, Aleksaniyan, Vartoviyan, Seferyan ve A. Necip Efendilerin rol aldıklarını gösteriyor.

Aktör Holas Efendinin idaresindeki “Şems" kumpanyası da aynı sene yine Şehzadebaşında Âli Beyin Molyer'den adapte etmiş olduğu Ayyar Hamza komedisini oynamış, Dakes Efendinin idaresindeki heyet bu eseri yine o sene Beyoğlundaki (Yeni tiyatro ) da tekrar etmiştir. (1882)

Güllü Agobun padişahtan inhisar şeklinde Suflörle piyes oynamak imtiyazını alması üzerine bir aralık Gedikpaşa sahne-

Küçük İsmail Efendi 61 YAKIN ÇAĞLARDA ——

Abdörrerzak Efendi tiyatrosunun elilâne

sinden başka yerde Türkçe piyes oynamak imkânı kalmamıştı. Bir kısım aktörler Güllü Agopla da geçinemedikleri için ayrı trup yapıp tiyatro oynayabilmek için bir çare olarak Suflörsüz piyes oy- namağa karar verdiler.

Tulûat tiyatrosu bu suretle meydana geldi, orta oyunundan da bazı unsurlar alarak uzun müddet yaşadı. Yukarıda isimlerini saydığımız Hamdi, Abdürrezzak ve İsmail Efendiler bu sahada büyük muvaffakiyetler kazanmışlar, daha bazı Türkler de bu sahnelerde çalışmışlardır. Bunlar hem orta oyunu, hem tiyatro sahnelerinde faaliyette bulunmuşlardır. Abdürrezzak Efendinin idaresindeki Tulûat tiyatrosu “Hande hanei Osmani" ismile anılırdı. Daha sonraları Şevki ve Kel Hasan Efendiler kendi adlarile kumpanya teşkil ederek uzun zaman faaliyette bulunmuşlardır. Meşrutiyetten sonra

62 TÜRK TİYATROSU

ortaya çıkan tulûat tiyatroları san'atkârları içinde de Naşit Bey büyük bir şöhret kazanmıştır.

Tulûat tiyatrolarında çalışan Türk san'atkârların sayısı oldukça fazladır. Klişesini koyduğumuz Abdürrezzak Efendi tiyatrosuna ait el ilânında “Bursalı Leylâ" isimli bir perdelik “gülünçlü komedi" (!) yi oynadıkları bildirilen on artistten altısı Türktür. Bu ilânda Abdürrezzak, Hamdi, Mukbil, Salih, Mehmet ve Ali Efendilerin isimleri görülüyor. Sonraları filmde de çalışmış olan, "Sepetçi" diye tanınan ve son yıllarda ölen komik Ali Rıza Efendi de bu sahnelerin mühim simalarındandır.

Kemik Ali Rıza Efendi 9. — OPERET

I. Çuhacıyan. II. Binbaşı Haydar Bey. III. Bayazıt ve Gedikpaşa tiyatroları arasındaki rekabet. IV. Operet san'atkârları. V. Temaşayı hüner. Mesirei efkâr, Operayı Oşmani tiyatroları.

1908 meşrutiyetinden evvelki tiyatro hayatımızda bir de musikili oyunlar faslı vardır. Operet tecrübesinin ilk zamanlarda büyük alâka görmüş olduğu anlaşılıyor. Bu hareketin başında Çuhacıyan isminde bir bestekârı görüyoruz.

Dikran Çuhacıyan Efendi 1840 yılında İstanbulda doğmuştur. İlk musiki tahsili Türkiyededir, fakat daha sonra İtalyaya gidip Milâno konservatuvarında okumuştur. Tiyatroya merak sardıran Dikran Çuhacıyan Efendi, muhtelif operetler vücude getirmiştir. İlk eseri olan (Arzae) isimli operet, Naumun tiyatrosunda oynanmış, büyük muvaffakiyet kazanmıştır. Çuhacıyanın bundan sonra vücude getirdiği “Olimpiya" isimli operetin birçok parçaları Viyana, Napoli gibi şehirlerde büyük konserlerde çalınmış ve bestekârın ismini memleket hudutları dışına çıkarmıştır.

Çuhacıyan, bundan sonra Arifin hilesi, Köse kâhya, Leblebici Horhor operetlerini yapmış, bunlar İstanbuldan başka Kahirede ve Atinada da oynamıştır. Çuhacıyanın yaptığı Zemire ismindeki opera-feeri 1891 yılında Beyoğlunda Konkordiya kışlık tiyatrosunda Matmazel Bennati Fransız trupu tarafından

Çahacıyan Efendi

64 TÜRK TİYATROSU

oynanmıştır. 1899 da yeni Fransız tiyatrosuna gelen Mösyö Fransini'nin idaresindeki İtalyan opera trupu, bu eseri gayet zengin dekor ve kostümlerle tekrar temsil etmiştir. Çuhacıyan bu ikinci oynanışında eserini tadil ve ıslâh etmişti. Sonraları Pariziyana ismini alan Beyoğlundaki “İsplandit-Tavern" çalgılı kahvesindeki orkestra uzun zaman bu eserin birçok parçalarını çalmıştır.

Bestekârın daha birçok eserleri vardır.

Çuhacıyan şark musikisini Avrupa orkestrasyonuna adapte edilmeğe müsait bir şekle koymuştu. Armoni ve kontrpuvan bilgisi onun eserlerine sağlam bir temel teşkil ediyor.

Tan gazetesinin musikî münekkidi Mösyö Veber Çuhacıyan hakkında takdirkârane makaleler yazmıştı. San'atkârın arkadaşı şair Piyer Anmeghiyan, onun operetlerini Fransızcaya tercüme etmiştir.

Çuhacıyan İzmirde, yokluk içinde ve her suretle istismar edilmiş bir halde ölmüştür.

Memleketimizde operet yapan ilk san'atkârlardan biri de Haydar Beydir. Bestekâr Kemanî Haydar Bey 1846 da doğmuştur. Saray muzıkasından yetişmiş, binbaşılığa kadar çıkmış, sonra tekaüt olmuştur. Haydar Bey, Ahmet Mithat Efendinin Çengi piyesini bestelemiş, eserleri tiyatrolarda birçok defalar tekrarlanmıştır. Bunlardan sonra bazı operetler daha yapmış, fakat bunlar oynanmamıştır. Eserleri arasında muhacirler ve Macaristan marşları vardır, Macaristan marşı matbudur.

Haydar Bey eserlerini alaturka musiki üzerine bestelemiştir. Haydar Bey 1904 de ölmüş, Üsküdarda Karaca Ahmette Selimiye tekkesi karşısına gömülmüştür.

Muharrir Ahmet Mithat Efendinin de güftesile beraber bestesini de kendisinin yapmış olduğu bazı operetleri vardır.

Gedikpaşa tiyatrosunun suflörle piyes oynamayı inhisar haline getirmesi üzerine Güllü Agoptan ayrı çalışmak isteyen bazı san'atkârların muhtelif vasıtalar aradıklarını yukarıda kaydetmiştik. Şarkılı piyesler oynamak Güllü Agobun imtiyazına da-

Bestekâr Haydar Bay

65

5 YAKIN ÇAĞLARDA

hil olmadığından bazı artistler bundan istifade ederek operet heyeti teşkil etmişler, bu heyet Bayazıtta umumî kütüphane yanında şimdi dişçi mektebi olan binanın yerindeki tiyatroda temsiller vermeğe başlamıştı. Çuhacıyanın eserleri de burada büyük muvaffakiyet kazanmıştı.

Gedikpaşa tiyatrosu muharrirlerinden Senpetresburg sefiri Şakir Paşa, Atina sefiri Agâh Efendi, Hasan Bedrettin Paşa Güllü Agop-Çuhacıyan rekabetini teşvik etmişler, La Belle Helene, Girofle-Girofla, Orphee aux Enfers Les Briganda, La Fille de Mme Angot operetlerini dilimize çevirmişler, Gedikpaşa tiyatrosunda oynatmışlardı. Güllü Agop, bu işle meşgul olmak üzere Mösyö Menadier isimli bir Fransız rejisör getirtmişti. Bu zat, bir kelime Türkçe bilmediği halde, bu piyesleri Gedikpaşa tiyatrosunda sahneye koymuştur. Eserler asıllarındaki bestelerile oynanmıştır.

Yukarıda adı geçen ilk aktrislerden Matmazel Yeranuhi Karakaşıyan, operetlerde de ileri geçmiş, trupun birinci şantözü sayılmağa başlamıştı. Çuhacıyan'ın bütün eserlerinin muvaffakiyet kazanmasında baş kadın rolünü oynayan ve sesi çok güzel olan Matmazel Acemiyan'ın da tesiri vardır. Matmazel Siranuş ve Asgig kardeşler de gayet güzel kontralto sesleri olan, takdir toplayan heykel vücutlu iki operet san'atkârı idi.

