Lozan Barış Antlaşması'nın TBMM Görüşmelerinde Dışişleri Bakanı İsmet İnönü'nün yaptığı konuşma

Vikikaynak, özgür kütüphane

Muhterem arkadaşlar! 1914 senesinde infilak eden Harbi Umumiyi Türkiye için tasfiye eden Muahedename ve senedatı düveliyeyi Huzuru Alinize takdim ettim. Derhatır buyurursunuz 1914'te Harbi Umumi infilak ettiği zaman bütün milletler meçhuliyet karşısında, endişei hayat ile ve endişeyi ferda ile düşünüyorlardı. Hiç şüphesiz Osmanlı İmparatorluğunun ciddi mehalik karşısında bulunduğunu sahibi idrak ve insaf olan hiçbir kimse reddedemezdi, bu kadar mahmul ve meşbu bir endişe içinde Osmanlı İmparatorluğunun intihabedeceği vaziyet ve en muvafık olan fikir ve tedbir ne idi? Bu daima şayanı tetebbu ve şayanı münakaşa bir zemindir. Ben bugün bu zemine girmeyi arzu etmiyorum, bir faidei ameliyesi yoktur. Hepimiz derhatır ederiz ki: 1330'daki Osmanlı İmparatorluğu zimandarını bu büyük vaziyetin tedbirini harbde bir tarafa iştirak ve iltihakta bulunmuşlardır. Esası münakaşa etmemek hakkındaki kararımı muhafaza ediyorum. Bununla beraber Harbi Umuminin birçok safahati tetkik olunmalıdır. Atiye mucibi intibatı olmak için lazımdır. Evvela Harbi Umumiye tarzı duhulü hiçbir zaman şayanı tenkid olmaktan kurtulamaz. Her millet Harbi Umumiye hayat ve memat mücadelesi olduğunu samimem ve cidden bilerek karar vermiştir. Hayat ve memat mücadelesine karar vermek bir kimsenin, bir heyetin hakkı değildir. Bu; milletin bizzat verebileceği bir karardır. Bu kadar büyük hadisat milletin karşısında emrivaki olarak bulundurulamazdı. Arkadaşlar. Harbi Umuminin cereyanı da baştanbaşa medarı ibrettir. Kemali esaf ve elemle derhatır etmeliyiz ki gunagün suiistimalat baştanbaşa memlekette bir sistem, bir meslek haline gelmiştir. Hepimiz biliriz ki kendi hudutlarımızı ve kendi vatanımızı müdafaa etmeye zaten kifayet etmiyen evladı vatan: Vatan haricinde heder edilmişti.

Arkadaşlar! Bu toprağın evlatlarının kanı ecnebilerin yeddi tasarrufunda idi. Ecnebiler bu memleketin en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün siyasetine en kuvvetli bir salahiyetle nüfuz ve hulül etmişlerdi. Sahibi izan ve insaf hiçbir kimse Osmanlı İmparatorluğunun artık bir mevcudiyeti hâkime ve müstakille halinde bulunmadığına zerre kadar şüphe etmiyorlardı. İdarei memlekette milletin kendi iradesi ve ihtiyarı tamamen insilabetmiş idi. Halbuki arkadaşlar bu vaziyette fert için olduğu gibi millet için, memleket için de kendi irade ve ihtiyarı en büyük kuvveti ve en kuvvetli medarı istinad olur. Eğer irade ve ihtiyarına sahibolsa idiler o zamanki zimamdaran Harbi Umuminin safahatı esnasında tezahür eden fırsatlardan belki istifade ederlerdi ve memleketimiz için birçok felaketlere mani olmak şöyle dursun belki müttefîkleri için de daha müsait şeriati sulhiye elde etmesine medar olurlardı. Daima elemle ve teessürle düşüneceğimiz bu sahafât hiçbir zaman gözümüzün önünden ayrılmamalıdır. Büyük bir hadisei tarihiyeyi tasfiye ediyoruz.

Muhterem efendiler! Mütarekeden sonra geçen safahat için alamınızı, ıztırabınızı tahrik etmek istemem. Çok mevani ve müşkülata maruz kalmışızdır. Bundan bahsedişim, bilhassa siyasî bir noktayı kendi telekkiyatı milliyemiz noktayı nazarından nazarlarınızda tebarüz ettirmektir. Eski sistemi bu hareketlere sevk eden bir sebebi asli, bir siyaseti asliye vardır. Bu siyaseti asliyeyi müsaade ediniz iki cümle ile ifade edeyim: İster Mutlakiyet devrinde, ister Harbi Umumi devrinde ve isterse ondan sonra olsun ekseriyetle Osmanlı İmparatorluğunun dahili idaresi için şiari; milletin murakabesinden kendisini kurtarmaya çalışan, milletin murakabesine karşı ıztırap hisseden bir Mutlakiyet idare fikri idi. Şekil ne olursa olsun -Osmanlı İmparatorluğunun- ruhunda daima bu kalmıştı. Dahilde her türlü murakebeden azade kalan bir Mutlakiyeti idare fikri; idarei dahiliye siyasetini teşkil ediyordu. Harici siyaset ise ister dostluk, ister ittifak, ister her hangi bir nam altında olursa olsun intihabettileri bir devlete karşı nihayetsiz bir teslimiyet ile ifade olunabilir, Mütarekeden evvel ekseriyetle vaziyet bu idi. Mütarekeden sonra vaziyet ekseriyetle bu oldu ve Osmanlı İmparatorluğunun bütün ananatında yerleşen sistem ve haleti ruhuye budur. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Hükümetiyle tecelli ve devam eden siyaseti milliye; bu arz ettiğim eski siyasete taban tabana zıttır; zıddı tam ve zıddı mutlak halindedir. Biz dahilde idarei Hükümeti milletin bilakaydüşart murakabesi altında bir idare, daha vazih bir tabii ile milletin kendi işini bilfiil idare etmesi şeklinde bir idare anladık ve o sistemi takibettik. Harici siyasette şiarımız evvela temas edeceğimiz her hangi bir Devlete karşı kendi mevcudiyetimizi müdrik ve tam müstakil ve menafiimize tamamen sahip bir vaziyet almak suretinde telakki ettik... En müşkül zamanlarda diğer devletlerle tesis ettiğimiz münasebat ancak bu suretle ifade olunabilir. (Alkışlar) Atiyen takibedeceğimiz münasebat ve fesis edeceğimiz dostluklar ve her guna revabıtta dahil evvelemirde Türkiye'nin ve Türk milletinin hüviyeti müstakillesi, mevcudiyeti tamamen muhterem ve muteber midir? Bunu bir noktai azimet ve bir noktai temas addedeceğiz. Bundan sonra başlıyan münasebat hakiki ve maddi bir surette ve mukabil bir şekilde olmak üzere devam edecektir. Siyaseti hariciyemiz, şekli idaremizin doğduğu günden beri bu oldu ve ilamaşallah ve ilelebet bu olacaktır. Onun için Heyeti Aliyenize takdim ettiğimiz muahedatta mukaddime olarak bu münasebatın devletlerin istiklâl ve hakimiyetine hürmet esasına riayet vücubunu mülahaza ederek yapılmış alduğu zikrediliyor. Bu bir tesadüf ve bir lafız değildir ve mukaddes bir (ideal)'e behemehal, vasıl olmak için yüriyen bir milletin istihsat eylediği bir viziyet ve neticedir. Tevarüs ettiğimiz Osmanlı İmparatorluğunun şimduye kadar akdettği mukavelat ile bu mukavelat arasında esaslı bir fark ve büyük bir tefevvuk bu mahiyettedir.

Efendiler! Elimizdeki vesaik bir mücadelei siyasiye devrinin netayicidir. İstiklâl Mücadelesinin mücadelatı harbiyesi bittikten sonra mücadelatı siyasiyesi başlamıştır. Bu mücadelatı siyasiye hakikatı halde Mudanya Mütarekesinden başlar. Mudanya Mütarekesi günlerinde milletimizle bize muhasım olan milletler arasındaki vaziyeti siyasiye ve halen ruhiye şu tarzda ifade olunabilir. Bir suretle tesfiyesi ve tatmini kabil olmıyan bir emniyetsizlik vardı. Uzun senelerin hadisatı her hangi bir teması siyasi için büyük bir emniyetsizlik vücuda getirmişti. Emniyetsizlik, yekdiğerinin her hangi bir sözüne ve imzasına emniyetsizlik medarı hayat mıydı? Ve bu mücadele nihayet bulmayacak mıydı? Avrupa'da ve bizim memleketimizde müfritler vardı ki, bu siyaset yolunu hiç açmaksızın, başlanan silah hareketi nihayetine kadar yürütmek istiyorlardı. Bunun nihayeti yoktu. Silah hareketi nihayet bir noktada durmak lazımdı. Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu noktada kati bir nüfuzu nazar ve kati bir karar ile tedbir aldı. Evet bu vaziyeti askeriye içinde milletlerle siyasî temasa girmek ve siyasi ahitler imza etmek mümkündü ve muvafıktı. İşte böyle selim bir his ile malumunuz olan mütarekename imzalandı. 0 günden itibaren Muahedenameyi imzalayıncaya kadar, mülahaza ve kararlarında vuzuhu olmıyan müfritler Mudanya Mütarekesinin hata olduğunu iddia etmişlerdi. Muhti kendileri idi. Bu hatayı bugün kuvvetle tebarüz ettiren netice göz önündedir. Mudanya Mütarekenamesini yapmıyarak harekatı askeriye ile istihsal edebileceğimiz araziyi bir damla kan akıtmaksızın ve bir taşı yeniden devirmeksizin tamamen istihsal etmiş oluyoruz. Ancak Mudanya Mütarekesiyle ihdas ettiğimiz mevkii siyasidir ki, ondan sonra sekiz, dokuz ay süren büyük bir konferansın müspet bir hedefe yürümesini muciboldu.

Arkadaşlar! Lozan Konferansı milletimizin Avrupa ortasında davet olunduğu büyük bir imtihandır. Mübalağa ad buyurmayınız, acaba uzaklardan sesini işittiğimiz Türkiye medeni alem ortasında ve günagün müşkilat içinde vazıh ve sarih olarak davasını teşrih ve müdafaa edecek bir seviyei medeniye ve bir seviye-i siyasiyede midir?Acaba gördüğümüz manzara Anadolu dağlarında şu veya bu tesadüfün, muhasımlar tarafından irtikabolunan şu veya bu hatanın tesadüfi neticesi midir? Yoksa müspet ve muayyen bir hedefe doğru bir milletin bütün kuvvet ve menabii ile vakfınsederek behemahal istihsali gaye için giriştiği bir mücadele midir? Bunun imtihanı idi. Türkiye Lozanda bugün cihanı idare eden heyetlerin, mücerren, ilim ve irfan ile mütemayız, vazifelerini ifa için ciddi bir surette yetişmiş ve çalışmış mümessilleriyle karşıkarşıya geldi. Bütün heyeti murahhasalar kendi memleketlerine karşı vazifelerini ifa etmek için büyük gayret göstermişlerdi. Bunu takdir ile yad etmeyi bir vazifei kadirşinasi addederim.