İstanbul Halk evi temsil şubesi reisi Doktor Celâl Tahsin Beyin, şöyle böyle yarım asır evvelki bir zamana ait olan tiyatro ilânları koleksiyonlarının tetkiki, o devirlerdeki çalgılı piyes oynamak merakı hakkında daha etraflı malûmat vermiş oldu. Ahmet Mithat Efendinin “Zeybekler" isimli dört perdelik piyesi 1882 yılında (Hicrî 1301 ramazanı) Gedikpaşa tiyatrosunda musikili olarak oynanmıştı. Bu temsile ait bir el ilânında tiyatronun o

Matmazel Siranuş Toska operasında

66 TÜRK TİYATROSU

zaman Fasulyacıyan Efendi idaresinde olduğu kaydedildikten sonra “Zeybekler" piyesinin mızıkasının Kristo Efendi tarafından yapılmış olduğu yazılıdır. Bu ilânda eserin içindeki roller ve onları oynayan san'atkârlar şöyle gösteriliyor:

Memiş Efendi — Keorgıyan Efendi

Yemişçi Mustafa — Seferiyan Efendi

Aluş — Tiryanst Efendi

Makri Mehmet — Ahmet Fehim Efendi

Kahveci — Çobanıyan Efendi

Rabiş Kadın — Bayızar Hanım

Emine — Mai Hanım

Yılık Hasan — Yazıcıyan Efendi

Fatiş — Öjen Hanım

Körcis — Yervant Efendi

Osman Efendi — İbrahim Saim Efendi

Halil Bey — Ropen Binemeciyat Efendi

Hayimaçi — Fasulyacıyan Efendi

Ayşe — Koharik Hanım

Şahin — Hiranuş Hanım

Cariye — Emir Hanım

Başka bir el ilânı da "Şehzadebaşında Direkler arasında Mesirei

Mesirei efkâr tiyatrosunda elilânı

67 YAKIN ÇAĞLARDA

efkâr tiyatrosu" na aittir. Bu ilân burada Mağakıyan Efendinin idaresi altında "Osmanlı tiyatro kumpanyası marifetile" Penbe kız isimli eserin temsil edileceğini bildiriyor. İlânda eserin isminin altına şu kelimeler yazılmıştır:

Muzhik opera — 3 perde. Muharrirleri Osman Nuri ve M. Muslihiddin Beyler. Mızıkası izzetlû Haydar Beyefendi tarafından millî usulü musikimiz yeni ve lâtif bir tarzda tevsi edilerek telif edilmiştir.

Elli iki yıl evvel oynanmış olan çalgılı eserlerden biri de “Endiyana" isimlidir. 1881 yılında (Hicrî 1300 ramazanının dokuzuncu günü akşamı) Şehzadebaşında oynanmıştır. Bu temsile ait el ilânının baş tarafında şunlar yazılıdır:

Şehzadebaşında dört yol ağzında vaki Temaşayı hüner Operayı Osmanî tiyatrosu Dikran Kalemciyan Efendi idaresinde; sahne müdürü Fasulyacıyan Efendi.

Piyesin ismi olan “Endiyana" kelimesinin altında da “muzhik opera", “Feeri ve Fantastik" kelimeleri vardır. Eser, Dikran Kalemciyan Efendi tarafından tertip edilmiştir. Bu eserin temsilinde rol alan san'atkârların isimleri şunlardır:

Operayı Osmani tiyatrosunun elilânı

68 TÜRK TİYATROSU

İsmail Hakkı, İsmail, Nuri, Pamukcıyan, Cankiyan, Manokiyan, Apik Efendiler, Viktor, Hiranuş, Satenik, Alis, Öjen Hanımlar.

Bundan üç yıl sonra da 1887 yılında S. Benliyan Efendi nin idaresi altındaki Osmanlı operet kumpanyasının temsilleri bir zaman sürüp gidiyor.

1885 yılına ait bir el ilânı Operayı Osmanî tiyatrosunda musikisiz eserler de oynandığını gösteriyor.

Hicrî 1304 ramazanının 15 inci akşamı (1885) verilen temsilin ilânında şu satırlar vardır:

Sultan Bayazıt'ta tramvay istasyonunda vaki Karakulak hanında müceddeden inşa olunan Oparayı Osmanî. Çaprascıyan Efendinin marifetile. Hırsız Simon. Dram 4 perde.

Bu eserin temsilinde Vartoviyan, Gümüşciyan, M. Nuri, Aleksaniyan, Marzıbanyan, Çaprascıyan, Kalfayan Efendilerle Peruz, Öjen ve Agavni Hanımlar rol almışlardır.

Serope Benliyan Efendi YAKIN ÇAĞLARDA

TİYATRO BİNALARI

I. Şehzadebaşı Salaşları

II. Kahve köşesinde

III Mınakıyanın hissî piyesleri

IV. Abdürrezzak'ın ve Hasan'ın tiyatroları

Eski tiyatro binalarımızdan Beyoğlundaki Naum ve İstanbuldaki Gedikpaşa tiyatroları binalarının güzelliği, temizliği ve tertibatı hakkında evvelki bahislerde malûmat vermiştik. Bu kısımda Şehzadebaşı tiyatrolarının vaziyetini tetkik edeceğiz. İstanbulda bundan kırk bir yıl evvel çıkmış olan Maarif mecmuasının 31 mart 1308 (1892) tarihli sayısında biri Doktor Şükrü Kâmil, biri Mehmet Celâl imzalı, ötekisi de imzasız üç makale var. Mecmuanın aynı sayısındaki üç makalede de Şehzadebaşı tiyatrolarından bahsediliyor. Doktor Şükrü Kâmil Bey diyor ki:

İstanbulda mevcut tiyatroların hepsine sizinle bir kere bir ziyaret verelim, bakalım sıhhat üzerine ne tesir icra ediyorlar.

Osmanlı dram kumpanyası eski Mehmet Efendi kıraathanesi derununda birkaç seneddnberi yapılan mahalde icrayi lûbiyat ediyor. Görülüyor ki mahallî mezkûr gayetle dar ve bu darlıkla mütenasip olmayacak derecede izdihamlı bulunan mezkûr tiyatroda teneffüs ve mevaddı ihtirakiyeden hasıl olan hamızı karbonun mahalli borucu görülemediğinden bilhassa gençlerimiz üzerinde hamızı karbonlu havanın teneffüsünden ileri gelecek mazarrat gayri kabili tariftir. Gidenlerin vukubulan ifadelerine göre dumandan göz gözü görmiyecek derecede bulunuyormuş. Bu halleri dairei belediyenin nazarı dikkari muşikâfanesine arz ile beraber tiyatro sahibinin bu hususları nazarı dikkate almaları mederı taayyüşlerini temin eden tiyatro meraklılarının muhafazai sıhhatleri noktai nazarından lâzımdır.

Handehanei Osmanî tiyatrosunun menfesleri bulunması münasebetile hıfzıssıhhat noktai nazarından bu hususta söylenmesi lâzım gelecek hiç bir söz yoktur.

Kukla tiyatrolarının ve Osmanlı opera kumpanyasının mebni olduğu mahaller toprak olup bu hususta birinci ve ikinci mevkilerde oturanların rütubetten halâs olamıyacakları ve hele locada oturanların bilhassa Osmanlı opera kumpanyasında gaz kokusundan fena halde muztarip oldukları tecrü-

70 TÜRK TİYATROSU

bei zatiyem ile müsbettir. Tasa'udatı teneffüsiyyeye munzam olan petrol mazarratı emrazı teneffüsiyenin başlıca membaı olmuş olur.

Buraları da belediye memurlarının muhafaza edegelmekte olduğu sıhhat ve istirahati âmmenin bir kat daha temini için nazarıdikkatlerine arzolunduğu gibi kumpanyasını muntazam bir hale sokan İsmail Efendinin de bilhassa atfı nazarı dikkat eylemesi tavsiye olunur.

Gülünçhanei Osmanî kumpanyası bunların hepsinden ziyade muzırrı sıhhat bir halde görülüyor.

Maarif mecmuasındaki imzasız yazının başlığı “Ramazan geceleri" dir. Burada ramazan münasebetile her yerde yapılan şeylerden bahsedilirken deniliyor ki:

Tiyatroların mebni olduğu mahalde evvelâ kukla tiyatrosuna tesadüf olunur. Bu tiyatro, taksimat ve tertibatça mükemmel ise de fakat huzzarın oturdukları mahallin toprak olması şayanı teessüftür.

Oyuna gelince: O masnu küçük kuklaların hemen bir insanın evza ve etvarını tamamile icra etmeleri insanı memnun ediyor.

Son perdede sınaî dere ve ırmak sularının manzarası ve rengârenk elektrik ziyalarile perdenin tenviri calibi dikkat olmaktadır [^] İşte sair tiyatrolara nisbetle hoşça vakit geçirmek isteyenler buradan memnun olabilirler. Fakat şurası cayı sualdir ki intizamı bu dereceye gelmiş olan kuklalardan tiyatro oyunlarına tatbik ederek oyun oynanılamaz mı?

Kukladan sonra Opera kumpanyasına tesadüf olunur. Tiyatro ve sahnenin noksanii tertibatı ve mahallinin toprak oluşu ve rütubetin ziyadeliği medarı itiraz olabilir zannederim. Oyun esnasında aktrislerden bazılarının kendi kendilerine mükâleme etmeleri abes görülür.

Çoktanberi Osmanlı tiyatrosunda yeni oyun intizarında bulunulduğunu evvelce dermeyan etmiştik. Birinci defa olarak ilân olunan Sekiz yüz kırk bir numara nam lûbiyatın temaşası için gidildi.

Tiyaronun hiç bir mahallinde bir menfez bulunmadığı cihetle içilen sigara dumanından mütehassıl havayı sâf (!) insanı muztarip etmekte idi.

Osmanlı tiyatrosu o kadar nail olduğu rağbet ve teveccühü âmmeye mukabil böyle mağara gibi dar bir mahâlli intihap edişi ve bu intihabında ısrar ve devamı hakikaten şayanı teessüftür. Kendisinin devam ve memnuniyeti halkın rağbetine vabeste olduğu halde onlara karşı bu yolda mı mukabele edilmeli? Anların sıhhat ve istirahatleri için edilecek dikkat ve itinanın şerhine hacet messetmez.

Mevkilerin her kangı birine dahil olan zatın bir daha dışarı çıkması mu-


[^] Elektrik tenviratı Türkiyeye 1908 meşrutiyetinden sonra girmiştir, onun için bu kuklayı oynatan ecnebi hüner sahiplerinin beraberlerinde dinamo, projektör veya hususi bir vasıta getirerek perdelerini aydınlattıkları anlaşılıyor.

71 YAKIN ÇAĞLARDA

hal kabilindendir. Acaba rağbet ve teveccühü umumiyeye mazhar olamıyoruz diye iddia edebilir mi? O halde mahut mahallin intihabına ne diyelim?

Birinci mevki için birkaç tane uzunca kanape alıp üzerlerine birer demir çenber geçirerek (gûya kimse kimsenin yerine oturmaması için) ilân olunan koltuk sandalyalarına sarfedilen akçenin bir miktarını da şanonun tertibat ve intizamına sarfetse ve müteaddit kont, salon daireleri diye açtığı perdelere muktezi levazım ile (yenisinden sarfınazar) bir de şano tertibatına dikkat etmiş olsa bir dereceye kadar noksanını ikmal etmiş olurdu.

İnşallah şu ıslâhat yakında icra olunur. Oynanan oyuna gelince: Bu bapta herkes intihabında ve reyinde serbest bulunup ancak bazılarının hedefi itirazı olan bu gibi piyesler esasen garip ve feci olmakla beraber gene kemali merak ve lezzetle temaşa olunmuştur.

Piyesin aslından Türkçeye hini tercümesinde kaçırılan bazı hata ve talaffuzatın ıslâhı birinci derecede temenni edilecek mevardandır.

Vazife cihetine gelince: Aktörlerden Aleksan ve Mınakyan Efendilerle aktrislerden Hehimyan ve Binemeciyan Hanımlar rollerini bihakkin ifa etmişler ve bahusus âmalık vazifesini icra eden Minakyan Efendi mazharı takdirat olmuştur.

Mehmet Celâl Beyin makalesinin başlığı “Ramazanda vakit geçirmek" tir. Muharrir, bütün bir günün hikâyesini, gündüz kıraathanelerde, camide, ramazan sergilerinde, akşam iftarda, daha sonra teravi namazında, karagözde, meddahta, çalgılı kahvelerde geçirilen vakti anlattıktan sonra diyor ki:

Bir başka gece de Osmanlı tiyatrosuna gidilir. Tiyatronun bir kıraathane içine sıkışmış olmak, müşterilere yol göstermek için ücretle kullanılan adamların münasebetsiz muameleleri calibi hayret bulunmak, sahnenin tezyin ve tenvirine itina edilmemek gibi birçok nakayisten sartınazar edeyim de tiyatro hakkında bir edip tarafından serdedilen mütalâanın bazı fıkralarını nakledeyim:

“... Fikrimce tiyatro esasen öyle marifet veya ahlâk mektebi değil, adeta bir eğlencedir. Hattâ birtakım hazin hazin facialar da tiyatroları eğlencelikten çıkaramaz.

— Tiyatro nedir?

— Adeta taklit.

— Neyi taklit ediyor?

— Ahvali beşeri!

Şu dört ibarecik tiyatronun en faydalı bir eğlence olduğunu meydana çıkarmağa kâfidir zannederim. Binaenaleyh cemiyeti beşeriyyeye faydalı eğlenceler de lâzım görünür. Tiyatro ise cisim ve can bulmuş bir hayali şairanedir, güya ki insanı elinden tutar, gönüllerin hafa perdelerini birer birer açarak en gizli göşelerini gösterir.

72 TÜRK TİYATROSU

Göte'nin, Şillerin oyunlarından Almanyanın ahlâkınca hâsıl olan tesiratı tadat etmek lâzım gelse bir büyük cilt kitaba sığmaz. (1).

Şu ifadeden anlaşılıyor ki tiyatro o kadar da nazarı ehemmiyetten ıskat olunacak oyunlardan değildir. Osmanlı tiyatrosu ise memleketimizde temeyyüz etmiş bir dram kumpanyası demek olup fakat bu kumpanyanın epey sene evvel teşekkül ettiği halde şimdiye kadar nazarı dikkati belbedecek bir eseri terakki göstermemesi şayanı teessültür. Hele Mınakyan Efendinin romanı bozup tiyatro yapmaktaki inhimaki, bu romanların ekserisini de bugün Avrupada da avampesendâne olan âsârdan intihap etmesi sezavarı hayrettir. Maksat iraci ibret ise o gibi oyunlardan ne gibi ibret tahassül edeceğini anlamam. Ha! Şurasını da inkâr etmiyeyim: Osmanlı tiyatrosu esası ihtisasatı beşeriyeye merbut bazı güzel oyunlara maliktir, ezcümle biri “Hakiki nedamet" tir. Zevcine ihanet eden bir kadının nedameti külliyesini musavvir olarak hayatı beşeriye içinde hüviyeti insaniyeyi lerzenak eden birtakım hakayıkı müthişe bu oyunda görülür.

"Dalila" da bunlardandır. Taştan bir kalbi melekâne çehresile örterek, masumane tebessümlerile bin türlü ümitler vadeden kadınların genç kalplere karşı ne yaman bir katil olduklarını tasvir ediyor.

“Pariste bir vak'a" da bundan aşağı değil! İşte bunlar hiç olmazsa insana bir damla gözyaşı döktürüyor.

Rolünü bihakkin tanıyan aktörlere gelince bunlar Mınakıyan, Aleksan Efendi, aktrislerden Hekimyan Hanımdır. Bazı mübalâgaları ve kusurları da nazarı dikkatten dûr tutulmamalı.

Abdürrezzakın hatırı kalsın mı ya ? Bir gece de oraya gidilir. Bu muzhik komedyacının birçok kişiden ibaret olan kumpanyası içinde vazifesini tamamile ifa edecek hemen kendisinden başka kimse yoktur. Elinde tavan süpürgesi, arkasında rengârenk bir hırka, başında yırtık fes, kaşlarında bir karış rastık (!) olduğu halde pirayei sahnei hezeliyyat olması, sonra da birtakım cinastan, fılândan müteşekkil sözlere başlaması gülüneck şeylerden değil midir?

Bir gece de Hasanın tiyatrosuna gitmeli. Zuhuri koluna bir perde ilâve ederseniz bu tiyatro (!) göz önüne gelir. Hasan Efendinin Abdürrezzakı taklit etmek fikrile arasıra kaçırdığı soğuklukları görmemezliğe gelmeli. (2)


(1) Mehmet Celâl Bey bu satırları Namık Kemal Beyin Hadika gazetesinde çıkan ve kitabımızın otuz üçüncü sayfasında bahsedilen meşhur "tiyato" makalesinden almıştır.

(2) Maarif mecmuası. İkinci cilt. Numara 36

73 YAKIN ÇAĞLARDA

Kemal Emin, Behzat Hâki Beyler meşrutiyetin ilk yıllarında

10.- 1908 DEN SONRA SAHNEDE TÜRKLER

I. Ahmet Fehimin nasihati. II. İslâm Bey rolünü oynıyacak aktör. III. Kısa ömürlü temsil heyetleri. IV. Burhanettin. V. Osmanlı tiyatro klöbü. VI. Donanma cemiyeti temsil heyeti.

Meşrutiyete kadar Avrupai tiyatro için çalışan bellibaşlı Türk artist evvelce hayatından bahsettiğimiz Ahmet Fehim Efendidir. Meşrutiyetin ilânından evvel bu güzel san'ata karşı alâka ve heves duyan Türk gençleri oldu, fakat bunlar meşrutiyet ilân edilmeden sahneye çıkmak imkânını bulamadılar. Bu arada üç arkadaş Raşit Rıza, Faik Sabri, Raif Beyler meşrutiyetin ilânından onyedi gün evvel Ahmet Fehim Efendinin Üsküdarda Doğancılardaki evine giderek sahneye intisap etmek arzusunda olduklarını söylemişler, kendilerini kumpanyasına kabul etmesini üstattan rica etmişlerdi, Ahmet Fehim Efendi:

74 TÜRK TİYATROSU

“— Bu meslek adam geçindirmez, sefil, perişan olursunuz" diyerek bu gençlerin isteklerini reddetmişti. (1) Gene meşrutiyetin ilânından evvel Muvahhit, Şadi, Müfit Ratip, Refik Halit, Refi Cevat, Suat Tevfik, Ali Muhittin, Raif Beyler bir ev tiyatrosu teşkil etmişlerdi. Müfit Ratip Bey, Mınakyanın oynadığı piyesleri not ediyor, eve gelince bunları tertip ve tanzim ediyor, diğerleri de oynuyorlardı. Gene meşrutiyetten evvel Reşat Rıdvan Bey, birçok defalar sahneye intisaba teşebbüs etmiş, hatta bir defa babası şehremini Rıdvan Paşa oğlunun bu arzusunu imkânsız bırakmak için tiyatroları kapatmıya bile kalkmıştı!

Meşrutiyetin ilânı senesinde birden ilk coşkunluk içinde tiyatroya karşı da büyük bir arzu ve rağbet uyandı. Birkaç ay içinde kıyamet kadar tiyatro heyeti teşekkül etti, bilhassa birçok Türkler sahneye intisap ettiler. Bu arada Tepebaşında yazlık tiyatroda (Amfi) Namık Kemal Beyin “VATAN" piyesinin temsili kararlaştırılmış, bu piyesteki İslâm Bey rolü için bir müsabaka açılmıştı. Raşit Rıza Bey bu rolü temsil etmek suretile meşrutiyetin ilk senesinde sahneye çıktı. “1908"

Müfit Ratip Bey de arkadaşlarının ev tiyatrosunu halk karşısına çıkmıya davet etmiş, şekerci Ali Muhittin ve Rehberi ittihat mektebi müdürü Raif Beylerden madası bu teklifi kabul ederek umum karşısında temsil vermiye başlamışlardı. Bunlar heyete Aznif ve küçük Şamram Hanımları da alarak ilk defa Şehzadebaşında Ferah tiyatrosunun karşısındaki binada umumî bir temsil vererek “Nasıl oldu" isimli piyesi ve Molyerden Ahmet Vefik Paşanın adapte etmiş olduğu “Zor Nikâhı" komedisini oynamışlardır.


(1) Ahmet Fehim Efendile mülâkatım. (Vakit gazetesi. 17 kânunusani 1926)

Şadi Bey, sahneye çıktığı senelerde

Raşit Rıza Bey, sahneye çıktığı sene

75 YAKIN ÇAĞLARDA

Meşrutiyetin ilânından bir gün evvel Yakacıkta ressam Muazzez Beyin oğlunun sünnnet düğününde bizzat Muazzez Beyle arkadaşları İbnirrefik Ahmet Nurettin, Musahipzade Celâl, Beylerbeyli Fuat, Baha, Hasan, Cavit ve Behzat Beyler ortaoyunu oynamışlardı, ertesi gün meşrutiyet ilân edilince bu orta oyunu heyeti de olduğu gibi Şehzadebaşında şimdiki Millî sinemanın olduğu yerde tiyatro oynamıya başladı. Tiyatroya "Sahnei heves" ismi verilmişti, komik Naşit Bey de bu heyet te dahildi.