Heyeti Murahhasamız ki, ben onun min gayriliyakatin riyasetiyle mübahiydim. Hükümetimiz ve Meclisimiz tarafından itina ile intihabolunmuştu. Sizin huzurunuzda ve milletin muvacehesinde ve muvacehei alemde, muharebe meydanında bir asker gibi gece gündüz samimi bir hissi vazife ile çalışmış olan, her günâ müşkülata galebe için maddî ve manevi bütün kabiliyetlerini sarf etmiş ve şahsi her türlü endişeden azade olarak sırf vatanın tevdi ettiği vazifeyi ifa etmek için bezli vücudetmiş olan Heyeti Murahhasa arkadaşlarımı lisanı hürmetle yad ederim.(Alkışlar) Dünyanın her yerinde birçok muahedat yapa yapa yalnız ilimde değil, tecrübeleri sayesinde de mühim bir mevki kazanan mütehassıslarla bizim mütehassıslarımız ve müşavirlerimiz karşı karşıya geldiler. Fenni ve ilmi noktai nazardan dahi düşünülecek olursa bu ağır bir vazife idi. Murahhas olarak vazife almış olan Hasan Bey'in kendisinden pek çok istifade ettim ve samimi bir müzaheret gördüm-ve bilhassa murahhas olarak beraber çalıştığım Dr. Rıza Nur Beyi tevkırla yâd etmek isterim (Alkışlar)

Arkadaşlar! Günagün tesirat altından yalnız ilim ve vukuf ve tecrübe kâfi değildir. Fevkalade bir metaneti asap lazımdır. Hakikaten bir (ideal)'e hizmet lazımdır. Fevkalade bir feragatinefs hissi ile yekdiğerine eklenmek ve yekdiğerine samimi bir müzaheret göstermek lazımdır. Arkadaşlarımdan ve bilhassa Rıza Nur Bey'den bunu gördüm. Dr. Rıza Nur Bey Türk Heyeti Murahhasası içinde başlıca medan muvaffakiyet olmuştur. Millete bunu söylemek vazifemdir. Nasıl bir kıtai askeriye muntazaman ve bir disiplin ile ifayı vazife ederse arkadaşlar da tamam bir feragatinefs ile reislerine merbut olduklarını bütün cihan nazarında göstermişlerdir. Bu hal büyük mücadelede muvaffakiyetin başlıca bir esasıdır.

Arkadaşlar! Bir vazifei esasiyeyi ifa etmek için şunu da söylemek isterim. Gerek mücadelatı harbiye esnasında ve gerek sulh müzakeratı esnasında sevki kaderle ağır mesuliyetler altında bulundum. Ağır mesuliyetler altında memleketin hayatî menafiine taallük edebilecek ağır kararlar vermek vaziyetinde bulundum ve bunların hepsinde merkezi idareden aynı olarak ya düşman karşısında veya sulh müzakeratında olduğu gibi Avrupa ortasında idim,-siyasî tabir ile- siyasî muhassımlar arasında bulundum. Bu kadar ağır mesuliyetleri bimuhaba almak için ve bunların içinde en büyük müşkülat karşısında dahi hedefe karşı yürümek için malik olduğum menbaı kuvvet bilhassa Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşadır. (Alkışlar)

Arkadaşlar! Yalnız şahsi bir minnet ve bir şükran ifade etmek için söylemiyorum, vazife ve iş noktai nazarından bir hakikati ifade etmek için söylüyorum. İnsan çok bunaldığı zamanda en muvafık tedbiri bulsa dahi behemahal o muvafık tedbirin daha büyük ve samimi birisi tarafından teyidedilmesine muhtaçtır. Büyük ve karışık vaziyetler içerisinde en büyük tedbir o kadar basittir ki, ekseriya onu bulmak çok müşküldür. Fevkalade karışık, dolaşık, bulutlarla mestur bir muhit içerisinde yol gösterecek bir isabeti nazar lazımdır. Bu isabeti nazarı gerek muharebe hayatında ve gerek sulh hayatında bize gösteren Mustafa Kemal Paşa olmuştur. (Şiddetli Alkışlar) Aldığım vazifelerde muvaffakiyet hasıl olduysa gerek harbde ve gerek sulhta başlıca âmil olarak Mustafa Kemal Paşayı muvacehei millette ifade ediyorum.

Sulh Muahedenamesi ve merbutu olan senedat hakkında, günlerden beri arkadaşlar birçok tenkidat yaptılar. Heyeti umumiyesi hakkında mücmel bir fikir vermek isterken arkadaşlarımın hitabelerinde temas ettikleri birçok nıkata da cevap vermiş olacağım, zannediyorum. Muahedename, hudutlarımızı tâyin ediyor. Cenup hududu, Ankara itilâfnamesiyle tayin edilen hudut, malumualinizdir. Hatiplerin gösterdiği veçhile birçok millettaşlarımızın bu hudut haricinde kalmış olması münakaşa götürmez bir hakikattir. Bu hudut için müteselli olduğumuz cihet sulh meselesidir, muahedename ile milletler arasında hakiki bir sulh yapmış olacağımız kanaatidir ve bundan fazla olarak Ânkara itilafnamesinde vaz'edilmiş olan ahkam bu konferansta da ayrıca teyid olunmuştur. İmza ettiğimiz ve meriyetini tanıdığımız ahkam için daha karar zamanında her hangi bir tereddüt ve endişe izhar etmeye hakkımız yoktur. Benim kanaatim odur ki, imza ettiğimiz sulh ile hakiki bir sulh yapacağız ve bu sulh ile milletler arasında yakın bir anlaşma hasıl olacaktır. Eğer bu intizarımız tahakkuk ederse gerek muahedename ve gerekse Ankara İtilafnamesi gibi elimizde bulunan senedat ile Cenup hudutlarında arkadaşlarımızın izah ettikleri esbabı endişe mündefi olacaktır.

Arkadaşlarım, Garp hududundan da mennuiyet göstermediler. Garp hududu haricinde birçok millettaşlarımızın kaldığını ve onların bugün de alâm ve ıztırap içinde bulunduğunuz söyledi. Bilirsiniz ki, Garp hududunda, bugün temin ettiğimiz huduttan başkası bizim Misaki Millimiz dahilinde değildi. Bizim Misak-i Millimiz dahilinde ifade ettiğimiz talep, Garbi-Trakya'nın ara ile tayin olunacak bir şekli idi, Hiçbiriniz bu muahedenamenin yektaraf ihzar olunmuş bir vesika olduğunu zannetmezsiniz. Elbette birçok esbab ve birçok iradeler tesadüf etmiş ve ortaya bir hasıla çıkmıştır. Efendiler, bu hudut içinde ve bu hudut haricinde bulunan millettaşlarımızın mukadderatı için istinadettiğimiz nokta sulhun hakikaten teessüs etmesidir. Eğer sulh hakikaten teessüs ederse, bizi bugün ıztıraba düşüren bütün esbab orada mündeti olacaktır. Garp hududu haricinde bıraktığımız millettaşlarımızın istirahatleri için muahedede teminat vardır, bundan başka Türk milletinin hassasiyeti de ayrıca bir kuvvet ve teminattır. Bundan fazla olarak benim kanaatim odur ki. Garp hududunda oradaki millettaşlarımızın huzur ve sükûn içinde yaşatılması ve o hudutlardaki komşularımızla aramızda daimi bir vesilei niza, bir vesilei ıztırap hadis olmaması, her iki tarafın menfaati iktizasındandır. Menfaatler bunu emretmektedir. Türkiye yine bu esbab ile Adaların aleyhimize üssü tahrik ittihaz edilmemesi için de mütesellidir. Türkiye göreceği asarı hulusu kemaliyle takdir edecektir. Bu itimat ile muahedatı imza eyledik. Her iki hudut için yapılan mülahazatı, yalnız şüphe ve endişeye istinadettirmemelidir. Gerçi şüphe ve endişe ekseri ahvalde medarı tedbir olur. Fakat daima medarı hayat değildir. Emniyet ve itimat ile tecrübe ve intizar, asıl unsuru hayat odur.

Hudutlar hakkındaki mülahazatı bitirmek için Irak ile olan huduttan bahsetmek isterim. Bilirsiniz ki, muahede, Irak hududu tahliyenin hitamından itibaren dokuz ay zarfında hallolunacaktır, diyor. Bu hudut hakkında çok münakaşat cereyanı etti. Konferansın bu safhasında şayanı kabul bir şekil bulunamadı. Nihayet Muahedenamede, bu hududun muayyen bir müddet zarfında dostane bir sureti halli ihtimali ifade edildi. Muahedenameye samimane hulul eden bir fîkri dostanenin tahakkuk etmesine ciddî bir mani olmasa gerektir. Bu hududun müzakeratına başlamazdan evvel milletlerle aramızda bulunan avamili zaruriyel hasmanenin mündefi olması ve dostluk münasebatının teessüs etmiş bulunmasının gelecek müzakeratı teşhil edeceğini ümidediyoruz.

Arkadaşlar! Hudutlar üzerinde daha ziyade tevakkuf etmek istemem, eski Osmanlı İmparatorluğu aksamından olduğu halde hudutlarımız haricinde birçok dindaşlarımızı bırakıyoruz. Daima kemali fahir ile ve kemali saffet ile ilan edebiliriz ki bugün milli hudutlarımız haricinde kalan dindaşlarımıza karşı Türk Milleti gördüğünden daha fazla vefa ve samimiyet göstermiştir. (Bravo sesleri, alkışlar) En dar zamanlarda, hatta kendilerinden müşkilat gördüğümüz zamanlarda dahi onların selametlerini saffeti derun ile temenni etmekten başka bir gaye takibetmedik. Bugün de temennimiz kendi muhitleri ve milliyetleri dahilinde selamet ve saadet içerisinde yaşamalarıdır. Büyük bir İmparatorluğun inkısamı karşısında bütün cihana karşı yalnız kendi kuvvetiyle uğraşmaya mecbur kalan Milli Türkiye daha başka bir vaziyet alamazdı, ittihaz ettiğimiz zaruri hareket bu idi. Herkese ve herkese karşı vazifesini bihakkın ifa etmişlerin istirahatı vicdaniyesi ile çıkabiliriz.(Bravo sesleri) Muahedenamede akalliyetlere ait birtakım mevad görüyoruz.

Arkadaşlar! Dahilî anasıra dair muahedede mevaddı mahsusa bulunması, Harbi Umumiden sonra galipler zümresinde bulunan birçok devletlerin de kabul ettiği bir sistem haline gelmiştir. Biliyorsunuz ki, Misaki Milli de bunu kabul etmiştir. İki noktayı nazarı dikkatinize vaz'etmek isterim: Evvela, galiplerin kabul ettiği maddelerden bir kelime fazla kabul etmemişizdir. Saniyen husule gelen şekli dahili, Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki günagün imtiyazat ile asla kabili kıyas degildir. Muahedelerde akaliyetler hakkında mevad bulunmadığı zaman, yani Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki akalliyetlerin vaziyeti adeta Devlet içinde Devlet gibi bir vaziyet idi. Fark çok barizdir. Bugün vatanın mevcudiyeti aleyhine bir vaziyet yoktur. Bundan tamamiyle müsterih olabilirsiniz.

Arkadaşlar! Siyasi ahkam arasında bütün hatiplerin, tenkid edenlerin, tasvibedenlerin memnuniyetle kaydettikleri bir noktayı, kapitülasyonların ilgası noktasını bir iki sözle hikaye etmek isterim. Bu mesele başlıbaşına bir hadisei tarihiye addolunabilir.

Arkadaşlar! Bazı devletlerle müttefik olarak kan döktüğümüz zamanlarda kapitülasyonlar konferanslarda mevzubahis olunca müttefiklerimiz hasımlarımızla beraber bulunuyorlardı. (Çok doğru sesleri) Kapitülasyonların Türkiye'den kalkması lazım geldiğini Sivastopol seferinden sonra Paris Muahedesi müzakeratında vadetmişlerdi.

Arkadaşlar! Bütün memleketin mevcudiyetini girdaba düşüren Harbi Umumiye girdiğimiz zaman da zimamdaran bizi kapitülasyonları ilga ediyoruz ve ilga edeceğiz diye tatmin etmişlerdi. Mesele o kadar mühim idi. Size derhatır ettiririm ki: Harbi Umumiye henüz Türkiye girmemiş iken ve müttefikler Türklerin Harbi Umumiye girmesini esaslı bir amili müessir addederlerken bizim kapitülasyonları ilga ettiğimizi Almanlar, Avusturyalılar, Ruslar, Fransızlar ve İngilizlerle beraber protesto etmişlerdi. Mevzu o kadar büyük ve mühim bir hadisedir (Çok doğru sesleri) Arkadaşlar Harbi Umumideki müttefiklerimize kapitülasyonların ilgası için Harbi Umuminin neticesi tamamen meşkuk olduğu zamanlarda, yani 1916'da bizimle konuşmak yoluna girdiler. Ama biz evvela başladık kan dökmeye ve atimizle mukadderatımız tamamiyle meçhul bir safhaya girdi. HaIi harbin sebebi ilanı hala hallolunmadı.