Bir müddet sonra “Sanayii nefise kumpanyası" adıyle başka bir tiyatro heyeti teşekkül etti. Bu heyet devam edemedi, ayni yerde —Şehzadebaşında Letafet apartımanı karşısında Osman Ağa tiyatrosunda— amatör gençler “Mürebbii hissiyat" isimli bir trup yaptılar. Dr. Celâl Tahsin, Şahap Rıza, Dr. İsmail ve Behzat Beyler bu heyette çalışıyorlardı. Bir taraftan da Reşat Rıdvan Bey bir trup yapmıştı, Nurettin Şefkati, Hüseyin Kâmi, Rıza Fadıl, Şadi Beyler bu heyette bulundular.

İstanbuldaki tiytro merakı vilâyetlere de sirayet etmişti, İstanbuldan birçok kimseler vilâyetlere giderek oralarda temsiller vermeğe başlamışlardı, ayni zamanda buralarda yerli gençlerin de tiyatro heyetleri teşkil ettikleri oluyordu. Bu meyanda Selânikte de gençler bir trup yapmışlardı. Münakkit İbrahim Necmi Bey de bu heyete dahildi. O zaman Selânik belediyesi bu gençlerden istifade ederek bir resmî belediye tiyatrosu kurmağa teşebbüs etmiş, bu işle meşgul olmağı Ahmet Fehim Efendiye teklif etmiş. Fehim

Burhanettin Bey

Ertuğrul Mahsin Bey, sahneye çıktığı sene

76 TÜRK TİYATROSU

Selâniğe gitmiş, fakat bu teşebbüsün fiil haline gelmesi mümkün olmamıştır.

İstanbulda her gün bir tiyatro heyeti teşekkül edip her gün birisi batarken oldukça devam eden sahneler de görüldü. Bu arada Paristen büyük bir gürültü ile gelen ve Silvenin şakirdi olduğunu ilân eden Burhanettin Beyin idaresindeki heyet uzun müddet sahneye hâkim olmuş, birçok telif ve tercüme piyesler temsil etmiştir. Bu heyet muhtelif manzaralar göstermiş, bir aralık o zamanın bellibaşlı artistlerini toplamış, çok sürmeden buradan ayrılanlar ayrı heyetler teşkil etmişler, fakat Burhanettin Bey kumpanyası ismi uzun müddet devam etmiştir. Ertuğrul Muhsin Bey de ilk defa bu heyette sahneye intisap etmiştir. Bir aralık Burhanettinle birleşen Reşat Rıdvan Bey, tekrar ayrılarak ayrı heyet yapmış, Ertuğrul Muhsin, Kemal Emin, Hakkı Necip, Faik, Saffet Beyler beş altı ay da bu heyette çalışmışlardır. Bu trup ta bozulduktan sonra “Darüttemsili Osmani" isimli yeni bir heyet vücuda gelmiştir (1). O zaman bu heyetin baş artisti olan Hüseyin Kâmi Bey, etrafında hayli alâka uyandırmıştı.

Meşrutiyetin ilânı üstünden birkaç yıl geçmiş, ilk taşkınlık oldukça hafiflemiş, fakat siyasi ve içtimai hayatımızın muhtelif sahalarında olduğu gibi sahne hayatımızda da bir tebellür hasıl olmamıştı.

Meşrutiyetin ilânından sonra 1908 Teşrinisanisinde İstanbulda resmî teşebbüs ve himayeden istifade ederek bir Millî tiyatro tesisi mevzuubahs oldu, Maarif nazırı Recaizade Mahmut Ekrem, Müze müdürü Hamdi, muharrir Ahmet Hihmet, Halit Ziya, Mehmet Rauf, İzzet Melih, artist Hüseyin Kâmi, artist Burha-


(1) Behzat Hâki, Raşit Rıza, Ertuğrul Muhsin Beylerle mülâkatlarmı. (Tiyatro ve musiki mecmuası (1928).

Galip Bay, sahne hayatının ilk senelerinde bir rol esnasında

77 YAKIN ÇAĞLARDA

nettin, Fahrettin Beylerden mürekkep bir hey'et teşekkül etti, fakat hiç bir müsbet netice almak kabil olmadı.

1912 de gene bu maksada çalışmak üzere "Osmanlı tiyatrosu klöbu, adile bir cemiyet teşkil edildi. O zaman intişar etmekte olan "Zekå, mecmuasında bu teşekkül şöyle ilân ediliyor:

Mülkümüzde hakiki bir müessesei tamaşaiyenin lüzumuna kani olan fuzalâ ve ezkiyanın himaye ve tavassutlarını celebtmek, san'atkârlarımızın ciddi sâylerini canlandırmak, kütüphane, gazete gibi esbabı terakkiyi alâ kaderülistitaa bulundurarak Osmanlılığa lâyık bir tiyatro vücude getirmek üzere şimdilik Ferah tiyatrosu fevkindeki dairei mahsusada bir tiyatro klöbü tesis ve ruhsatı resmiyesi istihsal edilmiş olduğundan tiyatro muhiplerile tevhidi mesai arzusunda bulunan san'at kârana tebşir ederiz. Arzu edenler her gün badezzeval klöbe müracaatla malumatı kâfiye istihsal edebilirler. (1).

Osmanlı tiyatro klõbünün de bir hizmet görmeden sönüp gittiğini görürüz. Aynı senede daha çok garp klâsiklerini temsil etmek üzere "Yeni tiyatro" ve komedi, dram, feeri oynamak üze- re "İstanbul kumpanyası" isimli iki hey'et daha teşekkül ediyor, ikisi de belli başlı bir varlık göstermeden dağılıyor.

Bu seneler içinde Raşit Rıza Bey riyaseti altında bir trup teşkil ederek Rumeli şehirlerine Burhanettin Bey Napolyon Bonapart turneye çıkıyor, İstanbulda Ertuğrul Muhsin Bey "Ertuğrul tiyatrosu" isimli bir hey'et teşkil ediyor. Bu hey'etler de çok devam etmiyor. Sahne hayatımızdaki bu karışıklık ve istikrarsızlık hali Operatör Cemil Paşanın şehreminliği zamanında (1914) tiyatro hayatımızı ıslâh için Antuva

(1) Zekâ mecmuası, 16 Nisan 329 (1912),

78 TÜRK TİYATROSU


nın İstanbula getirilmesine kadar devam ediyor. Arada “Osmanlı donanma cemiyeti hey'eti temsiliyesi" yedi sekiz ay kadar süren ve göze çarpan ehemmiyetli bir varlık teşkil etmektedir.

Hükûmete yardımcı vaziyette ahaliden iane toplıyarak harp gemileri almak için teşekkül eden Donanma cemiyeti o vakitki muhtelif dağınık küçük truplara da cemiyet menfaatine bazı temsiller verdirmiş ve bunlardan maddi menfaat görmüştü.

Donanma cemiyetinde Ziya Bey isimli san'at meraklısı bir müdür vardı. Ziya Bey harbiye mektebinde edebiyat muallimi bir zabitti. Ziya Bey, Donanma camiyetinin bu müteferrik temsillerden fayda görmesini vesile sayarak Donanma cemiyeti menfaatine temsiller vermek üzere bir heyet teşkil etti. O zamana kadar muhtelif tiyatro teşekkülleri içinde tanınmış belli başlı san'atkârlardan bazılariyle Mınakyan hey'etinin bazı unsurları bu hey'ete alınmıştı. Bunlar Şadi, Nurettin Şefkati, Muvahhit Saffet, Hakkı Necip Beyler, Tolayan, Şahinyan, Çobaniyan, Dülgeriyan Efendiler, Şehper (Zabel), Kınar, Aznif, Virjin, Agavni, Eliza Hanımlardı. Bunlardan başka daha bazı kimseler de bu heyete girip çıkmışlarsa da oldukça mevcudiyet gösterenler bu isimlerini saydıklarımızdır. Bunlara Donanma cemiyeti ayda altı ile onbeş lira arasında maaş veriyordu. San'atkârlar yalnız rollerile meşgul oluyorlar, ne para, ne de idare işlerine karışmıyorlardı.

Osmanlı Donanma cemiyeti heyeti temsiliyesinin repertuvarını bazı komedi ve vodviller ve hissî piyesler teşkil ediyordu. Evvelce teşekkül ve birçok müteferrik temsil heyetlerine yardım etmiş olan Tiyatro cemiyeti âzasından bazı zevat — meselâ: Salâh

Meşrutiyetten sonra Ahmet Fehim Efendi ve Şadi Bey bir temsilde

79 YAKIN ÇAĞLARDA

Meşrutiyetten sonra Matmazel Nıvart ve Ahmet Fehim Efendi sahnede

Cimcoz, Hüseyin Suat, İbnirrefik Ahmet Nurettin Beyler— Donanma cemiyeti tiyatrosunun oynıyacağı eserleri intihap ve ihzar etmeyi de kabul etmişlerdi. Bunun neticesi olarak bu tiyatroda Hüseyin Suat Beyin Kirli çamaşırlar, Ahmet Beyin Hissei şayia, Zifafı bakir, Odalık gibi eserleri temsil edilmekte idi. Aynı zamanda Mınakıyan repertuvarından cinaî eserler haricindeki Dalilâ, Sefil valide, Sokak çocuğu gibi hissî piyesler temsil ediliyordu. Bu tiyatronun rejisörü yoktu. Mınakıyan repertuvarından alınmış eserler oynanırken Mınakıyan Efendi gelir, piyeslerinin temsiline nezaret eder, bazan bunlarda rol alırdı. Bunların haricindeki eserlerin hazırlanmasına müellifleri bakarlardı.

Bu tiyatronun idarî işlerine Donanma cemiyeti idare heyeti namına o zamanki Lâzistan mebusu Sudi Bey nezaret ederdi, sonraları müdür Ziya Bey tiyatro ile alâkadar olmaktan büsbütün vaz geçmiş ve idare tamamen Sudi Beyin eline kalmıştı.

Bu müddet esnasında gerek Mınakyan, gerek küçük Benliyanın idarelerindeki heyetlerle diğer bazı ermenilerin temsil heyetleri de zaman zaman Türkçe piyes oynamışlardır. Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/85 YAKIN ÇAĞLARDA

11. — 1908 DEN SONRA TİYATRO EDEBİYATIMIZ

I. Meşrutiyet intibalarını gösteren piyesler. II. Tarihi piyesler. III. Nigâr Hanımın eseri. IV. Edebiyatı cedide muharrirlerinin piyesleri. V. Akagündüzün piyesleri.

İlk zamanlarda tanzimat muharrirleri tiyatro eserleri yazdıkları halde onları takip eden edebiyatı cedide muharrirleri, oynatacak sahne bulamadıkları için bu nevi edebiyatla meşgul olmamışlar, şiir ve roman bu muharrirler için bilhassa iştigal sahası olmuştu. Padişah Abdülhamidin hürriyetten korkan ve hürriyete götürür diye fikri boğan istipdat idaresi, nihayet edebiyatı da susturdu ve 1908 meşrutiyeti memleketi bu halde buldu.

1908 meşrutiyetinin ertesi günü vatan duygularını herekete getirmek için Namık Kemal ve eserleri hatırlandı, Gedikpaşa tiyatrosu repertuvarından kahramanlığa ait olan eserler alındı, yeniden sahneye konuldu. Zamanın duygularına uygun eserler yazılıp oynandı. Bunlar istipdadı tel'in eden, hafiyelerin hayatını ve fenalıklarını gösteren, hürriyet uğrundaki çalışmaları ve bu uğurda çekilen eziyetleri tasvir eden piyeslerdir. Bir kısmı da 1908 den sonra bazı memleket parçalarının yabancıların eline geçmesi gibi siyasi hadiselerin ilhamile yazılmıştır.

Bu arada şu eserler sayılabilir:

Doktor Kâmil Beyin 10 Temmuz, dönmez yüz, bükülmez kol (1908-1910), Fehime Nüzhet Hakkı imzasile Bir zalimin Encamı, Adalet yerini buldu (1908-1909); Mehmet İhsan Beyin Ermeni mazlûmları, Hırsı saltanat, mesaibi istipdat (1908), Ahmet Tevfik Beyin İstipdadın son günleri (1908) Vessaf Kadri Beyin Sultan Murat, Yıldız faciaları (1909), Tahsin Beyin Girit (1910), Selânikli Abdi Tevfik Beyin Giridin fethi (1911) (1)

Bu mevzular haricinde Mehmet Rauf Bey, Halit Ziya Beyin “Ferdi ve şürekâsı" isimli romanını piyes haline getirdi. Abdülhak Hâmidin bazı trajedileri sahneye konuldu.

(1) Muasır Türk edebiyatı tarihi: Mustafa Nihat, İstanbul.

82 TÜRK TİYATROSU

Bir aralık “Sultan Selimi Salis" isimli bir piyesin kazandığı rağbetten sonra tarihî piyes yazmak merakı baş gösterdi, bütün Osmanlı padişahları bir bir sahneye çıkarıldı. Şahabettin Süleyman, Tahsin Nahit Beylerin müşterek yazdıkları “Kösem Sultan" piyesi Varyete tiyatrosunda Binemeciyan hey'eti tarafından temsil edildi.

Ali Naci Bey, Kösem Sultan piyesinin temsili münasebetile yazdığı tenkit makalesinde meşrutiyetin ilânından sonraki tiyatro hayatımız hakkında şunları söylüyor:

“Dört sene zarfında vaz'ı sahne edilmiş yüzlerce tarihi piyes bu zaman zarfında birer birer yırtılarak hufrei ihmal ve lâkaydiye atıldıktan sonra bugün elimizde şuunu güzeşteyi binnisbe daha canlı ve pürhayat izlerle temsil edecek ancak bir iki eser bulabiliyoruz. Meşrutiyetin hummayı mestisile sersemleşen, şaşıran beyinler o zamana kadar görmediği, işitmediği bir takım harekâtı kıyamiye ile sahnelerin bulandığını gördüğü zaman tabii bir besateti ruhiye ile bunları dinledi, sevdi ve alkışladı, sonra hepsi ilk tesirlerini kaybettiler. Elimizde bütün o dört senelik mazil hırafattan san'ata, ruha, hisse, hayale temas eder ancak iki piyes bulduk, biri "Selimi Salis", diğeri “Kösem Sultan"... (1)

Şahabettin Süleyman Bey, bazıları yine Tahsin Nahit Beyle müşterek, bazıları yalnız kendisinin olmak üzere birkaç piyes daha yazdı. Nigâr binti Osman Hanım “Girive" isimli bir piyes vücude getirdi (1912). Burhanettin temsil heyeti tarafından açık havada temsil edilen bu piyes hakkında Ahmet Mithat Efendinin uzun bir tenkit makalesi intişar etti.

Meşhur muharririn tenkit makalesi şöyle başlıyor:

Bir muvaffakiyeti edebiye—Temmuzun otuzuna müsadif olan pazar günü Fındık suyunda ilk defa olarak sahnei temaşaya vazedilen “Girive" zamanımızın muvaffakiyatı edebiyesinden olmasile bu vak'ayı meskütünanha bırakmağa gönlüm razı olamadı, “Girive" edibei muhtereme Niğâr Hanım Efendi Hazretleri taralından kaleme alınmış üç perdelik bir dramdır."

Ahmet Mithat Efendi tenkit makalesini şu kısımlara ayırıyor: Zemini vak'a, psikolojik intikat, teatral intikat, oyunun sureti icrası, halk üzerinde tesiri, netice. (2)

1908 meşrutiyetinden sonra tiyatroya ilk merak sardıran muharrirler arasında Kemal Emin ve Ahmet Nuretin Beyler de vardır. Kemal Emin Bey Viktor Hugonun Lukreçya Borciyasını dilimize çevirmiş, sahne teşekküllerile alâkadar olmuş, ciddî ve


(1) Rübap mecmuası. Sayı 33

(2) Zekâ mecmuası koleksiyonu. Sahife 233

83 YAKIN ÇAĞLARDA

san'atkârane bir tiyatro tesisini isteyen birçok makaleler neşretmiştir. Ahmet Nurettin Bey de Fransız piyeslerinden bir çoğunu adapte ettiği gibi bazı telif eserler de yazmıştır. Aptullah Cevdet Beyin Şekspir tercümelelerinden mühim bir kısmı da bu devrededir.

1908 meşrutiyetinden sonra Edebiyatı Cedide muharrirlerinden bazılarının da tiyatro eserleri yazdığını görüyoruz. Cenap Şehabettin Bey mevzuunu 31 mart vak'asından alan “Yalan" isimli bir piyes yazmış, Saffet Ziya Bey, Abdülhamit zamanının fenalıklarından birine işaret eden “Haralambos Cankiyadis" adlı bir piyes yazmıştır. Hüseyin Suat Beyin de bu yolda bazı tecrübeleri vardır.

Türkçülük cereyanı kuvvetlenmeğe başladığı zaman Aka Gündüz Beyin Yarım Türkler, Muhterem katil isimli iki piyesi çıktı.

Bütün bunlar dağınık teşebbüslerdi. Tiyatro hayatımız gibi tiyatro edebiyatımızın da oldukça muntazam, feyizli bir hale girebilmesi Darülbedayiin kuruluşundan sonradır.

84 TÜRK TİYATROSU

Antuvanın İstanbula getirilmesi için Şahreminliğinden Paris elçiliğine yazılan tezkerenin müsveddesi

12. — DARÜLBEDAYİ NASIL KURULDU?

I. İstanbul belediyesinde geçen muamele.

II. Antuvanın gelişi.

III. Antuvanın fikirleri.

IV. Konservatuvarın ilk teşkilâtı.

V. Antuvan gidiyor.

Darülbedayinin kuruluşu, tiyatro tarihimizin en mühim hadiselerinden biridir. Memleketimizde Gedikpaşa sahnesinde doğup büyümek istidadı gösteren ve istipdat idaresinin darbelerile daha ilk zamanlarda sindirilip durdurulan ve yıllarca gerileyen temaşa hareketi, Darülbedayiin kuruluşile yeniden canlanmak,

85 YAKIN ÇAĞLARDA

Antuvan Sirkeci garında, kendisini karşılıyanlar arasında

derlenip toplanmak imkânını bulmuş, yeni bir faaliyet ve terakki yoluna girmistir.

1913-1914 senelerinde İstanbulda şehreminliği eden Operatör Cemil Paşa, belediye işleri arasında İstanbula bilhassa iki yeni teşebbüs getirdi: Gülhane parkını tanzim ettirip halka açmak, konservatuvar kurmak.

O zamanki “Cemiyeti umumiyei belediye" de aza olarak bulunan Avrupa görmüş, san'atı ve tiyatroyu sever kimseler, Cemil Paşanın konservatuvar kurmak fikir ve teşebbüsünü kuvvetlendirip bu fikrin fiil sahasına çıkmasına yardım ettiler.

O zaman İstanbul belediye meclisinde aza olarak bulunan, ondokuz sene sonra şimdi de gene İstanbul şehir meclisi azası olan Teyfik Âmir Bey, o zamanki konservatuvar kurulması işinde yardımı geçenlerin başında sayılmalıdır (1).