Arkadaşlar! Daha fazlası vardır. 1916'da Almanlarca kabul edilen kapitülasyonların ilgası keyfiyeti, nazari ve hayali idi: Hakikatte ilga ettirilememiştir. Kabul ettirilememiştir. Bunu bilirsiniz.(Doğru sesleri)Muahede imza edildi. Ondan sonra ellerine mektup verildi. Eğer diğer her hangi bir millete kapitülasyonların ilgası kabul ettirilirse kendiliğinden o müttefiklere de kapitülasyonların ilgası şamil olacaktır. Bu ne demektir? İlgayı dünyadaki devletlerin her birine ayrı ayrı kabul ve imza ettireceksiniz. Herhangi bir millet için bütün dünyaya ayrı ayrı dikte edecek kuvvei maddiye kabili tasavvur mudur? Demek ki, Harbi Umuminin gayesi olarak yapılan ilk ilan müttefiklere de kabul ettirilmedi. Harbin neticesi meşkuk olduğu zamanlarda ancak nazari ve hayali kuru bir teselli elde edildi. Sonra bugünkü vaziyeti düşününüz, Türkiye bütün cihan muvacehesinde davasını talebediyor. Sarih ve şüpheden azade olarak kati bir ifade ile kapitülasyonları ilga ettiriyor. Bu Türkiye'nin kendi evi içinde diğer herhangi bir millet gibi tamamen müstakil ve efendi olduğunu kabul ve tasdik etmek demektir.(Şiddetli alkışlar).

Muahedenamenin mühim bir faslına geliyorum. Ahkamı maliyesi, Muhterem efendileri Bilhesap Harbi Umumiden sonra olan muahedelerde (tamirat) namı altında umumi bir meselei maliyeye tesadüf olunur. Harbi Umumiden evvelki zamanlarda tazminat şekli altında ya defaten tesviye olunur veya mukassatan verilir, bir teamül mevcuttur. Bu ifade tamirat şekli altında mükellefiyeti maliye şeklinde gösterilmiştir. Biz iki türlü tamirat meselesi karşısında idik. Birisi müttefiklerle Türkiye arasında, diğeri Türkiye ile Yunanlılar arasında. Bilirsiniz ki: Müttefikler Türkiye'ye karşı Harbi Umuminin mütareke ile fasıla bulduğu zamandan beri daima tamirat fikrini ifade etmişlerdir. Hatta Sakarya'dan sonra 26 Martta aldığımız notada dahi müphem ve umumi ifadelerle makul bir tazminat sözü zikredilmiştir. Hakikatı halde bu, mesuliyeti harbiye münakaşasından tevellüdettirilen ve tazminat istenilmiyor imiş gibi mevzuubahsedilen bir mükellefiyeti maliyedir.

Türkiye bu noktai nazardan konferansta mutalebat karşısında bulundu. İşgal masrafı ve tebaanın zarar ve ziyanı arasında tamirat parasını istediler. Meselenin hukuki bir noktai istinadı yoktur. İşgal olunan memleketler bizim memleketimizdir. Eza ve cefa gören ve tamirata ihtiyacı olan memleket bizim memleketimizdir. Hiç kimsenin memleketine gitmedik ve hiç kimseye tecavüz etmedik. Meselenin ciheti hukukiye ve ahlakıyesi böyle olmakla beraber mevcudolan meselei maddiye birçok devletlerin bizden tamirat namı altında para istemesi şeklinde tecelli etmiştir. Bu tamirat parasını maktu bir para şeklinde vazettiler ve bu maktu para uzun bir devrede her sene mukassatan 700 bin altın tediye olunacaktır. Bundan başka Harbi Umumî esnasında Almanlardan yaptığımız istikrazata mukabil karşılık gösterilmiş olan beş milyon altın da bize verilmiyordu.

Kezalik Donanma İanesiyle İngiltere'ye sipariş edilmiş olan gemiler bedeli de bize verilmiyordu. Vaziyet budur. Bize gerek gemiler bedeli için ve gerek Almanlardan istikraz ettiğimiz paraların karşılığı olan beş milyon altın için birkaç esbabı hukukiye serd ediyorlardı. Tâbii bu esbabı hukukiye bizim hakkımızı iptal edecek kudrette ve müdellel değildi. Elhasıl sulha varmak için nihayet meseleyi bitirmek lazımdır. Meseleyi bitirmek için atiye muallak hiçbir taahhüdü mali altına girmeksizin maziyi tasfiye etmek yolunu bulduk. Arkadaşlar! Tamirat meselesi Harbi Umumiden çıkan milletler üzerinde asıl medarı ıztırabolan noktadır. Ve bu kadar esaslı noktadan atiye bir para havale etmeksizin çıkıyoruz. Sizi temin ederim ki : Bir muvaffakiyettir.

Şimdi meselenin ikinci safhasını arz edeceğim. Yunanlılarla aramızda olan tamirat meselesini: Arkadaşlar! Yunanlıların memleketimizde yapmış olduğu tahribatı hiç kimse benim kadar yakından görmüş ve benim kadar müteellim olmuş değildir. Çok kuvvetli söylüyorum hiçolmazsa hepiniz kadar benim de, Heyeti Murahhasının da müteellim olduğunu kabul etmelisiniz. Hakikaten birçok ma'murelerimiz taş üstünde taş kalmayacak derecede yerlere serilmişti. Biz bu tamiratı bütün teferruatıyla nihayete kadar hesabettik:

Konferans ilk safhada inkıta ettiği vakit şekil şu idi : Müttefikler tamirat namı altında bizim Yunanlılardan talebettiğimiz parayı muhaceret sebebiyle Yunanlıların istediği para ile takas etmeyi teklif etmişlerdir. Biz bu kadar esaslı bir meselede, zulme uğradığımız sarih bir tecavüz içerisinde iki taraflı bir talep ihtimalini ne halen ve ne de atiyen mevzuu bahsedemezdik. Biz teklif ettik ki : Yunanlılarla aramızda olan tamirat meselesini halen bir sureti halle raptetmek kabil değilse sulhtan sonra iki devlet arasında dostane bir surette tetkik ve halledilsin aramızda ihtilaf olursa halli hakeme havale olunsun. Bizim bu teklifimiz, leh ve aleyhte bir karara iktiran etmeksizin konferans ilk safhada inkıta etti. Uzun bir fasıladan sonra ikinci safhada mesele yeniden mevkii münakaşaya girdi. İkinci safhada

Yunanlıların olan tamirat meselesi hiç olmazsa Yunanlılarla aramızda müzakerata devam veya inkıta kararını verecek bir ehemmiyeti mahsusa aldı. Bizim istemek mecburiyetinde bulunduğumuz para mühim idi

Yunanlılar da, bu mükellefiyeti maliyeyi kendileri için bir meselei hayatiye addettiler. Türkiye için ve mücadele uğrunda son mameleklerini düşman ayağı altında kaybetmiş olan elem zedeler için kabili istihsal bir habbeyi feda etmek hiç kimsenin haddi ve hakkı dahilinde değildir. Hiçbir kimse böyle bir şey düşünemez. Kabili istihsal olan ve karı zararından fazla olan bir tedbir varken ona tevessül etmeksizin her hangi bir lütûfkarlıkla kimse bir şey vermemiştir ve vermek hakkına malik değildir. Öyle bir vaziyet olsa bu büyük millet kendi hakkını şunun veya bunun elinde heder ettiremez.

Elhasıl Yunan tamiratı konferansta gayri kabili hal bir şekilde tecelli etti ve ameli tarzı halli ameli olarak derpiş etmek zamanı geldi. Hiç kimse, eminim şahsı naçizime karşı da olsa hiç kimse birçok zaferler içinde yürümüş ve pek büyük müşkülâtı muvaffakiyetle iktiham etmiş bir milletin Heyeti Murahhasasını eğer Yunan tamiratı bir müsademeye müncer olursa mahza müsademede muvaffakiyet görmediği için bundan içtinabetmiştir, diyemez. Türkiye'de müsademede ihtimali muvaffakiyet meşkuk olduğu için bundan ihtiraz etmiş değildir. Biz, konferansta tamirattan dolayı Yunanlılarla müsademe olursa müsademeyi kazanmak muvaffakiyetinde hiçbir zaman şüphe ve endişe etmedik. (Bravo sesleri) Arkadaşlar! Eğer herhangi bir meselede muharebeden içtinabederek bir karar verdik ise bir defa hakikaten milletin menafiine muvafık bir sulha vasıl olmak vazifei asliyemiz olduğundandır. Bir de müsademenin bedeli maddisini behemahal tayin etmek lüzumundadır.

Arkadaşlar! Muharebe mukaddes bir şeydir. Ve o (ideal) için yapılır. Ve o ideal yalnız manevi muvaffâkiyetlerle tatmin olunamaz: Behemahal maddi, müspet neticelere varmak lazımdır. Yoksa her hangi bir his için her hangi bir feveran için evladı vatanın kanı akıtılamaz. (Alkışlar) Hepiniz evlat yetiştirmişsinizdir. Yirmi beş yaşında bir gencin bir lahzada heba olmasına karar vermek için çok düşünmek lazımdır. Bu ağır bir mesuliyettir. Gerçi sırası geldiği zaman bir tane yirmi beş yaşındaki genç için değil, yüz binlerce adam için karar verilmiş, ağır mesuliyetler üzerimize alınmış, istihsali lazım bir hedefe varmak için kurban diriğ olunmamıştır. Ancak, daha bidayette akıtılacak kan ve istihsal edilecek netice behemahal mukayese olunmak lazımdır. Eğer Harekatı Milliyenin zahiren vasıtasız, neticesi meçhul safahatı içinde bir hareketi cüretkârane görenler olursa bundan büyük bir galatırüyet olamaz. Harekatı Milliyenin hiçbir safhasında hesapsız bir karar ve hesapsız bir cüret yoktur.(Yaşa sadaları, alkışlar) Eğer en vasıtasız, en müşkül zamanlarımızda zahiren ümitsiz zannolunan bir müdafaa veya bir taarruza karar vermiş isek bunu mahza gözümüz pek olduğu için, hercibadabad, diyerek vermemişizdir. Böyle bir kararı ancak, içinde bulunduğumuz vaziyete göre milletimizin talebettiği menafii maddiyeyi yegane temin eden tedbir o olduğu için vermişizdir. Kararlar hep birer muhassalai muhakemedir.(Bravo sadaları, şiddetli alkışlar)

Yunan tamiratı bir müsademeye müncer olursa bu müsademeyi kazanacağımıza şüphemiz olmadığını söyledik. Şimdi bu müsademeyi kazandığımızdan sonraki safahatı takibedeyim. Şarki -Trakya'da kazanacağımız bir meydan muharebesi muharebe meydanında arzu ettiğimiz milyarları bize temin edemezdi. Hiç kimse böyle bir şey düşünemezdi. O vaziyeti ta düşman payitahtına kadar idame ettirmek lazımgelirdi. Vaziyeti coğrafyası gözünüzün önüne getirmelisiniz. Bu yalnız Yunan meselesini değil birçok milletler meselesini de karşımıza çıkarırdı. Bu safhayı da geçiyorum. Arzu edilen neticeye kadar vardık. Ondan sonra da para yerine alacağımız bir muahede üzerindeki bir imzadan ibaret olabilirdi. Tamirat parası hiçbir kasada gelen galibe verilmek için hazırlanmış değildir. (Çok doğru sesleri), (Handeler) Arkadaşlar, imzayı aldıktan sonra son santimine kadar istihsal etmek için de hali harbi idame etmek lazımdır. Bunu hayal olarak söylemiyorum. Gözünüz önünde tecrübe vardır. (Doğru sesleri) Dünyanın dört köşesinde galipler mağluplarına namütenahi tamirat imza ettirmişlerdir. Bunu istihsal için hasımlarını son çakıya kadar silahtan tecridetmişlerdir. Galip milletler mi sulhün nimetinden müstefidoluyor, mağlup milletler mi istifade ediyor? (Bravo sesleri) Bu sistem sulh imza edildikten sonra dahi nihayete kadar hali harbi idame demektir.