Şehremini Cemil Papşa, İstanbulda bir konservatuvar tesisini Cemiyeti umumiyei belediyeye teklif etti, belediye mecilsi bu iş için üçbin lira tahsisat verdi. Cemil Paşa, İstanbul konservatuvarının ancak bir ecnebi mütahassıs tarafından teşkil edilebilece-


(1) Cemiyeti umumiyei belediye zabıtnamesi. Yedinci cilt. 1914 Haziran müzakereleri,

86 TÜRK TİYATROSU

ği fikrinde idi. O sırada Pariste Odeon tiyatrosu müdürü A. Antuvan, sahne sanatında yenilikler yapan yaratıcı ve teşkilâtçi bir san'atkâr olarak şöhret kazanmıştı. Odeon tiyatrosu müdürlüğünden de ayrılmış bulunuyordu (2).

Operatör Cemil Paşa, Mösyö Antuvanla hususi surette müzakereye girdi, anlaştı, resmî mukaveleyi aktedebilmek için “Encümeni emanet" ten karar aldı. Bu kararı istemek üzere encümeni emanete 21 Mayıs 1330 tarihile şehremini Cemil imzasile şu tezkere yazılmıştır:

Makamı emanetten encümeni emanete müzekkere

Memaliki mütemeddinenin kâffesinde refte refte mazharı terakkiyat olarak elyevm sanayii nefiseden madut olacak derecede behreyabı kemal olan ve maatteessüf bizde bu ana kadar heyeti umumiyesile eşkâli acibe ve gayri münasibe izharından hali kalmayan tiyatroculuk san'atı mergubesinin vücudünden istifade edilecek bir şekil ve surete ifragile memleketimizin bu cihetten olan noksani ve vesaiti temdiniyesinin telâfisi dahi tasavvur ve tasmim edilerek bu ümniyenin husulü için Cemiyeti Umumiyei Belediyeden üç bin lira tahsisat istihsal kılınmış ve evveliemirde bu işe bu gibi müessesata malûmat ve şeraici lâzımeyi haiz erbabı ihtisas yetiştirilmek suretile mübaşeret edilmesi lâzımeden bulunmuş olduğundan bu mesleğe sülûk edecek heveskârana malûmat ve izahat mukteziyeyi ita etmek üzere ( bütün cihanda bu bapta yegâne mütehassıs olan Paris Odeon tiyatrosu direktörü Mösyö Antuvan ile sureti hususiyede vukubulan müzakerat neticesinde ) İstanbulda bulunduğu müddetçe ikameti masarifile ( azimet ve avdet masarifi ) emanetçe tediye edilmek şartile 25 haziran 1914 tarihinden 25 eylüle kadar müddetle ve 12000 frank yani 600 Fransız lirası ücretle hizmeti mezkûreyi kabul ve taahhüt eylediği gibi İstanbul vilâyetile de bilmuhabere Şehzadebaşındaki Letafet apartımanının masarifi tamiriyesi emanete ait olmak üzere tiyatro mektebi ittihaz olunmak üzere şehri yirmi beş lira icare mukabilinde isticarı tekarrür etmiş olmakla mumaileyh Mösyö Antuvan ile icabeden mukavelenamenin akt ve teatisi ve mezkûr apartımanın isticarı hususunda bilmüzakere bir karara Tapu zımnında işbu müzekkere encümeni emanete tevdi kılındı.

21 mayıs 330 Şehremini

Cemil


(2) Andre Antoine. 1857 de Limoges'da doğmuştur. Evvelâ gaz şirketinde çalışmıştır. Sonra sahneye intisap etmiş, 1887 de serbest tiyatroyu açmıştır. Aotuvan burada büyük bir itina ile çalışmış ve muvaffakiyet kazanmıştır. 1897 de Strasbourg bulvarında Antuvan tiyatrosunu kurmağa muvaffak olmuştur. Genç ediplere müracaat ederek yeni eserler yazdırmış, bunları yeni bir şekilde sahneye koyarak dikkat ve alâka ile karşılanmıştır. Türkiyeden döndükten sonra hatıratını büyük bir cilt halinde neşretmiştir. Bugün sahne hayatından çekilmiş bulunuyor.

87 YAKIN ÇAĞLARDA

Monsieur 1e Prefat,

Jai l'vonnaur de nsizmıler â votre haute bianvesila.ce 4'opportunitd de fujre plucer 1e plus tâ4 pomaible une ineoription offiolelle sur 1'“dtfice affectö uu siöge du Conseryutoire Hatlonul Ottoman,

Le vublic gerait ainsi renagg:Aâ plue complü- tenemt et calta ndcemeitd se pröcise cen, jourseci pendunt lesguela beaucoup d'intöressdie se prösentent

DAR-UL-AEDAYI“OSMANI afin de demler aydlence ou de

döposer laure iltram wıx ulvung emplole gui vont Ötre erdde,

Veuilles uyre# , TEnsieur le Pröfet, İ'assu- Cunod de mes sentimenin lee plum respeotususemnşnt

Ağvonds,

A

Antavanın Şehremini Cemil Paşaya bir mektuba ve imzası

Bu tezkerenin kalem numarası sadıre 1028 dir. Belediye kâ- tplerinden Mehmet Talât Bey tarafından kaleme alınmıştır, müsveddesinde Cemil Paşanın kırmızı mürekkeple yaptığı tas- hibler, ilâveler görülüyor. Tezkere kâtiplerden Salâhattin Bey tarafından tebyiz edilmiştir. (1)

Şehremini Cemil Paşanın reisliği altında toplanan “encümeni emanet, şehremininin istediği kararı verdikten sonra mukavele-

(1) İstanbul Beleuiyesi evrak mahzeninde 11808 esas sumopah dosya, birinci kısım.


88 TÜRK TİYATROSU

nin Antuvana da imza ettirilmesi ve işin bitirilmesi için İstanbul şehreminliğinden Paris elçiliğine şu tezkere yazıldı:

Paris sefareti senniyesi canibi âlisine

Devletlu Efendim Hazretleri,

İstanbulda konservatuvar tesisi vazifesile iştigal etmek üzere Pariste Odeon tiyatrosu müdiri sabıkı Mösyö Antuvanla sureti hususiyede icra ettirilen müzakerat üzerine nushateyn olarak tanzim ve bil'imza leffen takdimi sûyu âlti âsafaneleri kılınan mukavelenamelerin mumâileyh Mösyö Antuvana dahi imza ettirilerek bir nushasının kendisine teslimi, bir nushai saniyesinin dahi savbı âcizaneme iadesi hususuna inayet buyurulması müsterhamdır olbapta emrü ferman hazreti menlehül'emrindir.

25 Mayıs 1330
Şehremini
Cemil

Bu tezkere şehremaneti hey'eti tahririye kaleminden 49 numara ile yazılmıştır (1).

Pariste Osmanlı kühûmeti sefiri, Mösyö Antuvana mukavelenameyi imza ettirdi. 4 Haziran 1330 (17 Haziran 1914) tarihinde İstanbul şehremaneti Mösyö Antuvana verilmek üzere Osmanlı Bankası vasıtasile Paris sefaretine ilk taksit olan dört bin franklık poliçeyi telgrafla gönderdi. Birkaç gün sonra da Antuvan İstanbula geldi, İstanbul belediyesinin misafiri olarak karşılandı. Maliye nezareti ıslâhatı maliye komisyonu mütercimi Ahmet Bedi Bey (aktör Muvahhidin kardeşi), Antuvanın refakatine tercüman tayin edildi, Bakırköy belediye dairesi kavaslarından Fransızca bilen Leon Efendi, Antuvana kavas olarak verildi.

Evvelce İstanbulda aktörlük ve rejisörlük etmiş olan Reşat Rıdvan Bey de Antuvana refakat ediyordu. Fransız tiyatro mütahassısı, İstanbuldaki tiyatroları gördü, tiyatrocuları gördü, oyunlarını seyretti.

İstanbulda bir belediye tiyatrosu tesisi mes'elesi gazetelerde de alâka ile karşılanmış, şöyle olmalı böyle olmalı diye neşriyat başlamıştı. Antuvan bir taraftan bu neşriyatı da takip ediyordu. 30 Haziran 1330 (14 Temmuz 1914) tarihli Sabah gazetesinde “Sahibi vukuf ve ihtisas bir zat tarafından" kaydile konulmuş imzasız bir makale çıkmıştı. Antuvanın bu yazıya verdiği cevap gene Sabah gazetesinde intişar etti, Fransız tiyatrocusunun sah-


(1) İstanbul belediyesi evrak mahzeninde 11808 esas numaralı dosya. Birinci kısım.

89 YAKIN ÇAĞLARDA

ne işlerimiz hakkındaki düşüncelerini gösterdiği için bu cevabı aynen alıyorum:

Osmanlı millî tiyatrosu ve konservatuvarı hakkında muharririnizin bugünkü nushanızda serdettiği efkâr ve mülâhazatı müfideden dolayı size teşekküratı halisanemi arzeylerim. Bu zat gibi münevver fikirlerin müessesenin teessüsü ve istikbali ile alâkadar olmalarını müşahede etmekle pek mes'udum. Serdedilen bütün mülâhazat bana pek vakıfane ve pek hüsnü niyetle yazılmış göründü. Yalnız muharririnizin tereddüt ettiği bir nokta hakkında kendisine bazı malûmat vermek istiyorum. Muharririniz komedi, dram, haile sınıflarını idare etmeğe davet olunacak Osmanlı artistlerin kıymeti san'atkâraneleri ne derecede olursa olsun eşhası vak'ası şark muhitinden büsbütün farklı muhitlerde gezen garp âsarını temsil eyleyecek şark artistlerinin evza ve etvar ve tasvir hususunda aldıkları terbiyenin binnisbe ademi kifayede olmasından endişe eyliyor. Artistlere bir parça hususî bir terbiye vermek lüzumu mutlâkını ben de hissettim. Bunun içindir ki Osmanlı konservatuvarında dans, iskrim, terbiyei bedeniyei umumiye için bir dersi mahsus küşadını tavsiye ve teklif eyledim. Bu hususa da belâğat, inşat ve hitabet sınıfları derecesinde ehemmiyet vereceğiz. Bu bapta tayin edilecek muallimler bittabi üdeba, şuara, muharririn, Osmanlı erkanı matbuatından terekküp edecek şubei edebiyenin tahtı teftişinde bulunacaktır. Gazetecilerin teftiş vazifei âliyesi tiyatro repertuvarının teşkiline de şamil olacaktır. Muharririnz musiki şubesi hakkında dahi pek muhik mütaleat dermeyan eyliyor. Şark musikisinde bir opera tesisi birçok anasıra muhtaçtır ki gerek bu yolda eser vücude getirecek muharrirlerin, gerek mümessillerin tamamile ademi mevcudiyeti hasebile şimdilik bunun kuvveden file çıkarılması gayri kabildir. Bunun için bizim daha seri neticelere intizar edebileceğimiz dram şubesinden çok sabretmek lâzımgelecektir. Velhâsıl bu müşkilât nazarı dikkatinden kaçmıyan idarei umumiye, bir musikî şubesi tesisi için proğram hazırlamıştır. Bu şube maruf ve salâhiyettar bir zatın tahtı riyasetinde olarak elyevm İstanbulda mevcut millî ve ecnebi anasırı müfideyi bir araya cemeyliyecektir. Bu zevat mükemmel bir teşkilât proğramı vücude getireceklerdir. Tedricen hareket etmek şartile sarfedilen mesai ve hüsnü niyeti umumiyeden burada dahi neticelere intizar olunabilir. Burada mazhar olduğum hüsnü kabule ve her taraftan arzedilen muavenete karşı pek minnettarım. Bu teşebbüsün ne derece mühim olduğu ve Osmanlı sanayiinin inkişaf ve tevsii hususunda ne derece iyi semereler vereceği anlaşılmışa benziyor. Bidayette gayri kabili ihraz olan küçük manialara rağmen bilhassa gazeteniz kadar mühim cerait mesaimize muavenette bulunursa neticei muvaffakiyete sureti kat'iyede kaniim. Hissiyatı halisanemin kabulünü rica eylerim,efendim.(1)

A. Antuvan


(1) Sabah gazetesi. Temmuz. 330 (1914)

90 TÜRK TİYATROSU

Konservatuvara musiki ve tiyatro gibi güzellikleri göğsünde toplıyacağı için “Darülbedayi Osmani" ismi verilmişti; bilgiler evi manasına gelen Darülfünun, şefkat evi manasına gelen Darüşşafaka mektebi gibi isimler örnek sayılmıştı.

Darülbedayii Osmani, Şehzadebaşında Letafet apartımanında kuruldu. Mösyö Antuvan, Darülbedayi Osmaninin umum müdürü idi. Darülbedayiin iki kısmı olacaktı: Tiyatro ve musiki.

Tiyatro kısmı müdürlüğüne önce “Darülbedayii Osmani müdiri umumi muavini", sonra “Hey'eti temsiliye müdürü, isimlerile ve iki bin kuruş aylıkla Reşat Rıdvan Bey tayin edildi. Musiki kısmını da o zaman Cemiyeti umumiyei belediye azasından olan Ali Rıfat Beyin idare etmesi kararlaştırıldı. Ali Rıfat Beyin unvanı “Darülbedayii Osmanî kısmı musiki reisi" idi. Musiki kısmı, Ali Rıfat Beyin idaresi altında olmak üzere alâturka ve alâfranga kısımları hey'eti fenniyeleri isimlerile iki hey'etten teşekkül etti. Alaturka musiki kısmı hey'eti fenniyesine Zekâi Dedezade Ahmet, Leon Hancıyan, Hafız Yusuf Efendilerle Rauf Yekta, Tanburî Cemil, Suphi, Sadettin, Baha, Sadık, Abdülkadir Beyler, Garp musikisi hakkında tetkikatta bulunacak heyete de Zati, Zeki, Asaf, Şamil, Cemil Beylerle Mösyö Radagliyo, Silvelli, Forlani, Adolyo ve Hege tayin edildiler. Bu isimleri Darülbedayii Osmanî kısmı musiki reisliğini fahri olarak yapmakta olan Cemiyeti umumiyei belediye azasından Ali Rıfat Bey tesbit ve teklif etmişti.

Tiyatro şubesi yedi kısma ayrılmıştı:

1 — Kıraat, telâffuz, tecvit.

2 — İnşat, takrir, aruz.

3 — Tarih, edebiyat ve edebiyat tarihi.

4 — Haile.

5 — Dram.

6 — Muzhike.

7 — Raks, adabı muaşeret, iskrim, iş'mizaz, (Mimik)


Reşat Rıdvan Bey

91 YAKIN ÇAĞLARDA

İstanbul şehremaneti; 24 Haziran 1330-tarihinde.(7 Temmuz 1914) İstanbulda çıkan bütün gazetelere şu ilânı gönderdi:

Darüldedayii Osmanîden :

Şehremaneti tarafından tesisi mukarrer Darülbedayii Osmaniye hasrolunan Şehzadebaşındaki Letafet apartmanının tanzimatı dahiliyesi ikmal edilmekte olduğundan ve kariben küşadı icra olunacağından şimdilik mektepte telaffuz, tasavvut, inşat, Türk edebiyat ve tarihi ve iptidal bir iki dersler muallimliklerine ve yine mektebi mezkûrda talebeliğe namzet olmak isteyen zevatın şeraiti lâzımeyi anlamak üzere mahı hali ruminin yirmisekizinci cumartesi ve yirmidokuzuncu pazar ve otuzuncu pazartesi günü sabah zevali saat dokuzdan onikiye kadar Darülbedayii Osmani müdiri umumisi Mösyö Antuvan tarafından kabul olunacakları ilân olunur.

Kadın erkek 197 namzet müracaat etti. Şehremini, “Maliye nazırı Cavit, âyan azasından Abdülhak Hâmit ve şair Tevfik Fikret Beylere, bir tezkere yazarak kendilerini artistlerin intihap ve tercihi işile meşgul olmak üzere Darülbedayie davet etti.

Tevfik Fikret Beyle Cavit gelmediler. Abdülhak Hâmit Bey bu daveti kabul edip gelmişti. Kendisinden başka diğer bazı edipler de mümeyyiz heyeti arasında bulundular. Antuvan imtihanları bizzat takip ediyordu. İlk seçmede 197 talipten 63 kişi ayrılmıştı,

1 Temmuz 1330 (14 Temmuz 1914) de İkdam, Sabah, Tanin, Peyam, Tasviriefkâr, Jamanak, Pozantiyon, İstanbul ve Lâtürki gazetelerine şu ilân gönderildi;

Darülbedayii Osmaniden:

Haile, dram, komedi sınflarının kabul imtihanların a temmuzu ruminin ikisine tesadüf eden bu çarşanba günü badezzuhur saat dörtte Darülbedayii Osmanide devam edilecektir. Mösyö Antuvanın tahu riyasetinde teşekkül eden hey'eti imtihaniye tarafından zirde esamisi muharrer namzetlerin imtihanları icra edileceğinden vakti muayyeninde Darülbedayii Osmanide bulunmaları lâzımgelir: Mehmet Bahaddin, Emin Beliğ, Halit, Mahmut Hilmi, Ekrem, Müfit, Süleyman Nahit, Suat, Kâmil, Gelip, Salâhaddin, Ali, Hakkı Necip, Edip, Sarım Maksut Beyler.

Hey'eti mümeyyize ve namzetler tam vaktinde Darlilbedayide ispatı vücut etm-lidirler,

Namzetler imtihana girerken inşat decekleri eserler ile ve sadece kitaptan okumak suretile mukabelede bulunacak refiklerile birlikte gelmelidirler.

Darülbedayi tiyatro kısmına ilk alınan muallimler şunlardır:

Dram nazarî: Mınakyan Efendi, dram ameli Aktör Burhanettin Bey (pek az devam etmiştir) komedi ameli: Fehim Efendi,

92 Antuvan Darülbedayiin ilk edebî heyeti arasında

Sağdan itibaren oturanlar: Yakup Kadri, Yahya Kemal, Rıza Tevfik, Abdülhak Hâmit, Antuvan, Tahsin Nahit, Ahmet Haşim, Müfit Ratip, Aqtullah Cevdet, Mehmet Rauf, Emin Bülent, Abdülhâk Hâmit Beyin arkasında ayakta tercüman Bedi Bey, Aptullah Cevdet Beyin arkasında ayakta Asım Bey. YAKIN ÇAĞLARDA

komedi nazarî ve amelî muavini: Celâl Tahsin Bey, temaşa tarihi muavini: Halit Fahri Bey, edebiyat tarihi: Rıza Tevfik, edebiyat tarihi muavini: Hakkı Tahsin Bey, edebiyat: Şahap Rıza Bey, edebiyat muavini: Celâl Tahsin Bey, trajedi: Salih Fuat Bey, trajedi muavini: Ertuğrul Muhsin Bey, makiyaj ve mimik fiziyonomi: Mösyö Riyoti, makiyaj ve mimik muavini: Ertuğrul Muhsin Bey, âdabı muaşeret ve teşrifat: Teşrifati Sadık Bey, âdabı muaşeret muavini Celâl Tahsin Bey, Türkçe: Arif Hikmet Bey.

Aynı zamanda bir de heyeti edebiye teşkil edilmişti. Aptülhak Hâmit, Yakup kadri, Yahya Kemal, Rıza Tevfik, İzzet Melih, Aptullah Cavdet, Müfit Ratip, Emin Bülent, Ahmet Haşim, Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi, Tahsin Nahit, Asım Beyler bu heyeti teşkil ediyorlardı. Hüseyin Rahmi Bey ilk içtimadan itibaren heyete iştirak etmedi. Aptülhak Hâmit Bey Fahri reis, Yahya Kemal Bey fili reis, Ahmet Haşim Bey kâtip seçildi.

Darülbedayiin tesisi hazırlıkları bitmişti, derslere başlanmak üzere idi. Umumî harp ilân edildi. Fransa, bize karşı harp açanlar arasında idi. Siyasi vaziyetler, Fransız tebeası Antuvanın İstanbulda kalmasını imkânsız bir hale getirmişti. Tiyatro mütehassısı, alelâcele memleketimizden çıkıp gitmek mecburiyetini duydu. 22 temmuz 1330 (4 ağustoş 1914) “ahvali hazırai fevkalâde ilcasile Darülbedayi derslerinin tasnifi ve mektebin küşadı ilânı ahire kadar talik edilmiştir" yolunda bir ilân gazetelere gönderildi.