Arkadaşlar! Böyle bir hattıhareketi takibeden bir Hükümete, bir heyeti Murahhasaya millet o vakit ne diyecektir? "Tamirat namı altında daha şu kadar adam ve şu kadar masraf ettiniz. Getirdiğiniz bir satır yazıdan ibarettir. Bunu da alamıyorsunuz, yalnız alamıyorsunuz değil, almak cehit ve gayreti altında yeniden birçok teklifat ve yeniden birçok kan talebediyorsunuz:” Bunu diyeceklerdi. "Bu kadar vazıh bir nokta karşısında niçin yanlış kararverdiniz?" Milletin bihakkin bize hitabedeceği nokta bu idi. Nazarlarınızda kemali samimiyetle tavzih ettiğim nokta şudur ki Yunan tamiratı için kabili istihsal bir şey yoktu. Yalnız sühuletle kabili istihsal değil, düşünüldükten sonra kârı zararından fazla olan ve binnetice milletimizin memnuniyetini daha ziyade tevlidedebilecek olan her hangi bir sureti hallolsaydı vazifemiz bunu yapmak idi; milletimizin duçar olduğu ıztırabatı artırmamak ve zararı olduğu yerde tespit etmek için mantıkın gösterdiği doğru yolu takibetmek lazım idi. Biz de o tedbiri ittihaz ettik.

Huzurunuzda, muvacehei millette hesap veriyoruz. Eminim ki sahibi insaf ve idrak olarak, hissiyattan teverrüdederek düşünülürse milletin menafiine en muvafık olan tarz bundan başka bir şey olamazdı. Biz de onu yaptık. Meseleyi size basit ve vazıh şekilde ifade ettim. Bittabi Heyeti Celile bu vaziyetin melhuz ve gayrimelhuz birçok ihtilatatını da derpiş etmek lütfunda bulunacaktır. Mesaili maliyenin ikinci safhasına geçiyorum : Düyunu Osmaniye meselesi : Düyunu Osmaniye için söyleyeceğim sözleri, Heyeti Celileye rica ederim, bir gayrimütehassıs ağızdan işittiklerini daima derhatır buyursunlar. Arkadaşlarımdan bir de şu noktayı rica ederim ki gayrimütehassıs adam rakamları verirken son santime kadar bütün kuyudata tabi olmasını aramaz. Bir fikri umumi vermek için kaba rakamlar söyleyeceğim. Arkadaşlar! Düyunu Osmaniye meselesinin sergüzeşti bundan yetmiş sene evvel başlamıştır. Yani 1854'de başlamış. Takriben 70 senelik bir devredir. Evvela (1854)'ten (1874)'e kadar yirmi sene müddetle birçok istikrazat yapmışlar. Ondan sonra birçok muamelatı maliye olmuş. Tenzili düyun yapılmış, bir daha tenzili düyun yapılmış, Sonra (1890)'dan (1914)'e kadar istikrazat yapılmıştır. Bu ikinci bir safhadır. Takriben Devlet kasalarına bütün bu yetmiş sene zarfında (220) milyon lira kadar bir para girmiş bu müddet zarfında kasalarımızdan çıkan para (I70) milyon lira tahmin olunabilir. Harbi Umumi bidayetinde (140) milyon lira borcumuz varmış. Benim edindiğim fikir borç alan bir defa istikraz ettikten sonra mütemadiyen verir ve elli sene sonra hesabettiği vakit takriben istikraz ettiği vakitki kadar borcu olduğunu görür. Osmanlı İmparatorluğunun gerek Mutlakıyet ve gerekse Meşrutiyet ricalinin siyaseti maliyesi budur. Şayanı teessüftür. Mucibi elimdir, bize ağır yük yükletmişlerdir, Arkadaşlar! (70) seneden beri alınan bu paralarla yapılan yalnız Şark şimendiferidir. Elimizde ne kadarı var bilirsiniz.

AVNİ BEY (Cebelibereket) - Mütehassıs beylerin nazarı dikkatine!..

İSMET PAŞA (Devamla) - Konya ve Bandırma - Soma hattıdır ve bir de Konya ovasına sarf ettikleri para takriben (800) bin lira kadardır. (210), milyon lira para içinden takriben otuz milyon lirası umuru nafıa için sarf olunmuş demektir. Mabadı ne olmuştur? Yevmi ihtiyacat için bütçe açıkları kapatılmıştır, saraylar yapılmıştır, seferler açılmıştır. Devletin varidatı kifayet etmediğinden borcun faizi verilemeyen seneler olmuş, faizi verilmek için diğer birinden yeniden borç alınmıştır. İşte kasalara giren takriben 220 milyon liraya yakın bir paranın sergüzeşti budur. Borçların miktarı bittabi kasalara giren para değildir. Bilhassa 1854'ten 1874'e kadar olan istikrazlar içinde 32 kuruş alıp 100 kuruşa senet verdiğimiz istikrazat vardır. (Kahrolsun sesleri) Kırk, elli, altmış üzerine fii ihraç vardır. Binaenaleyh kabul olunabilir ki, 220 milyon istikraz için hakikatte laakal üç yüz elli milyon lira borçlu olmuşuz. Bu ağır şeraiti bize hazmettirmek için bize gösterecekleri her hangi bir mazeret ve medarı tesliyet yoktur Beş seneden beri yalnız ve yalnız kendi kudretimizle bütün cihana karşı mücadele ediyoruz. Yalnız kendi vesaitimizle mücadele ediyoruz. Düşününüz arkadaşlar; Çatalca'dan Edirne'ye kadar bir fişek atmadan yürümek için para bulamamışlar da Rejiden malumunuz olan ağır istikrazı akdetmişlerdir. Türk ricalinin arasında, bu safhai milliyeyi yaşadıktan sonra bunu kabul edecek bir izan bulunur mu? Bunu mazeret diye kabul eder miyiz?

RASİH EFENDİ (Antalya) - O ihtisası icabıdır.

İSMET PAŞA (Devamla) - Mütehassıslarımızdan bilhassa ricam şu idi ki : Bu toprakların başına musallat olan siyaseti maliye, mebdeinden nihayetine kadar hepimizin anlayacağı kaba rakamlarla, geniş hudut ile izah edilsin. Ati için medari kuvvet budur. Birçok yanlış yollardan, ancak geçenlerin suistimalatından mütenebbip olarak kurtulabiliriz.

Mazide olan seyyiat ne kadar ağır olursa olsun varislerin kendi mesuliyetlerini deruhde etmeleri zaruridir. Onun için Düyunu Umumiyei Osmaniyeyi Osmanlı İmparatorluğunun bütün varisleri arasında taksim etmek gayrikabili içtinap bir esası hukukidir. Biz bu inkisamdan Türkiye'nin uhdesine düşecek bari, hakiki ve fiili bir surette tayin etmeye çalıştık.

Arkadaşlar! Bu da büyük bir meseledir. Osmanlı Hükümeti öteden beri inkisam ederken daima ayrılan yerlerin borç hisselerinden kurtulmak va'dini almış, fakat bu hiçbir zaman tahakkuk etmemiştir. Taksimi düyun mevzuubahsolduğu zaman Türkiye'ye ait olan borçlarını va'den değil, hakiki ve filli olarak taksim edilmiş olmasını bir noktai esasiye addettik. Elimizde bulunan muahedenamede bu nokta tespit edilmiştir. Tasdi etmemek için, borç teferruatına ait bütün teferruattan bahsetmek istemem. Fakat bize orada çok ızdırap vermiş olan bir noktayı arz edeyim. Borç taksim olunurken, yalnız mürettebatı seneviye üzerinden taksim olunabilir, sermaye taksim olunamaz, esası dermeyan olunmuştu. Bu esasta çok mücadele ettik. Eğer bugün bu muahedede borçları sermaye üzerinden taksim edilmiş görüyorsanız, tesadüfen konuvermiş bir cümle, kolayca elde edilivermiş bir kayıt addetmeyiniz.

Konferansın bütün büyük mesaili gibi inkıtaa kadar son gerginliği vücuda getirdikten sonra istihsal edilebilmiş bir neticedir. Borcu sermaye üzerinden taksim edelim ve öyle bir usul bulalım. Türkiye'nin ne kadar borcu vardır - ki bizim tahminimize göre takriben doksan milyon lira kadardır - bu doksan milyon borç olduğu kendisine söylensin. Bunun maddeten gayrikabil olduğunu ileri sürdüler. Bunu söyliyenler karşımızda bulunan bittabi vazifeleri kendi memleketlerinin menfaatlerini temin etmekten ibaret olan zatlar değil, benim muavenet için zebanzedolan şöhretlerinden ve ihtisaslarından istifade için yanıma çağırdığım bu memleketin evlatlarıdır. (Kahrolsun sesleri) Düşününüz! Esaslı mesaili halletmek için Heyeti Murahhasamız ne kadar ızdırap ve müşkülat içerisinde kalmıştır. Buna rağmen hissiselim ve idrak galebe etti. Ve karşımızda olan mütehassıslar da hakikaten sermaye üzerinden taksimin kabili icra olacağını kabil ve tatbik ettiler.

Muahedename ile borçlarımız mazbut bir usul ve muayyen bir tarzda tamamen taksim edilecekti. Osmanlı İmparatorluğunun hududu millimiz haricinde kalan kısmının hissesi bizden tamamen izale olunuyor. Bazı hatipler borç taksimi esnasında niçin varidat nispetinde takdim edilmediğini ve niçin 1914'ten beri olan harb borçlarının da taksime dahil edilmediğini sordular. Borç taksim edilebilmek için ya varidat nispeti veya arazi nispeti esas ittihaz edilecektir. Her ikisi için leh ve aleyhte mülahazat vardır, umumiyetle mer'i olan varidat nispeti kabul edilmiştir. Bu konferansta bir meselei siyasiye olarak değil, mali ve hukuki bir nokta olarak kabul edilmiştir.

Arkadaşlar! Yemen arazisinin hududunu ve Osmanlı İmparatorluğunun arazi dahilinde bulunan Veziretülarab'ın Rub'ulhali arazisini düşününüz, arazi mesahai sathiyesine istinadederek bunlara hisse vereceğiz. Binaenaleyh bütün borçlar rub'ulhaliye yüklenecek diyebilir miyiz? Harb düyununu taksime dahil etmemişiz. Bunda başlıca şunlar dahil olabilir : İstikrazı dahili yaptık, sonra elimizde tedavül eden Almanlardan aldığımız yüz elli milyon evrakı nakdiye vardır. Sonra birtakım düyunu mütemevvice vardır. Yalnız bunlar Osmanlı İmparatorluğunun Suriye ve Irak gibi aksamına taksim olunmamıştır Fakat Türkiye'de Harbi Umumi esnasında Almanlara yaptığı birçok harb borçlarından ibra edilmiştir. Eğer harb borçlarını Almanlara olan borçlarımızla beraber taksim etse idik hasıl olan netice takriben bugün hasıl olan netice olurdu.

Bizim Harbi Umumi esnasında Almanya'ya yaptığımız borçları Düveli müttefika kendi üzelerine aldılar. Ve Almanlarla imza altına alınmıştı ki, bunlar Düveli Müttefikaya devredilmiştir. Ve bu muahede ile Düveli Müttefika bize taahhüdediyor ki, o borçlardan Türkiye ibra edilmiştir.

Efendiler! Düyunu umumiye meselesinin taksim safhasını arz ettim. Düyunu Osmaniyenin diğer bir safhası vardır ki, belki konferansın en ehemmiyetli meselelerinden biri addolunabilir. Tediye edeceğimiz senevi borç hangi para ile tediye edilecektir? Harbi Umumiden, evvel böyle bir mesele yok idi. Eğer istikraz mukavelatında, bu borç İstanbul'da bir Türk lirası, Paris'te yirmi iki veya yirmi üç frank, İngiltere'de şu kadar şilin tediye olunur denilmiş ise bu para alacak adamlara mahalli tediyeyi intihabedebilmek için bir sühulet fîkriyle konmuştur. Bunda hiç kimse şüphe edemez. Elbette bir hamil için İstanbul'da aldığı bir Türk lirası ile İngiltere'de alacağı şu kadar şilin arasında fark olsaydı böyle bir ihtiyara mana kalmazdı. Harbi Umumiden sonra bütün cihande (kur de şanj) denilen, belliye zuhur etti. Paralar müsavi değildir. Harbi Umumiden evvelki nispetler tamamen zirüzeber olmuştur.

Binaenaleyh mukavelat üzerine yazılan İstanbulda bir Türk lirası alacağıma, Fransa'da yirmi iki, yirmi üç frank alırım dediği zaman bir hamil hakikati halde İstanbul'da alacağı bir liraya mukabil Paris'te üç lira istiyor. Ve İngiltere'de sekiz lira istiyor demektir. Asıl mesele ise "Bu paralar altın olarak vaktiyle verilmiştir. Binaenaleyh bugün de altın olarak verilmek lazım geleceği iddiasıdır" Efendiler! Biz Harbi Umumiden evvel borç yaptığımız zaman altın veya evrakı nakdiye gibi bir mesele karşısında değildir, ve katiyen böyle bir mesele çıkacağını da hiç kimse düşünmemişti. Şu halde tediyeyi tayin etmek için yeni bir mesele hadis oldu. Eğer altın vereceksek doksan bir milyon lira borcumuz hakikati halde altı yüz milyon lira borç demektir. Biz meseleyi hakikî ve mali noktai nazarından kemali vuzuh ve hulus ile arz ettik. Biz bütün cihana müstevli olan bir beliyeyi asla musul olmadığımız halde Türkiye'nin hayatı mukabilinde yüklenemeyiz. Maddeten ve fiilen buna imkân yoktur. Meselenin ciheti nazariyesi her ne olursa olsun ciheti ameliyesi şudur ki, bizim yaşamımız için böyle bir beliyei maliyeyi biz yüklenemeyiz. (Alkışlar, bravo sesleri) Bu münakaşanın borcu tanımamak ve borcu reddetmek ithamiyle hiçbir münasebeti yoktur. Asla kendimizi böyle bir meselei ahlakiye karşısında kabul etmiyoruz. Borçlarımızı borç olarak tanıyoruz. Borcu, bizim için mümkün, her sahibi insafı akıl ve mantık dairesinde kabule sevk edecek olan bir esas dairesinde tediye edebiliriz. Malayutak bir teklifi bizim tatbik etmemize imkanı maddî yoktur.

Bu mesele konuşulurken tarzı tatbik itibariyle yeni bir safha hâsıl oldu. "Siz muamelatta esasen bu mukavele üzerinde nasıl yazılmış ise ve zımnen, mademki vaktiyle altın olarak alınmıştır, altın esası üzerinden tediye etmek mecburiyetini tanıyınız fakat herkes bilir ki, bu tanımak nazari ve lafzi bir şeydir. Tediye zamanı geldiği vakit hamillerin menfaati de borçlunun iflas etmemesiyle kaimdir. Borçlunun borcunu muntazaman tediye edebilecek bir vaziyeti hayatiyede bulunmasını düşünürler. Binaenaleyh tarzı tediye meselesinde anlaşılabilinir" denildi. Bu fikir ile sevk edildiğimiz nokta şu idi ki, bütçemizi, hesabatımızı, varidat ve hasılatımızı kamilen hamillerin önüne götürelim, izah edelim ve memleketin iktisadiyatı, memleketimizin menafii ancak şu tarzda tediye ile temin olunabilecektir, diyelim. "Mukavelatın mahiyetini tadil edecek bir taahhüdü siyasî olarak murahhaslar deruhde edemezler" esası müdafa olundu. Muhasımlarımız tarafından dermeyan ve telkin edilen esaslar bunlardır. Derhatur ediyorsunuz ki, bu fikirler Türkçe huruf ile memlekette neşrolunmuştur. Onlar da, demişlerdi ki, böyle hesap ve münakaşa olunur mu? Evvela hamillerin karşısına bütçemizle ve hesabatımızla gitmeliyiz. Elbette onlar da insaf ile tetkik edecek ve anlayacaklardır.

Heyeti Murahhasa yalnız muhasımlariyle değil, muhasımların telkinatını memleketimizin dahilinde neşir ve işaa edenlerle de mücadele etmiştir.

Muahedenamede altın tediye etmek fikri birkaç vesika ile izhar olunuyordu. Birisi borç, cetvellerinde para gösterilen her yere altın kelimesi yazılmıştı. Ondan sonra mukavelat üzerinde hamile verilen hakkı ihtiyar, yani ister Türk lirası, ister Frank, ister sterlin alabilmek hakkı ayrıca bir izahname ile teyidedilmiş, ondan sonra Muharrem Kararnamesiyle bilcümle istikraz mukavelatının muahedename derununda teyidedilmesi talebolunmuştu. Başlıca üç çeşit vesika vardı. Cetvelde paranın altın olarak yazılmış olması veyahut bir izahnamede hamilin istediği parayı alabilmesinin tasrihi yekden görülüp anlaşılacak bir meseledir. Fakat Muharrem Mukavelenamesinin veyahut diğer mukaletanı teyidi hakkında karşısında bulunduğumuz talep tediye akçesinin cinsini sarahaten ifade etmiyordu.

Evvela muahedede madde şeklinde vukubulan, sonra bir beyaname şekline irca olunan bu talep hakikati halde tediye olunacak akçe meselesine de zımnen taalluk ediyordu. Bunu görür görmez tahmin etmek benim gibi bir gayrimütehassıs için talebolunur bir kudret addolunamaz. Bu, mesaili maliye gibi büyük bir meselei hayatiyede erbabı ihtisasın bütün kabiliyetinden istifade etmek için Heyeti Murahhasamız haricindeki mütehassısları da Düyunu Umumiye ile münasebetleri ve tecrübeleri sebebiyle kemali safvetle etrafımda topladım. Böyle bir beyanname vermek tediye olunacak akçenin cinsi hakkında Türkiye'yi taahhüt altına alır diyebilecek vaziyette bulunanlar bunu bana dememişlerdir. İhtisasları mı yoktu? İhtisasları varsa vaziyetleri kabili izah değildi. (Çok doğru sesleri)

Hulasa arkadaşlar, borcun cinsi hakkında vehmile takibettiğimiz noktai esasiye o kadar hayati idi ki, şu veya bu tedbiri hiçbir zaman kafi görmediğimiz için talebolunan beyanname veyahut tediyat, tediye edeceğimiz akçenin cinsi hakkında bizi bir taahhüde vazeder mi? Bunu kemali vuzuhla konferansta alenen arz ettim, bir şey istiyorsunuz ve diyorsunuz ki, "Bunun içinde tediye edeceğimiz akçenin cinsi kasdedilmemiştir" bu, böyle midir? Öyle ise beyannamede; bu maksadı, bu ifadeyi sarahaten zikredelim, diyellm ki, "Mukavelat...... İlahirihi ama, onun içerisinde altın tediye etmek veya İsterlin tediye etmek kasdedilmemiştir." Türkiye'nin bütün atisine ve esbabı hayatiyesine taalluk eden bir meselei esasiye üzerinde bulunuyoruz. Nihayet tarzı tediye meselesi bütün alemde mevzuubahsolan kuponlar meselesi şekline girdi. Bizim vaziyetimiz bidayette arz ettiğim gibi dürüst ve vazıhtır. Biz yükleneceğimiz borçların altın veya sterlin olarak tediyesi hususunda hiçbir taahhüt alamayız. Maddeten böyle bir tediyeye girişmek imkanına malik değiliz. Muktedir değiliz. Bir (kur de şanj) beliyesi hasıl olmuş ise bunun mesuliyeti maddiyesini Türkiye deruhde edemez. Bizim daima ısrarla takibettiğimiz noktai esasiye budur. Nihayet konferansın atisi hakkında cidden endişe verecek birçok buhranlar hâsıl olduktan sonra vaziyet şudur ki, muahedede yapılan cetvellerden altın kelimesi çıkarılmış, hamile Türk lirası, Frank veya İngiliz lirası almak ihtiyarının ahden teyidini gösteren izahname çıkarılmıştır. Mukavelatın ve Muharrem kararnamesinin teyidi hakkındaki talep ki biz onun zımnında paranın ne cins ile tediye olunacağı tehlikesini de görmüş idik. Bu talepde geri alınmıştır. Murahhaslardan aldığımız zaman tarafeynden noktai nazarlar vazıhan ifade olundu. Biz de beyan ve ilan ettik ki, hamillerle müzakeratımızda bu müzakeratın noktai azimeti altın veyahut isterlin tediye etmemek esasıdır. Bu noktai azimetten sonrasını müzakere edeceğiz

Muahedenamenin bundan sonra ahkamı iktisadiyesi gelir. Ahkamı iktisadiyede başlıca istihdaf olunan nokta Harbi Umumiyle inkıta eden münasebatı iktisadiyeyi tasfiyeden ibarettir. Münasebet inkıta ettikten sonra tarafeyn tebaaları memleketten ayrılmışlar veyahut memlekette kalmışlar. Birtakım tedabire maruz olmuşlardır. Elbette bunların malları iade olunacaktır. Kendisine bunlara ait zarar ve ziyan tazmin edilecek değildir. Çünkü bu nevi matalip tamirat meselesiyle halledilip bitirilmiştir. Mukavelat, müruruzamanlar vesaire gibi münhasıran hukuki ve iktisadi olan birtakım mesail vardı ki, yeniden münasebet tesis edilirken bu münasebatın tasfiyesi zaruri idi. Bu zeminde vazedilmiş olan Muhtelif Mahkeme, muhterem hatiplerin ifade ettiği gibi memleketin hakkı kazası ile vesairesiyle ve her hangi bir suretle münasebettar olan bir teşkilat değildir. Bu muhtelif devletler tebaasının yeniden tesisi münasebat ettikten sonra mallarını iade etmek eski mukavelenamelerin meriyeti ve şeraiti meriyetinde ihtirafatı süratle hal için tayin edilmiş hakemlerdir, öteden beri bu kabil hakemlerdir, her memlekette kabul olunagelmiştir. Beynelmilel mesailin gittikçe hakemler vasıtasiyle hallolunmasına temayül görüldüğü malumunuzdur.

Hülasa hakkı kaza noktai nazarından Muhtelit Hakem mahkemelerinden endişe etmeye hiçbir sebep yoktur. Eski miraslardan Beynelmilel Sıhhiye İdaresinin lağvolunması da elimizdeki Muahadenamenin hututu barizesinden ve esaslı muvaffakıyetlerinden biridir. Ondan sonra arkadaşlar, üseranın iadesine ve mezarlıklara ait birtakım ahkam vardır ki, üseranın iadesine aidolan ahkam her muharebeden sonra yapılan mutat bir muameledir. Mezarlıklara ait vaz'edilen ahkâm ise hâkimiyet ve mevcudiyet noktai nazarından mucibi endişe olmayan bir mahiyettedir. Bunu muhtelif memleketler birbirinin arazisinde yapmışlardır. Ve bizim tarihimizde ve ananatımızda vardır. Bilirsiniz İstanbul'da İngiliz mezarlığı vardır. Herhangi bir suretle bu mezarlıkların bizim mevcudiyetimiz için bir tehlike teşkil edeceğini zannetmek makul değildir ve hiçbir sebep yoktur. Muharebe meydanlarında ve Osmanlı İmparatorluğunun aksamı üzerinde bıraktığını yerlerde bizim de aynı suretle mezarlık tesis ederek eslafimiza hürmetimizi ve şükranımızı sureti daimede ifa etmek hakkımız vardır.