Bu sırada “Osmanlı Donanma cemiyeti heyeti temsiliyesi" temsillerine devam etmekte idi. Darülbedayideki muallim ve talebeden bir kısmı da tatbikat sahnesi olarak hazırlanan Ferah tiyatrosunda bu isimle temsiller veriyorlardı. Tatbikat sahnesi Reşat Rıdvan, Sadık, Şahap Rıza, Fehim Beylerin kararile teşkil edilmişti.

San'atkârları şunlardır: Nazım, Rıfkı, Faik, Celâl, Şahap Rıza, Sadi, İsmail Zahit, Ahmet Fehim, Tevfik, Vahan, Beyler, Araksi, Mina, Roza, Mari Mineyan, Arabiyan, Efraz Hanımlar.

94 TÜRK TİYATROSU

13. — DARÜLBEDAYİİN İKİNCİ KRULUŞU.

I. Açılma resmi. II. İlk nizamname. III. İlk meclisi idare. IV. İlk bütçe. V. İlk kadro. VI. İlk temsil, VII. İlk fiatlar.

İstanbulda bir resmî tiyatro tesisi fikri artık iyice yerleşmiş olduğu için Antnvanın gidişi, bu teşebbüsü bir zaman için geriletmekle beraber tamamile akamete uğraması neticesini vermemişti.

Antuvan gittikten sonra kısa bir fasılaya uğrayan faaliyetin yeniden canlandığını görüyoruz. Hattâ bir aralık müessesenin açılma resmi bile yapılıyor.

Dbrülâceze muzikası, önce Darülbedayi alaturka musiki şefi Zati Beyin idaresine verilmişti. Darülbedayiin açılma resminde Darülâceze musiki heyeti tarafından muhtelif parçalar çalındı, Darülbedayi temsil kısmı müdürü Reşat Rıdvan Bey açılma nutkunu söyledi, musiki kısmı reisi Ali Rıfat Bey de bir nutuk irat etti. Önce Antuvan, Sabah gazetesinde çıkan mektubunda Türkiyede bir opera tesisinin uzun zamana muhtaç olduğunu söylemişti, Ali Rıfat Bey bu nutkunda Darülbedayi sayesinde “dört beş sene içinde operaya malik olacağımız" fikrinde bulunuyor.

Nutuklardan sonra musiki ve temaşa kısımları muallimleri davetlilere takdim edildi. Antuvan, memleketine gitmeden evvel temsil kısmı talebesini seçmiş bulunuyordu. Bunlardan Antuvanın takdirini kazanmış olan Burhanettin Cafer Bey bir manzume inşat etti. Musiki kısmı muallim ve san'atkârları alaturka ve alafranga iki konser verdiler (Teşrinisani 1914).

Şehremini İsmet Bey, Darülbadayi için bir nizamname yaptırmak üzere bir komisyon teşkil etmişti. İsanbul meb'usu Salâh Cimcoz, karantina idaresi muhasebe mümeyyizi Ahmet Nurettin, Cenap Şahabettin ve Hüseyin Suat Beylerden mürekkep olan komisyon şehremini İsmet Beyin riyasetinde toplanıp nizamnaYAKIN ÇAĞLKRDA

meyi yapmağa başladı (Teşrinisani 1914). Sonra Beyoğlu belediye müdürü Savni, Kadıköy belediye müdürü Celâl Esat Beyler de bu komisyona alındılar. (Kanunusani 1915) te nizamname bitirildi. 11 Mart 331 (23 Mart 1915) tarihinde Cemiyeti umumiyei belediyeye gönderildi. Belediye meclisince de tasdik ve kabul edilen bu ilk nizamname "Darūlbedayi tiyatro kısmı nizamnamesi" dir. Otuzyedi maddedir, bu maddeler sekiz kısma ayrılmıştır.

En mühim maedeleri şunlardır:

Madde 1 - Darülbedayi tiyatro kısmı bir mekteple bir sahneden ibaret olup mektepte temaşaya alt tedrisat ve tiyatroda mezkûr tedrisatın umumî bir surette tatbikatı icra olunmak ve bu veçhile terakkiyatı hazıraya göre bir temaşahane vücude getirilek bilcümle åsârı edebiyeyi temsil ve teşhir etmek ve bu sayede san'atkârlar yetiştirerek halkta zevki temaşa hâsıl eylemek ve bunun tesiri tablisile tiyatro müellifleri tezyidine dahi hadim olmak maksadile teşkil edilmistir.

Madde 2 - Darülbedayi tiyatro kısmı erbabı vukuf ve ihtisastan müteşekkll bir meclisi idare ile bir heyeti talimiye ve temsiliyeden ve lüzumu kadar idare memurlarından ibarettir.

Madde 3 - Meclisi idare adeden yedi kişlden ibaret olarak bidayeten şehremini tarafından intihap olunup lâyenazildir, vazifelerini fahrî olarak ifa edeceklerdir. Azalık inhilâlinde meclisi idare heyeti tarafından diğer biri intihap edilerek şehremini tarafından tasdik edilecektir.

Madde 10- Heyeti edebiye meclisi idare âzasila san'atı temaşa ve edebiyatta ihtisası olan yedi maruf zattan ibaret olmak üzere on dört âzadan müteşekkildir.

Madde 14- Hakkı telif hasılatı umumiyenin yüzde onu, başka lisanlardan adapte eserler hakki tahriri yüzde yedi ve tercü

Daralbedayiin ilk nizamnamesinin kabı

96 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/101 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/102 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/103 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/104 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/105 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/106 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/107 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/108 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/109 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/110 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/111 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/112 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/113 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/114 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/115 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/116 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/117 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/118 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/119 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/120 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/121 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/122 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/123 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/124 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/125 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/126 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/127 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/128 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/129 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/130 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/131 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/132 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/133 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/134 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/135 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/136 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/137 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/138 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/139 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/140 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/141 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/142 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/143 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/144 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/145 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/146 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/147 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/148 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/149 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/150 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/151 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/152 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/153 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/154 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/155 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/156 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/157 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/158 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/159 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/160 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/161 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/162 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/163 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/164 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/165 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/166 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/167 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/168 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/169 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/170 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/171 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/172 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/173 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/174 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/175 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/176 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/177 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/178 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/179 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/180 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/181 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/182 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/183 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/184 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/185 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/186 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/187 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/188 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/189 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/190 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/191 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/192 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/193 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/194 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/195 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/196 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/197 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/198 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/199 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/200 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/201 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/202 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/203 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/204 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/205 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/206 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/207 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/208 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/209 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/210 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/211 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/212 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/213 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/214 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/215 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/216 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/217 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/218 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/219 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/220 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/221 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/222 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/223 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/224 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/225 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/226 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/227 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/228 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/229 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/230 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/231 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/232 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/233 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/234 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/235 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/236 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/237 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/238 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/239 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/240 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/241 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/242 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/243 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/244 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/245 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/246 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/247 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/248 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/249 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/250 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/251 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/252 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/253 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/254 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/255 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/256 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/257 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/258 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/259 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/260 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/261 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/262 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/263 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/264 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/265 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/266 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/267 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/268 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/269 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/270 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/271 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/272 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/273 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/274 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/275 Sayfa:Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu Tarihi Birinci Cilt.pdf/276

  1. Lâle devri: Ahmet Refik. Sahife: 5). İstanbul, İbrahim Hilmi kütüphanesi. 1915; birinci tab'ı.
  2. Yedikule ermeni hastanesi 1925 salnamesinde Herant Asaduryanın makalesi.
  3. La Revue Thêatrale. Paris, 1904 Ağustos nushası.
  4. Metinlerle muasır Türk edebiyatı tarihi, Mustafa Nihat, Birinci cilt, 8. 266. 1980 İstanbul. Devlet matbaası.
  5. Muasır Türk edebiyatı tarihi. Mustafa Nihat. Birinci cilt. S. 269.
  6. La Revue Theâtrale. 1904 Ağustos sayısı. Paris.
  7. «Dünkü roznamemizde ziveri silki sütur olduğu üzere işbu pazar gecesi velinimeti biminnetimiz cenabı hilâfetmeap efendimiz hazretlerinin maiyyeti hümayunlarında şehzadegânı cıvanbahtan necabetlû devletlû efendiler hazeratından bazıları bulundukları ve güzergâhı hümayunda kâin hanelerin ekserisi tezyin ile cabeca ikame olunan çalgılar terennümsüz oldukları halde saat bir kararlarında Beyoğlunda kâin tiyatrohaneyi teşrif ile icra kılınan lûbliyatı nefisenin seyrü temaşasına rağbet buyurulduktan sonra saat beş kararlarında avdeti senniyei şahane şerefvuku olmuş ve sunulu bendegân ve tebeayı mülükâneleri haklarında mehasini enzrı celile ve âsârı taltifatı senniyyei şehriyaraneleri berkemal olduğuna dâi olmak üzere herkesin leyalil saireye tatbikan kabul olunmalarına lûtfen ve tenezzülen müsaadei ulyayı mekârim ihtivayi padişahi şayan buyrulduğundan her geceden ziyade tiyatrohanei mezkûr seyircilerle malûmal olarak işbu müsaadei celile cümleye irası fahrü mübahatı bigayat eylemiştir.»
    Ruzmamei ceridei havadis No. 117. 9 Recep sene 1980, (1861)
  8. Ruznamei ceridei havadis. 15 Recep sene 1281. (1862)
  9. Yedikule ermeni hastanesi 1925 yıllığında Heranı Asaduryanın makalesi
  10. Atala —yahut— Amerika vahşileri: Recaizade Mahmut Ekrem. İstanbul 1875.
  11. La Revue Thêatrale. Üçüncü yıl. No. 16 Sahife 378