Sulh Muahedenamesinin hututu umumiyesi hakkındaki maruzatımı şu tarzda yeniden hülasa etmeme müsaade buyurunuz. Bizim elimizde bulunan Muahedename Harbi Umumiden sonra gördüğümüz muahedenamelere yakından veya uzaktan bir müşabehet iraeetmez.

Arkadaşlar! Harbi Umumiden sonraki muahedatta birtakım yeni esaslar vardır ki, asıl bu esaslar arazi tebeddülatı ve arazi felaketlerinden kat kat ağır netayiç tevlidetmiştir. Bunlardan birisi tamirat esasıdır. Harbi Umumiden sonraki muahedelerde tamirat esası görürsünüz. Bu, miktarı gayrimalum ve sureti tediyesi gayrimuayyen damii bir mükellefiyeti maliyedir, Bundan Harbi Umumiden mağlub olarak çıkan milletler müteessir ve muz tariptirler. Galibolan milletler de bir şey almış ve sulhun nimetinden isti fade etmiş vaziyette değildirler. Meselenin diğer milletlere ait ciheti bize taalluk etmez. Kendi muahedemiz noktai nazarından derim ki, böyle bir tehlikeli esas muahedenamemizde yoktur.

Arkadaşlar! Harbi Umumi muahedatının esaslı bir barı da hakkı müdafaadan mahrumiyettir. Her müsademeden sonra veyi mağluplara diye ifade olunan ıstırabat bugün ağza alınmıyacak kadar ehemmiyetsiz ve mensi kalmıştır. Bugün mağlubiyeti hissettiren, elemi hissettiren bar, veyl silahsızlara diye ifade olunuyor.

Memleketin hayatını ve atisini temin edecek olan asıl vasıta hakkı müdafaanın bilakaydüşart mahfuziyetidir. Bu Muahedename bu noktai nazardan bizi bütün büyük ve galip milletler vaziyetinde bırakıyor. Bu, büyük bir noktadır. Hiçbir vesikai düveliye, bir milletin atisinin, teminini deruhde edemez. Millet atisini ancak kendi kudreti hayatiyesi ve azmi ile temin edebilir ve muahedatı mümzayayı kemali hulus ve dürüsti ile takibedebilmesi yeni vaziyetlere; yeni tehlikelere karşı tedbir alabilmesi iktidarı ile mümkündür. Bu da hakkı müdafaa ile olur. Hakkı müdafaa bizim Muahedenamemizde Türkiye için mutlak olarak tanınmıştır. Diğer muahedatın ağır bir noktası da Murakabe komisyonlarıdır. Mütareke zamanlarında şu veya bu mahalde velev ufak olsun her hangi bir ecnebi heyetin memleketin umuru hayatiyesini nasıl durduğunu hepiniz derhatır edersiniz. Bizim muahedemanemizde her hangi bir suretle bir murakabe derpiş edilemezdi ve Türkiye zaten bu esaslar için kıyam etmişti. Binaenaleyh bu esası da muahedename ile tespit ve teyidetmiş oluyoruz.

Diğer muahedenamelerin ağır olan bir noktası da ati için iktisadi veya ticari tahdidattır. Arkadaşlar! Bilirsiniz ki senelerden beri mücadelat içinde tamamen serbest olduğumuz halde hariçte birçok milletlerle tesisi münasebet edemedik. Ahden bağlıdırlar. Biz kendi muahedenamemizle Harbi Umumide galibolan müsavi milletler gibi taahhüdattan azadeyiz, bunu tevlideden bu muahedenamedir. Arz etmek istediğim getirdiğimiz muahedenamenin Harbi Umumiden sonra yapılmış olan muahedata yakından ve uzaktan bir müşabehet irae etmediğini göstermektir.

Bu muahedename milletlerin görüşerek yapabilecekleri bir sulh muahedenamesi addolunabilir. Bizim istediğimiz zaten bu idi. Her hangi bir cebir ve kuvvetle bize kabul ettirilmiş bir muahededen içtinabediyorduk. Müzakere ile, mücadele ile bu tarzda bir muahedenameye vasıl olabileceğimizi takdir ediyorduk. Netice bizim istediğimiz şekilde istihsal olunmuştur.

Lozan'da imza ettiğimiz vesaikten birisi boğazlar usulüne dair mukavelenamedir. Boğazların vaziyeti coğrafyası itibariyle ehemmiyeti mahsusası hiçbir zaman nazarlardan dur olmamıştır. Boğazlar için Harbi Umumiden sonra boğazların serbestisi tarzında yeni nazariyeler peyda oldu.

Bu nazariyenin sebebi vaz'ı iddia olunduğu gibi ( 1914)'e kadar açık bulundururken (1914)'te ahde muhalif hareket ederek boğazları kapamaklığımız değildir. Hakikatte (1914)'te memleketimizi müdafaa etmek boğazları kapamak, açmak, müdafaa etmek suretindeki hakkı tasarrufumuz ahden emin ve müeyyed idi. Ahde muhalif hareket etmedik. Bunu tavzih etmekle beraber boğazların serbestisi bir emrivaki olarak tahaddüs etmiş bir mesele idi. Meselenin Karadeniz ve Akdeniz devletleri için haiz olduğu ehemmiyet o kadar tebarüz etmiştir ki biz dahi Misakı Millimizde İstanbul'un ve Marmara'nın emniyeti mahfuz kalmak şartiyle boğazların ticarete ve Münakalatı Umumiyeye küşadını esas olarak kabul ettik. Misakı Millide kabul ettiğimiz bu esas hakikatı halde şeraiti cedidenin zaruriyatından idi. Düşünülemiyerek yapılmış bir fedakarlık tarzında ifade olunamaz.

Boğazların usulünü tayin etmek için olan müzakeratta birçok siyasetler tavazzuh ve tesadüm etmiştir. Türkiye bu siyasetler içinde Misakı Milli ile ilan olunan esasata sadakatini ve asıl kendi vazifesi olan Türkiye'nin mevcudiyet ve emniyetini vikaye etmek esasını takibettik. Serbestii mürur hazara ve sefere; ticaret ve harb sefinelerine aidolmak üzere muhtelif fasıllarda izah olunmuştur. Hakikatı halde serbestii mürur ile başlıca harb gemilerinin ve harb tayyarelerinin hazarda ve seferde müruru tanzim edilmiştir. Boğazlar meselesini başlıca bu noktalardan tetkik etmelidir. Çünkü ticaret için, boğazlar tahkim edilmiş ve kapalı addedildiği zamanda dahi bir memnuniyet yoktu. Boğazların açıklığı için imza ettiğim mukavelede; harb sefineleri için, havai sefineler için hazarda ve seferde şeraiti mürur tayin edilmiş bulunuyor. Biz Boğazlar Mukavelenamesinin halli esnasında muhtelif siyasetler arasında gerek dostluklarımızı muhafaza etmek ve kendi menafiimizi olduğu kadar dostlarımızın da menafiini muhafaza edecek bir şekli hal bulmak için yedikudretimizde bulunan mesaiyi sarf ettik. Hiçbir kimse veya heyet bize dürüst bir vaziyet takibetmemek ithammını serd edemez. Biz ihtiyacatı umumiyeyi temin etmek ve sulha varmak için bir noktai sabite üzerinde duramazdık. Bu meseleyi her halde halletmek icabederdi. Alakadar olan bütün milletlerin bugün vaz'ı imza etmiş olduğu bir mukavelename meseleyi beynelmilel nazardan tanzim etmiştir.

Şimdi Türkiye'ye taalluk eden nıkatı nazardan mülahazat dermeyan edeyim. Bizim boğazlar mukavelenamesinde deruhde ettiğimiz mecburiyet; gayriaskeri bir mıntıka ihdasıdır. Bihakkin denilebilir ki Türkiye, İstanbul ve boğazları, bu kadar mühim olan yerleri tahkimden feragat etmekle mühim bir şeyden feragat etmiştir.

Arkadaşlar! Boğazlar üzerinde dökülen kanlar, münhasıran Türkiye'nin uğradığı bir tecavüzü defetmek için dökülmemiştir. Harbi Umumiyede eğer boğazları müdafaaya ve birçok kan dökmeye mecbur oldu isek Türkiye'nin dahil olduğu bir zümrenin müşterek menafiini müdafaa için mecbur olduk. Vakıa tecavüz doğrudan doğruya evvelâ Türkiye'ye müteveccih idi ve Türkiye vazifesini her zaman için şayanı iftihar olacak bir surette ifa eyledi. Âtiyen boğazlar üzerinde yeniden bir tecavüz vakı olursa Türkiye hakkı müdafaasını mutlak olarak muhafaza edecektir. Bitaraf kaldığımız muharebeler için geçmek ve gitmek bize taalluk etmez. Fakat Türkiye'nin dahil olduğu bir muharebede hakkı müdafaamızı istimal etmek bilakaydüşart temin edilmiştir. Buna derakap bir itiraz varidolabilir. "Fakat vakti hazarda müdafaa esbabı temin edilmemiş ise bu taarruza karşı ittihaz edeceğimiz tedabir de elbette noksan olur." Bunun cevabı; bugün içinde bulunduğumuz vaziyettir.

Bugün İstanbul'u boğazları ta Meriç'e kadar alıyoruz. Bunu bize aldıran ve bu yerleri düşman elinden kurtaran İstanbul'da, Boğazlar'da ve Trakya'da tahkimat ve kuvvetimizin mevcudiyeti midir? Bugünkü vaziyet gerek İstanbul'un ve gerek Trakya'nın en iyi müdafaasının nasıl olacağını bize bedaheten göstermektedir. Anadolu'ya hâkim ve sahibolandır ki, boğazlar ve İstanbul onun malı olacaktır. Eğer başka türlü bir tertibe imkân olsaydı bugün imza ile o netice tespit olunmazdı. Bu, vaziyeti coğrafiyenin ve vaziyeti siyasiyenin ilcayı zarurisidir.

Osmanlı İmparatorluğu bütün menabi ve vesaitini boğazlar etrafında teksif ederek ve memleketin diğer yerlerini faaliyetten mahrum bırakarak İstanbul'u ve boğazları müdafaa etmeye çalıştı fakat kaybetti.

Yeni Türkiye, bütün kuvvet ve menabiinin mahalli sarfını tayin ve tanzim ettiği için İstanbul ve boğazların muhafazasını ilelebed temin etmiş oluyor. (Sürekli alkışlar)

Efendiler! Boğazların ve İstanbul'un ecnebi bir ele geçmesi nasıl tedabir ile kabili icradır? Elde bunu ifade eden tarihi bir vesika da vardır. Onun adını bilirsiniz. Boğazların ve İstanbul'un ecnebi bir elde bulunması için orada kudretten mahrum, lafzi bir Hükümet lazımdır. Bundan maada Anadolu'da ledelicap faaliyete geçebilecek bir ordu lazımdır. Bundan maada geri kalan Türkiye'de çakıya kadar silah bulunmamak lazımdır. Boğazları ecnebi eline geçirecek İstanbul'u ağyar elinde bırakacak fenni tedabirin heyeti mecmuası budur, bugün Anadolu'da Türkiye aleyhine kullanılacak ordu veya Devlet mi vardır? Türkiye hakkı müdafaasını sureti mutlakada muhafaza etmemiş midir? İşte bunların neticesi olaraktır ki, kendiliğinden İstanbul ve boğazlar sahibi aslisi olan Türkiye'ye iltihak etmiştir. Bugün vaziyet böyle iken Türkiye bütün cihan ile münferiden ve serbestçe tesisi sulh ve münasebat ettikten sonra tehlike nerede vardır? Tehlike oradadır ki, vatan, kendi dahilinde kudretten mahrum olmasın. Bugün haiz olduğumuz kuvvet muhafaza, tarsin ve ilaedilirse Garp hudutlarımız için İstanbul ve boğazlar için tehlike tasavvur etmiyorum. (Alkışlar)

İşte arkadaşlar! Boğazlar Mukavelenamesinin Türkiye'nin emniyeti noktai nazarından mahiyeti budur. En iyi bir sureti hal bulmak üzere son gayretleri sarf ettikten sonra meseleyi bu neticeye isal ettik.

Boğazlar Mukavelenamesinde başlıca muhassalai mesaimiz olan bir noktayı ayrıca ifade etmek isterim. Boğazlar Komisyonu teşkil ediliyor. Bu komisyon şekli aslisinde gerek ticaret ve gerek harb sefaininin müruru için ve gerek gayriaskeri mıntıkaya matuf tedabirin takibolunup olunmadığını murakabe için teşkil olunmuştu. Uzun ve çetin münakaşadan sonra bu Boğazlar Komisyonunun vazifesi sular üzerinde sefaini harbiye ve askeri tayyarelere hasrolunmuştur. Karada her hangi bir şekil altında murakabe hakkını bir ecnebi murakebe heyetine terk etseydik vaziyet hakimiyetimizle gayrikabili telif olurdu. Bu noktayı esaslı bir mesele olarak mevzuubahis ve müdafaa ettik. Netice şudur ki, boğazları mürur noktai nazarından açıyoruz. Geçecek sefaini harbiye birtakım hesabat ile tayin olunacak, komisyonun vazifesi Karadeniz ve Akdeniz devletlerinin kuvayı harbiyei bahriyesine mütaallik müşterek bir meseleyi takibetmektir. Maba'dı vazife tamamen İstanbul'un ve boğazların sureti mutlakada tahtı hakimiyetinde bulunduğu devlete aittir. Takibettiğimiz bu nazariye muahedede istihsal ve ifade olunmuştur. Bunda Türkiye için bir mahzur görmedik. Boğazlardan geçecek donanma en kuvvetli Karadeniz Devleti donanmasından fazla olmayacak. En kuvvetli Karadeniz Devletinin donanması senenin muayyen bir zamanında tayin olunacaktır. Komisyon geçen donanmanın hakikaten bu donanmadan aşağı ve yukarı olduğunu takdir ederek yol verecek. Niçin böyle bütün devletlere ait olan bir meseleyi Türkiye kendi mesuliyet altında olarak bütün devletlere muhatabolmak vaziyetinde kalsın? Türkiye beyhude münakaşat ve müşkülata neden katlansın?

Arkadaşlar! Trakya hududuna dair olan Mukavelenamenin ruhu Trakya'daki hudutlarımızın tarafeyninden otuz kilometre mıntıkanın gayriaskeri bulunmasıdır. Tahkimat olmayacak garnizon bulunmayacak ve ila ahirihi bu tedbirin kabulü nedir? Hudutlar üzerinde baştanbaşa asker dizmek ve tahkimat yapmak kimsenin hatırından geçmez. Bu tedbirin esasını açık söylemek lazımdır. Bu Edirne üzerinde tahkimat bulunmamasını ve muhtemelen hem hudut memleketler tarafından Meriç vadisinde tahkimat yapılmamasını istihdaf eder. Biz Edirne üzerinde tahkimat yapmayı zaten düşünmüyoruz. Edirne'nin müdafaası bugün nasıl temin edilmiştir. Bütün dünya varken ve biz uzakta kalmış iken Edirne bizim elimizdedir.

Vaziyeti askeriye sarahaten gösterir ki, bu vaziyette bir kale yapmak ve tahkimatta bulunmak beyhude masraf ve külfettir. Bununla beraber devletler böyle bir tedbirin taahhüdettirilmesinde musir idiler. Noktai nazar şu idi : Biz Avrupa'ya ne maksatla geçiyoruz! Malumdur ki, bizim maksadımız hudutlarımız dahilinde komşularımız için ve bütün dünya için amili sulh ve huzur olmaktır. Eğer biz Avrupa'ya eskiden olduğu gibi bir fikri istila için geçiyorsak devletler ve Balkanlar için başka bir çare lazımdır zannolunuyordu. Bu noktayı vazıhan ifade etmekte bizim zararımız mı vardır, faidemiz mi vardır? Bizim faidemiz olduğuna kaniiz. Siyasetimizin gizli ve kapaklı bir noktası yoktur. Biz menabii kafi olan arazimiz içinde mevcudiyetimizi, terakkiyatımızı temin etmekten başka bir şey düşünmüyoruz ve atiyen Balkanlar'da Türkiye daima bir unsuru muvazenet ve amili sulh ve sükunet olarak ihtiram görecektir. Hulasa Trakya Mukavelenamesi ile maddi menafiimizden hiçbir şey kaybetmiş olmuyoruz.

Hudutları gayriaskeri bırakmakla memleketimizi tecavüze maruz bıraktığımız zannolunursa buna cevabım evvela yine bugünkü vaziyettir. Ondan sonra geçmiş seferlerdir. Trakya'nın mevcudiyeti hudut üzerinde yapılacak kalelere istinad ettirilemez. Nasıl baştanbaşa tahkimatsız olan memleketimizi istilaya düştükten sonra tamamen istirdat ve muhafaza etmişsek son zerresine kadar da tamamen muhafaza edebiliriz.

Arkadaşlar! Bundan sonra İkamet ve salahiyet hakkında bir Mukavelenamemiz vardır. Bu mukavelename, bizimle imza eden devletlerle ilk yaptığımız mukavelenamedir. Yedi sene müddetle yapılmıştır ve tamamen mütekabiliyet esasına müstenittir. Ehliyeti şahsiye hususunda yektaraf olarak müsaadetta bulunduğumuzdan bahsolunuyor. Böyle bir mukavelenameyi şeraiti hazıra dahilinde vücuda getirmek için bizim zaten memleketimizde bulunan ecanip hakkında aksini düşünmediğimiz bir müsaadeyi yapmaya lüzum vardı. Aslolan noktalar, memlekette mevcudiyet için gerek tekalif, gerek ikamet ve gerek adliye noktai nazarından hayati olan noktalar tamamen temin olunmuştur.

Heyeti Celileye arz ettiğimiz vesaikten biri de Ticaret Mukavelenamesidir. Bu yeni esas üzerinde akdettiğimiz ilk yeni ticaret mukavelenamesidir. Arkadaşlar! Hatipler bu ticaret mukavelenamesiyle beş sene müddet zarfında faaliyeti ticariyemizin muattal olacağı endişesini izhar ettiler. Tabii bu ifade ile ticaret için mukavelenamesiz serbest bir surette yaşayalım, diye bir mana kasdetmemişlerdir. Mademki, milletler, aralarında ticaret yapacaklardır; bu bir mukaveleye rapdolunmak lazımdır. Ve mademki bir mukaveledir; elbette tarafeyn birtakım kuyudat ile kendilerini bağlamışlardır. Kabul ettiğimiz tarifelerimiz kendi tarifelerimizdir. Mücadelatı harbiye zamanında her kaydüşarttan azade olarak düşündüğümüz ve tatbik ettiğimiz tarifelerdir. Esas olarak bunlar nazarı itibara alınmıştır. Buna mukabil karşı taraflarla tabiî bu tarifeler üzerinde müzakere ve münakaşa edilmiş bazı emsal üzerinde itilafIar hasıl olmuştur. Gerçi mukabillerimizde bütün mevad üzerine böyle bir tarife tespit edilmemiştir. En ziyade mazharı müsaade millet muamelesi kabul edilmiştir. Bu esas, yalnız, bin meseleyi aynı zamanda halletmek için çalışan iki taraf arasında mesbuk değildir. Daha geçende her iztırahtan azade olan Fransa ve İspanya arasında da böyle mukavele yapılmıştır. Tarife yapmak muamelesi o kadar basit ve kolay bir şey değildir. Uzun zaman takip ve tetkika muhtaçtır. Temenni ederim ki, beş sene zarfında, beş senenin ikinci senesi ile üçüncü senesi arasında atiyen tatbik edeceğimiz bütün tarifeleri tamamen ihzar etmiş olalım.

Heyeti Celileye arz ettiğimiz en birisi Rum ve ahalinin mübadelesine dair Mukavelenamedir. Arkadaşlar! Gayrimuharip ve yerleşmiş ahalinin öteden beri alıştıkları araziden, muhitten ve şeraitten bilmecburiye, uzaklaştırılmalarından elbette teessür duyarız. Fakat husule gelen birçok hadisatın şeraiti mücbiresine galebe edemezdi. Bizim sun'umuz olmaksızım böyle bir teessür, bizim sun'umuz olmaksızın hadis olan vaziyetler birtakım anasırla beraber yaşamak imkanını da selbetmişti. Vaziyetin ibram ettiği çareyi kabul etmek mecburiyeti hasıl oldu. Bununla hulusu niyetimizin asırlardan beri halledemediği hastalığı esasından tesviye etmiş oluyoruz. Kazanmış olduğumuz menfaat şudur ki, Anadolu vatanı aslisi hemen hemen yeknesak bir vatan olmuştur. Memleketimize alacağımız ve muhaceret sebebiyle birçok iztırabat çekecek, millettaşlarımız gelip geçecek olan bu hali atiye ait derin mülahazat ile iktiham etmelidir.

Dahilde Hükümetçe kabili tatbik olan bütün tedabiri tatbik edeceğiz. Bütün bu tedabir ile beraber ıztırap ve rahatsızlık olacağını bilmek lazımdır. Çünkü gayrikabili içtinaptır. Kudreti beşer dahilinde değildir. Efendiler! Müteselli olduğumuz şudur ki, senelerden beri, hududu milli haricinde kalmış vatandaşların vaziyetleri mücerreptir. Bugün için, yarın için ve öbür gün için mukadder olan vaziyetten bütün kabiliyetlerini Anavatana hasretmek suretiyle kurtulmuş oluyorlar. Memleketin başka noktalarında, İstanbul ve diğer yerlerde bu mübadeleyi niçin tatbik etmediniz? diye bir itiraz varidolamaz. Mevzuubahsolan meselenin en iyi bir sureti halli için zamanında azami kuvvet sarf olunur. Fakat bir sureti hal üzerinde karar aldıktan sonra memleketimiz dahilindeki bütün anasır için vazifemiz maziyi unutturacak bir sükun tesis etmektir. Yeni Türkiye'nin hududu dahilinde kalacak olan bütün vatandaşlar yekdiğerleriyle itilaf etmesini bilerek bir vatan içerisinde huzur ve sükun içinde yaşayacaklardır. Buna katiyen itimadediyoruz. Bu itimadı Meclisi Âlinin tasdikine arz ettiğimiz muahedat içinde teşviş edecek hiçbir nokta yoktur.

Sivil mevkufinin ve üseranın iadesine dair takdim ettiğimiz vesika zaten mevkii tatbikta olan ve hemen bitmekte olan bir şeydir. Affi umumi Beyannamesi geliyor. Bunun ruhu on seneden beri hadis olan birçok mesaili bir defada hal ve teskin etmek arzusudur. Kuvvetli olan noktası budur. Elbette zaif olan noktası vardır. Bu affı umumi ile vatana karşı olan vazifelerini ihmal etmiş olan ve binaenaleyh her türlü mukaddes hissiyat muvacehesinde itaptan kendilerini kurtarmayacak olanların affı umumiden müstefidolmalarıdır, fakat affın başlıbaşına bir kuvveti ve bahusus geçmiş hadisatı tasfiye ederek mazinin silinmesi ve unutulması gibi evsafı yanmda mahzuru göze alınabilir. Affı umumiye merbut olmak üzere bir protokol vardır ki, bu da aftan istifade ettirilmeleri bütün hüsnüniyetimize rağmen tarafımızdan deruhde edilemiyecek olan 150 kişinin bu aftan istisnasını ifade ediyor. Çok hüsnüniyetle hareket etmekle beraber çok hadisat olmuştur ki, hadisatın tekerrüründen içtinap için asgarî bir tedbir almak mecburiyetinden kendimizi kurtaramadık.

Yunanistan'da bulunan emlaki İslamiye hakkında Yunan murahhaslarının verdiği vesikayı huzuru alinize takdim ettim. Yunanistan'da kalan emlaki İslamiyenin masuniyet ve mahfuziyeti hakkında yeni bir vesikadır.

Arkadaşlar! Hatiplerin mevzuubahsettikleri mühim beyannameler geliyor. Gerek idarei adliye ve gerek idarei sıhhiye içinde olan beyannameler. Bu beyannameler bizim tarafımızdan verilmiş beyannameler ve hakikati halde Türkiye'nin kendiliğinden ittihaz ettiği tedbirlerdir. O kadar büyük hadisatı müşkül şerait lçinde temizlerken bu beyannameleri vererek her hangi bir surette mucibi tatmin ve temin olmak gayrikabili içtinap bir mecburiyet halinde idi. Arkadaşlar! Bu beyannamelerde bizim hakkı mevcudiyetimizi, hakkı hayatımızı, hakkı istiklalimizi fiiliyatta nakzeden nıkat yoktur. Bazı hatipler mubalağa ile hislerini tersim ettiler ve varmak istediğimiz ideali vuzuh ile teressüm ettirdiler. Beyannamelerde beş sene müddet var ve beş sene nihayetinde kendiliğinden, yeni hiçbir münakaşaya, yeniden hiçbir teşebbüse ihtiyaç olmaksızın kendiliğinden süküt edecek iki beyanname bizi fiiliyatta ve hakikatte müşkülata duçar etmez. İdarei Adliye için alacağımız hukuk müşavirleri Adliye Vekilini mürakabe edeceğinden bahsediliyor ve hangi Kavanin Komisyonuna iştirak edecekleri sual ediliyor. Adliye Vekiline merbut bir memurun onu murakabe etmesi nasıl var idi hatır olabilir? Kezalik bu memurların iştirak edecekleri komisyonlar ancak Adliye Vekilinin tahtı idaresinde bulunan komisyonlar olacaktır. Muahedenin heyeti umumiyesinde, beyannamede, hakkı kazayı ihlal eden nokta yoktur.

Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu tarafından ita edilmiş olan imtiyazlara ait Protokol geliyor. Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilmiş imtiyazat ile ecnebiler Osmanlı İmparatorluğu ile birçok teşebbüsatı iktisadiyeye girişmişlerdir. Sermayeler dökülmüş, işler yapılmış, şirketler teessüs etmiştir. Efendiler! Biz memleketimize gelip sermaye dökecek ve teşebbüsatı iktisadiyeye girişecek erbabı teşebbüse müşkilat ve mevani ika etmek zihniyetinde asla değiliz. Bilakis bizim memleketimiz öyle bir muhiti emindir ki, buraya gelinir, istenilen miktarda sermaye dökülür, her türlü teşebbüsatı iktisadiyeye girişilebilir. Elverir ki, buraya gelecekler bu memleketin her hangi bir memleket gibi sahibi malum olan, hukuku hayatiye ve hukuku istiklaliyesi müsellem olan bir muhit olduğunu bilsinler. Memleketimiz kavanininin hududu ve icabatı dahilinde kalmak kaydı tabisini ve meşru bir surette kazanmak lüzumunu kendileri kabul etsinler.

Memlekette şu veya bu tarzda müşkülat çıkarmak şu veya bu tarzda hakimiyet almak düşünmesinler. Fıtratımız, teşkilatımız, muhitimiz suistimalata müsait değildir. Bilakis meşru kazançlara emniyet ve teshilat vermek için müsaittir. Arzu ediyoruz ki, gelsinler, sermaye döksünler, iş yapsınlar, meşru istifade etsinler. Bu yalnız erbabı teşebbüsün istifadesini temin etmez. Aynı zamanda tabiî ve esaslı olarak memleket için de mucibi istifade olur. Şimdi bu esas dahilinde bulunan bir devletin Osmanlı İmpatatorluğu tarafından verilmiş olan imtiyazat ile memlekette hasıl olan vaziyeti nazarı dikkate almaması kabil olamazdı. Bu noktai nazardan birçok ihtilafatı hallettik. Kabul ettiğimiz noktalar menafii memleketle kabili telif olan makul hudutlar dahilindedir. Bu imtiyazat içinde en çok müşkülat çektiklerimiz Harbi Umumiden evvel imtiyazı tamamiyet kesbetmemiş olanlardır. Gerek devletler arasında muhabere edilmiş ve gerek teşebbüsat esnasında muamelesi tamam olmamış imtiyazlar da mer'idir tarzında umumi bir teklif vardı. Bu teklif sebebiyle çok müşkülat içinde kaldık.

Herhangi iki hükümet adamı arasında geçmiş belki tamamen malumumuz bile olmayan bir vesika ile Türkiye'yi meçhul şeraitle meçhul bir imtiyaza raptedemezdik. İmtiyazat meselesinde Harbi Umumiden husule gelen fasıla kadar müddeti imtiyazın temdidi de bilhassa konferansın birinci safhasında mevzuubahsoldu. Biz bu şirketlere henüz muahede imza edilmemiş iken bile müşkülat çıkarmayacak kadar hulus göstermişken yeniden taahhüdat altına giremezdik. Biz her nevi şirketlerin memleketimizde teessüs edebileceğini hulusu niyetle ve fiilen göstermiş bulunuyoruz. Tasdikinize arz ettiğimiz vesikalar içinde Portekiz ve Belçika ile de sulhün tahakkuku için vesikalar vardır. Bundan sonra Tahliye Protokolü ve merbutu olan Beyanname gelir. Tahliye Protokolü Türkiye Büyük Millet Meclisinin tasdikinden itibaren muayyen bir müddet zarfında kati bir tahliyeyi tazammum eder. Bu protokol hakikî bir sulh yoluna girmekte olduğumuza amelî olan ilk vesikai emniyettir. Arz ettiğimiz vesikalar arasında Karaağaç'ın tahliyesine ve bize iade olunan Bozcaada ve İmroz'un iadesine dair olan Protokol bir de Yugoslavya Devletinin muayyen bir zaman zarfında muahedeyi imza edebileceğine dair vesaik, bir de bütün bu mukavelatı bir safhada hulasa eden Senedi Nihai görülür. Şimdiye kadar olan mülahazatla Lozan'da imza ettiğimiz muahedenameyi ve bütün senedatı izah etmiş oluyorum.

Muhterem efendiler! Mücahedatı Milliyenin neticei hasılasını takdim ettiğim muahedeler ve vesikalar tespit ediyor. Bunlar için size ayrıca, bir hulasa yapayım...

Mütecanis, yeknesak bir vatan, bunun dahilinde harice karşı şu gayritabiî kuyuttan ve hükümet içinde hükümet ifade eden dahili imtiyazattan müberra bir vaziyeti gayritabiî mükellefiyatı maliyeden azade bir hal, hakkı müdafaası mutlak, menabii mebzul ve serbest bir vatan. Bu vatanın adı Türkiye'dir. (Şiddetli alkışlar) O Türkiye'yi bu muahedenameler ifade ve tavzih etmektedir. (Alkışlar, bravo sesleri)

Efendiler! Türk milletinin hassai esasiyesi zannolunduğu gibi unsuru cidal olmak değildir. Uzun zamandan beri haksız muhacemata göğüs germek mecburiyetinde kaldığındandır ki, son devrelerde hassai cidali nazarı dikkati celbetmiştir. Türk Milletinin hassai esasiyesi sulh ve müsalemet vadisinde unsuru terakki ve medeniyet olmaktır.(Alkışlar)

Efendiler! Temin ettiğimiz vatanın harap ve fakir olduğunu hariçte ve dahilde bilmeyen yoktur. Biz zannetmedik, hiçbir meseleyi hallederken düşünmedik ki karşımızda bulunan muhataplarımız zayıf yerlerimizi veya kuvvetli yerlerimizi fark edememişlerdir. Böyle yanlış bir hesaba düşmedik. Eğer böyle bir hataya düşmüş olsaydık hiçbir mücadelede muvaffak olamazdık. Daima hesabettik ki her hangi bir mücadelede zayıf ve kuvvetli yerlerimiz ne ise elbette karşımızdakiler, muhasımlarımız da bunları bilirler. Onun için söylüyorum ki, vatanın içinde bulunduğu ızdırabı ve bilhassa içinde bulunduğu fakir ve harabiyi, dahilinde bilmeyen kimse olmadığı gibi haricinde bilmeyen kimse de yoktur.

Efendiler! Bizi endişeye sevk eden noktalar bütün dünyaca malum olmakla beraber Türkiye büyük ve kavi bir Devlet, büyük ve kavi bir millet addolunmuştur.(Alkışlar) Sebebi nedir? Toz, toprak içindeki hayatı henüz Avrupa'nın diğer yerlerindeki hayatı ile kıyas kabul etmeyen bu memleketin vaziyeti ve asıl kuvveti nedir ki, zahirine rağmen kavi, atisi emin addolunur?

Efendiler! Bu memleketin menabiî ne kadar kuvvetli, ne kadar mebzul olduğunu bizden daha iyi bütün dünya bilir. Kabili tasavvur mudur, erişilmez hedeflere varmak için vesaitsizliğe, maddî müşkilata galebe eden bir memleket ve bir millet altın hazineleri üzerinde otursun, mahza kapısını açmayı bilmemek yüzünden fakir ve ıztırabı kabili tedavi olmasın? Aslolan nokta menbaın kendisine malik olup olmamaktır. Eğer memlekette menbaı kuvvet, menbaı servet, menbaı inkişaf yok ise bunu yaratmak kimsenin elinde değildir. Her hangi bir taş parçası demir yapılamaz. Fakat eğer bu kuvvet varsa eksik olan bunu inkişaf ettirmek için ilimdir, tecrübedir, melekedir, zamandır ve bunların hepsi kudreti beşer dahilinde olan avamildir ve bunların hepsi gayrikabili tasavvur müşkülatı iktiham etmiş olan, bütün dünyaya karşı siyasi ve harbi mücadelesinde ispatı mevcudiyet etmiş olan bir milletin takati haricinde değildir. Âtiye kemali emniyetle bakıyoruz. Bizim nüfusumuzu, hayatımızı en yüksek seviyei medeniyeye çıkarmak için her türlü menabi ve vesait vardır.

Efendiler! Bu vesait ve menabii işletmek için, milletin büyük bir atiye doğru yürümesi için imkân veriniz. Sulh devresi gelmiştir. Tarif ettiğim güzel, mukaddes, her türlü şeraiti hayatiyeye malik vatanın inkişafını temin etmeye derhal başlamak zamanı gelmiştir. Milletin asıl vazifelerini ifa etmek, unsuru sulh ve müsalemet, amili terakki ve medeniyet olmak için istidat ve kararına yol gösteriniz. Arkadaşlar! Hedefe varmak için evvela hedef vazıh ve berrak bir. surette malum olmak lazımdır. Yanar - döner bir ışık, bulutlar içerisinde meşkuk hedefler arkasında koşanların ilk müşkilat karşısında ayakları sürçer. Berrak ve mühim bir hedefe varmak için de bunun dümdüz olduğunu, her türlü müşkülattarı azade bulunduğunu zannetmek büyük gaflettir.

Büyük hedefin yolu sabır ve sebatı tüketecek zannolunan büyük müşkilat ile malidir. Varacağım nokta mecmuai milelde en yüksek seviyei terakki ve temeddündür. Gerçi fakir ve harabız. Fakat altın hazineleri içinde oturuyoruz. Yarın veya öbürgün behemehal bunları açabilir ve behemehal açmak mecburiyetindeyiz. Açmak için vasıta, takati beşer harici değildir. Ve semadan da inecek değildir. Bu vasıta muayyen bir hedefe doğru yılmayarak mütemadiyen çalışmaktır. Ve bu yol her milletin yürüdüğü terakki yoludur. Artık iş zamanı gelmiştir.

Muhterem vekiller! Mücadelatı milliyemizin neticei hasılasını tayin edecek olan reylerinizi izhar edeniz. Millet ve bütün dünya vereceğiniz reye intizar etmektedir.(Devamlı ve sürekli alkışlar arasında kürsüden indiler)